|
![](/i/favi32.png) A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3kuuduruu, çiftleştirme ( başlıca, çatal tırnaklı hayvanlar hakkında)
|
səhifə | 59/90 | tarix | 29.08.2018 | ölçüsü | 5,98 Mb. | | #65401 |
| kuuduruu, çiftleştirme ( başlıca, çatal tırnaklı hayvanlar hakkında); koy kuuduruu: koyunları koça çekme; erkin kuuduruu: serbest çiftleştirme; kol menen kuuduruu: elden çiftleştirme; casalma col menen kuuduruu: sun’î telkih.
kuuğun, 1. sürgün; kuuğun-sürgün: sürgünler; kuuğun körsöt : sürmek; 2. kovalama.
kuuğunçu, 1. sürücü; 2. takip eden, kovalayan.
kuuğunduk == kuuğuntuk.
kuuğuntuk, takip, kovalama; kuuğuntuk ce-: takibata duçar olmak.
kuuğuntukta-, takibata uğramak:
kuuğuntuktoo, takibat.
kuul-, kovulmak; parti katarınan kuuldu: fırkadan tardedildi.
kuulan-, kurnaz olmak, hilekâr olmak.
kuulandır- == kuulant-.
kuulant-: kuulantıp: çeşit çeşit tarzda türlüce.
kuulanuu, işs. kuulan-‘dan.
kuulda-, 1. uğuldamak, gürültü etmek; kuudap boroon kötörüldü: şiddetli kar fırtınası koptu; 2. mec. çevik hareket etmek; kuuldağan: işleri çabucak yapıp bitiren.
kuuluk ı, 1. ( karş. kasa ıı ) (çatal tırnaklı hayvanlarda) torbasile birlikte husyalar; kulcanın (yahut koçkordun, bukanın) kuuluğu: dağ koçunun ( evcil koçun, buğanın) husyaları; 2. koçun husya torbasından yapılmış olan tütün kesesi.
kuuluk ıı, kurnazlık, sokulganlık.
kuuna-, eğlenmek sevinmek.
kuunak, şen, memnun, neşeli.
kuunaş-, müş. kuuna-‘dan.
kuur ı, kurumuş, buruşuk; kuur ton: 1) eski, buruşuk kürk; 2) mec. küç. baldırı çıplak, züğürt.
kuur- ıı, 1, kavurmak, kızartmak; 2. mec. bitkin bi hale komak, perişan etmek; zamanasın kuurayın folk.: ben onun hayatını altüst edeyim.
kuura-, kurumak, tükenmek, yok olmak; kuurağan kedey: , büsbütün fakir; murunku kuurağan turmuş: eski berbat hayat.
kuural, 1. mutlak hazır bulamayız; üç uktasa, kuural tüştö cok: hatıra hayale gelmedi (harfiyen: üç defa uyusan dahi rüyaya girmez); 2. müzmin hastalık.
kuuraş-, müş. kuura-‘ dan.
kuurat-, 1. kurutmak; 2. mec. imha etmek.
kuuray, kuray (içi kof bir bitkidir) ; sarı baş kuuray: sisymbrium bitkisi; sağız kuuray: bir nevi kuuray (!); kara kuuray: peygamber çiçeği; tütük kuuray: civan perçemi (achillea millefolium) ; kuu kuuray: misotu , artemisia vulgaris; süt kuuray: sarı sütlüğen otu (euphoribia) çay kuuray: koyunkıran otu (hypericum) ; dan kuuray: ağaççileği ahududu; kuuray san: ince bacaklı.
kuurçak, bebek, kukla.
kuurdak, kızartma, kavurma (yiyecek).
kuurğuç , (arpa, darı v.s gibi) kazanda kavrulan hububat karıştırmak için kullanılan değnek.
kuurma, kavrulmuş, kızartma; kuurma çay bk. çay 1.
kuurmaç, kavrulmuş hububat (buğday, arpa v.s ).
kuursun, kuş yeleğinin sapı.
kuurt-, et. kuur ıı’ den.
kuuru- = = kuur- ıı.
kuurul-, kavrulmak, kurumak, kırışmak; buruşmak, büzülmek; zamanası kuurulğan yahut künü kuurulğan: eski refahından mahrum oldu.
