A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 5,98 Mb.
səhifə78/90
tarix29.08.2018
ölçüsü5,98 Mb.
#65401
1   ...   74   75   76   77   78   79   80   81   ...   90

tanğk = tank.

tanğkığıy, ucu yukarıya kıvrılmış kanatları geniş olan (burun).

tanğsık, 1. taaccuuba değer, nadir olan; mağa bul tanğsık emes: bu beni hayrete düşürecek şey değil; 2. şiddetlle arzu edilen; şiddetle arzu eden; tanğsık emesmin: pek o kadar arzulu değilim.

tanğşı-, muhtelif şekillere girmek; türlü türlü ahenklere dökülmek (ses, şada hakkında).

tangşış-, müş. tağşı-'dan.

tanğtınğda. = tantı-.

tanğuu, 1. işs. tanğ-V'ten; küyöö tanğuu: bir düğün adetidir, ki şun­dan ibarettir: genç kadınlar güve­yi -bağlarlar, o ise, onlara para ver­mek suretiyle kurtulmıya mecbur­dur; 2. bağ, köstek, bukağı; kolun çeçip tanğuudan folk.: elinin bağ­larını çözerek.

tank, r. tank (harp aletlerinden).

tanka, tanki = tank.

tanker, r. tankı idare eden. tank sü­ren..

tansa, r. dans.

tantı-, çene çalmak, boşa sözler soylemek.

tantık, 1. söyleyişte kusur (çocuklar­da olduuğ gibi, bazı sesleri gereği gibi telâffuz edememek); 2. boş sözler (ör. bk. çalçık); 3. herze söy-myen.

tantıktık boş söz, dırlanma.

tantır, Kırğızçağa tantır- muntur: kırgızca çetrefil konuşuyor.

tantra- = tantı-; tantırap oozuna kelgendi süylöyt: saçma sapan şeyler söylüyor

tantıt-, şaşırtmak.

tanuu, sözünden, vadinden cyama, inkâr etme.

tap I, sınıf (muayyen bir içtimaî ta­baka); tap sayasatı: sınf politikasi; tap colu: muayyen bir içtimaî sı­nıfın menfaatlarını güderek tutu­lan yol; tap karakılığı: sınıf î uya­nıklık; tap ciktelişi: sınıfı tabaka­lara ayrılma taazzi; sen maa ele tapsmğ: sen yalnız bana denksin, sen yalnız benimle boy ölçüşebi­lirsin.

tap II. zaman, an, uşul tapta: şu za­manda, bu anda; aşık bölüp tös-tükkö, tozup turğan tabı eken folk.: (kadının) töştüğe aşık olarak, (onu) beklediği dakika idi.

tap III, f. 1. sıcak, ılık; ottun tabına kızıp turğan kıskaç: ateşin sıcağın­da kızan maşa; 2. kuvvet, sıhhat; tabı çok: rahatsızdır, kendini fena-hissediyor.

tap IV : tap ber- yahut tap koy-: vur­mak için el kaldırmak; tap cıldır-bay alamın senden: senden alma­dıkça tek bir adım atmaya bile müsaade etmiyeceğim; tap ibilgizbey yahut tap aldırbay: sezdirme­den, gizlice.

tap V, idman; tabına kelgen: idman görmüş, tavında; eti tabınan tömöndöp ketken: (koşu atı hakkın­da) lüzumlundan fazla arıklamış; kıl tabında: tam tavında, tam lü­zumlu idmanı görmüş (ne arık, ne de semiz).

tap VI (Rad.), orta, ortaca, şöyle böyle; tap ettü ( Rad.): oldukça za­yii

tap VII, ta hecesiyle başlıyan sözle­re takviye için katılır: tap-taze: tertemiz; tap takır: dümdüz (pü­rüzsüz) .

tap- VIII (girundifi taap'tır), 1. bul­mak, ele geçirmek; taap ay t-: akıl­lıca ve ciddî söylemek; bir ayda kanca tabat?: ayda ne kadar kaza­nıyor?; tapkan taşığanıbız: bütün kazancımız; tapkan mal: kazanlan mülk; içimen tap kişi bk. iç I; teşik tap;: deliği bul; (kazanın deli­ğini su sızdıran yerini bul da, onu tıka; kazanda su sızdığında, onu su ile doldururlar ve içine bir par­ça kavut atarlar: akan su kavutu deliğe çeker, ve delik te bu suret­le kapanır); 2. bala tap: çocuk do­ğurmak; uul taptı: oğlan doğurdu; 3. (bilmeceyi) halletmek.

