39
aksini de tercih edebiliriz. Bu anlamda tercihin bir yatkınlık mı yoksa eylem mi olduğuna
karar vermek çok zordur. Buna rağmen faydacılığın ve klasik deontolojinin karar
biçiminden farklı olarak liberteryenizm, bir seçim teorisi olarak karşımıza çıkar.
Değerlerimizi meydana getiren şey, seçimlerimizdir.
Eğilimle ortaya çıkan karar veya eylem, niyetli/kasıtlı (intentional) bir eylemdir;
yatkınlıktan dolayı yapılan eylem, hazır bulunmuşlukla ilgilidir; iradî bir karar ise gönüllü
(voluntary) bir eyleme götürür. Bu ayrımı şöyle bir örnekle daha da belirginleştirebiliriz.
ş
kence altında ifade veren bir kimseyi düşünelim. Bu kişi, kendisini korumak için yalan
söylemesi gerektiğini düşündüğü halde yalan söyleyemiyorsa doğruyu söylemek, bu kişide
bir yatkınlık haline gelmiş demektir. Doğruyu söylemek, bir anlamda, kişinin otomatik
davranışı haline gelmiştir. Yatkın insan, ondan başkasını yapamayandır. Gerçeğin kendi
ağzından değil de başka bir şekilde öğrenilmesi muhtemelken ve sonuçları daha ağır
olacakken kişinin doğruyu söylemesi kasıtlı; gerçekten doğruyu söylemesi gerektiğini
düşündüğü için böyle yapması da gönüllü/iradî bir eylemdir. Genel olarak işkence altında
verilen ifadeler, kasıtlı olur; gönüllü olmaz; çünkü gönüllü kişi, konuşmaya hazırdır.
Değer biçme veya verme konusundaki bu üç tarzda da ortak olan bir yön vardır:
Ahlâkî karar bir bilinçten çıkar. Çoğu zaman bunu ifade ederken düşünürler, ahlâkî
eylemin özgür iradeden çıktığını söylerler. Bu tartışma, özgür iradenin ahlâkî davranış için
yeterli olmadığını açıkça gösterir. Doğru olan şey, ahlâkî davranışın bir bilincin ürünü
olduğudur. nsanî ayıpların en büyüklerinden biri olan işkenceye maruz kalmış bir kimse,
iradeden yoksun demektir; ancak bu kimse için de ahlâkî davranışın mümkün olduğunu
söylediğimizde artık özgür irade, ahlâkî davranışın bir şartı olmaktan çıkmış demektir. Bu
anlamda bilinç sahibi varlığın yaptığı davranışın ahlâkîliğinden bahsedilebilir. Eğilim,
irade ve yatkınlık terimleri, ortak olarak bilinç durumunu ifade eder. Ancak bilinç, bunların
her birinde aynı şekilde olmaz. rade tam bir bilinç durumunu ifade ederken eğilim daha
az, yatkınlıksa daha az bilinç durumuna işaret eder. Ahlâkî yatkınlığın bazı durumları, belli
belirsiz bir bilinç halidir. Beşinci kattaki evimizin penceresinden baktığımızı farz edelim.
Pencereden düşebileceğimizi ve hayatımızı kaybedebileceğimizi çok az düşünürüz. Ancak
yine de pencereye pek yakın durmaz ve aşağıya sarkmayız. Hiç düşünmesek bile aşağı
düştüğümüzde zarar göreceğimizi biliriz. Burada çok az bir bilince sahip olmamıza rağmen
hayatımızı ve sağlığımızı korumamız, çok güçlü bir yatkınlıktır. Ancak ahlâkî yatkınlık, bu
durumu kazanılmış bir beceri ve yetenek olarak görür. Bu anlamda yatkınlığı, doğuştan
gelenler (içgüdüsel) ve sonradan kazanılanlar olarak iki sınıfa ayırabiliriz.