kuuş ı, dar, sıkışık; eerdin alıdınğkı kaşı (yahut konğulu) kuuş eken: eğerin ön kaşı darmış.
kuuş- ıı, hep beraber takip etmek, birbirini kovalamak.
kuuşur-, bükmek, kısmak, buruşturmak; kol kuuşur: ( hürmet işareti olmak üzere) ellerini kavuşturmak; kol kuuşurup turdu: ellerin kavuşturup durdu; booruna kuuşura kısıp: kucaklayıp bağrına bastı.
kuuşurt-, et. kuuşur- ‘dan.
kuuşurul-, büzülmek, kısılmak, toplanmak, bürküttoy kuuşurulup (yukarıdan avına atılan) karakuş gibi büzülerek.
kuut ı: kım kuut, bk. kım.
kuut ıı, çiftleştirme; kuut önöktüğü: çiftleştirme faaliyeti.
kutunğda-, dalavere yapmak, hile yapmak, dolandırmak; kurnazlık etmek.
kuy ı, f.: kuy bersin, kuy berbesin: ister versin, ister vermesin – hepsi bir.
kuy ıı , f. tabiat, seciye, huy; kuyu buzuk, bk. buzuk; kuyunğdan aşıp barbağır!: mahvolası!.
kuy- ııı, 1. dökmek, bir mayii dökmek, içeri dökmek; ok kuy-: kurşun dökmek; kış kuy-: tuğla pişirmek; bok kuy-: tezek yapmak; kuyup koyğondoy: bir kalıba dökülmüş gibi (benziyor); kudayğa kuy, bütsönğ! es. ant içerken içerken söylenilen tabirdir; 2. dökülmek (nehir hakkında); bay bayğa kuyat, say sayğa kuyat ats.: el eli yıkıyor (harf. zengin zengine döküyor, ırmak ırmağa dökülüyor); 3. hububatı dökmek; ökümöt kampasına kuy-: hububatı hükümete teslim eylemek; oroğo kuy-: ( hububatı, kış için ) sarpona dökmek.
kuya, felâket; belâ; kutulbas kuyağa kaldım: içinden çıkılmaz belâya düştüm.
kuyanğ, kemiklerin bitiştiği (articulation) yerindeki çukur; canbaşının kuyanğı çığırıptır: kalça kemiği çıkmış (burkulmuş).
kuyanğkı, inatçı, dik kafalı, harin: huysuz, hilekâr, ( mes. yalnız korktuğu kimseleri yanına yaklaştıran ve başkalrını tepen ve ısıran at hakkında ); kuyanğkı kişi: görmüş- geçirmiş adam; kuyanğkı cün: ayıklanmamış olan (koyun ve keçi yünü.
kuyanğkılık, fırsatcılık, kurnazlık, hilekârlık.
kuydu: çaldı- kuydu, bk. çaldı.
kuydur-, et. kuy- ııı’ten.
kuydurt-, et. kuydur-’ dan.
kuydurt-, et. kuydur-‘dan.
kuyka, yahut kuyka teri: kafa derisi; açka cegen kuykanı tokto unutpa! ats.: açken yediğin deriyi, tokken unutma!; kuykası yahut kuyka terisi kuruştu (yahut tırıştı): (kafa derisi kırıştı) hırslandı, aşırı derecede kızdı, kudurdu, kendinden geçti.
kuykula-, ( tavuğun, koyunun v.s.’- nin) derisinin tüylerini yakmak, ütülemek, irik kuykula-: bütün bir koyun gövdesinin tüylerini yakmak.
kuykalan-, tüyleri yakılmak, ütülemek, sathı yanmak.
kuykalat-, et. kuykala-‘dan.
kuykul, sarımtırak; kuykul sakalduu: sarımtırak (bakılmamış) sakalı.
kuykum, yakılmış deri, yün kokusu.
kuyma, dökme.
kuymak, kaygana.
kuymaluu, dökülme, dökme; kuymaluu altın: dökme altın, dökme altından.
kuymulçak, kuyruk sokumu; uy kuymulçak: kuyruk kılları bol ve dağınık olan (atın yürürlüğünün beldeğidir).
