|
A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3
|
səhifə | 50/90 | tarix | 29.08.2018 | ölçüsü | 5,98 Mb. | | #65401 |
| kıpıldat-, et. kıpılda-‘dan.
kıpın = = kımın-.
kıpınğda-: tatlı bir çırpıntı hissetmek.
kıpıy-, narin, nefis ve nazik olmak (adet olduğu üzere, kız hakkında).
kıpıyt-, et. kıpıy-‘dan.
kır ι, 1. dağ sırta; sarı kır = = sarıgır; kır arka: amudu fıkarî; caraluu boldu kır arkam folk. amudu fıkarîm yaralandı; kır murun: ince ve yüksek burun, düz burun (ne basık, ne de muhaddep); kır murunduu. 1) düz burunlu (burnu muhaddep olmayan); 2) karakuş nevilerinden biridir; 2. tepeli-tümsekli step, tepe, 3. kenar; kırına çık- mec. (birisinin) tepesine çıkmak; anın aldında uyanğdık kılsanğ, al kırınğa çığıp alat: eğer sen çekingenlik gösterirsen, o senin tepene çıkar; kırı-nan taşta (mse. güreşirken) yere yeniden düşecek tarzda sermek; kırıktın kırına kelgende: kırkını geçti-ğinde; kır körsötüü sis es. gösteri, démonstration; köz kırın sal- 1) tek bir gözle bakmak; 2) şöyle bir bakmak; cumurtkadan, kır taap: olur-olmaz şeylere takılarak, tırnak altındaki kiri arayarak, muziplik ederek; üst perdeden atıp tutarak (harf. yumurtadan kenar arayarak); aştık tekşi kır captı: ekinler toprağı baştan-başa kapladı (ekinler o kadar büyüdü ki tarlayı kapattılar); kır taş: sivri taş 4. mat. satıh; köp caktık kırı: çok vecihlerinin kenarı.
kır- ιι, 1. kazımak; kazandı kır-: kazanı kazımak; tamak kır-: bk. tamak 2; 2. yok etmek, kökünü kurutmak; karışkır koydu kırdı: kurt koyunu boğdu.
kıraakı = = kırakı.
kıraakılık- = = kırakılık.
kıraan = = kıran.
kıraat, a. makamla okumak (kur’anı okudukları gibi); mevzun ve ahenkli okuma; kıraatı menen oku!: makamla oku!
kırakı, uyanık, uzağı gören, dûrbün, basiretli, anlayışlı, tecrübeli, dünya görmüş; akılman, kırakı, bilimdüü kişi: akıllı basiretli, âlim adam.
kırakılık, uyanıklık, dûrbünlük, basiret, dirayet; tap kırakılığı: sınfî uyanıklık; revolyutsiyalık kırakılık: inkılâp uya-nıklığı.
kıran, 1. çevik, göregen, iyi kapan; kıran bürküt: iyi kapan karakuş; kıran tayğan: çevik av köpeği; borbaş kançalık kıran bolso da, boz torğoyço-luk alı çok ats. saksağan ne kadar iyi kapan olursa-olsun, onun kuvveti tarla kuşunu yakalamaya bile yetmez; kıştın kıran çildesi: kış soğuğun en şiddetli çağı: zemheri; 2. mec. en iyi doğan; falco candicans; yanılmadan vuran çevik kuş; 3. bahadırın sık-sık tesadüf edilen sıfatı.
kırandık, çeviklik, iyi kapma (yakalama) istidadı (yırtıcı hayvan ve alıcı kuş hakkında).
kıranğ = = kır ι.
kırç ι: kırça çap-: kesip almak, kapıp al-mak; tört kolumdu balta menen kırça çaap aldım: baltayla dört parmağımı kestim; kırça tişte-: şiddetle dişlemek – ısırmak; kırça bas-: amudî katetmek (dikey boyunca geçmek).
kırça ιι, küçül. kır ι’den.
kırçak: kırçak taş = = kır taş (bk. kır ι, 3).
kırçanğğı, kel; uyuz (sıfat olarak); uyuz (atlarda); kırçanğğı at: uyuz at.
kırçı-, kesmek, biçmek.
