31
çıkmaz; o duygusal bir tepkiyi ifade eder. O, değer biçilen şeye şahsî bir yüklemede
bulunmayı ifade eder. Ancak deontoloji, değerlerin şahsîliğini kabul etmez. Değerler,
eşyaya bizim yüklediğimiz bir özellik değildir; onlar, eşyanın zâtî özellikleridir (Kant,
Rawls). Bu iki değer anlayışı arasındaki fark, değer ve inanç arasındaki ilişki irdelenince
daha iyi ortaya çıkacaktır.
Henry Sidgwick (1838–1900) ve G. E. Moore (1873–1958), değerleri herhangi bir
ş
eyden bağımsız kendi başına özellikler olarak gördüler; ancak onlar değerlerin soyut
akılla, akıl yürütmeyle elde edilmediğini; çünkü değerlerin apaçık olduğunu savundular.
Moore’a göre değerler şahsî olmadığı için değer biçmekten ziyade değeri keşfetmekten
bahsedilebilir. nsanda değerleri keşfeden yeti, hislerdir.
2. Hissi Önceleme: His, genel olarak duyu, duygu ve sezgi anlamlarında
kullanılır. Ancak burada daha ziyade rasyonel bir sezgi veya gerçeği anlamamızı sağlayan
ahlâkî bir duyu anlamında kullanılmaktadır. Francis Hutcheson (1694–1746), David
Hume (1711–1776) ve Adam Smith (1723–1790) hissi (feeling, sense, affect) ahlâkî bir
duyu (altıncı duyumuz gibi) gibi anladılar ve onu duyguya benzer bir şey olarak
tanımladılar. Onlar, hissin haricî değil dâhilî bir duygu olduğunu; ancak haricî duyulara
benzediğini ileri sürdüler. Haricî duyularımız renk, ses, koku, tat gibi özellikleri; dâhilî
duyumuz ise sevimli, çirkin, erdemli, tiksindirici, doğru, yanlış gibi özellikleri idrak
etmemizi sağlar.
76
Ahlâkî ilişkilerimiz hislerimizi harekete geçirir. Bu bizim özel bir ahlâkî
yetimizdir. Hutcheson, bu yetimiz sayesinde “başkalarının ahlâkî niteliklerini
algılayabildiğimizi” söyledi. Smith, buna “sempati” adını verdi. Smith’e göre değer, ahlâkî
failin şahsî bir özelliğidir. Tarafsız gözlemci, ahlâkî duyu sayesinde bu özelliği kavrar.
Ancak bu arada kendisi de ahlâkî bir faildir. Bu karşılıklı ilişki, hislerimizin etkisiyle
ahlâkî yargıyı ortaya çıkarır.
G. E. Moore’a göre ise değeri, his sahibi varlıklar ortaya koyar. Ancak onların
ortaya koyduğu değer, şahısların veya nesnelerin doğal bir özelliği değildir; doğal objelerin
doğal olmayan bir özelliğidir. Bu özelliği veya değeri açığa çıkaracak olan, insanî his ve
sezgidir.
77
Bu düşünceye göre his, bir değer biçme yetisi olmaktan ziyade kendi başına var
olan değeri kavrama yetisidir. Ahlâkî ilişkilerimiz hislerimizi harekete geçirir. En yüksek
ahlâkî değer olarak iyi, basittir ve hislerimize apaçıktır. Hislerimize apaçık olan değerler,
kendilerini bize açar.
Hissi önceleyen anlayışa göre tavırların (attitude) kaynağında hisler vardır.
Burada his ve tavır aynı anlamda kullanılır.
78
Ancak değerler, daha ziyade hayatın
76
Smith, age., s. 322. Smith, Hutcheson’u bazı yönlerden eleştirerek Hume’a yakın durur.
77
Gaus, age., s. 83; Recep Kılıç, Ahlâkın Dinî Temeli, TDV yay., Ankara, 1992, s. 55.
78
Gaus, age., s. 120.
32
duygusal yönüyle, eğilimlerimiz ve beklentilerimizle ilgilidir.
79
Bu yüzden en uygun değer
teorisi, arzuyu önceleyen anlayıştır.
3. Arzu ve radeyi Önceleme: Bazı ahlâk teorileri, değer biçmeyi arzu ve
iradenin konusu olarak görür. Buna göre esasen, memnuniyet veren/tatmin edici tecrübe
değerlidir. nsanları ahlâkî değer biçmeye sevk eden şey, isteklerini/arzularını memnun
etme çabasıdır. Memnuniyet, kendi başına değerlidir ve değeri ortaya koyan şeydir. Bu
anlamda tatmin olma isteği, değer biçmeyi sağlayan yetidir. F. C. T. Moore
80
, arzuyu temel
alan bir değer anlayışı önerir. O, isteme/arzu etme konusunda tecrübeden soyutlanmış, salt
bir irade fikrini başlangıç noktası yapar. Ancak bu düşünce, çok geniş bir yelpazeye
yayıldığı için belirsiz bir görünüm sergiler. Örneğin Derek Parfit, “arzu” (desire)
kelimesini niyetlere, planlara ve diğer amaçlara kadar genişletti. E. J. Bond ise arzu veya
istemeyi iki anlamda alır. Geniş anlamıyla arzu, harekete geçirici bir eğilimdir. Dar
anlamında ise iradenin gayretini gerektirmeyen bir istek/eğilimdir. Birincisine göre her
eylem, insanların bir istediğini memnun etmek/yerine getirmek için yapılır. Arzu teorisi,
ilk çağ hedonizminden günümüz faydacılığına kadar, her biri çok farklı birçok anlayışın
temelini oluşturur. Bunlardan bir kaçını şöyle sıralayabiliriz:
(a) Tutkuları memnun etme modeli (craving-satisfaction model): Değer,
arzuları tatmin etme isteği olarak tanımlanır. Bir kimse arzularını tatmin etmek için
eylemde bulunur. Ancak her türlü eylemi böyle algılayabilir miyiz? Açlık, susuzluk, acı,
sevinç, sevmek vs. aynı güdüyle mi hareket etmemizi sağlayacak? Bu bütün eylemleri
kapsayacak yeterli bir izahtan yoksundur. Arzu, burada genel olarak amaç ve beklentilerin
yerine getirilmesi olarak tanımlanır. Her ahlâkî eylem için bir arzunun olması gerekir. (b)
Davranışa eğilme formülü (the propensity to act formulation): Bu, Bond’un harekete
geçirici eğilim modelidir. nsanlar sık sık bazı davranışları tekrarlama ve bunlarla bazı
amaçlarını gerçekleştirme eğilimi taşırlar. (c) Arzuyu amaç gören aşırı yorum:
Davranışların yönünü belirleyen şey, sadece bizim arzularımızdır. Nasıl ve ne zaman
davranacağımızı arzularımız belirler. (d) Tercih anlayışı: Morton A. Kaplan, R. M. Hare,
modern felsefede pek popüler olmasa da ilgi (interest) ve ihtiyaçları (need) yeğleyerek
yapılan en iyi açıklamadır. Bu düşünce, değeri insanî gelişim ve bunun için gerekli olan
ş
eyler yoluyla açıklar. nsanlar, biyolojik ihtiyaçlar da başta olmak üzere bunları en iyi
ş
ekilde karşılayacak şekilde davranırlar.
81
4. htiyaçlar: Bazen sorumluluklardan, fizikî bir engelden veya hastalıktan dolayı
bir şeyi tercih etmek zorunda kalabiliriz. Burada beğenmekten ziyade ihtiyaç ve zaruret,
79
Age.
, s. 25.
80
Kitabının ismi, The Psychological Basis of Morality: An Essay on Value and Desire.
81
Gaus, age., ss. 85–102.
Dostları ilə paylaş: |