kuypulan-, dolandırmak.
kuyruk, 1. kuyruk; kuyruk ulaş bastır: katar halinde yürümek ( bir atın diğerinin kuyruğuna gelmek süretile) ; artınan kuyruk ulaş itter bara catat: peşinden katar halinde köpekler gidiyor; kıl kuyruk: 1) step kekliği; 2) çatal kuyruk ( bir nevi ördek: anas acuta) ; 3) ince kuyruklu (at hakkında) ; 4) lâgar beygir; 5) at; kıl kuyruktardınğ asıldarın minip: asîl atlara binerek ; ayrı kuyruk: 1) çaylak; 2) bir yabanî hayvanın adıdır; ketmen kuyruk: karakuş nevilerinden biridir; töö kuyruk: (deve kuyruk) astragalus otu; ak kuyruk çay: bir nevi çay; may kuyruk: yumuşak kısımlar (kıç) ; kuyruğu üzülüp kaldı mec. kanatları kırpılmış ( harf. kuyruğu kopmuştur) ; kuyruktun uçu menen tik (yahut tenğ) atıp kaldı: içi şiddetlice sürüyor; 2. kadın “ sarığı” nın arkaya sarkan kısmı (bu manayla bazan kuyruk alğıç dahi denilir); 3. yaradak (birine tâbi olan ve daima onu tutan) kulaktardınğ kuyruğu: “kulak” lar (ağalar) ın yaradığı ; 4. zürriyet.
kuyrukta-, kuyruğundan tutmak, yakalamak; cılkını kuyrukta-: atı kuyruğundan tutmak.
kuyruktaş-, birbirinin peşinden yürümek, katar halinde gitmek; kündör kubalaşıp, kuyruktaşıp ötüp catat: günler birbirini kovalayıp geçip gitmektedirler.
kuytan: kuytan oynot-: insanın başını ağrıtmak, taciz eylemek.
kuytkula kışkırtmak, fesat karıştırmak.
kuytuy-, çok kısa boylu, bodur olmak (insan hakkında) ; kuytuyğan kiçine neme köptün içinde körünböy, topolonğdo coğoldu da ketti: cüce kalabalık içinde gözükmedi ve kargaşalık esnasında gözden kayboldu – gitti.
kuyuk-, 1. sürüden ayrılmak; 2. kar tipisi esnasında yolu şaşırmak ve helâk olmak ( insanlar ve hayvanlar hakkında); boroon küçtüü boğon, mal kuyuğup kişi adaşkan ele: tipi şiddetli olup, hayvanlar ve insanlar yolu şaşırdılar; 3. kaybolmak, belli olmayan bir semte kaçmak; it kuyuğup ketti: (kuduz) köpek kaçtı ve gizlendi.
kuyul-, dökülmek (mayiiler; hububat v.s. hakkında).
kuyulma, dökülen eşilen, kayan (kum, moloz hakkında).
kuyuluş ı, ( bir nehrin başka bir nehre) dökülüşü; tokson dayra kuyuluş yahut tokson suunun kuyuluş folk. doksan ırmağın dökülüşü.
kuyuluş- ıı, birbirine dökülmek; sözü kuyuluşup keldi: rabıtalıca konuştu.
kuyundan- , kasırga gibi dönmek; havaya sütun şeklinde yükselmek( hortum hakk.)
kuyuşkan, kuskun, kuyuşkanı bek kişi: pek (sağlam) davarcı ( ki hayvanları çok ve muntazamdır.)
kuyuşkandaştır-, ( binek hayvanları) başlarının öndekisinin kuyruğuna bağlamak.
kuyuşkandaştıruu, işs. kuyuşkandaştır-‘dan.
kuyuşkandaştırıl-, pas. kuyuşkandaştır-‘dan.
kuyuu, dökme ( madeni, mayii) ; stal kuyuu : çelik dökülmesi.
kuyuuçu, döken (madeni); döken ( bir sıvık nesneyi) , kuyumcu; kuyuuçu tseh: maden dökücüler korporasyonu.
kuzğun, kuzgun: corvus.
kübö ı, güve.
kübö ıı, f. şahit, tanık, guvah.