kırçılda-, gıcırdamak; kırcıldağan suuk: çatırdayan, çatlayan soğuk; kırçıldağan caş kezde: sıhhat fışkıran gençlikte.
kırçıldaş-, müş. kırçılda-‘dan.
kırçıldat-, et. kırçılda-‘dan.
kırçın 1. küçük zanaat sahibi; kırçın tal bk. tal ι; 2. genç oğlan; 3. ufak – tefek, mini-mini; kırçın caştar: «taze gençlik»; kırçınında öldü: gençken öl-dü; 4. kırçınım: gençliğinde ölen oğlunu anne bu kelimeyle anarak ağlar.
kırçıy-, gayet zayıf olmak.
kırçoo, 1. keçe evi dış taraftan sardıkları ip (tir ki, kerege (bk.) nin ortasından geçer); bel kırçoo: batnı esfelin yanları; suu bel kırçoomo çıktı: su belime kadar çıktı; çonğ kırçoo es. hattı istiva; şar kırçoosu mat. küre kuşağı; 2. bir tekerleğin demir veya lâstik çemberi.
kırçoolo-, keçe evi kırçoo ile sarmak.
kırda-, 1. yana doğru yamık koymak; tebeteydi kırdap kiy-: kalpağı iğri giymek; 2. kenarları düzeltmek, kenarları sivriltmek; tört kırdap con-: dört kenarlı şekil vermek suretile rendelemek.
kırdaç: kırdaç murun = = kır murun (bk. kır ι, 1.).
kırdal, 1. münasip ân, uygun an; iştin kırdalı kelbey atat: ahval uygun bir şekilde yürümüyor; sözdün kırdalı keldi: söylerken münasebet düştü; kırdalın keltirip: münasip dakkasını yakalayarak; kırdalı kelip turat: ahval uygun bir tarzda gidiyor; müsait ân yaklaşıyor; 2. = = kır ι, 3; ömürünün uşul kırdalında: hayatının bu devrinde.
kırdalduu, bir zamana tesadüf eden.
kırdan-, 1. yanile durmak; 2. düşmek, yuvarlamak; at-matı menen ıkrdanıp ketti: atile birlikte taklak attı; 3. kurul-mak: caka satmak; emine üçün kırdanasınğ?: neden böyle kurum taslıyorsun?
kırdant-, et. kırdan-‘dan; tebetey kırdant-: kalpağı şakağa indirmek suretile giy-mek.
kırdanuu, işs. kırdan-‘dan.
kırdat-, 1. et. kırda-‘dan; 2. kenardan yürümek.
kırdır-, 1. kazıtmak; 2. yok ettirmek.
kırduu, sivri kenarlı, faseteli olarak kesilmiş; tört kırduu: dört faseteli; senden kırduumun: ben sana nisbeten daha uzun boyluyum: maseleni kırduu kılıp koy-: meseleyi bütün kesinliğiyle koymak.
kırduusu- = = kırduusun-.
kırduusun-, başkalarına karşı küçümse-yerek muamele etmek.
kırğak, eleçek (bk.) tarafından geniş bir şerit kılığında geçen ve kıymetli kumaştan (mutat olduğu üzere, ipekten) sarğı, bağ.
kırğıç, 1. kazıma aleti; 2. haşhaş kummesinde sertleşmiş usareyi almak için kullanılan ve yarımay şeklinde olan bıçak.
kırğın, kılıçtan geçirme: katliâm; kırğın boldu: çok (insan) kırıldı: helâk oldu; kırğın sal-: kılıçtan geçirmek, katliâm tertip eylemek; kırğın saluuçu: hav. avcu-muhrip-(tayyare); kırğında kan ölöt: ats. katliâm sırasında han dahi ölüyor.
kırğınçılık, askerî akınlar neticesinde rahatsız zamanlar; katliâm.
kırğıy, bir nevi atmaca; kırğıy ükü: atmacamsı puhu.
kırğıyek, genç atmaca.
kırğız, kırgız; kırğız en: bir kumaşın adıdır.
kırğızcılık, eski kırgız hayatına mahsus olan bütün ahlâk ve adetler (karş. kılık).
kırğızdaş-, kırgızlaşmak.
