Aile Geçmişime Dair Birkaç Not


) İmamlık mı Lise Öğretmenliği mi Derken Kur'an Hocalığına Atanıyorum



Yüklə 220,88 Kb.
səhifə4/5
tarix25.06.2018
ölçüsü220,88 Kb.
#51307
1   2   3   4   5

26) İmamlık mı Lise Öğretmenliği mi Derken Kur'an Hocalığına Atanıyorum

1978 senesinde İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nü bitirdiğimde görev almam konusu gündeme gelmişti. Ben öğretmenlik isterken Abdurrahman hoca imamet hizmetinin benim için daha uygun olacağını söylüyor, şayet 'evet' dersem Teşvikiye, Beyazıt veya Eminönü Yeni Câmi imamlığına tavassutta bulanacağını ifade ediyordu. Bu konuyu çok müzakere ettik. Nihayetinde öğretmenlik fikrine hocam gönülden pek razı olmasa da 'Peki, hayırlısı olsun' dedi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra hocamı ziyaret edip, kur'a çekmek üzere Ankara'ya gideceğimi söyledim. Konuyu bir kez daha istişare ettik. Elini öpüp vedalaştığımda bana bir mektup verdi. Dedi ki: "Diyânet'e git ve bu mektubu Tayyar beye ver!"



Ankara'ya geldim ve hiç vakit geçirmeden başkanlığa gittim. Bir cumartesi günüydü ve Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç Bey makamında çalışıyordu. İzin isteyip içeri girdim. Kendisiyle yaklaşık yarım saat görüştüm. Hocamın selamını ve mektubunu ilettim; mektubun içeriğinden haberim yoktu tabii. Tayyar Bey beni güzel bir şekilde karşıladı, ikramda bulundu. Mektubu okuduktan sonra ne istediğimi sordu. Dedim ki: "Muhterem hocam ben öğretmenlik görevi almak üzere kur'a işlemleri için Ankara'ya geldim. Hocam sizi ziyaret etmemi ve görev konusunu sizinle görüşmeden öğretmenlik başvurusunda bulunmamamı istedi". Bunun üzerine Tayyar Bey: "Bir aşr-ı şerif oku bakalım" dedi bana. Kısa bir aşır okudum. Kur'ân'ımı dinledikten sonra: "Sen şimdi öğretmen olmak istiyorsun, öyle mi? Söyle bakalım ne yapacaksın orada, henüz çocuk yaşta gençlerle meşgul olacaksın. Ben seni öyle bir göreve tayin edeyim ki okuduğun bu Kur'an'dan büyükler, bizim din görevlilerimiz istifade etsin, ne dersin?" diye teklifte bulundu ve adres olarak da Bolu Diyânet Eğitim Merkezi'ni gösterdi. Beni oraya Kur'an hocası olarak tayin etmek istiyordu Tayyar Bey. Her şey güzeldi ama benim hem eğitim merkezi hakkında hiç bir bilgim yoktu hem de öğretmen olmak noktasındaki fikrim değişmemişti. "Eğer izin verirseniz hocamla görüşeyim bu gelişmeyi" dedim. Açıkçası ipe un seriyordum. Düşünüyordum ki Tayyar Bey bu noktadan sonra konunun üzerine fazla gitmez ve ısrarım karşısında "Peki" der ve bırakırdı. Ben topu Abdurrahman hocama atıp kurtulmak istiyordum. Aslında. Ama öyle olmadı. Tayyar Bey işi sonraya bırakmadı ve hemen makamından telefonla hocayı aradı: "Muhterem hocam, emanetiniz yanımda; Kur'an'ını dinledim, sizi dinlemiş gibi mütehassıs oldum. Konuyu kendisiyle görüştüm. Yaptığım teklifle ilgili olarak kararı size bıraktı. Ne emredersiniz?" dedi. Aralarında ne konuştular, bilemiyorum tabii. Telefonu bana uzatıp "Görüş bakalım hocanla" dedi. Bir-iki dakika konuştuktan sonra hocam meseleye son noktayı koydu: "Oğlum bu işi uzatma, Tayyar Bey ne diyorsa kabul et, hayırlı olur inşaallah. . . "
Artık konu kapanmıştı. Tayyar Bey aslında benim tercihim ile hocamın arzusunu ortak bir noktada buluşturmuştu. Bir kaç gün içinde işlemler tamamlandı ve benim Bolu Diyanet Eğitim Merkezi'ne Kur'an hocası olarak tayinim gerçekleşmiş oldu. Yaklaşık bir ay sonra da göreve başladım. Böyle bir yere tayinimin ne kadar isabetli olduğunu orada göreve yaptığım yıllarda ve sonraki dönemlerde daha iyi anlamıştım. Tayyar Beye her zaman dua eder, hayat boyu minnettar olduğumu ifade etmek isterim.
Kendisiyle daha sonra muhtelif vesilelerle birlikte olduk, Bolu'da beraber ders verdik. Diyanet İşleri Başkanlığı dönemindeki hizmetleri içinde kendisinin delâleti ve gayretiyle açılan Haseki Eğitim Merkezi'nin özel bir yeri vardır. Başta hocam Abdurrahman Gürses olmak üzere Mehmet Aşık Kutlu, Mehmet Savaş ve Halil Gönenç gibi kıymetli ilim adamlarının bu merkezde istihdam edilmesi hususundaki çalışmaları, Kur'an ehline, güzel Kur'an okuyan huffâza ve özellikle kıraat âlimlerine gösterdiği sevgi ve ilgi, teşkilat içinde kaliteli din hizmeti üretmek noktasındaki gayret ve çalışmaları özellikle Kur'an hizmetinde bulunanlar tarafından unutulacak gibi değil.
27) Resmî ve Fahrî Kur'an Hizmetlerimiz