kübö ııı: ak kübö: (destanda) cebe.
kübölördür-, tastik etmek.
kübölöndürüü, işs. kübölöndür- ‘den.
kübölük, şahedet; şahitlik etme; kübölük kat: şahadetname; tasdikname.
kübölüü, şahidi olan; kübölüü söz: bir şahidin huzurunda söylenen söz; kübölüü söz- nikelüü katın ats. şahitler huzurunda söylenen söz – nikahlı karı gibidir.
kübönaama, f. şehadetname, tasdikname.
kübü-, silkmek; çırpmak; körpönü kündö kübüsö – tülkü, tülkünü kündö kübüsö – külkü ats.: kuzu kürkünü her gün çırparsan tilki kürküne döner, tilki kürkünü her gün çırparsan gülünç olur.
kübül-, mut. kübü-‘den; arpa kübülüp kaldı:arpa döküldü.
kübült-, et. kübül-‘ den.
kübün-, çırpılmak.
kübünğ, yahut kübünğ – şıbınğ: fısıldaşma, fısıltı.
kübünğdö-, yavaş konuşmak, fısıldamak, fısıldaşmak; alar birine biri kübünğdöyt: onlar biri- birine fısıldıyorlar.
kübür ıı, 1. buzlar arasında açık kalan ve ufak buz birikintisi ile örtülen yer; kübürgö tüşüp ketti: kübür’e düştü, battı; 2. ufak buz birikintisi; suunun üstündö kübür turup, kübürdün üstü kar bolup, astında suu küldüröp catıptır: su üstünde ufak buz birikintisi, bu birikinti üzerinde kar var ve bütün bunların altında su şırıl şırıl akıyor.
kübürö-, fısıldamak, fısıltı ile konuşmak.
kübüröö, işs. kübürö-‘den.
kübüröt-, et. kübürö-‘den; oozu başın kübürötüp tildedi: homurdanarak küfür ediyordu; içinen kübürötüp aytıp catat: kendi – kendine mırıldanıyor.
kübüt-, et. kübü-‘den.
kücü, yahut köörültün kücüsü: demirci körüğünden ocağa geçen boru.
kücüldö-, hararetlice, hiddetle söylemek,sövmek; kücüldöğön kişi: gayretli, ateşin adam (bilhassa, şişman adamlar hakkında); kücüldöp süylö-: hareretle, hiddetle söyle.
kücür-, sık, gergin, tümsekli, çıkıntılı.
kücürmön, çevik, kuvvetli, enerjik, atılgan; küçürmön cigit: atılgan, çevik delikanlı.
kücüröy-, tümsekli, kalkık, pürüzlü olmak.
küç 1. kuvvet, güç, kudret, güçlü kuvvetli; küçkö kel- yahut küç al-: kuvvetlenmek; ayaz kırçıldap küçünö keldi: soğuk çatırdadı ve kuvvetlendi; boroon dağı küç aldı: tipi daha ziyade şiddetlendi; buludun küçünö salıp: para kuvvetine güvenerek, para kuvvetinden istifade ederek; küç keltir- yahut küç kıl-: zulmetmek, tazyik etmek; manap katın olsada bizge keltirgen, çığım çıksa da, bizge küç keltirgen: manap evlense de, para harcamıya muhtaç olsa da, bizi sıkıştırıyor (soyuyor) du; sen mağa küç kılba;: sen bana zorbalık etme; beni zorlama; kara küçkö: 1) boşuna; 2) yalandan, calî olarak; kara küçkö katuu katkırıp küldü: yalandan ve kahkaha ile güldü; kara küçkö bışanğ-başanğ ıyladı; yalandan ağladı; küç at: iş atı; küç unaa: iş hayvanı; 2. tar. bir hizmet mukabilinde eğreti alınan iş hayvanı; bir künü apiyimin ottoşup bermek bolup, küçün mindim: haşhaş tarlasındaki zararlı otları ayıklamak mukabilinde binmek için onun atını almıştım; bir attın küçük alıp bereyin: kullanmak için kira ile sana bir at bulayım; şaarğa barıp keleyin, atınğın küçün bere tur.: şehre varıp geleyim, atını bana iğreti olarak ver.: küç akısı: binek hayvan kirası, ücreti.
