95
SANAT & TASARIM DERGİSİ
bağlantılı olduğunu ortaya koymuştur. Aynı çalışmada, interdisipliner bilginin (sosyoloji, ant-
ropoloji, mimari, planlama vb.) kentsel yaşam ortamlarının yeni bir anlayışla yapılanması ve
katılımcı demokrasi için gerekli olduğu belirtilmiştir.
Erman ve Boran’a göre (2015: 172), dış
mekan heykelleri, yer aldıkları çevreye anlam katar ve
dolayısıyla kentte ya da mekanda yaşayan insanların yaşamında bir etki yaratır.
Sanatçıların doğa ve yaşamla kurdukları böylesine derin ilişki toplumların varlıklarını sür-
dürmelerinde gerekli olan kültürel ortamın oluşmasında önemli rol üstlenmiştir. Somay’ın da
belirttiği üzere (2007) toplumlar, sanat eserlerinin sahip oldukları bu büyük güçten her dönem-
de yararlanmış ve hatta bazen varlıklarını bu güce borçlu olmuşlardır; bazen de aksine,
bu güç
karşısında çaresiz kalınmış, sanatçılar susturulmuş, eserlerine sansür uygulanmıştır.
Kent yaşamı ve kozmopolitik yapısı, modernliğin ilk öğelerinden birini oluşturmaktadır
(Akay, 1997: 140-149). Özellikle dış mekânlara yerleştirilen heykeller doğa, kent ve insan arasın-
da oluşan dengeye ve buna uygun en doğru anlatım biçimine ulaşmayı çabalar. Bundan sonraki
aşamada izleyicinin yapıtla kurduğu ilişki gelir. Bireyin kendi kültürü içinde yaşadığı, kültürün-
se bireylerle yaşadığını (Benedict, 2000:17) göz önünde bulundurduğumuzda kentsel alanlarda
yer edinen heykellerin
o toplumun beklenti, özellik ve yaşantılarını karşıladığını görebiliriz.
Erzen’in (2006: 6, 13) tarif ettiği şekliyle; her şeyden önce insanın, çevre içinde bedeni ile
yaşayan, ona bağımlı ve dünyayı bedeni ile algılayan bir varlık olduğunu bilmek ve anlamak
gerekmektedir. Çünkü insanın dünyayı bedeni ile ait olduğu ve dünyayı algılamakta bedeninin
ve yaşantılarının önemli olduğu kabul edilmektedir. Algı üzerine yapılan bilimsel çalışmalar,
çevresel uyarılar azaldıkça bilincin azaldığını ve uyarılar yok olduğunda farkındalığın hemen
hemen sıfıra düştüğünü göstermektedir. Çevre konularının giderek ilgi kazanması yanında es-
tetik ve çevre estetiğinin gündeme gelmesi insanların sağlıklı ve mutlu yaşamalarının çevre ko-
şullarına çok bağlı olduğu bilinci ile paraleldir.
Modern sanatla birlikte bireysel ifade yollarının geliştiği ve değiştiği bir dille birlikte estetik
ve sanatla ilgili birtakım değerlendirmeler de değişime maruz kalmıştır.
Dünya ve düşünce sis-
temleri öylesine hızlı değişim göstermektedir ki sanat da çok çeşitli bakış açılarıyla değerlendi-
rilebilmektedir. Bunlara bağlı olarak birey de, her geçen gün dünyaya ve nesnelere karşı tavrını
değiştirmektedir. Bu nedenle çalışmada, benzer estetik ölçütlerle değerlendirilebilecek üç yapıt
ele alınmıştır. Yapıtlar sırasıyla; Anish Kapoor’un “Bulut Kapısı”, Louise Bourgeois’nın “Anne”
ve Richard Serra ‘nın “ Eğilmiş Yay” dır.
Kapoor’un heykelleri minimalist bir geleneği izler. Hem fiziksel hem psikolojik doluluk-boş-
luk etkisi en çok vurguladığı özelliklerdendir. Çalışmaları kültürel bağlarla ilişkili ve psikolo-
jik tabanlıdır. Ele aldığı
metafizik kutuplar; varlık-yokluk, olmak-olmamak, yer-yersizlik gibi
karşıt kavramlardır. Sanatçı bu öğelerle fiziksel ve psikolojik etkiyi ön plana çıkarmaya çalışır.
1990’lardan sonra daha çok dev boyutlu heykeller ve mimari projeler üzerinde çalışmıştır.
96
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
Şekli bir fasulyeyi andırdığı içi halk arasında “Bean” olarak da adlandırılan yapıtın, sıvı ci-
vanın görüntüsünden esinlenilerek yapıldığı bilinmektedir. Heykelin çok yönlü bir
etkileşim
sağlayan özellikleri aşağıdaki gibi özetlenebilir.
Yapıt, bulunduğu yer dikkate alındığında, dikey düzlemdeki bir şehirde yatay bir objedir.
Chicago şehrinin bulutlarını, gökyüzünü, çevreleyen binaları ve insanları yansıtır. Heykelin al-
tında yer alan kavis heykele “kapı” özelliğini kazandıran bölgedir. Bu kavis izleyicilerin altından
geçmesine, dokunmasına ve kendi görüntülerinin farklı perspektiflerden yansımasını
deneyim-
lemelerine olanak vermektedir.
1
(Görsel 3,4). Bu özelliği ile izleyiciyle yakın bir ilişki ve iletişim
halindedir. İzleyenin her baktığında kendini görmesi heykel ile arasında bağ kurmasına olanak
tanımaktadır. İzleyen için aynı zamanda gökyüzü ve bulutlarla da yakın bir etkileşim sunmak-
tadır. Adeta bulutları, İzleyenlerin ulaşabileceği ve dokunabileceği bir düzeye indiren bir kapı
gibi. Heykelin altında kemer şeklindeki yüksek bir kavisin (3.7 m) yani bir çeşit kapısının oluşu
ve oradan içeri girilebilmesi, izleyicinin yapıtı daha fazla içselleştirmesine olanak tanımaktadır.
Belki de bu nedenle heykelin çok büyük olması izleyiciyi ürkütmemektedir. Ya da kaidesinin ol-
maması, izleyiciyi kendisine yaklaştırmakta, büyük olmasına karşın sıcak bir iletişim kurulması
kolaylaşmaktadır.
Bulut Kapısı aynı zamanda dönüştürücü ve ikonik bir çalışma olarak da tanımlanmakta-
dır. Kapoor, çalışmasının izleyicilerin entelektüel ve teorik egzersizleri aracılığıyla içselleştir-
mesini önermektedir. Yapıt gökyüzünü, çevresindeki mimari yapıları ve yayaları yansıtmasıyla
izleyicilerine belli bir anlama durumuyla sınırlandırmaktadır. İzleyiciyle arasındaki etkileşim
yapıta manevi bir boyut katmaktadır. Bedensiz bir ışık formu olarak nitelendirilen heykel, Lou
Cermy’e göre
2
eğer heykel üzerinde doğru ışık yakalanırsa heykelin nerde bitip gökyüzünün ne-
rede başladığı anlaşılamaz. Bu yolla çevredeki mimariyi bozup deforme ederek algınıza meydan
okumaktadır.
Bulut Kapısı (Cloud Gate) - Anish Kapoor
10x20x12.8 m paslanmaz çelik.
Millennium Park, Chicago, ABD.2004
Görsel 1. Bulut Kapısı, gündüz görüntüsü
Görsel 2. Bulut Kapısı, gece görüntüsü
1 http://www.cityofchicago.org/city/en/depts/dca/supp_info/millennium_park_-artarchitecture.html#cloud (erişim tarihi:Ekim 2015)