47
olan eylemler, başkalarına ve kendimize zarar verici olabilir. Bu yüzden şehvet, bağımlılık
veya kapris gibi etkenlerden birisiyle yapılan eylemler ahlâkî kabul edilemez. Bunlar,
bizde var olan tavırlardır ve bunları ahlâkî kılan bazı rasyonel ölçütlere ihtiyaç vardır.
125
Deontoloji, bunlara ahlâkî bir karakter kazandırmanın yollarını arar ve bu isimle anılan
yöntemi geliştirir: deontolojik yöntem. Kant’ın, Sandel’in, Rawls’ın, Gauthier’in ve
Gewirth’ın yöntemleri, bu amaca hizmet eder. Diğer taraftan sonuççu yöntem, başkalarını
nazar-ı dikkate alarak veya onlara zarar vermeksizin bu tavırların mutluluğu artırmak ve
acıdan kaçınmak için kullanılmasını önerir ve bunu arzuların ahlâkî tatmini olarak görür.
Deontolojik yöntem, ahlâkı bir amaçla ilişkilendirmediği için rasyonel ahlâkî
tutumların kendi başına (bir kimsenin varlığından bağımsız) değerli olduğunu düşünür.
Sorumluluk, saygı, sevgi, utanma rasyonalize edilmiş temel bazı deontolojik tutumları
ifade eder.
126
Amaçla ilişkilendirilmiş teoriler, tavırların mutluluğa ulaştırmada veya genel
anlamda arzuları tatmin etmede motivasyon (isteklendirme) unsuru kabul eder. Bu
anlamda ahlâkî failin değer biçmesi/vermesi, bir tavır almanın yanında bu tavrı dışa
vurmayı, yani ahlâkî davranışı yapmayı beraberinde getirir. nanç ve bilgi, zorunlu olarak
tavrı gerektirmediğinden zorunlu olarak da bir eyleme yönlendirmez; ancak değer biçme,
varlığını eylemde bulur.
Deontoloji, yapıp etmelerin ahlâkîliğinden ziyade niyetlerin ahlâkîliği üzerinde
durur ve bir anlamda değer ile eylemi birbirinden ayırır. Eylemi gerçekleştir(e)miyor
olmamız, değerlerimize zarar vermez. Ne yapıyor olduğumuz değil neye değer verdiğimiz
önemlidir. Sonuççuluk ise gerçekleşememiş eylemlerin değerleri zedelediğini düşünür ve
değer ile eylemin birbirinden ayırmaz. Bu anlamda deontoloji tam bir değer teorisi
olarak karşımıza çıkmaz; o daha ziyade bir inanç teorisi olarak vardır. Ahlâkî
davranışlarımızı yerine getirmememiz, ahlâkî inançlarımızı etkilemez. Bentham’ın da ifade
ettiği gibi niyetle sonuç arasındaki ahlâkî bir bağlantıyı var saydığımızda bizi yönlendiren
ş
eyin tavırlarımız olduğunu söylemiş oluruz. Ancak ahlâkî açıdan bu bağlantının zorunlu
olmadığını üşündüğümüz anda bizde daha yerleşik olan bir şeyden bahsediyoruz demektir.
Tutum, bu türden yerleşik bir durumu ifade eder.
John L. Mackie (1917–1981), bilimin bu dünyada iyi ve kötüyü ayırt etmemizi
sağlayacak “değer biçme olgularına” veya bizim herhangi bir “ahlâkî duyu organına” sahip
olmadığımızı söyler.
127
Bilimin ahlâkî yargılar üzerindeki etkisi, daha ziyade olgu-değer
problemi ile ilgilidir. Bütün değer yargılarının bilimsel önermelere veya olgulara
indirgenebileceğini ya da bunların tamamen bir birinden ayrı olduğunu söylemek, abartılı
125
Anderson, age., s. 21.
126
William P. Alston, “Deontolojical Conception of Epistemic Justification”, Philosophical Perspectives,
2, Epistemology, 1988, s. 257.
127
Anderson, age., s. 1.
48
görünüyor. Olgu durumları veya bilimsel önermeler, bizde bazı tavırların oluşmasına
neden olabilir. Bu anlamda bilimsel önermeler ahlâkın konusu olabilir. Diğer taraftan
bilimsel önermeler, bizde olumsuz tavırlar da oluşturabilir ve bu noktada ahlâkî yargılar,
olgusal durumun aksini ifade edebilir. Bu yüzden olgu ve inançların bizim üzerimizde
bıraktığı etkilere göre onlar iyi veya kötü olabilir. nanç ve olguların iyiliği veya kötülüğü,
bizi bir tavra yöneltmelerinden anlaşılır.
Değerler, davranışta bulunma nedenleridir. nsanları davranışa sevk eden şey, bir
inanç, olay veya olgunun onlar üzerinde bırakmış olduğu duygusal/psikolojik etkilerdir.
Ancak bizzat sadece var olması nedeniyle bir inancın, olayın veya olgunun davranışa
yönlendirme özelliği yoktur. Bir inanç, bir kişinin farklı zamanlarda farklı tavırlar ortaya
koymasına neden olabilir. O halde bizzat inancın kendisinin bir tavır meydana getirdiğini
söylemek anlamsız olacaktır. Ancak bu, bir şeye inanmanın bizde herhangi bir değişiklik
meydana getirmeyeceği anlamına gelmez. Eğer dün inanmadığımız bir şeye bugün
inanmışsak bu durumda dün ile bugün arasında bizde değişen şeyin ne olduğunu sormak
anlamsız değildir.
Her inanç ve bilgi, bizim bir tutum belirlememizi sağlar. Tutumlarımız,
inançlarımız devam ettiği sürece devam eder. Tutum, bizde yerleşik bir durumu, bir
yatkınlığı ifade eder. Locke’dan günümüze birçok deontoloji savunucusu, her türlü inancın
bizde zorunlu olarak bir tutum meydana getireceğini savunur. Başka bir ifade ile inanç,
deontolojik ve normatif bir şeydir.
128
Değer biçmeyi sağlayan faktörlerin çokluğuna rağmen ahlâkî anlamda değer
biçme, tabi bir duygudur. Bir şey hakkında gerçek bir değer biçme, ona yönelten tabi bir
duyguya sahip olmak demektir. Değer biçme/verme, sorumluluk ve saygıdan da
kaynaklansa tüm değer biçmelerin duygudan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Değer,
temelde, bir inanç veya bilgi üzerine yapılan ilave ile bir tavır almayı ifade etmesi
açısından deontolojik bir kavram değildir. Deontoloji; tutkularımızın, kişisel beklenti ve ön
yargılarımızın ahlâkî kararların alınmasında yeri olmadığını ileri sürer. Çünkü
deontologların ahlâkî dünyası, her türlü değer unsurlarından arınmış mekanik bir dünyadır
(Rawls, Kant, Gewirth). Oysa bu anlamıyla değer, kendisini daha ziyade duygusal/kişisel
128
Alvin I. Plantinga, Warrant: The Current Debate, Oxford University Press, New York, 1993, s. 3;
William. K. Clifford, “ nanç Ahlâkı”, Hitit Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi, çev.: Ferit Uslu,
Çorum, 2006, s. 131. Clifford, “kişinin eylemleri üzerinde hiçbir etkisi olmayan bir inancın bir inanç
olduğunu ileri sürmek bile doğru değildir.” der. O, bu yaklaşımıyla inançla eylem arasında doğrudan
bir ilişki olduğunu ileri sürer. Clifford’a göre davranışlarımızın nedeni inançlarımızdır. nançlarımız
kesin nedenlere dayanmalıdır. Eğer onlar kesin nedenlere dayanmıyorsa davranışlarımız saçmadır. Bir
ş
eye yetersiz nedenler olmadan inanmak ahlâk dışıdır. Clifford, bu akıl yürütmeyi hem epistemolojik
hem de dinî inançları içine alacak şekilde kullanır. Onun buradan ulaştığı nokta, yetersiz kanıta dayalı
bir Tanrı inancıyla davranmak, ahlâk dışıdır. Onun bu düşünceleri, ateizmin epistemolojik temellerini
oluşturur.
Dostları ilə paylaş: |