tapa, ta hecesiyle başlıyan sözlere taviye için katılır;; tapa tal = ta-patal; tapa tak = tapatak; tapa takta = tapatakta.

tapan I= taman; töö tapan: baha­rın ilk günlerinde açan bir beyaz çiçek; üç tapan: çocukların bir çe­şit aşık oyununun adıdır.

tapan II, apan sözünün tekidir,

tapan III, 1. hem alçı'sı (bk.), hem taa'sı (bk.) aşınmış olan aşıktır„ ki daima 'kâh alçı yanile, kâh taa yanile durur; 2. meç çevik, kurnaz, hazırcevap, çaresaz; alçı, taanğdı cep koyğon tapan ekenseinğ: kurnazarm elebaşısı imişsin; sen her zaman sudan kuru çıkmanın yolu­nu buluyorsun.

tapança, f. 1. talbanca, revolver; 2. birçeşit pide adıdır.

tapındık, çeviklik, atikliklik, kurnaz­lık.

tapatak, noktası notasına, vazıhan, açık; tapatak acırat-: vazıh olarak ayırmak (sınırlarını tayin etmek).

tapatakta-: tapataktap = tapatak

tapatal: tapatal tüştö: güpegündüz.

tapçı, idmancı, antrenör.

tapçıl, sınıf yöününden eksiksiz, sın-fî, kendi sınfına sadık olan; tapçıl tarbıya: sınfî terbiye.

tapıl, apıl sözünün tekidir.

tapır: tapır tapır: şiddetli ayak patır­tısını taklittir.

tapkıç, 1. hazırcevap, çaresâz; 2. atik ve aramalarda usta.

tapkıççıldık, hazırcevaplık, çare-sâzlık.

tappat, a. dn. Kur'anın III (yüz onbi-rin) ci faslının (sûresinin) birinci kelimesidir, (ki bu sûreyi geçer­ken talebe hocaya bir tabak et ge­tirirdi) .

tapsır, a. dn. Kur'an tefsiri.

tapsız, sınıfsız; tapsiz koom: sınıfsız topluluk, cemiyet.

tapsızdık, sınıfsızlık.

tapsır- teslimi etmek, tevdi eylemek. elden ele vermek.

tapşırık emir, buyruk.

tapşırıl-, teslim edilmek, tevdi olunmak, devrolunmak.

tapşmluu, işs. tapşırıl-'dan.

tapşırma, teslim, vazife; katuu tapşırma: vazife; tapşırma ber-: vazife yüklemek.

tapşıruu, 1. teslim, tevdi, vazife ver­me; 2. elden ele teslim, devretme; et teslim etme.

tapşıruu: et teslim etme.

tapşıruuçu, teslim eden.

tapta-, antrenman yaptırmak; bür-kütün tülkü etine taptağan: karakuşunu, tilki eti yedirmek suretiyle antreneman yaptırmış; çay tapta-: (süt ve yatğ ile tertûyelemek sure­tiyle) çay hazırlamak; ketmen tap-ta: kazmayı bilemek; dalısın tapta-dı: (işini tasvip ederek) omuzları­nı sıvazladı.

taptak: taptak ırğı yahut taptak se-kir-: kesik kesik sıçramak; taptak kötör: hızlı hareket yaparak bir­den bire kaldırmak. taptal-, idman edilmek; antrenemangörmek.

taptama, kazanda pişirilen pide. taptan-, 1. kendi için antreneman yapmak; külük atın taptanıp folk.: kendi için koşu atını antreneman ederek; 2. tedhizatlı olmak. taptat-, et. tapta-'dan. taptık, sınıflık; taptık sezim: sınfî duygu.

taptır-, buldurmak (ör. bk. dayın).

taptış, a. teftiş.

taptışta-, teftiş etmek.

taptuu: eti taptuurak: eti pek o ka­dar yağlı değil; taptuu ele malı bar : bir miktar hayvanı var.