kırğool, sülün (kuş); koroz kırğool (yahut yalınız kırğool) erkek sülün; bostek kırgool: sülünün dişisi.
kırıl-, pas. kır. ιι-den; cutta mal kırıldı: kıtlık zamanında hayvanlar kırıldı; barkıttın tügü kırıldı: kadifenin tüyü aşındı.
kırılda- = = kırkıra-.
kırıldat- = = kırkırat-.
kırılış-, 1. hep beraber kırılmak, helâk olmak; 2. amansız bir surette kapışmak.
kırılıştır-, kütlevî bir surette biri-birini kırmaya sebebiyet vermek.
kırım, uzak, uzak yer, uzak memleket; kuş balası kırımğa karayt, it balası cırımğa karayt ats. alıcı kuşun yavrusu uzaklara bakar, köpek yavrusu ise (yemek düşüncesile) kayışa bakar; daha ör. bk. urum.
kırın ι, = = kırğın; kırın sal-: katliâm tertip etmek.
kırın- ιι, kazılmak: bir şeyin üst tabakası alınmak; kırınıp cuundu: kazıldı ve yıkandı.
kırındı, kazıyıp alınmış olan nesne; içek kırındısı: bağırsaktan kazımak suretile alnan şey.
kırış-, müş. kır- ιι’den.
kırk ι, 1. dört on: kırk; 2. çocuk doğurduktan sonra geçen kırk gün; kırk köynök: es. (annenin çocuğuna doğduktan kırk gün geçtikten sonra giydirdiği) gömlek; kırk çelpek: es. kırk yufka (bunlar çocuğa «kırk köynök» giydirilen günde loğusanın evinde pişirilir ve kırk çocuğa dağıtılır); 3. kırk çilten, bk. çilten.
kırk- ιι, kırpmak; kesip almak; koy kırk-: koyun kırpmak; çıbık kırk-, bk. çıbık.
kırka, sıra; dizi; kırka tikken üy: sıra ile kurulan keçe evler; kırka-kırka: sıra-sıra; kırka tartıp kon-: sıra-sıra dizile-rek konmak; too kırkası: dağın sırtı.
kırkaar, sıra: dizi; suunu kırkaar tartıp keçtik: suyu (akıntı yönetinde) sıraya dizilmek suretile geçtik.
kırkaarda-, sıraya dizilmek.
kırkala-: kırkalay: koy kırkını: koyun kırkımı.
kırkıl-, mut. kırk- ιι’den.
kırkım = = kırkın ι.
kırkın ι, kırkma; koy kırkını: koyun kırkımı.
kırkın ιι, kız sözünün tekidir.
kırkındata = = kıdırata.
kırkıra-, hırıldamak; hırıltı çıkarmak, kısık sesle konuşmak; ses kısıklığına uğramak.
kırkırak, 1. sesi kısık olan; gıcırdayan; 2. mırıltı; mışıktın kırkırağı: kedinin mırıltısı.
krkırat-, et. kırkıra- ‘dan.
kırkma, kırpılmış, kesilmiş, kesme, kırkma yoluyla hazırlanmış olan; kırpma çay: bir nevi çay.
kırktır-, kırkmayı emretmek.
kırla-, yahut kırr-kırla-: «kırr-kırr» diye seslenmek (atı çağırmak için).
kırma, kazılmış, sathı temizlenmiş oyulmuş; kırma tabak: oymak suretile yapılmış olan ağaç tabak; kırma ayak: tahta çanak; kırma taş: çakmak (çakmak tüfeği için).
kırmaçı, 1. harman dövmek için daire şeklinde yapılan sert ve düz mahal, ekin demetleri yığılan yer; kırman bas-: harman dövmek.
kırmıçık, tencere dibinde yanarak yapışan yemek parçaları.
kırmızı, 1. kızıl; kırmızı kızıl: açık al; 2. kırmızı ipek.
kıroo, kırağı.
kıroolon-, kırağı ile örtülmek, kırağılan-mak.
kıroy: kıroy-kıroy! koyunları çağırma nidasıdır.
kırpma, temas eden, ilişen; kırpıma tegerek: mat. mümas daireler.
kırr: kırr-kırr! atları çağırmak nidası.
kırs, çabuk alevlenen (adam), alıngan, nazlanan, maymun iştahlı.
kırsa, kad. tilki.
kırsığuu, naz, kapris, inat, direngenlik.
kırsık ι, 1. belâ, felâket, afet, kaza, engel, muvaffakiyetsizlik, işlerin yürümeme-si; kırsık karmaptır: felâkete uğradı; şorduunu kırsık çalıp, közdön ayrılıp kalğan eken: zavallı kazaya uğramış ve gözünü kaybetmiş; 2. kapris, inat; kırsığı bar: anlaşmaya gelmiyen, dik kafalı, kaprisli.
kırsık- ιι, entrika çevirmek; manialar, engeller çıkarmak, kapris göstermek, inat etmek.
kırsıkçıl, sık-sık kazaya ve felâkete uğramak.
kırsıkta-, felâkete çarpmak, kazaya uğramak.
kırsıktııu, 1. tâlihsiz, şanssız; hiçbir zaman muvaffak olmayan; 2. kaprisli, inatçı.
kırsılda-, kıtırdamak; çatırdamak; kırsıldap kül-: kahkaha ile gülmek.
kırsıldaş-, müş. kırsılda-‘dan.
kırstık, çabuk alevlenme, alınganlık.
kırt, 1. narinliği, çabuk kırılma istidadını ifade eden taklitlik sözdür; kırt dey tüş-: çatlamak, patlamak; 2. çabuk kızan; kıyalı caman, bat ele kırt dey tüşöt: tabiatı berbattır: durup – dururken alevleniveriyor; kırt baytal: 1) sert huylu kısrak; 2) mec. çıt kırıldım.
kırtıl, boşboğaz, geveze.
kırtılda-, 1. kıtırdamak, yüksek ses çıkarmak (mes. şeker çiğnerken); 2. boş ve manasız sözler söylemek, dırlanmak, boyuna çene çalmak, çenesi düşük olmak.
kırtıldak, kıtırdayan; kırtıldak boorsok bk. boorsok.
kırtıldat-, et. kırtılda-‘dan.
kırtış, satıh, yüzey, üst tabaka, zemin; cerdin kırtışı: derinin yağı şeffaf olan üst tabakası, beşere, epiderme; menin kırtışım süygön cok: hoşuma gitmedi, sevmedim; men barsam anın kırtışı süygön cok: ben gittim, ancak o, beni soğuk kabul etti.
kırtışta-, üst tabakasını almak; teri kırtışta-: (yağdan ayıklarken bıçakla) derinin üst tabakasını almak.
kırtıştat-, et. kırtışta-‘dan.
kırtıştuu, kırtış (bk.) i çıkarılmamış nesne; kırtıştuu cer: saban girmemiş olan toprak.
kırtıy-, alınmak, küsmek.
kırtıyt-, et. kırtıy-‘dan.
kıruu, kenar, kumaşın kenarı, dikiş yeri.
kıs-, sıkmak, sıkıştırmak, basmak, kısmak; koltukka kıs-: koltuk altını kısmak; kolunğuzdu kısamın: elinizi sıkıyorum; köz kıs: göz kırpmak, köt kıs-: rahat oturmak; kötünğdü kısıp otur: rahat otur! (otur ve kıpırdama!); aytkan sözümdü kötünö kıspayt: söylediğim söze asla ehemmiyet vermiyor; ben ona diyorum, o ise aldırış etmiyor.
kısa, a. hisse, pay; kısa cok: zarar yok; bir şey değil; başka bir şey yok; kelişse boluptur, kısa cok: mademki geldiler, mesele yok; 2. intikam; karşılık.
kısap, a. hesap; esep-kısap: hesap-kitap, verilen hesap.
kısasız, 1. hissesiz; 2. intikamsız; kısasız kıyamet cok ats. hareket intikamsız kalmaz.
kısık, sıkışık, sıkıştırılmış, dar; kısık köz: dar göz, dar gözlü; kısık cer: dar geçit, dar boğaz; eşkitin kısığı, kapı yarığı (aralık kalan kapının yarığı); kısık ündüü tıbış: db. dar sadalı ses.
kısıl-, sıkıştırılmak, tazyik edilmek, sokulmak.
kısılış ι, sıkıştırılış, tazyik ediliş, zor durum.
kısılış- ιι, müş. kısıl-‘dan.
kısım, tazyik, tesir, baskı; kısımğa al-: sıkıştırmak, tazyik etmek; kıyın kısım kez: zor ve mudil an.
kısımçılık, tazyik; baskı, müşkülât, sıkışık durum, zor ahval, şiddetli tedbirler.
kısın-, sıkışmak; kırçıldaşar coo kelse, kısımbaymın kılçanğdap: folk. amansız düşman geldiğinde büzülecek ve şaşkın şaşkın bakınacak değilim.
kısınğkı, 1. bir parça sıkışık, bir parça daralmış, bir parça dar; 2. coğ. boğaz.
kısınğkıra-, hafifçe sıkıştırmak; köz kısınğkıra-: gözü hafifçe kapamak, yummak.
kısır, doğurmaz, çocuğu olmaz; kısır emdi (bazan düzce kısır) annelerini, kendileri için tayin edilen müddet geçtikten sonra da emmekte devam eden buzağı yahut tay; kısırğaldı- (yahut kısır kaldı): kuzulamıyan toktu (bk.) yahut çebiç (bk.); toktusunda tuubay, kısırğaldısında tuudu: bir yaşında iken kuzulamadı, o müddet geçtikten sonra kuzuladı; kısır anğız: toprağını dinlendirmek için bırakılan tarla.
kısırak, henüz sürüye katılan ve daha doğurmamış olan genç kısrak.
kısırğaldı, bk. kısır.
kıska, kısa, muhtasar, kısaca, muhtasaran; sözdün kıskası yahut kıskasınan aytkanda yahut uzun sözdün kıskası: sözün kısası, hulâsa.
kıskaça, kısaca.
kıskaçala: kıskaçalap: kısaca, hulâsaten.
kıskaloo, bir parça kısa.
kıskar-, 1. kısalmak, ihtisar edilmek; 2. mec. kendini yeis ve fütura kaptırmak.
kıskart-, kısaltmak, ihtisar etmek; kıskartıp bölüü colu: mat. tevhidi mahreç (paydaları eşitleme) yolile taksim.
kıskartıl-, kısatılmak, ihtisar edilmek.
kıskartuu, kısatılma, ihtisar; bölçöktördü kıskartuu mat. kesirlerin mahreçlerini tevhit (paydaları eşitleme).
kıskaruu, işs. kıskar-‘dan.
kıskıç: kıskıç baka: zol. yengeç.
kısınak, tazyik, sıkıştırma.
kısmakta-, tazyik etme, sıkmak, icbar eylemek.
kısrak = = kısırak.
kısta-, icbar etmek, zorlamak.
kıstal-, 1. icbar edilmek, sıkıştırılmak; 2. kabarmak-kurulmak, bilsenğ –ayt, bilsesenğ- kıstalba!: biliyorsan söyle, bilmiyorsan (boşuna) kabarma!
kıstalanğ, 1. geçiktirilmez, müstacel; 2. zaruret, ihtiyaç.
kıstalak = = kızı talak (bk. talak).
kıstan- = = kıstarın-.
kıstar- = = kıstır-.
kıstarıl- = = kıstırıl-.
kıstarıluu, sıkıştırılmış; keregede kıstarıluu kamçılar: kerege (bk.) de sıkıştırılmış kamçılar.
kıstarın-, sığanmak; etekli kıstarındı: eteklerini sığadı.
kıstat-, et. kısta-‘dan.
kıstır-, sıkıştırmak, sokmak.
kıstırıl-, sıkıştırmak, sokulmak.
kıstırındı, sıkıştırılmış, sokulmuş; kıstırın-dı süylöm gram. cümlei mutarize; kıstırındı söz gram. cümle içine sıkıştırılan yabancı kelime.
kıstırma, sıkıştırılmış; sokulmuş.
kıstoo, icbar; zorlama; kıyın-kıstoo: zor ve ağır günler.
kısuu, 1. sıkıştırma, tazyik, sıkma; 2. sis. tazyik, tesir; öz-özün sınoonu kısuu: kendi-kendini tenkit tazyikı; 3. baskı (tazyik) respublika askerleri kozğolonğçulardın kısuu casooloruna çıdap berişti: cumhuriyet askerleri asilerin baskısına karşı dayandılar.
kış ι, f. tuğla; bok kış: tezekten yapılan kerpiç; kış kuy-: kerpiç yapmak.
kış ιι, kış (mevsim); kışı: kışın; cayı kışı: kışın ve yazın, bütün sene; kış küröö kirip keldi: soğuk kış geldi; kışında: kışın.
kışılda-, sık sık solumak, sık sık burundan solumak.
kışıldaş-, müş. kışılda-‘dan.
kışıldat-, et. kışılda-‘dan; tanoosun kışıldatıp: burun yapraklarını kabarta-rak (sık sık nefes alarak).
kışında, bk. kış ιι.
kışkı, kışlık.
kışkısın, kışın, bütün kış, kış boyunca.
kışta-, kışlamak; kışı geçirmek.
kıştak, (karş. kıştoo) köy, kışlak.
kıştat-, kışlatmak, kış geçirmek: men mal kıştatkan kapçığay: benim hayvanla-rımı kışlattığım dağ geçidi (dere).
kıştatuu, işs. kıştat-‘tan; koy kıştatuuğa çığarılğan: koyunlar kış geçirmeye sürülmüş.
kıştık, kışlık; kıştık kiyim: kışlık giyim; kıştık ookat: kışlık erzak.
kıştoo, (karş. kıştak): kışlak, kışlık durak, kışlık mesken.
kıt ι, ağır olması için vuran aşığın içine dökülen nesne (mutat olduğu üzere: kurşun); sakanğın kıtı bar: senin vuran aşığına kurşun dökülmüş.
kıt ιι: kıt-kıt külüp: kıs kıs gülerek.
kıtan: kök kıtan: boz balıkçıl; ak kıtan: beyaz balıkçıl.
kıtığı, gıdık, gıcık; kıtığısı keldi: gıdıklandı; kıtığısın keltirbe: onu gıdıklama.
kıtığıla-, gıdıklanmak.
kıtığılat-, gıdıklatmak.
kıtır: kıtır kıtır: kıtırtı, kıtırdama.
kıtıra-, kıtırdamak.
kıtırak, kurumuş, kıtırdayan; kıtırak boorsok: ufak ve fazla kızartılmış işkembe (bk. boorsok).
kıtırat-, kıtıra-‘dan; kıtıratıp kemirdi: kıtırdatarak, çatırdatarak kemirdi.
kıtıray-, kısa boylu ve yoluk olmak.
kıtkıl, sert, katı.
kıtkılıkta-: kıtkılıktap kül-: kıs kıs gülmek.
kıtmır, a. 1. mit. ashabi kahfin köpekleri; 2. çevik, işini bilen; enğ ele kıtmır kuu neme eken: amma da hilekâr, kurnaz, dessâs adammış.
kıy ι: kıy sübö: adlâi kazibe (fausses côtes); kıy sübönğdön orğuştap, kızıl kanınğ katkan kim! folk. sahte kaburgalarında tümsek halinde kanı birikmiş olan, kimsin sen?
kıy- ιι, 1. kesmek, kesip almak; (ufak ağaçları) kıymak; tal kıy-: söğüdü kesmek; ep kıy-: sık-sıkı bitiştirmek, uydurmak, rendeleyip kavuşturmak (mes. iki tahtayı), eski haline getirmek suretiyle düzeltmek; kıyğan kamış kulağtuu folk. (at hakkında): dim-dik duran sivri kulaklı; 2. çarpık kesmek; 3. (eteğin, kürkün, yorganın, örtünün kenarlarına) şerit çekmek.