küçala, f. aconitum, kurtkökü otundan çıkarılan zehir.
küçö-, kuvvetlenmek, şiddetlenmek, kuvvet almak.
küçön-, kendini zorlamak, ıkınmak, bütün gücünü sarfetmeye çalışmak, kuvvet göstermek.
küçöncöök == ıçkınçaak; küçönçöök akın: istidatsız şair.
küçöt-, takviye etmek, kuvvet vermek.
küçötülüş, takviye, kuvvetlendirme; küçötülüşü kerek: takviye edilmesi lâzım.
küçsüz, kuvvetsiz.
küçsüzdük, kuvvetsizlik.
küçtö-, zorbalık etmek, şantaj yapmak.
köçtün-, kuvvetlendirmek, kuvvet kesbetmek.
küçtöndür-, kuvvetlendirmek, takviye eylemek.
küçtöö, şantaj yoliyle para koparma.
küçtüü, güçlü- kuvvetli.
küçük, 1. inik ( köpek yavrusu) , kurt yavrusu; sütkö tiygen küçüktöy: (“ süte dokunmuş inik gibi,,) suçlu köpek gibi; ala küçük: “ kedi-fare” oyunu; 2. tomurcuk, konca (bitkide; karş. büçür).
küçüktö 1. iniklemek (kancık ve dişi kurt hakkında); 2. doğmak (inikler hakkında) ; 3. tomurcuklanmak( bitki hakkında).
küçürkö-: belini kırmak (başlıca, eski bel kırıklığının nüksetmesini mucip olmak) .
küçüü, küçük.
küdök == güdök.
küdömük, korkarak, ihtiyatla; birbirine küdömük süylödü: biri – birine kuşkulanarak söylediler.
küdör, umut; küdör üz-: umudu kesmek.
küdörö, (rad.) tilkiden bir parça büyük olan bir yabanî hayvanın adıdır.
kükük, 1. guguk (kuş) ; 2. (su hakkında) çoşkun, taşkın, şiddetli akan; kükük bolup, suu kirip catat: su şırıl şırıl girerek artmaktadır.
küküktö-: (su hakkında) taşmış bir halde bulunmak, köpürerek her yanı basmak; küküktöp catkan darıya: (su taştığı zaman) kabaran, köpüren nehir.
küküm, kırıntı, küçücük kısım, kırık parça.
kükürt, f. yanan kükürt; kükürt kıçkıl kim. hamızı kibrit.
kül ı, koyunlarda bir nevi hastalık.
kül ıı, f. çiçek; kül kayır: hatmî çiçeği, ebegümeci; kül çaç-: çiçek açmak; küldör carıldı: çiçek açtı.
kül ııı, kül ( yanan odun v.s. den kalan toz) ; kül çığart-: kül çıkartmak; mec. ev (kadınlarına mahsus) işlerini yaptırmak; ot menen kirip, kül menen çığıp, bay- manaptın kolunda cürdü: bütün gücünü sarfederek, zenginlerde ve manaplarda ırgatlık etti; külün kökkö sapırdı: “ gülünü göğe savurdu” (mahvetti) ; küyböğön ceri kül boldu: “ yanmayan yeri kül oldu” (hiddetinden kendinden geçti).
kül ıv : kül azık = = külazık; kül hurcun: külazık (bk.) için hurç, heybe.
kül- v, gülmek; mağa külöt: “bana gülüyor ( benimle eğleniyor); boorun tırmap küldü: gülmekten katıldı; katkırıp kül- : kahkaha ile gülmek.
külbak, f. (destanda) muhteşem bahçe, gülistan.
külcara, f. cibre, küspe, posa.
külçö, küçücük özbek ekmeği.
küldö-, çiçek açmak.
küldün ı == küldü.
küldön- ıı , 1. çiçek açmaya başlamak, çiçek açmak; 2. gelişmiş olmak.
küldöndür- , çiçeklerle örtmek.
küldönt-: çiçek açmış, gelişmiş bir hale koymak.
küldönüş-, müş. küldön-‘den.
küldöö, çiçek açma.
küldöt-, çiçek açtırma,gelişmiş bir hale getirmek inkişaf ettirmek.
