51
türlü beklentiden uzak olarak karar almaları,
131
ahlâkta duyguların ve duygusal tepkilerin
yeri olamayacağına veya duygusal tepkilerin rasyonel bir kalıba sokulması gerektiğine
işaret eder. Aynı yaklaşımı Kant’ta da açıkça görüyoruz. Maximin ifade ettiği anlam,
ahlâkta her türlü şahsî duygudan arınmaktır. Sorumluluk, duygularımıza terstir. Bu
anlamda deontoloji bir inanç ahlâkıdır. Sonuççuluk ise ahlâkı kişisel beklentilerimiz
üzerine inşa eder. Hume, inancın insanî amaç ve menfaatlerle ilgisi olmayan bir dünyayı
yansıttığını ileri sürdü. Hume’a göre bir şeye değer vermek, sadece bir inanca sahip
olmaktan daha fazlasını gerektirir: nanca ilave olarak bir istek (desire) ve tavır (attitude)
da zorunlu olarak bulunmak zorundadır.
132
Bu açıdan sonuççuluk, bir değer teorisidir.
Değer biçme ile inanma arasındaki farkı, bunların ontolojik statülerine eğilerek
ortaya koymak da mümkündür. Bir şeye (x) değer biçmek, x’in değerli olduğu şeklinde bir
inanca sahip olmak değildir. X’e değer biçmek, x’in bizim üzerimizde psikolojik bir etki
bırakması demektir. “Yalan söylememelisin.” demek, yalan söylemenin kendi başına kötü
olduğunu söylemek değildir; “Yalan söylemekten veya söylenmesinden hoşlanmıyorum.”
demektir. O halde yatkınlık veya inanç yaklaşımına göre değer, nesnelerin bir özelliğidir;
çünkü bu akılcı anlayış, hatasız inancın dünyayı yansıttığını ve insanî irade, ilgi ve
duygunun hiçbir şekilde dünyayı anlatamayacağını ileri sürer.
133
Eğilim yaklaşımına göre
değer, nesnelere şahsî niteliklerin yüklenmesidir.
nanç, Platon’dan beri epistemolojinin en temel terimlerinden biri olarak kabul
edilir. Platon, inancı bilginin en temel unsuru olarak gördü ve bilgiyi “gerekçelendirilmiş
doğru inanç
” şeklinde tanımlar.
134
Platon, bununla inancın önermesel bir şey olduğunu
söyler. Modern epistemolojide bu bilgi anlayışı büyük oranda paylaşılır
135
ve inanma, bir
önermenin tasdik edilmesi olarak anlaşılır. Platon’dan beri inancın bu türü, önermesel
(doxastik) inanç (belief that) olarak kabul edilir.
136
“Özgürlüğün mutluluğu artıracağına
inanıyorum.” demek, “Özgürlüğün mutluluğu artırdığını tasdik ediyorum.” demektir. (i
belief that liberty promote wealth).
131
Rawls, A Theory of Justice, s. 302.
132
Gaus, age., ss. 83, 84. Birçok düşünür, istek ve arzu arasında ayrım yapar. Genelde bu ayrım şöyle
açıklanır: nsanlarda sigara içme arzusuna karşı sigara içmeme isteğinin veya uyuşturucu kullanma
arzusuna karşı uyuşturucu kullanmama isteğinin bulunduğu ileri sürülür. Sadistin durumu da buna
örnektir. Sadist, bir kimseye acı çektirme arzusuna karşı acı çektirmeme isteği taşıyabilir. Bazı
durumlarda tersi de olabilir. Bir kimseye acı çektirme isteğine karşı acı çektirmeme arzusunun olduğu
durumlar da vardır. Ancak arzu motivasyonunun istek motivasyonundan çok daha güçlü olduğu
açıktır. Ancak bazı rasyonel nedenler, istek motivasyonunu arzu motivasyonundan daha güçlü hale
getirebilir. Bu, belki de faydacılıkla hedonizm arasındaki farkı ortaya koyan bir ayrımdır.
133
Gaus, age., s. 83.
134
Platon, Theaitetos, çev. Macit Gökberk, MEB yay., stanbul, 1997, s. 201.
135
Gettier’in yaptığı eleştiri, inancın önermesel olmasına değil, bir inancın bilgi olması için doğruluk ve
gerekçelendirme koşullarının yeterli olmayacağı ile ilgilidir. Bkz. Edmund L. Gettier, “Is Justified
True Belief Knowledge?”, Analysis, sayı 23, 1963, s. 123.
136
Önermesel inançla ilgili daha fazla bilgi için bkz. Uslu, age., ss. 49-51.
52
nancı önermesel bir şey olarak anlamayan düşünürler de vardır. Buna göre
inancın konusu bir önerme değil bir kişi (Ahmet’e inanıyorum), varlık (Allah’a
inanıyorum) veya olgudur (Evliliğe inanıyorum). Buna önermesel olmayan inanç (belief
in) denir. Bu şekliyle inanmak, güvenmek anlamına gelir.
137
Örneğin, “Özgürlüğe
inanıyorum.” dediğimizde, bir takım beklentilerimizi karşılaması konusunda özgürlüğe
güveniyorum demiş oluruz. Bu iki tür inanç arasındaki fark, bir önermeye veya bir şeye
inanmaktan daha fazla bir şeydir. Çünkü “Özgürlüğe inanıyorum.” denildiğinde, buradan
“Özgürlüğün mutluluğu artırdığına inanıyorum.” anlamı da çıkar. Aynı şekilde “Perilere
inanıyorum.” dediğimizde, aynı zamanda “Periler vardır önermesine inanıyorum.” demiş
oluruz. Bu anlamda bu iki inanç türünden birincisi, zihinsel bir durumu yani bir tasdiki,
ikincisi ise psikolojik bir durumu, yani bir tavrı ifade eder. Tasdik, bir tavır almayı zorunlu
olarak gerektirmez. Tavır, bizim davranışımızda veya duruşumuzda bir değişiklik meydana
getirecek; hayatımızın bir parçasını veya tamamını etkileyecek bir durumu anlatır. Tasdik
ise kendi başına bunlara muktedir değildir; o sadece zihinde olup biten basit bir durumdur.
Örneğin, ben bir evin bacasından çıkan duman gördüğümde, o evde ateş yandığına
inanabilirim. Aynı zamanda bu inancım, benim için hiçbir anlam ifade etmiyor olabilir.
Öylesine dumanı görmüşümdür ve öylesine bu inanca sahip olmuşumdur. Bu inanç, bende
saygı, sadakat, güven, sevgi, heyecan, korku, nefret
138
gibi bir duygusal tavır meydana
getirmez.
Biçim olarak tüm önermesel inançları önermesel olmayan inançlara; önermesel
olmayan inançları da önermesel inançlara indirgeyebiliriz. “Perilere inanıyorum.”
önermesini, “Perilerin var olduğuna inanıyorum.” önermesine; “Özgürlüğün mutluluğu
artıracağına
inanıyorum.”
önermesini,
“Özgürlüğe
inanıyorum.”
önermesine
indirgeyebiliriz. O halde önermesel ve önermesel olmayan inanç arasındaki ayrım, biçim
farklılığından (in ve that) daha fazla bir şeydir. Nitekim literatürde önermesel olmayan
inancın içinde “tavır” barındırdığı ve değer atfedici özelliğinin olduğu kabul edilmektedir.
Önermesel inanç, olgusal anlamlarla (factual sense) ilgili iken önermesel olmayan inanç,
içinde taraftarlık, teslimiyet, bağlılık gibi duygusal bir tavrı da barındırdığından değer
taşıyıcı anlamdadır (evaluative sense).
139
Bu anlamda inançla değer arasındaki ilişkiyi iki
137
Uslu, age., s. 51.
138
Bu tavırlar, bilişsel olabileceği gibi biliş dışı da olabilir. Güveni ele alalım. Güven duymamızı
sağlayan, bir takım rasyonel nedenler varsa güvenim bir takım bilgilere dayanıyorsa bu bilişsel bir
tavır olur. Ancak güvenimiz, rasyonel değil de duygusal nedenlere veya gerekçelendirilmemiş bazı
inançlara dayanıyorsa bu da bilişsel olmayan tavırdır. Ayrıca William James, bazı inançların bizde
tutum meydana getirecek şekilde bir etki bırakmadığını ileri sürer ve bunlara “ölü inançlar” adını
verir. O, bizi bir tutum almaya iten inançları ise “canlı inançlar” olarak niteler. Bkz. William James,
“ nanma radesi”, Felsefî Metinler: Pragmatizm, çev.: Celal Türer, Üniversite kit., stanbul, 2004, s.
186.
139
Uslu, age., ss. 252-3; H. H. Price, Belief, Humanities Press, New York, 1969, s. 437.
Dostları ilə paylaş: |