|
A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3
|
səhifə | 81/90 | tarix | 29.08.2018 | ölçüsü | 5,98 Mb. | | #65401 |
| tıkıldat- , et. tıkılda-’ dan; eşikti tıkıldattı: kapıyı vurdu ( sık sık ve kesik kesik) .
tıkır, 1. kıtırtı, kıtırdama; 2. olağanüstü, müstacel; tıkır buyruk: müstacel emir; tıkır cumuş: müstacel iş.
tıkırla- . hızlandırmak, süratlendirmek.
tıkırlat- . hızlandırmak hususunda israr etmek, direnerek istemek; alasasın tıkırlatıp turat: alacağının acele ödenmesini istiyor. alacağının ödenmesi hususunda israr ediyor, sıkıştırıyor.
tıkıy- , kısa biçimde olmak, kısa olmak.
tıkıyıt- , et. tıkıy-’ dan; attı tıkıyta koyuptur: atı kısa bağlamıştır; sakalın tıkıytıp kırkıp koyğon: sakalını kısa (derli toplu) kırpmış.
tıkıyuu. işs. tıkıy- dan.
tıl, r. as. cephegerisi.
tım I: tım-tırs= tımtırs, tım- tırakay =tımtırakay.
tım- II = içinen tımıp: içinde saklayarak.
tımısın = tımızın.
tımızın, yavaşça, sessizce ihtiyatla, sezdirmeden, gizlice, etekaltından tımızın bol- : susmak, ağızdan tek bir kelime bile kaçırmamak, nefesini kısmak; tımızın süyünüp kaldı: içinden sevindi; tımızın coldor menen: gizli yollardan.
tımızındık, sözsüzlük. sır; tımızındıkta kalıp kele catat: iş bir sır olarak kalıyor. ifşa edilmiyor.
tımpıy I , susma oyunu.
tımpıy- II, tam bir sükûtu muhafaza etmek. susmak, tek bir kelime bile ağızdan kaçırmamak; tımpıyıp, unçukpay kaldı: sustu, ağzını kapadı; tımpıyıp ooz açpay cüröt: susarak ağzını açmadan geziyor.
tımpıyuu, işs. tımpıy-’ dan.
tımtırakay, her biri bir yana dağılarak; tımtırakay çıktı: (panik içinde) her biri bir tarafa dağıldılar: kiyimdin tımtırakayın çığardı: bütün giyimi eskitip parça parça etti.
tımtırs, sükûnet (sessizlik) . ara. kısa fasıla; dülöy tımtırs: tam sessizlik. çıt yok.
tın I, 1. nefes; 2. dinlenme. fasıla. teneffüs.
tın- II, dinlenmek, tevakkuf etmek, rahat etmek; eki tınıp keldim: yolda iki defa dinlendim; tındım kıl- : yok etmek; cooçuluğu bar bolso. tındım kılıp salayın folk. : düşmanlığı varsa, ben onu yok ederim.
tınar, 1. kuş 1 (bk.) nevilerinden biri; 2. destek, dayanak, umut; ezilbey kantem, Bököy, men: elimdin ketti tınarı folk. : nasıl üzülmeyim, Bököy, halkım dayanağını kaybetti.
tınç, rahat. sâkin. sükûnet; tınçımdı aldı: rahatımı kaçırdı; tüdünğ tınçın alıp: gecenin sükûnetini bozarak.
tınçı- , 1. rahat etmek, sükûnet bulmak, sütliman olmak; 2. (et hakkında) bir parça bozulmak.
tınçıt-, 1. teskin etmek, sütliman haline komak; 2. (et hakkında) bir parça bozmak; etti tınçıtıp ceyli: eti bir parça eskitip yiyelim.
tınçıtuu = tındıruu; özün özü tınçıtuu: kendi kendini teskin etme.
tınçıtal- . dinmek rahat etmek, sükûnet bulmak.
tınçtık, sükûnet, rahatlık, huzur; ötügünğ tar bolso. üydün tınçtığınan ne payda! ats. çizmen dar olursa, evin rahatından sana ne fayda!