kıy- ιιι, acımamak; bir şeyi kurban etmek; tehlikeyi göze almak; cesaret etmek; can kıy-: hayatına acımamak; canın kıybadı: kararını veremedi; cesaret edemedi; canın kıyıp kim barat!: hayatını tehlikeye koyarak, kim gidecek!; kıyamın desenğ can mına, tögömün desenğ kan mına folk. (karar verir isen) acımazsan, işte can (öldür), dökmek istersen, işte kan!; can kıydı 1) cananı feda etti; 2) canına kıydı, intihar etti; atınğdı kıysanğ maa ber: eğer acımazsan, atını bana ver!; saa berüügö kıybay turam: sana vermeye karar veremiyorum; sana vermeye acıyorum; coldoştorun kıyğan cok: arkadaşlarına acıdı; ketüügö köönüm kıybay turat: gitmeye karar veremiyorum; senin köönünğdü kıybadım: senin hatrını kırmak istemedim; silerdi camandıkka kıybas cerdi özüm bilem: onun size fenalık istemediğini ben kendim de biliyorum; meni kıybastığınan aytıp berdi: bana karşı, hürmetinden dolayı anlattı; kirenge cer katuu, kıyarğa can tatuu ats. ölmek istenmiyor (harfiyen: harfiyen toprak sert), ayrılmak için can tatlı.
kıy- ιv: nike kıy: nikâh kıymak.
kıya, 1. yamaç, bayır; töönü kıyadan ötkörüp ciberdinğ ats. neyse, atlatın (harfiyen.: deveyi yamaçtan geçirdin); töö kıyadan ötüp ketkenden kiyin: savaştan sonra çapula (harfiyen: deve yokuşu geçtikten sonra); 2. çapraz olarak; aldınan kıya salıp ötüp: yolunu keserek; kıya con-: çaprazlamasına rendelemek.
kıyak ı: kara kıyak, kızıl kıyak: ot isimleridir.
kıyak ıı, keman; orus kıyak yahut kağaz kıyak: armonika, akkordiyon; ooz kıyak (yahut sâde kıyak): ağız armonikası; kıl kıyak (yahut sâde kıyak): keman.
kıyak ııı, göğüse giyilen zırh, cebe.
kıyakçı, kemancı; kımızduu üydö ayakçı, kızduu üydö kıyakçı ats. kımızlı evde sâki, kızlı evde kemancı.
kıyakçılık, kemancılık; kemancı mesleği.
kıyal a. hayal, rüya, utopi, düşünce, düşünceye dalma, tefekkürler; kıyal sür-: düşünmek, tefekküre dalmak, tahayyül etmek; topoz kıyal: 1) kalın kafalı; 2) tembel ve çolpa; cindi kıyal: hoppa; koş kıyal: dağınık; bir işi bitirmeden başka bir işe başlayan; kıyalı caman yahut kıyalı buzuk: tabiatı fena.
kıyala-, dağ yamacı yürümek, yılankavî hat boyunca gitmek (yüksek bir dağa çıkarken).
kıyalat-, et. kıyala-‘dan.
kıyaldan-, düşünceye dalmak, tahayyül etmek, tefekkür etmek, hayalâta kapılmak.
kıyaldandır-, tahayyülü mucip olmak, düşündürmek.
kıyaldanuu, işs. kıyaldan-‘dan.
kıyaldık: cat kıyaldık: yabancı, ideoloji.
kıyalduu: koş kıyalduu: kanaatları gevşek olan kimse, mütereddit.
kıyaluu: kıyaluu cer: inişler-yokuşların çok bulunduğu mahal.
kıyam, a. 1. öğle zamanı; 2. es. cenûp.
kıyamat, a. 1. dn. bütün ölülerin yeniden dirildiği gün: kıyamet günü; 2. mec. zor ahval, güç vaziyet; dehşet.
kıyan 1. yağmur suyunun şiddetli ve hızlı akıntısı, feyezan, su taşması; camğır köp caap, köpüröölördü kıyan alıp ketti: şiddetli yağmur yağarak, akıntı köprüleri alıp götürdü; 2. kıyan-keski: hırçın, harın (at hakkında).
kıyanat, a. suiistimal, cinayet (hiyanet); amanatka kıyanat kılba: emanete hiyanat etme.
kıyanatçı, câni, ağır cezayı hakkeden suçlu, baltalayıcı.
kıyanatçıl, hâin, mücrim.
kıyanatçılık, cinayet, ağır cinayet, baltalayıcılık, hiyanet.
Dostları ilə paylaş: |
|
|