45
görünebilir. Mises, bu nesnel değerlerin bireylerin seçimlerinin bir sonucu olarak ortaya
çıktığını söyler. nsanlar, eylemde bulunurken alternatifler arasından seçimde bulunurlar.
Mises, mübadeleye konu olan malların değeri ile ahlâkî değerlerin birbirinden ayrı
görülemeyeceğini ileri sürer. Ona göre ahlâkı konu edinen praxeoloji ile piyasayı konu
edinen ekonomi, bireylerin amaçlarına ulaşmak için seçmiş oldukları araçlarla ilgilenir.
122
Bu anlamda değerlerimizi belirleyen şey seçimlerimizdir.
Seçimler, eğilim veya yatkınlık olarak ortaya çıkabilir. Bu yüzden onu ayrı bir
değer biçme şekli olarak görmek doğru değildir. Tercihleri ya duygularımıza göre ya da
zihnimizin yönlendirmesine göre yaparız. Duygusal bir tepki ile seçim yaparsak onun
eğilim olduğunu, zihinsel bir faaliyet olarak seçim yaparsak onun yatkınlık olduğunu
söyleyebiliriz. Duygusal tepkilerin bizim üzerimizde bıraktığı etkiye tavır, zihin
süreçlerinden sonra bizde oluşan duruma da tutum diyebiliriz. Eğilim bizde bir tavır
meydana getirirken yatkınlık, bir tutum sergilememizi sağlar.
d. Tavır ve Tutum
nsanlar değer biçince ne olur? Bu, değerin mahiyeti ile ilgili en can alıcı sorudur.
Değeri inançtan ve bilgiden ayıran şey, burada ortaya çıkar. Değer, inancı ve bilgiyi içinde
barındırabilir; ancak onu farklı kılan, inandığımız veya bildiğimiz şeylere her zaman değer
vermemekte ortaya çıkar. Örneğin, daha önce de ifade ettiğim gibi “Ben srail’in Lübnan
savaşını kazanacağına inanıyorum.” dediğimde bir inancımı ifade etmiş olurum; ancak bu
inanç, benim bu duruma değer verdiğimiz anlamına gelmez. Değer, bu cümlenin ardından
“yüzümü buruşturmam” veya “başını yavaş yavaş sallamamdır”. Bu tavırlar (attitude),
benim bu inanca değer biçtiğimi veya değer verip vermediğimi gösterir. Bu anlamda değer,
bir inanca karşı sergilediğimiz tavırdır ve değer biçme, ardından bir tavrı da beraberinde
getirir. Diğer taraftan, bilgilerimiz için de bu durum geçerlidir. “Doğada güçlüler zayıfları
ezer.” dediğimde, bu var olan duruma karşı bir tavır alabilirim ve “Güçlüler zayıfları
ezmemelidir.” şeklinde bir değer cümlesi ile bir bilgiye karşı tavrımı ifade edebilirim. Bu
anlamda inanç ve bilgi zorunlu olarak bir tavrı gerektirmezken, değer/değer biçme zorunlu
olarak bir tavır almayı gerektirir.
Deontolojik anlamda değer vermek, insanın kendisini anlama çabasıdır. Bu
ş
ekilde insanlar, eylemlerini yönlendirecek ölçütler belirlerler. (Anderson, bunlara
“rasyonellik ölçütleri” (standarts of rationality) adını verir.) Değer biçmek, insanların
yapması gereken şeyleri, tutması gereken vaatleri belirlemesidir. Bu şekilde kişi, aynı
zamanda hayata, topluma, ailesine, geleneğe, dine vs. karşı tavır ve ilgisini belirlerken,
122
Mises, Human Action, s. 95.
46
karakterini ve kişiliğini de seçmiş olur. Daha genel ifadeyle değer biçme sayesinde
insanlar, ideallerini oluştururlar. dealler, sadece arzuların değil, özlemlerin ve
beklentilerin de konusudurlar. yi bir baba veya öğretmen olma; kibar, bilgili veya kendi
başına bir adam olma; hurafeler konusunda ihtisas yapmış iyi bir bilim adamı veya
Tanrı’nın kelamını yaymaya çalışan ateşli bir vaiz olma arzuları, belirlediğimiz
ideallerimiz doğrultusundaki beklentilerimiz, özlemlerimizdir. Bir toplumun üyeleri,
cumhuriyetçi veya milliyetçi bir vatandaş olmak, sanatta çığır açan bir kişi olmak, kutsal
evlilikle yaşamak veya doğa ile uyumlu olmak gibi bir takım idealleri paylaşabilir.
123
Bu
açıdan değer biçmek, idealler oluşturmak demektir. Bir ideal, bir kişinin kimliğinin
oluşturucusudur. dealler, kişisel değerlendirmeleri yönlendirir ve arzularımızı disipline
etmek ve seçimlerimizin çerçevesini oluşturmak için ideallerimizi kullanırız.
124
Sonuççu anlamda değer biçmek, bir takım kişisel veya toplumsal amaçları
gerçekleştirmek için uygun davranış biçimini belirlemektir. Değer biçmek, insanların
hayattan beklentilerini gerçekleştirmesinin ilk adımıdır. Bu şekilde birey hayata, topluma,
ailesine, geleneğe, dine vs. karşı tavır ve ilgisini belirler. Mutlu olma, huzur ve refahı
geliştirme, temel amaçtır ve diğer şeyler, meşru araçlar olarak kullanılabilir. Mutluluk
dışında başka bir şey idealleştirilemez. Çünkü mutluluk, sonuççu anlamda herkesin ortak
olarak isteyebileceği tek şeydir; bu yüzden ahlâkın temel ilkesidir.
Mutluluk isteğine göre şekil almış değer biçme/verme, bizde bazı tavırlar
meydana getirir. Bu tavırlar, ahlâkî kararlarımızdan sonra bizi eyleme sevk eden psikolojik
durumlarımızdır. Sadakat, güven, bağlılık, saygı, sevgi, sorumluluk, fedakârlık, vefa,
cömertlik, ölçülü olma, yardımseverlik, âdil olma, hoşlanma, rahatlık, utanma, mahcup
olma, tiksinme, kin, nefret vs. bizde ahlâkî tavırlar olarak kendini gösterir. Bunlar, değer
biçmeden sonra bizde oluşan tavırlardır. Tavır, bir şeyin bizim üzerimizde bıraktığı
duygusal bir durumdan doğar. Diğer taraftan kişisel etkilenimlerin ahlâkın konusu
olamayacağını ve ahlâkın bir eğilimden değil yatkınlıktan çıkacağını ileri süren deontoloji,
ahlâkî kararların bizde tavır değil bir tutum (manner) meydana getirdiğini düşünür. Tutum,
bir inanç veya idealimize uygun bir davranış biçimi belirlememizle ortaya çıkar. Tutum,
yapmayı istediğimiz bir şeyden ziyade yapmak zorunda olduğumuz şeyi ifade eder.
Değerler, bizde tavır meydana getirirken, inanç ve idealler, bir tutum meydana getirir.
Ahlâkın en önemli unsurlarından biri, başkalarını nazar-ı dikkate almaktır.
Neredeyse bütün rasyonel değer sistemleri, başkalarının ahlâkî şahsiyetlerini varsayar.
Daha genel baktığımızda ahlâk, hem başkalarını hem de kendimizi önemsememizi
öngörür. Deontolojik yaklaşıma göre bizi harekete geçiren bu psikolojik durumların ürünü
123
Anderson, age., s. 6.
124
Age.
, s. 7.
Dostları ilə paylaş: |