tar, dar; tar cer: 1) dar yer; 2) mec. zor vaziyet, haller, müşkül daki-(ka; içi tar: hasis, cimri; terisi tar: çahu-k kızan çabuk sinirlenen.

tara-, 1. taramak; 2. (rad.) tarlada sürgü sürmek; tırmıkla çalışmak; 3. her tarafa dağılmak; 4. yayıl­mak.

taraançı, 1. serçe; 2. tarançı (yedisu ve iü havzası uygurlarının inkı­lâptan evvelki adı).

tarak, bir yandan yahut her iki yan­dan dişleri seyrek olan tarak (krş. süzgüç); tarak bas: andoropogon halepensis, bromos secalinus (bitki).

taakta-, gürlemek, takırtı yapmak.

taraktat-, gürültü, takırtı .çıkarmak.

taral-, 1. taranmak; 2. dağılmak, ya­yılmak.

taralğı, üzengi kayışı.

taram: taram taram: yollar, iplikler, şeritler şeklinde dağılan; her yana dağılan.

tarama, dallanma, birçok kişinin muhtelif yollara sapması.

taramış, adalenin ucu, veter; karışkırdın taramışın otko saluu yahut karşkırdın taramşın otko tütötüü (halk inanışı): kurdun veterini ateşe yakma (bu, güya, hırsızın, veterin ateşte kıvrıması gibi kıv­rılmasını mucip oluyormuş).

taran I, taran (debagata yarayan bir köktür).

taran-,II, taranmak; şaşın taranıp saçını tarayıp.

tarançı = taraançı.

tarap, a. taraf; tarabınan: onun tarafından.

taraptar, a-f. taraftar.

taraptaş = taraptar.

taraş, muş. tara-'dan.

taraşa, f. sülün yavrusun (kanatla­narak uçmıya başladığı çağda).

tarat-, 1. tarattırmak, 2. dağıtmak, tevzi etmek.

taratıl- dağıtılmak.

taratış-, muş. tarat-tan.

taratut, a. çalışma, uğraşma, meşgul olma; tam saldıruğa taratut kılıp atam: ev yapmak için uğraşıoy-rum.

taratuu, dağıtma.

taratuuçu, dağıtıcı, yayıcı.

taraz, şişman olmıyan, mütenasip vücutlu.

taraza, f. terazi; taraza cildiz: mizan topyıldızı; taraza tapkın; iyilik gör!

tarbağay, ayrılmış (açılmış), apışık,

tarabay-, açılmak, apışmak.

tarbayt-, et. tarbay'dan; kolun tarbaytıp: kollarını açarak.

tarbaza = drabaza.

tarbıya, a. terbiye.

tarbıyaçı, terbiyeci, mürebbi.

tarbıyala-, terbiyeleınek, terbiye etmek.

tarbıyalan-, terbiyelenmek, terbiye edilmek.

tarbıyalat-, et. tarbıyala-'dan.

tarbıyaloo, terbiye etme.

tarbıyaluu, terbiyeli.

tarbız, karpuz.

tarbiya = tarbıya.

tarçılık, darlık, sıkışıklık.

tardık, darlık; iç tardıgı: hasislik.

tarğıl, kara yolları bulunan kızıl (inek, öküz rengi).

tarı-, (manaca) tarıl-; terisi tarıp ketken: derisi daralmış (çabuk kı­zıyor, çabuk sinirleniyor).

tank I, a. târih; tabıyğat tariki: ta­rihi tabiî; madanıyat tariki: mede­niyet tarihi.

tarık II, hasis, cimri.

tarık- III, 1. sıkıntı, zorluk hisset­mek; 2. kuvvetten düşmek, gevşe­mek.

tarıkçı, tarihçi, müverrih.

tarıkı, a. târihî; tarıkı kün: tarihî gün.

tanktık, hasislik.

tarıl-, 1. daralmak, kısılmak, dar ve sıkışk olmak; 2. hasis olmak.

tanlt-, daraltmak.

tarın = taarm

tarıt- = tarılt-.

tarilke, r. tabak.

tariz, a. nevi, çeşit, kılık, şekil,, tarz.

