59
yönlendirme bildiren biçimidir. nsanlar, amaçlarını gerçekleştirmek için –dır’ın bilgisine
ihtiyaç duyabilirler. Ancak Hume’un asla gözden kaçırılmamasını istediği husus, olgu
cümlelerinin doğruluk ve yanlışlıklarından bahsetmek mümkünken değer bildirimleri için
bu söz konusu değildir. Ahlâkî iyi ve kötü, bir şeyin ahlâkî faile ve tarafsız gözlemciye
nasıl geldiği/göründüğü ile ilgilidir.
Hume’un yaklaşımı, deontolojik –meli/-malı ile sonuççu –meli/-malı arasındaki
farkı ortaya koyar. Hume’un –meli’si, ödev bildirmez, istek bildirir; bu yüzden o, -mak
zorundasın
’dan farklı olarak –manı/-mayı istiyorum demektir. Örneğin deontolojik/ödevci
anlamda “Yalan söylememelisin.” demek, hangi koşulda olursa olsun, başkalarını mutsuz
edecekse bile yalandan uzak durmak zorundasın demektir. çinden iyi bir ses, tek bir olaya
mahsus olarak yalan söylemenin hem kendin hem de başkaları için iyi olacağını söylese
bile yalan söyleyemezsin. Çünkü insanlar, “Yalan söylememelisin.” yasasına karşı
sorumludurlar. Oysa sonuççu anlamda “Yalan söylememelisin.” demek, ahlâkî failin veya
tarafsız gözlemcinin ahlâkî duygularının/duyularının yalan söylemek için bir neden
sağlamaması/sağlayamaması demektir. Ahlâkî duygularımız bizde yalan söylememe isteği
uyandırdığı için yalandan uzak dururuz.
Hume, olanla olması gereken arasındaki bu ayrımla sübjektif bir ahlâkı savunur.
Değer yargıları şahsîdir (ve iyi, olguların bir özelliği değildir). Ancak Hume, insan
doğasında bazı ahlâkî özeliklerin bulunduğuna inanır. nsan doğası, hem iyi hem de kötü
bazı özellikleri içinde taşır. “Biz sinemizde insanlık için bir takım iyilik ve dostluk
kıvılcımları taşırız; bünyemiz, kurdun ve yılanın unsurlarını barındırdığı gibi beyaz
güvencininkini de barındırır.”
152
Hume, yardımseverliğin, dostluğun, şefkatin vs. insan
doğasının ahlâkî özellikleri olduğunu söyler.
153
Bu, iyiliğin insanda doğal bir nitelik olarak
bulunmasıdır. Bu sayede tarafsız gözlemci ve ahlâkî fail, ortak bir değer yargısına
ulaşabilmektedirler. Başka bir ifade ile bir olay üzerinde ortak bir hissiyatı
paylaşabilmektedirler. nsan doğasının bu özelliği, bizim duygusal tepkilerimizin, heyecan
ve öfkelerimizin ahlâkî karakterini temin eden şeydir. Onlar olmasaydı, isteklerimizin
ahlâkîliğinden asla emin olamazdık.
Hume’da bu şekliyle olgu-değer sorunu, bir modalite sorunudur. Ancak sorunun
ikinci bir yönü daha vardır. “Ahlâkî olgular var mıdır?” sorusu açısından bakıldığında
Hume, olumsuz cevap verir. Gökyüzünün bulutlu olması veya odanın sıcak olması gibi
olguların doğru veya yanlışlığını duyularımızla algılayabiliriz; ancak babanın oğluna
vurması veya Afganistan’da büyük bir depremin olması gibi olguların iyiliğini veya
kötülüğünü ahlâkî duyumuzla kavrarız ve ahlâkî duyularımız, bize doğru ve yanlışı değil
1
1
5
5
2
2
Hume, EPM, s. 147.
153
Age.
, s. 77.
60
iyi ve kötüyü verir.
2. Moore’un kaygısı, Hume’dan çok daha farklıdır; hatta birçok açıdan Hume’a
karşıttır. Moore’un sorunu, olgu bildiren bir cümleden ahlâkî bir yargının çıkarılıp
çıkarılamayacağı; başka bir ifade ile değerin olguların bir özelliği olup olmadığı ile
ilgilidir. Hume, değerin olguların bir özelliği olup olmadığıyla doğrudan ilgilenmedi; daha
doğrusu ahlâkla ilgili temel sorunu burada görmedi. O, daha ziyade ahlâkî dilin mantığı
üzerine odaklanmıştı. Moore, insan doğasını bilmenin bize ne yapmamız gerektiğini
gösteremeyeceğini söyleyerek öncelikle Hume’un da içinde bulunduğu natüralizm akımını
eleştirerek işe başlar. Moore, kendinden önceki ahlâkçıların yaygın bir yanılgıya düştükleri
ileri sürer. O, buna “doğalcı yanılgı” adını verir.
154
20. yüzyıl ahlâk felsefesi, G. E. Moore’un natüralizm eleştirisi ile başlar.
Natüralizm, iyi ve kötü başta olmak üzere ahlâkî terimleri tanımlamanın mümkün olduğu
tezine dayanır. yi, kötü ve hak gibi ahlâkî terimler, doğrudan ahlâkın konusu olmayan
veya ilk duyduğumuzda ahlâkla ilgili bir terim olarak algılamadığımız mutluluk, haz,
sağlık, Tanrı buyruğu, irade, isteme gibi terimlerle tanımlanabilir. Natüralizme göre ahlâkî
cümleler, önermeleri yansıtır ve ahlâkî olmayan cümlelere indirgenebilir. Bu düşünce, en
temelde iyilik, kötülük ve hak gibi ahlâkî özelliklerin eşyanın doğal özellikleri olduğu
kabulüne dayanır.
155
Moore’un natüralizm eleştirisi, iyiliği eşyanın doğal özelliği görme fikrine idi.
Moore, bu yanılgının ahlâkın temel sorusunun yanlış sorulmasından kaynaklandığını ileri
sürdü. Ahlâk metafiziğinin temel sorusu, “Ne yapmam gerekir?” değil, “Kendinde iyi
nedir?” sorusudur. kinci soru, birincisinden çok daha önemlidir.
156
Moore, bu soruyu
cevaplandırmak ve ahlâkî natüralizmi eleştirmek için “aslî değer” (intrinsic value)
düşüncesini ortaya koydu. En yüksek ahlâkî iyi, aslî değere sahiptir. Aslî iyi, başka her
ş
eyden bağımsız olarak kendinde iyidir; aslî kötü de başka her şeyden bağımsız olarak
kendinde kötüdür. yiyi her türlü eşya, olgu ve şahıstan izole ettiğimizde o, hâlâ iyi olmaya
devam ediyorsa ona ahlâkî iyi veya aslî iyi adı verilir. Kötüyü her türlü eşya, olgu ve
ş
ahıstan izole ettiğimizde o, hâlâ kötü olmaya devam ediyorsa ona aslî kötü denilir. Moore,
buna değerle ilgili “izolasyon testi” adını verir.
157
Moore, natüralist teorilerin izolasyon testinden geçemediklerini ileri sürer. Çünkü
natüralistler, iyiyi eşyanın bir özelliği olarak gördükleri için onu (iyiyi), özelliği olduğu
154
G. E. Moore, Principia Ethica, Cambridge University Press, New York, 1903, ss. 13-4, 18-20.
Moore’un takipçileri, Hastings Rashdall, Franz Brentano, J. M. E. McTaggart, H. A. Prichard, W. D.
Ross, C. D. Broad.
155
Thomas Baldwin, G. E. Moore, Routledge Press, New York, 1990, ss. 81-4.
156
Moore, PE, ss. ix, 37.
157
Moore, PE, s. 187.
Dostları ilə paylaş: |