Quine ve Ullian, yalan söylememenin insanlarda bir eğilim olduğunu ileri
sürerler. Bu, insanı memnun eden bir eğilimdir. Ancak kişisel menfaat da insanda bir
eğilimdir. Dolayısıyla, ahlâkî davranışın bir eğilimden çıkması, insana tam bir motivasyon
40
veya yaptırım sağlayamaz. Çünkü insanoğlu, ahlâkî olmayan eğilimlere de sahiptir. Bu
yüzden ahlâkî eğilim, yeterli bir açıklama değildir. Quine ve Ullian, inançlarımızın –artma
ve eksilme göstermelerine rağmen- bir eylem değil bir yatkınlık olduğunu da savunurlar.
nanma ve değer biçme, ağır gelişen ve gözlemlenemeyen bir yatkınlıktır. Uygun ortam
belirdiğinde belirli biçimde karşılık verebilme yatkınlığıdır; bir tür davranışa hazır olma
durumudur.
100
Ancak eğer bir şeye doğuştan yatkın değilsek bizi bir şeye yatkın hale
getiren inançlarımızdır. Örneğin çalmanın kötü bir şey olduğuna inanıyorsak çalmama
bizde bir yatkınlık haline gelebilir. Bu durumda çalmanın kötü bir şey olduğuna inanan bir
hırsızın, çalmaya olan yatkınlığını nasıl izah edebiliriz? Açıkçası çalmanın kötü olduğuna
inanan kişide çalmanın yatkınlık olarak kalması mümkün değildir. Onun artık bir eğilim
olduğunu söylemek, daha doğrudur.
Kasıt veya eğilim terimleri, irade ve yatkınlıktan çok daha farklı bir anlamı içinde
barındırır. Kasıtlı eylem veya karar, belirgin bir amaca yönelmiş karar veya eylemdir.
Örneğin ahlâkın amacının mutluluk olduğunu söylediğimizde açıkça duygularımızın ve
arzularımızın ahlâkî belirleyiciliğini ifade etmiş oluruz. Oysa yatkınlık ve seçim belli
belirsiz bir amaç gözetmeyi veya hiç gözetmemeyi ifade eder. Ancak özellikle
Aristoteles’in seçimle ilgili söylediklerinden sonra onunla gerçekten neyin kastedildiği çok
açık değildir. Seçim, ya bir yatkınlığı ya da bir eğilimi ifade eder. Eğer seçimi sağlayan şey
zihinse o bizde bir yatkınlık olarak bulunur. Eğer seçimi sağlayan şey duygusal
beklentilerse o bizde eğilim olarak bulunur.
Liberal düşünürler, bu iki yaklaşımı çok belirgin bir şekilde savunurlar.
Deontoloji, bir yatkınlık teorisi iken sonuççuluk (faydacılık), bir eğilim teoridir. Kant’ın
“Eyleme ahlâkî değerini veren şey, ne korku ne de eğilimdir. Yalnızca yasaya saygı
güdüsüdür.”
101
derken ifade ettiği şey, ahlâkın bir yatkınlık olduğudur. Eğilim, kişisel
beklentilerin karşılanması ve duyguların tatmini için bireylerin almış olduğu anlık kararları
ifade eder. Deontoloji ahlâkı ve diğer toplum kurallarını bu tür kişisel tecrübelere
bağlamayı uygun görmez.
a) Yatkınlık olarak değer: Ahlâk kuralları, kişisel tercih ve eğilimlerimizden
bağımsız olarak oluşurlar. Ahlâkî değerler, onların benimsenmesi ve davranış kuralları
haline getirilmesiyle oluşur. Ancak değerlerin kabul edilmesi, bizde eylem şeklinde ortaya
çıkmaz. Bir şeye değer verme, ağır gelişen ve gözlemlenemeyen bir yatkınlıktır. Bu
yatkınlık sayesinde insanlar, uygun ortam belirdiğinde belirli biçimde karşılık verebilme
kabiliyeti kazanırlar; bu yatkınlık, bir tür davranışa hazır olma halidir: Değerler, bizde
yatkınlık olarak bulunur.
100
Quine ve Ullian, age., s. 17, 51.
101
Kant, age., s. 58.
Dostları ilə paylaş: |