Tarizdüü, benziyen, -gibi.

tark, çatırtıyı, kesik ve keskin sesi taklittir.

tarka-, ayrılmak, saçılmak, dağıl­mak; bulut tarkadı: bulut dağıldı; ması tarkadı: ayıldı.

tarkaş-, müş. tarka-'dan; cay cayla­rına tarkaştı: yerli yerine dağıldı­lar.

tarkat-, dağıtmak, üleştirmek, yay­mak; tarkatıp ciberüü: dağıtma.

tarkılda-, 1. ağır basmak; 2. mec. çe­ne çalmak, sağma sapan şeyler söylemek.

tarkıldak, karatavuk (Turdus); boz tarkıldak, ala tarkıldak: karatavu­ğun nevileridir.

tarlan, yahut boz tarlan yahut tarlan boz: kır (at donu).

tarmak, şube, kol, dal.

tarmal, 1. kıvırcık; 2. kıvrımlı; ıbük-lümlü.

tarnıaldan-, kıvrılmak, kıvırcıklanmak.

taroo, 1. işs, tara “-“ dan; 2. dal budak salma.

tarp, ölü cesedin kalıntıları, leş; co-roluu çerde tarp kalbas ats.: com kuşunun buunduğu yerde leş kal­maz; ala tarp: eskimiş, örselen­miş, yırtık pırtık nesneler.

tarpağay: tarpağay murun: kanatla­rı geniş olan 'basık burun.

tarpanğ, yürüyüşü kötü olan at.

tarpanğda-, ağır ve biçimsizce hare­ket etmek, yürümek.

tarpı-, ön ayağile vurmak (deve hakknda); cer tarpı-: ayağile toprağı kazmak, (yabani hayvan hakktnda).

Tars! takırtı; tars et-: şiddetli takırtı yapmak; tars-tars yahut tarsa-tars: çatırtı; tars kat: dona kalmak.

tarsa, bk. tars.

tarsay- = tasıray-: üylögön karınday tarsayıp turat: şişirilmiş işkembe gibi kabarmış.

tarsılda-, takırtı? gürültü yapmak (mes. tüfekten ateş edilirken).

tarsıldak, 1. cırcır denilen tahta alet, kaynana zırıltısı (oyuncak); kulaktınğ tarsaldağı: kulak zarı; 2. çatır­tı; tarsıldakka al-: yaylım eteş (başlıca makineli veya adî tüfek ateşi) altına almak.

tarsıldaş-, muş. tarsılda-'dan.

tarsıldat-, çatırdatmak; tarsıldatıp ur-: şiddetlice vurmak, patakla­mak.