küldü, a. hep, hepsi, kül.
küldür-, güldürmek.
küldürmamay, küçük top (silâh).
küldürööç, çamğarak’ın (bk) enine olan kenetleri.
küldüü, çiçekli, çiçeklerle süslenmiş; küldüü çıt: desenli basma, çiçekli basma.
külgül = = külgün; külgül çıt: gözalıcı çiçekleri olan basma.
külgün, f. pembe, gülgün, gözalıcı.
külgündön-, süslenmek, tezyin edilmek.
külgündönt- ; süslemek, tezyin eylemek.
külk: külk- külk etip cötöldüm: kesik- kesik öksürdüm.
külkayır, bk. kül ıı.
külkü, gülüş, gülme; külkü kıl-: alaya almak, alay etmek, içi ooruluu külkü süyböyt ats. kaygısız olan – uykucu – dur, divane adam – gülegendir.
külküçü = = külküçül.
külküçül, gülegen ( çok gülen ); sana ası çok – uykuçul, akılı cok – kül – küçük ats. dertli olan gülme sevmez.
külkülüü, gülünç, komik; külkülüü pyesa: komedi.
külmöksön, güler gibi gözüken, gülüyormuş gibi görünen; külmöksön bolup: gülüyormuş gibi gözükerek.
külöögöç, gülmeyi seven, çok gülen.
külpönğ, parıltı, parlama, parıldama.
kültük, 1. pisliklerin akması için çocuk beşiğinin altına konulan teneke, kutu, çömlek yahut bir parça keçe gibi şey; 2. vicdan, haya; kültüğü cok: hayasız.
kültüksüz, hayasız, vicdansız.
kültüldö-, titremek (şişman kimsenin sarkık, yumuşak vücut kısımları hakkında).
kültüy-, sarkık ve titrek karınlı şişman görünüşünde bulunmak.
külük, koşu atı, yürük at; it külüğün tülkü süyböyt ats. köpeğin yürük olmasını tilki sevmez; koo buzğan külük, bk. koo 3.
külüktük, yürüklük; koşu atının, yürük atın hassaları ve sıfatları.
külümçü, fena koku çıkaran.
külümsürö-, gülümsemek, tebessüm etmek.
külümsüröö, gülümseme tebessüm.
külümsüröt-, gülümsemeyi mucip olmak.
külünğ: külünğ- külünğ et-: kıs-kıs gülmek, neşelice gülümsemek.
külünüş-, karşılıklıca gülmek, gülüşmek.
külüs = = külüstön.
külüstön-, f. 1. çiçeklik, gülistan (bu manayla gayet seyrek kullanılmaktadır); balaluu üy külüstön, balasız üy körüstön ats.: çocuklu ev – gülistandır, çocuksuz ev ise – mezar- lıktır; 2. şen, neşeli, iyi, mükemmel; 3. sagu sagarken (ölü için ağlarken) kadınlar ölüyü, adet olduğu üzre, böyle adlarlar, anarlar.
külüş ı, gülüş gülme.
külüş- ıı, hep beraber gülmek, gülüşmek; külüşüp kalğan bala: gülmeye başlıyan çocuk.
küm : küm- cam yahut küm- talkan: tahrip edilmiş, mahvedilmiş, paramparça edilmiş.
kümböz, f. kubbe, kümbet, türbe.
kümön, f. 1. şüphe, güman, işkil; alarğa kümön keltir-: onlardan şüphelenmek; 2. mec cenin ( ana karnında); üç ay kümön boyunda folk.: karnında üç aylık cenin vardır, üç aylık gebedir; üç aylık kalğan kümönüm folk.: ( karımın karnında) üç aylık ceninim kaldı.
kümöndüü, şüpheli.
kümönsüz, şüphesiz.
kümp! güm!
kümüröy, memnuniyetsizlik, ilenç ifade eden bir farsça kelimedir [ fars. gümrah- sapıtmış, m.] ; kümüröy bol! : lanet olsun sana! mahvol!.
kümüş, gümüş, gümüşten olan; kümüş cügön: gümüş süslerle bezenmiş olan oyan.
kümüştö- : gümüşlemek, gümüşle kaplatmak veya işlemek.