A-Resmî Hizmetler:



a. Bolu Diyânet Eğitim Merkezi'nde İlk Kur'an Hocalığım:

Kur'ân-ı Kerîm hocası olarak ilk resmi hizmetim 1978 senesinin Ekim ayında Bolu Diyânet Eğitim Merkezi'nde başladı ve yaklaşık iki sene sürdü. İlk talebelerim imam-hatip mezunu ve diyânetin stajyer statüsündeki imam adayları olmuştu burada. Yirmi beş yaşlarında genç bir Kur'an hocasıydım. Eğitim merkezine her dönem farklı talebe grubu geliyordu ki bunlar daha çok kursiyer olarak geçiyordu mevzuatta. Örneğin vekil imamlar, mürâkıplar ve müftülerden oluşan kursiyerler. Ben her grubun Kur'an derslerine giriyordum. Belli yaşta ve diyânetin çeşitli kadrolarında fiilen hizmetli olan bu kursiyerlere yönelik Kur'an eğitim ve öğretim çalışmalarımda Allah'a hamdolsun hiçbir sıkıntı yaşamadım. Genç yaşta üstlendiğim bu hizmette beni başarılı kılan şüphesiz ki geçmişte aldığım özel Kur'an eğitimi ve çalışmalarım olmuştu.


Bolu'daki merkezde bir taraftan hafta içi eğitim ve öğretim görevini yürütürken diğer taraftan hafta sonu İstanbul'a gidiyor, cumartesi ve pazar günü Aşere dersi okuyor ve pazar gecesi tekrar Bolu'ya dönüyordum. Bu gidip gelmeler tam iki sene sürdü ki o zaman Bolu-İstanbul arası otobüsle beş saat idi. Aşk ve şevk ile gider ve gelirdim; yorgunluk, bıkkınlık bilmezdim. Zira Kur'an'a gidiyordum, hocamı görmeye gidiyordum, ders almaya gidiyordum. İlim tahsil etmek ve gerçekten okumak isteyenler için mesafeler, maddi sıkıntılar yahut bir takım nefsanî mazeretler asla engel olmamaktadır ve bunlar aşılmaz şeyler de değildir. Yeter ki talebe istesin, aşk ile arzu etsin. Allah ilmi isteyene, malı istediğine veriyor. Her türlü imkân ve güce sahip olduğu halde yanı başındaki hocadan yahut ilim yuvasından istifade etmek istemeyen, öğrenmek gibi bir derdi olmayan ve hele hele kendini yeterli görüp etrafta bilgelik taslayanlar sorumluluktan nasıl kurtulacak ve aldıklarını nasıl helâl ettirecekler bilemiyorum.
b. Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü'ndeki Görevim