tındım. bk. tın II.
tındır- , et. tın- II’ den işin tındır: işlerine bak da aralarını bul!
tındıruu, teskin.
tınğ 1. canlı. çevik. dinç. sağlam, dayanıklı, kudretli; tınğırak cür! : (kanburunu çıkarmadan, gevşemeden) bir parça canlıca yürü! ; öz canına tınğ: ihtiyaç hissetmeksizin yaşıyor; tınğ ookat kılıp turam: başkalarından daha fena, daha aşağı yaşamıyorum; atım tınğ, cürböy kala elek: atım daha canlıdır, yorulmamıştır; kiyim başı tınğ: üst başı fena değil (oldukça iyi giyinmiş).
tınğ- II, dinlenmek, hastalıktan iyileşmek, kendine gelmek, canlanmak.
tınğçı, 1. gizlice söz dinleyen, gözcü, hafiye. câsus; 2. folk. : basiretli, ilerisini gören.
tınğçılık, câsusluk.
tınğda, pekitmek, tanzim etmek, kiyiminğdi tınğdap al! : giyimine çeki düzen ver. zarurî olan elbise tedarik et!
tınğduu = tınğ I.
tınğduusun- , kendini başkalarından kuvvetli, daha mahir saymak.
tınğğılık, rehin, teminat.
tınğğılıktuu, müsterih, memnun.
tınğı- , kuvvetlenmek, iyileşmek, düzelmek.
tınğıt- , et. tınğı-’ dan.
tınğkılda- , çığlıkla gülmek.
tınğkıldat- , et. tınğkılda-’ dan.
tınğkıldoo, çığlıklı gülüş.
tınğkıy- , kangallanmak, küçük, lâkin şişman olmak; tınğkıyıp ukta- : bacakları bükmek suretiyle uyumak (başlıca. kadınlar hakkında) .
tınğşa- , dinlemek, kulak vermek, gizlice dinlemek.
tınğşoo, dinleme, gizlice kulak verme.
tâınıç = tınç.
tınıççılık, rahatlık, rahat ve sâkin zamanlar, refah, bolluk.
tınıçtal- = tınçtal.
tınıçtık = tınçtık.
tınığuu, sükûnet bulma, dinlenme; tınığuu üyü: dinlenme evi.
tınık- , sükûn bulmak, dinlenmek hastalıktan iyileşmek; tığınıp kele atasınğbı? : artık iyileşiyorsun, değil mi? kendini daha rahat hissediyorsun, değil mi?
tınım, 1. soluma (bir nefes alma ve verme) ; tınım ubakıt ötkön sonğ: birkaç lahzadan sonra; 2. sükûnet bulma, istirahat, huzur; tınım tap- : rahatlanmak; kündüz tınım, tündö uyku bilbeyt: gündüz rahat, gece uyku görmüyor; 3. sükûn, fasıla, pause; 4. teneffüs.
tınımsız, duraksız, durmaksızın, fasılasız, arasız, nefes almaksızın; tınımsız iş cuması: fasılasız iş haftası.
tınımsızdık tevakkufsuzluk, fasılasızlık.
tınış I, 1. soluma; 2. ara, pause: tınış belgisi: noktalama işareti.
tınış- II, müş. tın II’ den.
tınoo, 1. solurken çıkarılan buğu yahut hava; 2. sükûnet, rahatlık.
tıntık, 1. küçük (insan hakkında) ; 2. küçük ve basık burunlu.
tıntıy- , 1. küçük olmak (insan hakkında) ; 2. küçük ve basık burunlu olmak.
tıp I, tı hecesiyle başlayan sözlere takviye için katılır (ör. bk. tırmak) .
tıp II: tıp ele oltura kalasınğ, cürsönğçü! : tıp diye oturuveriyorsun; yürüsene!
tıpıldaş- , şıp şıp etmek; camğırdın tamçıları tıpıldap cerge tüştü: yağmur damlaları şıp şıp yere düştüler.
tıpıldat- , et. tıpılda-’ dan; tıpıldata baskan kaçırlar: ufak ufak adımlarla yürüyen katırlar.