kümüştöl-, gümüşlenmek, gümüşle tezyin edilmek; kümüştölgön at cabdığı: gümüşle süslenmiş koşum takımı.
kümüştönt-, gümüşlemek, gümüş rengi vermek.
kümüştöt-, gümüşletmek, gümüşle kaplatmak veya işletmek.
kümüştüü, gümüşle tezyin edilmiş, gümüşlü.
kün, 1. güneş; kün çıktı, güneş doğdu; kün çığış: güneşin doğması, doğu , şark: kün çığa: güneş doğar- doğmaz; kün battı: güneş battı; kün tiye: güneş doğunca, sabah erkenden; kün batış: güneşin batışı, batı, garp; kün cak yahut kün cürüş murdu cayıldı: güneş nurunu saçtı; kün karama yahut kün bağış: ayçiçeği; kününğ tuudu: güneşin doğdu,sana gün doğdu ( rahat yaşayacaksın, bahtiyar olacaksın), talihin açıldı;kün es = = künös; 2. gün; eki kün : iki gün içinde; otuz künü: otuz gün zarfında; bul künü: bu günde ; künü bugüngö çeyin :bu güne kadar ;kündördün bir künündö: günün birinde ;künügö : hergün ; künü bugün ;bugün tam gün künü keçee : dün,tam dünkü gün ;bürsü kün = = bürsügünü ;künügö yahut kündö: hergün ;künün barıp ,künün kelet : bir gün içinde varıp gelir;künü- tünü bk. tün ;künü –tünü yahut kündür-tündür: gece –gündüz , geceli-gündüzlü ; cıyırma segizi künü : ayın 28 inde ;bugün ekinci ölgün künü: bugün ölümünün birinci yıl dönümüdür; cumuş künü: iş günü; emgek künü: emek günü; adam künü: insan günü ( bir gündelik) ; ögüntön (o + kün + tön ): o zamandan beri, o günden beri; kün öttü, iş büttü: gün geçti iş bitti ( işte o kadar! ) kün sura bk. sura; ayı – künü bk. tanğ ı; attuu kün bk.attuu ı; 3. zaman, zamanlar, devir; künündö kürkürögön : zamanında gürlemişti (meşhur idi) ; kün sal-: vakıt zayi etmek; külükkö kün salğıça, baytalğa bak bersin ats.: koşu atı için vakıt zayi etmektense, kısrağa şans dilemeli ( yani yalnız koşu atiyle meşgul olmaktansa, bütün sürüye bakmak daha kârlıdır); kün saldır- yahut kün salğız: tâbi bir vaziyete koymak; sağa kün saldırıp ( yahut salğızıp) koydum: sana tabi bir duruma konulmuşum; anday bolboğan kündö: aksi takdirde; 4. hava durumu; kün açık: hava açıktır; kün caap turat: yağmur yağıyor; kün seldedi: yağmur bir parça dindi; 5. hayat; kün kör- : yaşamak , var olamak; öz kündörün özdörü körüp cürüştü: kendi geçineceklerini kendileri kazandılar, kimseye yük olmadılar; köröyün değen künüm bar: ben daha bu dünyada bir parça yaşamak istiyorum; mensiz körür künü cok: bensiz yaşayamıyor; kün körsöt- : yaşamak imkânı vermek; kün öt: yaşamak, gün geçirmek; kez kelgen cerde kön öttüm: rast gelen yerde gün geçirdim; çetimçilik künün öz başınan keçirgen: öksüzlük hayatı yaşadı; külö turğan kün barbı ? : gülmenin sırası mı? ; attın künün al kördü: attan o istifade etti ( attan zevkini aldı ).
küncara = = külcara.
künçü = = künüçü.
künçülük ı = = künüçülük.
künçülük ıı, ( karş. ayçılık , cıçılık ): bir günün uzunluğu ; künçülük sayğan işime ayçılık sayıp cetpegen folk. : benim bir günde işlediğimi o kadın bir ayda işliyemiyordu.
kündö ı, ( çin kırgızlarında ) köy muhtarı.
köndö – ıı : kündöp – tündöp : geceleri ve gündüzleri.
Dostları ilə paylaş: |
|
|