Bolu'daki görevim esnasında Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü'nde asistanlık imtihanları açılmıştı. O dönem enstitüde idareci olarak görev yapan hocalarımızdan Fahrettin Atar ve Raşit Küçük Beyler Kur'an-ı Kerim asistanlık imtihanına müracaat etmemi ve bunun için hazırlanmamı istiyor, kazandığımda Erzurum'da güzel hizmetler vereceğimi ifade ediyorlardı. Netice itibariyle imtihanlara girdim ve kazandım. Henüz tayinim gerçekleşmişti ki dört aylık kısa dönem askerlik görevi için Tokat'a gittim. Terhis olup enstitüde fiilen hizmete başladım. Yaklaşık bir buçuk sene enstitüde, birkaç ay da Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Kur'ân-ı Kerim asistanı olarak görev yaptıktan sonra 1983 yılında Marmara İlahiyat'a öğretim görevlisi olarak naklimiz gerçekleşti.


Enstitüde unutamayacağım güzel günlerimiz oldu. Benimle birlikte asistanlık imtihanlarında başarılı olmuş ve enstitüye tayinleri yapılmış on dokuz arkadaşımızla birlikte çalışmalar yaptık. Genç, dinamik ve her biri kendi alanında birikime sahip arkadaşlar. Arapça, fıkıh, hadis, kelâm vd. dallarda araştırmalara başlamış pırıl pırıl arkadaşlar. Şu an itibariyle çeşitli fakültelerde akademik kariyerlerini tamamlamış ve önemli mevkilere gelmiş bu arkadaşlarımızla o dönem enstitü çatısı altında bir aile ortamı misali huzur içinde iki yıl birlikte olduk.
Enstitü hocalarımızdan Fahrettin Atar, Raşit Küçük ve Selahattin Yılmaz beylerin üzerimizde çok emekleri vardır; onlarla birlikte yaşadığımız o mutlu ve huzurlu enstitü yıllarımızı ne ben unuturum ne de diğer arkadaşlarım. Allah kendilerinden razı olsun.
Enstitümüze İslâmi İlimler Fakültesi'nden derse gelen Şerafettin Gölcük, Suat Yıldırım ve İbrahim Canan hocalarımıza da araştırma ve çalışmalarımızla ilgili yardım ve desteklerinden dolayı her zaman teşekkür ettiğimi ifade etmek isterim.
c. Marmara İlahiyat: Çeyrek Asırlık Hizmet Yuvam

Marmara İlahiyat’ta 1983 senesinde göreve başladım. Memuriyet hayatımın ve resmi hizmetimin neredeyse tamamı bu güzel yuvada geçti. Dile kolay, tam yirmi dört yıl. Bir taraftan Kur'an-ı Kerîm öğretim üyeliği, diğer taraftan akademik çalışmalarım. Ve bunlarla birlikte yıllarca yürüttüğüm özel Kur'an eğitim ve öğretim faaliyetleri.