tart-, 1. çekmek, sürüklemek; caa tart-: kirişi çekmek, yaydan at­mak;, tart arabanğdı mec.: çek a-râbanı; defol; başına tartsa ayağı­na, ayağına tartsa, başına cetpeyt ats.: başına çekerse, ayağına yetiş­miyor, ayağına çekerse, başına ye­tişmiyor; at calin tartıp mingende 1) (ata), yelesine tutunup bindi­ğinde; 2) mec. (oğlan hakkında) bir parça büyüdüğünde; cip tart-: ip çekmek; tuzak tart-: tuzak kur­mak; katar tart-: sıraya dizilmek; onğ közüm tartıp tarat: sağ gö­züm seğiriyor; sür ö t tart-: tersim eylemek; fotoğraf çıkarmak; cay aylan ayaktap, küzgö tartkan u-bak: yaz günlerinin sonlarına doğ­ru geliyor ve güzün yaklaşmakta olduğuı seziliyordu; şirenğke tart-: kibrit çakmak; sırların tartıp kör sırlarını anlamaya bak; (sırlanını bir yokla,); tartıp al-: çekip almak; baş tart-: bk. baş ı; 2. sofraya ye­mek çekmek, yemek sunmak; aş tart- yahut tabak tart-: yemek çekmek, sofraya yemek sunmak; çapan çap, at tarttı: hırka ve at sundu (yahut bunları bir ceza ol­anak üzere ödedi); 3. mec. iğdiş etmek (hayalarını çıkarmak); seni tartıp taştağanbı?: sen hadım mısın yoksa?: sen erkek değil mi­sin yoksa?; 4. tartmak (teraziye çekmek); tarazaa tart-: terazi ile tartmak; 5. (üflemek suretiyle ça­lınan musiki aletini) çalmak; coor tart-: düdük ve kaval çalmak; garmon tart-: akordeon çalmak; 6. öğütmek; tegirmenge barıp, un tar­tıp keldim: değirmene gittim ve un öğüttüm; 7. hareket etmek, yönel­mek; coldon burulup, bizdi karay tarttı: yoldan saparak, ibize doğru yöneldi; 8. tütün içmek yahut tütü­nü ağza atmak; tameki tart-: tütün içmek; boporoz tart-: cigara içmek; asmay tart-: enfiye çekmek (du­dak ardına, dil altına atmak); 9. sürmek, yapıştırmak (mes.. yakı­yı); köö tart-: kunum sürmek; köö tartkay betime tanığa saldı: 1) yü­zümü, kurum sürmüş gibi. lekele­di; 2) mec. beni terzil etti; 10. mu­ayyen bir renge girmek, muayyen bir kılık, şekil almak; sarğılt tart-: sarıya çalmak; kuba tart-: ağar­mak; beyaza çalmak; kutoalcın tart -: bir parça ağarmak; ırkılcın tart-: şüphe ve tereddüt içinde bulun­mak; kirgil tart-: bir parça kirlen­mek, bulanmak; afoa keçke salkın tartıp turdu: akşama doğru hava birparça soğudu; kara kök tartıp: koyu maviye çalarak; seyrek tar­tıp kaldı: seyrekleşti; kıyın tart-: güçleşmek, - müşkül bir duruma girmek, fenalık hissetmek (hasta hakkında); cenğil tart-: hafiflik hissetmek; cımcırt tart-: sükut et­mek; 11. katlanmak, yaşamak (baş­tan geçirmek); azap tart-: azap çekmek; ayıp tart-: para cezası ö-demek, para cezasına çarpmak; 12. birisine çekmek (benzemek); enesine tartkanbı,, atasınabı?: ana­sına mı çekmiş, babasına mı? Semetey) atası manastı tarıp baatır bolot: (Semetey) babası mana­sa çekerek, bahadır olacak; 13. (geçmiş zaman yahut hal zaman girundifi şeklinde ve önce gelen ablatifla birlikte)., den;... dan iti­baren; altıncıdan tartıp, on cetinçi sentyabrege deyre: 6 eylülden 17 eylüle kadar; bir nece top cıldardan beri tarta: bir kaç yıllardan beri;... mından arı tar­ta: bundan böyle bugünden iti­baren; oktyaibrden tartıp: ilkteşrinden beri; bir metreden tar­tıp beş metreye çeyin: bir metre­den beş metreye kadar; 14. arak tart-: rakı yapmak (başlıca, evde iptidaî usullerle).

tartağay, uzun bacaklı, ince uzun kimse.

tartak = tartağay.

tartakta- = tartalanğda-.

tartaktat- = tartalaniğdat-.

tartalakta- = tartalanğda-.

tartalaktat- = tartalasğdat-.

tartalanğda-: biçimsizce hareket et­mek, yürümek (ince ve uzun boy­lu kimse hakkında)

tartalanğdat-, et. tartalanğda -’ dan.

tartanğ = tartağay.

tartanğda- = tartalanğda- .

tartanğdat- = tartalanğdat- .

tartar, su tavuğu (Crex Pratensis) ; suu tartar: Rallus (kuş) .

tartay- , kuru ve uzun kılıkta bulunmak, uzamak, sivrilip yukarıya doğru çıkık durmak; tartayıp birin- serin terek öskön: şurada burada kavaklar sivrilip duruyordu.

tartıl- , pas. tart- ’dan; suu tartılıp kalıptır: su çekilmiş; tabak üç künü tartıldı: aşlar üç gün çekildi (ziyafet üç gün sürdü) ; sotko tartıl- : mahkemeye celbedilmek; et tartıldı: et sofraya verildi; kerney surnay tartılıp folk. : kerney ( bk. ) , zurna çalındı.

tartılış- , müş. tartıl- , dan; cazağa tartılışat: mes’ ûl olacaklardır.