tıpılıs, r. kon. Tiflis bezi (bir nevi kaba bez) .
tıpın, 1. kepek: başımda tıpın emes, mee: kafamdaki kepek değil, beyindir; 2. tıpın cün: kuş tüyü.
tıpır, tıyın II ve ıpır sözlerinin tekidir.
tır: tırday cınğalaç: çırıl çıplak.
tırakay, tım tırakay = tımtırakay.
tırakayla- , her yana dağılarak kaçmak, koşmak.
tırakata- , şataretli olmak, şen ve şuh bir surette yürümek, kıç atmak, tıraktap kül- : büyük bir şevk ve şataretle gülmek.
tırambay, kon. = tramvay.
tıranğda- , ateş almak, alevlenmek, sövüp sayarak üzerine saldırmak, hiddetten kendini zaptedememek.
tıranğdat- , et. tıranğda- .
tıray- , apışmak, ayaklarını ve kollarını açmak; tırayıp catıp kaldı: bacaklarını ve kollarını açarak yahut bacaklarını ve kollarını kaldırarak yatıverdi.
tırayke = tırıyke.
tırayt- , et. tıray-’ dan.
tırbalanğda- , kendini zorlamak, elinden gelmiyecek işlere teşebbüs etmek (zayıf ve kurumuş insan hakkında) .
tırbalanğdat- , et. tırbalanğda-’ dan.
tırbığıy, küçük ve zayıf, kurukemik (adam) .
tırbınğda- = tırtanğda- .
tırbıy- , küçük ve arık olmak; tırbıyğan = tıbığıy.
tırcınğda- = ırcınğda- .
tırçı I : tırçı arkan: çiyne (bk.) için kullanılan ip.
tırçı- II, alınmak, hırslanmak, kızmak.
tırçıy- = tıçı- II; kabağı tırçıya cazdap turat: kaşların çatarak gibi. hırslanacak gibi duruyor.
tırday, bk. tır.
tırık, bıçak, kılıç ve benzerlerinin yaptığı yaranın izi.
tırılda- , çatırdamak, gürlemek, tıkırdamak (makineli tüfek hakkında).
tırış I, kırışık, buruşuk (sıfat olarak) ; közdörünün adına bir az tırış kirgen: gözlerinin altında bir parça buruşukluklar peyda olmuş.
tırış- II, 1. büzülmek, kırışmak; 2. mec. çalışmak, çabalamak.
tırışış- , müş. tırış- II’ den.
tırıştık, çalışkanlık, gayret.
tırıştır, et. tırış- II’ den; kol tırıştır- : kolları burmak.
tırışuu, çalıma, çabalama.
tırıyke, r. kon. 1. triko; 2. yünlü (kumaş) .
tırkıra- = dırkıra- .
tırma, kaşımak, tırmalamak.
tırmak, 1. tırnak, pençe; tırmaktay yahut tıptırmaktay: küçük, tırnak kadar; tıp-tırmaktay bala: küçücük çocuk; kan tırmak: hunhar, kana susamış, yırtıcı; capa tırmak: hepsi birlikte, toptan, kütle halinde; cez tırmak (harfiyen: bakır pençe) = cez tumşuk (bk. tumşuk I) ; karğa tırmak: Kırgız tezyinatından bir çeşididir; 2. = tırmook.
tırmakça, (gramerde) tırnak işareti.
tırmaktuu, 1. pençeli; 2. mec. yırtıcı hayvan; barmaktuular batabı? tırmaktuular tiyebi? folk. : parmaklılar batıyor mu? pençeliler dokunuyor mu? (insanlar cür’ et edebilir mi, yırtıcı hayvanlar ilişebilir mi? )
tırmala- 1. tırmalamak, kaşımak; ser tırmala- : tarla sürgüsü geçirmek; 2. tırmanmak.
tırmalanğdat- , et. tırmalanğda-’ dan.
tırmalanğdoo, tırmanma. tırmanıp yukarı çıkma.