Fakültede her platformda hocalar arasında samimiyet, hoşgörü ve muhabbet hep ön plana çıkmış; talebe-hoca ilişkisi bir baba-evlat gibi, bir ağabeyi-kardeş hukuku çerçevesinde cereyan etmiş; fakülte hepimizin ikinci evi ve yuvası olmuştur. Asistanları, orta yaş hocaları ve hocaların hocası öğretim üyeleriyle üç kuşak bir arada. Uzun yıllar beraber olduk güzel hocalarımla güzel fakültemde.
Burada kendisiyle uzun yıllar aynı odayı paylaştığım sevgili dostum Nihat Temel beyden bahsetmek istiyorum. Dostluğumuz ve arkadaşlığımız çok eskilere dayanır 'azizim' Nihat beyle.
Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü asistanlık imtihanlarına birlikte girdik ve kazandık. Kur'an asistanı olarak görev yaptığımız dönemlerde ramazanda birlikte mukâbele okuduk Erzurum Zeynel ve Sanayi câmiinde. Ne güzel, ne hoştu o günler.
Marmara ilahiyata beraber geldik, öğretim görevlisi olduk. Akademik çalışmalarımızda, derslerde ve fakültedeki çeşitli etkinliklerde birlikte hareket ettik. Kur'an cemiyetlerine, hatim merasimlerine gittik. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi Nihat beyle. Öyle ki bazı hocalarımız zaman zaman isimlerimizi karıştırır; bana 'Nihat', ona 'Fatih' diyen olurdu.
Renkli bir dünyası vardır 'azizim' Nihat beyin. Güzel giyinmeyi pek sever. Allah için yer de yedirir de. Eli boldur, ikramdan kaçmaz. Koltuğuna patronvari kurulmak, masa başında telefonla iş bitirmek, bir siyasetçi yahut bürokrat gibi davranmak hoşuna gider 'azizim'in. Alış-verişi sever, birin yerine beş almaya bayılır. Konuşmayı, bir şeyi mübâlağa ile anlatmayı sever. Güzel Erzurum hikâyeleri, fıkraları vardır; çok da güzel dinletir. Dadaşlığı ile övünmeyi de ihmal etmez. Cemiyetçidir; iyi çevresi vardır. Özellikle Erzurumlular'dan çok çevresi vardır. İyi bir baba, iyi bir eştir ailesi için.
Hayır hizmetlerini seven bir insandır Nihat Bey. Hayır kuruluşlarının fakülte vakfına gönderdiği erzak yahut kıyafetleri muhtaç olan hizmetlilere ve öğrencilere dağıtır, bu işi yaparken ne üşenir ne de nefis meselesi yapar Allah için.
Yolda görüp konuştuğu insan neredeyse tanıdığı çıkar, onunla bir irtibat kurmaya çalışır; 'hocam' diyen kız-erkek hemen her genç bir şekilde onun öğrencisi olur.
Odası düzensiz, kitapları dağınıktır. Çok kitabı vardır; öyle ki kütüphanesinde hangi kitap var hangisi yok, bazılarını kendisi de bilmez. İşte böyle güzel bir insan ve renkli bir şahsiyet. Sevdiğim, değer verdiğim, dostum Nihat Bey.
İşte böyle. Hocalarıyla, talebeleriyle, eğitim ve öğretimiyle, öğrenci faaliyetleri ve kültürel etkinlikleriyle, ramazan iftarlar yemekleri ve bayramlaşma merasimleriyle ve hayır hizmetleri veren vakfıyla güzel bir ilim ve akademi mekânı Marmara ilahiyat.
Fakülteye 1983-84 öğretim yılında fiilen göreve başladıktan kısa bir süre sonra resmi derslerim ve akademik çalışmalarım yanında öğrenciler içinden özel olarak gelen bir grup erkek ve kız talebeyle tashîh-i hurûf ve tecvid derslerim oldu. . Israrla istemiş ve her türlü fedâkârlığı göstereceklerini söylemişlerdi. Böylesi arzulu, ciddi, not ve benzeri kaygılardan uzak, tamamen öğrenmek ve kendilerini geliştirmek isteyen bu seçkin gruba elbetteki 'hayır' diyemezdim ve demedim de.
Öğle tatilinde fakültede kimi zaman boş bir sınıfta kimi zaman da özel odamda yürütüyordum bu dersleri. Gerek ben gerek öğrenciler kimi zaman yemekten kimi zaman da istirahatimizden ferâgat ederek çalışıyorduk. İtiraf etmeliyim ki bu derslerden aldığım haz ve mânevi keyfi diğer platformlarda bulamıyordum. Sınıflarda zaman zaman ders saatinin bitmesini ve teneffüsü sabırsızlıkla beklerken böyle bir grupla yürüttüğüm derslerin bitmesini istemezdim. Bugün farklı yerlerde ve başarılı bir şekilde Kur'an hizmeti veren öğrencilerimin bir kısmı o dönemin meyveleridir. Bunlar ilahiyat öğrencileri içinde benim özel Kur'an grubu diye nitelediğim Kur'an sevdalılarıdır ki benim yanımda her zaman özel yerleri vardır.
Kızıyla, erkeğiyle kendilerine emek verdiğim; yetenekli, çalışkan ve Kur'an sevdalısı bu öğrencilerimle her zaman iftihar etmişimdir. Dualarım onlarladır. Beni hiç üzmediler ve bana sevgi ve saygıda kusur etmediler.

Kur'an hizmetinin en değerli meslek ve en şerefli meşguliyet olduğuna yürekten inanıp bu alanda çalıştıkları ve talebe yetiştirdikleri sürece, Kur'an'la haşir-neşir olup ona emek verdikleri müddetçe haklarım analarının ak sütü gibi helâl olsun onlara.


b- Fahrî hizmetler

a. Kadıköy Osmanağa ve İskele Câmii'nde Başlayan İlk Özel Çalışmalarımız

Fakülte dışındaki Kur'an hizmetleri. İlk kez Kadıköy'de 1985 senesinde başlamıştı bu çalışmalar. Cumartesi günleri Osmanağa câmiinin imam odasında birkaç öğrenciyle başlattığımız tashîh-i hurûf ve tecvid dersleri daha sonra Kadıköy İskele Câmii'nde devam etti. Öğrencilerin sayısı artıp Osmanağa camiindeki imam odası ihtiyaca cevap vermeyince bu câmiye geçmiştik. Birkaç ay da Moda'daki evimizde devam etti özel Kur'an dersleri.


b. Kadıköy Kızıltoprak'taki Kur'anlı Yıllarımız

Daha uygun bir mekân arayışı içine girmiştik, zira ev ortamı pek müsait değildi. Birkaç yıl Kızıltoprak Zühdü Paşa Câmii müştemilatındaki lojmanın giriş katında derslerimize devam ettik. Talebe sayımız her geçen gün artıyordu. Erkek ve kız talebelerimizle bu mekânda çok güzel Kur'an çalışmalarımız olmuştu. 1995 senesine kadar burada devam etti derslerimiz. Kızıltoprak dersleri meslek hayatımda önemli bir yere sahiptir. Zira ders için pek de uygun olmayan bu mekânda birbirinden kıymetli talebelerimle ne güzel ve ne samimi derslerimiz olmuştur. Birçok gözde talebem Kızıltoprak çalışmalarının meyveleri olarak gönlümdeki yerini almıştır.


Yaklaşık otuz civarında talebe ile ders yaptığımız Kızıltoprak'taki Kur'anlı yıllarımızın son döneminde yaşadığım ve benim için önemli bir hâdiseyi anlatmadan geçmek istemiyorum.
1995 senesi. Biz Kızıltoprakta derslere devam ediyoruz cumartesi günleri. Ders mekânımız küçük bir salon. Yaklaşık 20-30 civarında talebe alacak kadar. Buna da şükür diyor ve eğitimimize devam ediyoruz. Bir cumartesi günü Zühtü Paşa Câmii dernek yetkililerinden bir arkadaşımız geldi mekânımıza. Hoş-beş ettikten sonra dedi ki: "Hocam, sizinle görüşmemiz gereken bir konu var. İzin verirseniz anlatayım. " "Buyurun, sizi dinliyorum, " dedim. "Hocam, üzülerek ifade edeyim ki bu mekânı sizden almak durumundayız; yurt dışından kız öğrenciler gelecek, onları buraya yerleştireceğiz. Buna mecburuz. İnşâallâh size bir yer ayarlamaya çalışırız."
Üzüldüm, tabii. Talebeler de üzüldüler. Ama sonuçta dünya yıkılmamıştı, bir hal çaresi olacaktı elbet. Rabbim beni ne zaman yalnız ve çaresiz bıraktı ki şimdi de bıraksın. Asla olamazdı ve olmadı da.

Bir hafta sonraki dersimde dernek yetkilisine dedim ki: "Bize birkaç hafta müsâde edin, yer bulur bulmaz çıkarız." Arkadaş bizi kırmadı ve birkaç hafta idare etti sağolsun. Tabii bu arada gelecek öğrenciler için ders yaptığımız mekânda ta'dilat çalışmaları başlamıştı. Ben bu arada yer aramaya başladım; bir câmi köşesi, bir kurs odası veya başka bir yer. Ne olursa olsun bir yer bulacak ve derslere devam edecektik. Yıllardır toplamaya çalıştığım ve bir Kur'an sofrası etrafında buluşturduğum güzümün nûru talebelerime "Çocuklar, artık bu iş bitti; dersleri bırakıyoruz, kısmet olursa bir başka zaman devam ederiz, " mi diyecektim. Asla!... Hocamın tarihi sözleri ve aramızdaki mîsak hükümsüz mü kalacaktı.


Cami derneğinin yurtdışından beklediği öğrenciler gelmişti. Bizse henüz yeni bir mekân bulamamıştık. Ders yaptığımız mekânın altında büyük sayılabilecek bir mutfak vardı. Ocak ve büyük yemek kazanlarının bulunduğu mutfakta bunların dışında talebelerimin sığabileceği kadar da bir yer vardı. Aklıma orası geldi. Yer buluncaya kadar orada idare etmekten başka çare yoktu. Orada ders yapmaya karar verdik ve birkaç hafta derslerimizi burada yürüttük. Rabbime sayısız hamdolsun.
Düşünün bir tarafta Kur'an sesleri, diğer tarafta aşçıların yemek servis hazırlıkları. Tabii etrafa yayılan yemek kokularıyla ocağın hararetli sıcağı da işin cabası.
Evet, biz burada derslerimize devam ettik ve hiç bırakmadık. Yeni bir mekân bulduğumuz tarihe kadar Kızıltoprak'taki ders mekânımızın mutfağında Kur'an dersi verdik.
Neden?

Çünkü biz hizmetkârdık, Kur'an hizmetkârı. Hizmetkârın yer beğenmeme gibi bir lüksü olamazdı. Hizmeti mekânın ihtişamına bağlamak haddimize değildi. Bugün bunu veren Allah yarın dilerse daha güzelini nasip eder inancıyla yaşıyorduk.


Neden derslere ara vermedik?

Çünkü Rabbim Kur'an hizmetkârları zincirinde bir halka olabilme şerefini bana nasip etmişti, nasıl reddedilebilir idi böyle bir makam. Allah'a sığınırım.


Niye devam ettik?

Sonuçta biz göle bir maya çalmıştık ve maya tutmuştu hamdolsun. Çalışmalarımızın istikbali parlaktı, o günlerden bunu görebiliyorduk. Hasat mevsiminde devşireceğimiz güzel meyvelerimiz olacaktı. Her türlü imkânsızlığa rağmen devam ettik, bırakmadık. Hâsılatı beklemeden mahsûl verecek tarlayı terk etmek olur muydu?

Her biri birbirinden kıymetli Kur'an talebeleri. Geleceğin Kur'an hocaları. Hocamın ifadesiyle kapımı çalan misafirler. Nasıl buyur demem, ikram etmem ve hele hele kapıyı yüzlerini kapatırım. Allâh korusun ve beni o derekeye düşmekten muhâfaza buyursun.
Yıllardır ne zahmet ve sıkıntılarla toplamış ve bir Kur'an sofrasında birleştirmişim. Âdeta nazlarıyla oynamışım. Hiç birini, evet hiç birini bilerek asla kırmamışım. Şimdi nasıl dağıtır ve yalnız bırakırım onları. Unutmamak gerekir ki toplamak zor, dağıtmak kolaydır.
c. Kadıköy Sadıkoğlu Mescidi'ndeki Derslerimiz

Kızıltoprak'tan ayrılma zamanı gelmişti artık. Yeni bir yer bulmuştuk ders mekânı olarak. Kadıköy Altıyol'daki Sadıkoğlu mescidi. Küçük bir mescid burası. Üst katta Cuma cemaatinin namaz kıldığı yerde çalışmalarımıza devam edecektik. Fena bir yer değildi; işimizi görecek, hiç yoktan iyidir diyecek kadar bir yer.


Ara vermeden başladık derslerimize. Talebeler gelip gidiyor, sayıları her geçen hafta biraz daha artıyordu. Öyle ki Kızıltoprak'tan sonra burası da Sadıkoğlu Kur'an dersleri diye meşhur olmaya başlamıştı talebeler arasında. Erkek ve kız olmak üzere kırka yakın bir talebe sayısına ulaşmıştık el-hamdü lillâh. . .
Bizim klasik ders usûlümüze burada da devam etmiştik. Önce toplu okuma, ardından ferdî dersler. Derslerimiz birkaç saati aldığından özellikle kış aylarında ikindi namazı ile çakışıyordu. Hareketli ve gelir geçer cemaati çok olan mescitte ders esnasında seslerimiz alt katta rahat duyuluyordu tabii. Kur'an sesleri mescitte, zaman zaman, okunan ikindi ezanı ile birbirine karışıyordu. Ezan sonrasında, yine bu sesler, namaz kılanları da etkiliyordu. Baktık ki bu şekilde pek uygun olmuyor, bundan vazgeçtik. Cemaat namaza durunca derse ara verip, namazı eda ettikten sonra tekrar devam etmeye başladık. Ancak bu da dersimizi bölüyor, tam kıvamında derse ara vermemize sebep oluyordu. Açıkçası bütün hızıyla devam eden bir dersi, namaz vakti yarıda bırakmak ile cemaatle namaz kılınırken dersi sürdürmek gibi “iki arada bir derede kalma” meselesi. Zor bir durumdu tabiatıyla.
1999 senesine kadar devam etti derslerimiz Sadıkoğlu'nda. Bu süre içinde hizmetimiz de, öğrenci katılımımız da büyümeye, gelişmeye devam etti. Dersin kalitesi artıyor, talebelerin seviyesi yükseliyor ve hizmetin çerçevesi genişliyordu. Rabbime ne kadar şükretsem azdır.
Bize daha özel ve bağımsız bir yer gerekiyordu artık. Düşünüyor, araştırıyor ve âdeta bize bir el uzansın istiyordum. 1999 senesinin yaz tatilindeydik. Marmara ilahiyat mezunlarından Medet Bala ile bu konuyu görüştüm. O tarihte Aziz Mahmut Hüdâyi Vakfı İlmi Araştırmalar Merkezi (İLAM) yurt müdürlüğü görevinde bulunan Medet beyle yaptığımız istişâreler sonucu konuyu Osman Nuri Topbaş hocaya açmaya karar verdik. Osman hocamızla makamında görüşüp durumu kendisine arzettim. Kendisiyle ilk defa görüşüyordum. Hizmetlerimden, talebelerden ve geldiğimiz noktadan bahsettim. Çok sevindi ve yardımcı olacağını söyledi. Osman hoca eğitim ve öğretim hizmetlerinin başına Kur'an hizmetini koymuş, bu işin ehemmiyetine inanmış bir insandı. Allah kendisinden râzı olsun.
Bana Küçük Çamlıca'daki Yeni Çilehâne câmiinin müştemilatında bir yerden bahsetti: "Hocam, oraya bir bakın, uygun görürseniz biz orayı istediğiniz gibi hazırlar ve size teslim ederiz." Ben vakit kaybetmeden Çamlıca'ya gidip yeri gördüm; büyük bir salon ve üç odadan müteşekkil büyük bir depo idi. Câmi altında âtıl durumda bir yerdi. Kararımızı verdik, "olur" dedik.
Eylül ortasında mekân bize teslim edildi. Her yönüyle hizmete hazır hale getirilen bu mekân bizim için kurumsallaşma yönünde atılmış en önemli adım oldu. Çalışmaların her aşamasında Medet beyle beraber bulunduk ve hiç üşenmedik. Boyasından badanasına, halısından, ışıklandırmasına, sandalyesinden sırasına ve odaların döşemesine kadar her şeyi ile ilgilendik.
d. Kur'an Hizmetlerimizin Altın Halkası: Çamlıca Eğitim Merkezi

Eylül 1999'da Çamlıca derslerimiz başladı. Sadıkoğlu'nda sayıları kırka yaklaşan öğrencilerimiz Çamlıca'ya taşındığımızda daha da artmaya başladı. 2000'li yıllar Çamlıca Eğitim Merkezi'ni Kur'an hizmetlerinde önemli bir marka yaptı.

Sayıları iki yüzü bulan öğrencisiyle,

Yirmiyi aşkın yetişmiş Kur'an asistanıyla,

Muhteşem Kur'an ortamıyla,

Kur'an-ı Kerim tashîh-i hurûf ve tecvid ihtisas programlarıyla,

Saatlerce süren dersleriyle,

Hoca, kalfa ve çırak sistemiyle,

Toplu okumalarıyla,

Ferdi ders dinleme yöntemleriyle,

Hoca-talebe, baba-evlat ve ağabeyi-kardeş ilişkileriyle,

Sırf öğrenme ve öğretme niyetiyle uzak yerlerden ve hatta şehir dışından gelen Kur'an sevdalılarıyla,

Hiçbir menfaat, karşılık, belge vs. beklentisi olmayan öğrencileriyle,

Kolektif çalışma ruhu ile,

Ekip bilinciyle,

Kur'an sofrasında toplanmış gençleriyle.

Çamlıca bir ekol, bir marka olmuştu artık.

Bölge, Türkiye ve dünya birincileri yetiştiren bir ocağa dönüştü Çamlıca.

Yaşanan başarılar ve güzellikler, Çamlıca’daki Kur’an hizmetlerimizi klasikleştirdi adeta.

Rabbim bana Çamlıca ile dünyalar lutfetmişti. Başarılar birbirini takip ediyordu.

Diyanet imamlık imtihanlarında öğrencilerimizin başarıları her yerde konuşuluyordu.

İlahiyat fakülteleri Kur'an araştırma görevliliği için bizden talebe istiyorlardı.

İstanbul'da ve Türkiye'de Çamlıca'dan bahsediliyordu.

Çamlıca çalışmaları 2010’lu yıllarda kurumsal olarak ve müstakil binalarda yapılacak hizmetlerin müjdesini veriyordu.

Çalışıyorduk, Allah (cc) da veriyordu.

Hedefimiz büyüktü ve Hz. Kur'an'ın şanına ve şerefine yakışır bir hizmet anlayışını ortaya koymak ve bu alanda ilerlemekti.

Düstûrumuz, hoca olan yerde talebe, talebe bulunan yerde hoca olmaktı.

Hedefimiz her ders daha çok çalışarak, kendimizi geliştirerek, teknolojinin sunduğu imkânları kullanarak hizmeti tüm ülkeye ve dünyaya yayıp bütün talebelere ulaşmak.

Ehliyetli Kur'an hocaları, mesleki bilgi ve mahâret sahibi imam ve müezzinler, din derslerinde başarılı ilahiyat ve imam-hatip öğrencileri yetiştirmek.

Son tahlilde iyi insan olmak, gerçek Müslümanlığı yaşamak, aydın din adamı olarak insanımıza hizmet etmek ve Allah (cc)'ın dinine karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek.


İşte, Çamlıca Eğitim Merkezi'mizde ve daha sonraki hizmet halkalarımızda gerçekleştirmek istediğimiz hedeflerimiz bunlardı.
28) Hz. Osman'ın Rivâyet Ettiği Meşhur Hadîs-İ Şerif'in Kur'an Hizmetleri Bağlamında Düşündürdükleri

Hz. Osman'dan gelen bir rivâyette Resûl-i Ekrem (sav) buyurmuştur ki: "Sizin en hayırlı olanınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir (Buhârî, Fezâilü'l-Kur'an, 21; Ebû Dâvûd, Vitr, 14; Tirmizî, Fezâilü'l-Kur'an, 15).


Bu hadis çok meşhurdur ve Kur'an ilimleriyle meşgul olan hemen herkes tarafından bilinir. Bununla birlikte hadisin işaret ettiği hususlar üzerinde başta Kur'an hizmetiyle meşgul olanlar olmak üzere bütün Müslümanların yeterince durduklarını söylemek mümkün müdür? Bu konu tartışılır.

Yüklə 220,88 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə