168
mutabık bir söylemleri olmadı.
Burada temel sorunlardan biri, toplum ve birey arasındaki ilişkinin doğası idi.
Kendi hazlarımızın başkalarının hazları ile nasıl bir ilişkisi olacaktır? Değer
düşüncesinde buna bencillik-diğerkâmlık sorunu adı verilir. Bu, doğrudan deontolojiye
ait bir sorun değildir; çünkü deontoloji, ahlâkta bireyselliği baştan elemiştir. Buna
rağmen Kant başta olmak üzere birçok deontoloji düşünürü, sistemlerinin diğerkâm
olduğunu ileri sürer. Bu bir hatadır. nanca dayalı bir anlayış, kendini başkalarının
yerine koyma gibi duygusal bir anlamı ifade eden diğerkâmlıkla uyuşmaz.
Ahlâkî duygu teorisi, diğerkâm bir ahlâkî anlayış getirir. Haddizatında Hume
ve Smith’in itirazları, Mandeville’in önerdiği bencil piyasa ahlâkına idi. Ona göre ahlâk
bozukluğu sanıldığı kadar kötü değildi ve hatta bireysel menfaati önemsemenin
herkesin kendi menfaatini korumasını ve bunun da âdil bir toplum oluşmasını
sağlayacağını savundu. Kişisel ahlâk bozukluğu, kamu menfaatine yol açar.
470
Öncelikle Hume, bu tür yaklaşımları kınadı ve eksik buldu. O, ahlâkın sadece bencil
duygularda aranmasını eleştirdi. Bizde bir takım duygular da vardır ki onları tatmin
ettiğimizde de mutlu oluruz. Bunlar, kendimize değil hemcinslerimize karşı
duygularımızdır. Smith, Hume’un fikirlerinin sistemleşmesine en büyük katkıyı yaptı ve
bu gerekçelendirme yöntemine “ahlâkî duygu teorisi” adını verdi. Ayrıca bu
gerekçelendirme tarzının temel terimlerini açıkça ortaya koydu. Bu terimlerin en
önemlileri, “sempati” (sympathy) ve tarafsız gözlemci (impartial spectator) idi.
471
Ahlâkî duygu teorisi, “ahlâkî nitelikler” sorunu ile ilgilenir. Sempati ve tarafsız
gözlemci terimleri, ahlâkî nitelikleri anlamanın bir yolu olarak görülür. Bu düşüncenin
modern takipçileri olan David Wiggins, John McDowell ve Thomas L. Carson gibi
düşünürler, ahlâkî nitelikleri renkler gibi ikincil nitelikler olarak gördüler. Onlar buna
“ideal gözlem teorisi” adını verdiler. Renklerle ahlâkî nitelikler arasındaki benzetme,
Hume’a kadar geri gider. Renk teorisine göre renklerle ilgili olgular, ideal ışık altında
normal gözlemcilerin tepkileri ile ilgili olgulardır. Zira kırmızı bir obje, iyi ışık altında
normal gözlemcilere kırmızı görünmesi nedeniyle kırmızıdır. Aynı şekilde Hume’a
göre, erdemsiz (kötü) bir eylem, ideal şartlar altında normal bir (tarafsız) gözlemciyi
memnun edememesi nedeniyle yanlıştır.
472
Aynı şekilde ahlâk, tarafsız gözlemcilerin
eylemleri algılamaları ve bu eylemler karşısında takındıkları tavırla ilgilidir.
Gözlemcilerin bu algılamalarından bağımsız bir ahlâkî yargı düşünülemez. Bu durumda
470
Beauchamp, agm., s. 20.
471
Smith, age., ss. 9-13.
472
Harman, age., s. 182.
169
ahlâkî failin ve tarafsız gözlemcinin nitelikleri, onların birbirleriyle olan ilişkilerini
sağlayan unsur ve genel alışkanlıkların; yani geleneğin bu durum üzerideki etkisi gibi
sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Ahlâkî bir kararın iyi ya da kötü olması, tarafsız gözlemcinin ona nasıl tepki
vereceğine bağlıdır. Bizde bulunan bir takım ahlâkî nitelikler, faille gözlemci arasında
ahlâkî bir ilişkinin kurulmasını sağlar. Bu ilişki, bizde bulunan ahlâkî bir özellikle
sağlanır: sempati. Tıpkı gözümüzün ışığı algılaması gibi bir gözlemci, sempati
sayesinde başkalarının haz ve acısını hisseder. Ahlâkın amacı hazzı elde etmek ve
acıdan kaçınmaktır. Hume’a göre bizler, başkalarını mutlu eden ve onların
mutsuzluklarını azaltan tercihlerle mutluyuz. Bizi mutsuz yapan şey de yine başkalarını
da mutsuz yapan tercihlerdir. Fakat Hume, başka etkenlerin de bu tepkileri
etkileyeceğini düşünür: farklı çağrışımlar, psikolojik genellemeler, alışkanlıklar ve
gelenek.
473
Smith de ahlâkî yargıların tarafsız bir gözlemcinin duygudaşlığına (sympathy)
dayandığını kabul eder. Smith, insanoğlunun ahlâkî davranışa sevk edici sempati ve
dostluk hissini içinde barındıran “orijinal bir dürtü”ye sahip olduğunu iddia etti;
bununla ilgili olarak şöyle yazdı: “Biz bu dürtüden, onu tecrübe etme hazzı dışında
hiçbir şey bekleyemeyiz.” Biz başkalarının sempatisine ihtiyaç duyduğumuz için, onlara
sempati duyarız; bu yüzden başkaları hakkında tarafsız seyirciler/gözlemciler gibi
hüküm vermeye çalışırız; onlar da bizim için aynı şeyi yaparlar. Sempatinin mahiyeti ne
olursa olsun, kendi başına ahlâk kurallarını ortaya çıkaramaz. Davranış kuralları,
yalnızca başkaları ile birlikte hareket etme tecrübesinin bir sonucu olabilir. Bu tecrübe,
iki diğer iç dürtüden çıkmıştır. Biri, ‘bizimle birlikte rahimden gelen ve mezara
girinceye kadar asla bizi terk etmeyecek olan, durumumuzun daha iyi olmasını isteme’,
diğeri ise ‘bir şeyi diğer bir şeyle değiştirme (mübadele) eğilimi’dir.”
474
Sempati, bizim sahip olduğumuz en temel ahlâkî özelliktir. Diğer taraftan
ahlâkın amacı, “hazzı elde etmek ve acıdan kaçınmaktır”. Böyle bir amaç, bizim hazzı
en çok istiyor olmamızdan ve acıyı hiç istemiyor olmamızdan çıkar. Ancak haz ve acı,
ahlâkın tek başlarına duyguları olamaz. Bizde başka ahlâkî duygular da vardır. Daha
önce Hume ve Smith’in ahlâkî duygularından bahsetmiştim. Tekrar özetle onlar,
yardımseverliği, hayırhahlığı en önemli ahlâkî duygulardan biri kabul ederler. O,
başkalarına karşı ilgilerimizle ilgilidir. Hume, ‘sempati’ye dayanarak yardımseverliği
4
4
7
7
3
3
Harman, age., s. 202.
4
4
7
7
4
4
Suri Ratnapala, “Moral Capital and Commercial Society”, The Independent Review, cilt. VIII, sayı
2, 2003, s. 224.
Dostları ilə paylaş: |