tırmalat- , et. tırmala-’ dan.
tırmaloo, tırmalama, kaşıma.
tırman- , kaşınmak (kendi kendini kaşımak) .
tırmanış- , müş. tırman-’ dan.
tırmat- , et. tırma-’ dan.
tırmış- , çabalamak, olanca gayreti sarfetmek. ileriye atılmaya çalışmak.
tırmıştık, çabalama, gayret sarfetme.
tırmışuu, çabalama, cehdetme, ileriye atılmaya çalışma.
tırmoo I, tırmalama, kaşıma.
tırmoo II, tırmık.
tırmook, tarla sürgüsü.
tırp I: tırp et- : kımıldamak; tırp eterge küçü (yahut darmanı) cok: kımıldayacak hali yok.
tırp II: tırp kalbadı: hiçbir şeyi kalmadı; tırpın çığarbay (yahut kaltrbay) coğottu: izini bile bırakmaksızın imha etti.
tırpıra- , çırpınmak, titremek; tırpırap ıyla- : titreyerek ağlamak.
tırpırat. et. tırpıra-’ dan.
tırs, çatırtı, kıtırtı, gıcırtı; tırs-tırs bas- : gıcırtı çıkararak yürümek: tırs ettirip çert- : ses çokarmak suretiyle fiske vurmak; tırs etken can cok: çıt yok; tım-tırs =tımtırs.
tırsılda- , çatırdamak, kıtırdamak.
tırsıldat- , et. tırsılda-’ dan; tırsıldatıp bastır- : hızlı gitmek (başlıca, tay üzerinde) .
tırsıy. kabarık ve gergin olmak (mes. çok yemiş çocuğun karnı yahut iyi dolmuş tane hakkında) : şişmek.
tırtanğda- . 1. hareketlerinde zayıfa benzemek; 2. mec. boşuna çabalamak; elinden gelmiyeceği belli olan iş için uğraşmak (başlıca, zayıf ve kurumuş adam hakkında) .
tırtanğdat- . boşuna, elinden gelmiyecek ve faydasız iş ile uğraşmaya zorlamak; arık atınğdı tırtanğdatıp çappa: arık atını boşuna sürme, koşturma!
tırtay- , arık, kurumuş görünmek; tırtayğan arık at: zayıf, kurumuş at.
tırtayt- , et. tırtay-’ dan.
tırtık, 1. çiçek bozuğu; beti tırtık: yüzü çiçekten bozulmuş kimse; 2. = tırık.
tısıray- = tırsıy- .
tış, dış; tışta: dışarıda; tışka: dışarıya; tış kiyim: dış elbise.
tışkarı, 1. dışarı; 2. dış taraf; 3. evde dış taraf (yani erkekler kısmı; Özbek, Tacik yahut Uygur evlerinde) .
tışkartın, dışarıdan.
tışkı, dış taraftaki. haricî; Tışkı işter el komissariatı: Dış işler Halk komiserliği (Hariciye Vekâleti) ; tışkı sooda: dış (haricî) ticaret.
tışta- , dışlamak (zarf. gömlek geçirmek) . kapakla kaplamak; kitep tışta- : kitap ciltlemek; çapan tışta- : çapana yüz geçirmek.
tıştal- , pas. tışta-’ dan; barkıt menen tıştağan: kadife ile kaplanmış (meş. gocuk. kürk elbise v. s. ) .
tıştat- , et. tışta-’ dan; tışın buulum tıştatıp folk. : kürke buulum’ dan (bk. ) yüz geçirterek.
tıştattır- , et. tıştat-’ dan.
tıştattırğız- = tıştattır.
tıştattuu işs. tıştat-’ tan.
tıt I = tut I.
tıt II, yonga; tıt-mıtın çığardı: perişan etti; taş üstünde taş bırakmadı.
tıt- III, ditmek, atmak. perişan etmek; el, boorun tıtıp. külüp kaldı halk gülmekten katıldı.
tıtakay = kan talakey (bk. talakay) : tıtakayğa tüştü: o herkesin hücumuna uğramış.
tıtala- , tırmalamak.
tıtalan- . pas. tıtala-’ dan.
tıtık, yırtık, örselenmiş; tıtık çapanduu: perişan kıyafetli.
tıtır, tıtır-patır yahut tıtır-tatır yahut tıtır çatır yahut tıtır çıtır: çatırtı-patırtı.
tıtıra- , takırdamak, gürültü yapmak, çatırdamak; pulemyottor tıtırayt: makineli tüfekler takırdıyorlar.
tıtış- , müş. tıt- III’ den.
tıtkı, üzerine varma; elden tıtkı cep kelgen: onu herkes cebrediyordu. onu herkes tahkir ediyordu ( başlıca. sözle).
tıtkın = tıtakay.
tıtmalaş- = tıtış- .
tıttır- , et. tıt- III’ den; butun tikenge tıttırdı: bacağını dikene yırttırdı; tonun tıttırıp, tokmok cep çıktı: onu patakladılar ve kürkünü yırttılar.
tıy- , menetmek, tutmak; közünğ oorsa kolunğdu tıy, içinğ oorsa, tamagınğdı tıy! : ats. gözün ağırırsa, elini tut (gözlerini oğma!) , karnın ağırırsa, boğazını tut (çok yeme!) .
tıyala. r. kon. ( «dyelo» ) iş; emine tıyalanğ bar yahut tıyalanğ emine? : sana ne?
tıyanak, fezleke, sonuç, netice; ayıptoo tıyanağı: ithamname; sözünün tıyanağı cok: sözünün rabıtası yok; şöyleki ondan bir netice çıkarmak kabil değil.
tıyanaktuu, tahkik edilmiş, sağlam (güvenilebilen) ; tıyanaktuu kabar: güvenilebilen, tahkik edilmiş olan haber; tıyanaktuu türdö: kat’ î şekilde.
tıydır- , et. tıy-’ dan.
tıyıl- , menedilmek; coopsuzduk tyılsın: mes’ uliyetsizliğe son vermeli; içi tıyıldı: iç sürmesi (ameli) durdu.
tıyılış, imtina (kendi kendine menetme) , kendini zaptetme; camandıktan tıyılış: fenalıktan, kötü hareketlerden imtina.
tıyılt- , et. tıyıl-’ dan.
tıyılıuu, işs. tıyıl-’ dan.
tıyın I, yahut tıyın çıçkan: sıncap.
tıyın II, kopik (para: rublenin yüzde biri) , cez tıyın (yahut düzce tıyın) : bakır para, bakır sikke; tıyın tıpır: para pul; sokur tyında da keregi cok: «kör paraya bile lüzumu yok» : on paraya bile almam; tıyın çöp: bot. çayır yoncası.
tıyındık, kapiklik; eki tıyındık: iki kapiklik.
tıykı, ıykı sözünün tekidir.
tıyl = tıl.
tıypıl: tıp tıypıl talap ketti: soyup soğana çevirdi.
tıytakta- , inat etmek, direnmek, müşkülât çıkarmak.
tıytanğda- = tırtanğda- .
tıytay- = tırtay- .
tıytık. kuvvet: tıytığım kurudu yahut tıytığım tügöndü: büsbütün kuvvetten düştüm; tıytığı kalğan cok: hiçbir şey (damlası, parçası bile) kalmadı.
tıytıy- , alınmak, mugber olmak.
tıyuu. menetme. yasak; tıyuusal- menetmek, hükmünü kaldırmak.
tız, tız et- : yakmak sancımak (diyelim şiddetli ağrıdan, bir hamızî maddeden ve s. ) ; sol közüm tız ete tüştü: sol gözüm hafifçe sancı yaptı.
tızılda- , 1. ıslık çalmak, zırıldamak, yaygara etmek; 2. mec. hızlı hare ket etmek. atı şiddetle koşturmak; tızıldap cügür- : hızlı koşmak; 3. şiddetlice ağırmak; içim tızıldap, küyüp atat: 1) içim dayanılmaz derecede yanıyor; 2) mec. dayanılmaz derecede âr, keder ve pişmanlık duyuyorum.
tızıldat- , et. tızılda-’ dan; menin koluma tızıldatıp birdemsi çığıp kele catat: elime, yakıcı bir ağrı veren bir şey çıkıyor.
tızıldatuu, işs. tızıldat-’ tan.
tızıldoo, işs. tızılda-’ dan.
tibirtki, bir dil hastalığının adıdır.
tigi, öteki; tigi ce bul masele: şu veya bu mesele; tiginisi: onlardan ötekisi; tigindeyse: işte orada; tigi cay: mec. öteki dünya (ahret) ; tigi caylık dos bolup : folk. ahretlik dost olarak.
tigil I = tigi.
tigil- II, 1. dikilmek, nasbedilmek 2. dikilmek (iğne ve iplikle) ; 3. aşırı derecede dikkatle bakmak; tigilip kara- yahut tigile kara- : dikkatle bakmak: göz dikmek.
tiginçe, 1. filânça; mınçası mında, tiginçesi anda barat: onlardan filân mikdarı buraya, filân mikdarı da oraya yünelecektir; 2. öteki gibi.
tigindey, öteki gibi; tigindeyde: ötede.
tigine, işte orada; tigine-tigine: işte-işte, bakın-bakın!
tigint- , böyle yapmak, tigintip: böylece.
tigiş I, dikiş; dikiş yeri.
tigiş- II, müş. tik III’ ten.
tigüü, 1. dikme (rekzetme, dikine koyma) ; 2. dikiş; tigüü fabrikası: dikiş fabrikası.
tik I, r. bir çeşit keten bezi (tokbez) .
tik II, dik, amûdî: tik tıldıy: aşağıya doğru dik; conu şorğolop tik ıldıy tüştü: coru kuşu kanatlarını kısarak, aşağıya doğru atıldı; közü tik: dik küstah gözlü; tik aykındooç gram. : mef’ ul (complement direct) .
tik- III, 1. dikmek (rekzetmek) ; köz tik- : göz dikmek (dimdik gözü ayırmadan bakmak) ; üy tik- : keçe evi kurmak; 2. dikmek (iğne, iplik ile) ; 3. (Cenubî Kırgızlık’ ta) kökü ile beraber dikmek.
tikçigit, patlak gözlü.
tikçinğde - = tikirenğde.
tikçiy- = tikirey- .
tike I. amuden, şakulî tarzda, doğruca; tike şayloo bir dereceli seçim; tike kara- : dik bakmak; bitine karay albayt: yüzüne doğruca bakamıyor; tikesinen turat: dim-dik duruyor; tikenğden turgun! : dik dur!
tike II, 1. (menfi ibarede) aslâ, katiyen, büsbütün; 2. (bu manayla daha ziyade bir tike yahut birtike) bir parça, azacık; bir tikesi: onlardan az bir kısmı (yahut bazıları) .
tike- III, dikmek, köz tike- : göz dikmek, gözü ayırmadan bakmak.
tikelen- , dim-dik, dikilip durmak.
tiken, diken (nebat; ak baş tiken: bir nevi dikenli bitki; töö tiken: deve dikeni, Circium, Carduus; mık tiken yahut temir tiken: Tribulus terrester otu.
tikendüü, dikeni mebzul veya dikenle örtülü olan; tikendüü cer: dikeni çok olan yer.
tikenek, diken; tikenekke bölöp saboo (yahut tayaktoo) tar. gayet ağır ve ıstıraplı cismanî cazaların bir çeşididir.
tikenetüü, dikenli.
tikiled-, canlıca hareket etmek; ti kildegen: tetik, atik .
tikirenğde-, gözlerin faltaşı gibi açarak, hiddetle saldırmak.
tikirey-, 1. dim-dik durmak, örper- mek; tikireygen uzun kaş: uzun örpermiş kaşlar 2. dik-dik bakmak, dikkatle bakmak.
tikireyiş-, müş. tikirey-‘ den.
tikireyt-, dim-dik koymak; kulak kabartmak.
tikiy- = tikirey-.
tikiyiş = tikireyiş-.
tikiyt = tikireyt-; kulağın karışkırday tikiytken ağrımak: kurt gibi dik kulaklı olan at.
tikşe (Rad.. V), dikiş yeri.
tikte- 1. dim-dik koymak. dikmek; tiktep tura kaldı: dim-dik durdu; 2. dim-dik; asmandı tikeyt: göğe, yuarıya bakıyor: teşe tikte: delercesine dim-dik bakmak.
tiktir, et. tik- III’ten; ötük tiktir-: çizme diktirmek, ısmarlamak; bak tiktir-: bahçe diktirmek; üy tiktir-: ev kurdurmak.
tiktiril-, pas. tiktir-‘den altımış üy tiktirilet:atmış tane oba kurulacak.
til I, 1. dil; unğku tilder: cezrî diler; calğanma tilder: iltisakî diller; Sam tilderi: samî diller; Yafas tilderi: Yafesî diller; ene til: ana dili: önör aldı- kızıl til ats.. en yüksek hüner belagattir (tildir) *) ; til al-: söz dinlemek; söze kulak asmak; aytkan tildi albayt: söylenen sözü dinlemiyor; til algıç yahut til alçak: söz dinleyen, anlaşmaya gelen; tilime könbödü: sözümü dinlemedi, sözlerime muvafakat etmedi;tili oozuna cukpayt: gayet çabuk, hızlı konuşuyor; til suut-: bir parça teskin etmek: tili çığıp kele catat: (çocuğun) dili açılmaya başladı; til azar: söz dinlemiyen: kuş tilindey: küçücük (diyelim, kumaş parçası); kuş tilindey kat: kuşun dili kadar küçücük mektup; tilin tartpay süylödü folk. cesaretle, çekinmeden söyledi 2. sövme hakaret; til uk-: sövmeyi dinlemek. (sözle) hakarete uğramak; mağa tili tiydi: bana sövüp-saydı; 3. haber, sağlık; 4. as. düşmanının halerini söyletmek için tutulan esir, haberci. istihbaratçı; til al- yahut til sura-: malûmat almak, soruşturmak; tildi karmap alalı. tilden tildi suraylı folk.: dil yakalayalım ve ondan gerekli malûmatı alalım; 5. matbu organ (fikir yayan); 6. dilim,parça; 7. ağız tanburasının dili. til- II. dilmek taktay til- tahtayı testere ile biçmek; apiyim til- (tarlada) haşhaş toplamak.
tilde I. sövmek, sövüp- saymak.
tilde- II: börü tildep (mızark hak kında): iyice sivrilterek. bileyerek (harfiyen: kurt dili şekli verecek) .
tildeş-, biri-birini sövmek sövüş mek.
tildeşüü, sövüşme.
tildir, et. til-‘ II’den.
tildüü, 1. dilli; bal dildüü: tatlı dilli catık tildü bk. catık I: 2. belîğ, söz ustası.
tile-, dilemek. istemek; duşmanlığa ölüm tilegençe. özünğö ömür tile ats.: düşmana ölüm dilemektense. kendine ömür dile! (düşmanın kendiliginden helâk olacağını umma da, onunla mücadeleye hazırlan!) kayır tile-: dinleme.
tilek, dilek. arzu, niyet,maksat; tilegim:arzum. benim emelim; aktilek: 1) temiz iyi niyet; 2)hayır-hah; tileginğe cet-: muradına er! tilegi koluna tiydi: istediği yerine geldi; tilekterin taşka tiydirdi: umutlarını dağıttı.
tilekteş, fikirdeş, hayirhah. mütesa- nit; tilekteşter toptoru sis.: hayır-hahlar grupu.
tilekteşlik, fikir birliği. hayırhahlık. muvafakat. dayanışma. tesanüt.
tilemçi = tilençi
tilen-,1. arzu etmek. cehdetmek; 2.dilenmek; 3. iltimas etmek.
tilençi, dilenci. boyuna bir şeyler isteyen.
Dostları ilə paylaş: |
|
|