tartım, (krş. tart ) : bir tartım asmay: bir defa çekilecek kadar enfiye; bir tartm buuday: bir miktar buğday ( değirmen susağına dökülebilcek kadar buğday ) ; tartımı cakşı: iyi evsafa malik olan; iyi neticeler veren; bıyıl maldınğ tartımı cakşı: bu sene hayvanlar iyidir (iyi beslenilmiştir, eksilişi yoktur ve s. )

çöptün tartımı cakşı: otlar iyidir; tartımı cok: iyi evsafı olmıyan, iyi neticeler vermiyen; tartımı cok cigit: iyi sıfatları olmıyan delikanlı.



tartın- , 1. kendi üzerine çekmek; ötük tartın- : çizmeleri çekmek (giymek) ; cılkının cılğıy terisin köçügünö tartınıp folk. : sepilenmemiş at derisini altına serdi; 2. iştiraktan imtina etmek, iştirak etmemek- çekinmek, sıyrılmak; uşunday iygiliktii işke kişi tartınıp kalabı? : bu gibi iyi bir işten insan imtina eder mi; 3. sıkılmak; tartınbay yahut tartınbastan: çeknmeden, korkmadan, cesaretle; tim ele bet aldınça kep aytıp, tartınbay handan süylödü folk. : aslâ çekinmeden, cesaretle hanın yüzüne söyledi.

tartınçaak, yedekte iyi yürümeyen, direnen ve ileri gitmiyen.

tartış I, 1. işs. tart- ’ tan; arkan tartış: gençliğin ve büyük erkeklerin grup ha-

linde urgan çekişme oyunu; 2. kapışma; tap tartışı: içtimaî sınıflar arasındaki mücadele; talaş- tartış, bk. talaş I; kitep tartış bolup turat: kitablar kapışılıyor, kitap yetişmiyor; tamaktınğ tartışınan: yiyecek kıtlığından.



tartış- II, çekişmek.

tartıştık, aşırı derecede kıtlık, kifayetsizlik; üy tartştığı: mesken buhranı.

tartıştır- , et. tartış- II’ den.

tartip, a. sıra, nizam, kaide, tertip, intizam, disiplin, sistem; içki tartip: iç nizam, dahil düzene ait kaideler; öndürüş tertibi: üretim disiplini; emgek tartibi: emek disiplini; ün tartibi: ruzname; tartipke sal- : tanzim etmek, yoluna komak, sistemleştirmek; tartipke kel- : tertiplenmek, muntazam bir şekle gelmek sistemleşmek; tartipke çakır- : usul ve kaidelere riayet etmek için davet etmek.

tartipte- , tanzim eylemek, yoluna komak, tertiplemek, sistemleştirmek.

tartiptel-, tanzim edilmek, yoluna konmak, sistemleşmek, tertiplenmek.

tartiptüü, tertipli, muntazam, sistemli; Kızıl Armiyadan küçtüü. tertiptüü armiya cok: Kızıl Ordudan daha kuvvetli, daha disiplinli başka bir ordu yoktur.

tartiptüülük, intizam, sistemlilik.

tartkı: üstöldünğ tartkısı: masanın çekmecesi.

tartkıç: caa tartkıç nişancı.

tartkın, cezir, suyun çekilmesi.

tartkınçak, 1. ileri gitmek istemiyerek direnen kimse; 2. dik kafa, direngen.

tartkınçakta- , 1. ileri gitmek istemiyerek direnmek; 2. inat etmek.

tartkınçık, 1. = tartkınçak; 2. sürünceme, uzatma (meseleyi, işi) .

tartkınçıkta- , tartkınçakta- .

tartma 1. çekmece (mes. , masa, dolap ve s. gözü) ; 2. kendine çeken yahut kendisinden geçiren; kün tatrtma: güneş şualarını geçiren; kara nesre ötö ele kün tartma bolot: kara şeyler güneşi (güneşin şualarını) geçirmeye son derece müsaittirler; 3. kadın « sarığı » nı (eleçek’ i) üst taraftan tutturmaya yarıyan kumaş şeritleri (dir, ki bunlar birden dörde kadar olurlar) ; 4. ker tartma: dik kafalı.

tartmakta- , işi uzatmak: sallamak, sürüncemede bırakmak.

tarttır- , et. tart-’ tan; kerney, surnay tarttırıp folk. : kerney (bk.) ve zurna çaldırarak.

tarttırmay: aran tarttırmay. bk. arkan.

tarttıruu, işs. tart-’tan; sot coobuna tarttıruu: mahkemeye celbetme.

tartuu, 1. işs. tart-’tan; coopko tartuu: sorguya çekmek; 2. es. takdime hediye (daha ziyade âmire rüşvet kabilinden sunulan şey) ; 3. bir keyif verici maddeyi içmek; tameki tartuu: tütün içme; nasıbay tartuu: tütünü ağza atma.

tartuuçu: işten baş tartuuçu: işten imtina eden, işten kaçan.

taruu, darı, yarması.

tasıl = tazıl.

tasır = ayak patırtısı.

tasırakay şişkin, kabarık.

tasıranğda- , hareketlerinde şişkine, kabarığa benzemek.

tasıranğdat- , et. tasıranğda-’ dan.

tasıray- , şişmek, abarmak; başı tasırayıp turat: (matruş kafası) dikilip duruyor; közü tasıraya tüştü: (hiddetten) gözü faltaşı gibi açıldı.

tasırayt- , şişirmek, kabartmak.

tasırla- , şiddetli ayak patırtısı çıkarmak.

tasırlat- , et. tasırla-’ dan; tasırlatıp çapkan tabıştar: koşanların ayak patırtısının sesi.

taskak, link (at yürüyüşü) ; taskak urup bara catışat: link yürüyüşle yarışmak.

taskakta- , link yürüyüşle yürüme.

taskaktaş- , müş. taskakta- ’ dan; taskaktaşıp carış: link yürüyüşle yarışmak.

taskaktat- , link yürüyüşle yürütmek.

taskaktuu, link yürüyen.

tasma (kayış) şerit; tasma bel: 1) ince, zarif bel; 2) zarif, endamlı (kadın) .

tasmal, f. havlı.

tastar, yahut tastar cip: tündük’ ten (bk. tündük 3) baş bosoğo’ ya (bk. bosoğo) doğru uzanan ip.

tasatrluu, 1. tastarlı (bk. tastar) ; 2. mec. evli kadın.

tastay- , düm düz, pürüzsüz; tastayğan kız: vekarlı kız; tastayğan suluu kız alıp folk. : ağırbaşlı, temkinli bir kızla evlenerek; tastayıp karap turat: hiç şaşırmadan, çekinmeden bakıp duruyor.

tastorkon f. sofra örtüsü.

tastorkonduk, 1. sofra örtüsü yapılacak olan kumaş; 2. sofra örtüsü üzerine konulan (yiyecek ve içecek) .

taş, 1. taş; kök taş: kibrititi nuhas; göztaşı; aki taş: kireç, kireç taşı; ottuk taş: çakmak taşı; asıl taş: kıymetli taş, tabi renk taşıyan taş; taş köpüröö: taş köprü; tegirmen taş; değirmen taşı; sözünün tübündö taşı bar: sözünde bir düzmelik var, bir hile ile konuşuyor; tilegi taş kabat: umutlar kırılacak mukavemet görecek; oozunğa taş; yahut taş kapkır. söv. : ağzına taş tıkansın; kolunğan kara taş kelbeyt: hiçbir iş yapamaz, hiçbir işe kabiliyeti yoktur; akçası tursun. kara taşı da cok: parası nerede. kara taşı bile yok; tayakçan taş kılabı? : sopa ile müsellâh olan ne yapabilir? ; danğkı taş carğan: geniş şöhrete maliktir. şöhreti afakı tutmuş; danğkı taş carıp dubanğa ketti: birçok milletler arasında meşhur oldu, tanında; cay taş (halk inanışı) : güya koyun işkembesinde bulunan ve yağmur yağdırma hassasına malik olan küçük taş; tam- taş bk. tam I ; taş öbök bk. öbök; dambır taş, bk. dambır taş kordo bk. kordo I ; taş salışmay: bir oyunun adıdır; taş, salışmay oynoşup folk. : taş salışmay oynoşup folk. : taş salışmay oynayıp; taş calak. bk. calak I; 2. çeki taşı; taşı öödö kulap turat mec. : işleri mükemmel gidiyor; 3. paytak, dama taşı, satranç taşı; 4. yumurtalık (anat.)

Yüklə 5,98 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   74   75   76   77   78   79   80   81   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə