103
SANAT & TASARIM DERGİSİ
İkincisi heykelin görüntüsü ve ondan kaynaklanan duygusal deneyimlerin verdiği rahatsız-
lıktır. Meydanı anlamsızca bölen büyüklüğünün yanı sıra zamanla
kendi kendine oksitlenen çe-
liğin paslı bir duvar görüntüsü rahatsız edicidir. Kullanılmayan, hantal bir kalıntı gibidir. Bazıla-
rının ifadesine göre levha, askeri bir saldırıyı önleyen tank kapanı veya tuzağına benzemektedir.
Üçüncüsü, bundan önce sıraladığımız nedenlere benzerlik göstermekle birlikte, yapıtın; baş-
ka bir yapıta zarar verdiği yönündedir. İfadeye göre heykel, oraya konulana kadar bu meydan,
yürüyebildiğiniz, düşünebildiğiniz sizi rahatlatan bir yerdi. Bu metal perdenin plazanın önüne
konulmasının nedenini sanatçının ifadesiyle “Mekanı yeniden tanımlamak ve izleyicilerin plaza
ile ilgili deneyimlerini değiştirmek üzere, plazanın dekoratif özelliklerini değiştirmek ve başka-
laştırmaktır”. Bu amaç plazanın mimari tarafından belirlenen orijinal sanatsal konsepti tahrip
etmektir.
Heykelin, bulunduğu yerde kalması gerektiğini savunan gerekçeler sanatsal yapıyla ilişkilidir.
Yapıt bağlamı gereği oradadır. Heykel yere-özgü olarak çalışılmıştır. Yani çalışma
bulunduğu
yerin tüm çevresel etkenleriyle iletişim halindedir. Başka bir yere götürülmesi onun bağlamını
bozar.
Heykelin bulunduğu mekanı bölen özelliği rahatsız edici değildir, çünkü “sanat demokratik
değildir. Sanat insanlar için değildir” (O’Hagan, 2008).
Kaldırılmasını isteyenlere karşılık sanatçı; yeri değiştirilebilen uyumlu objeler üretmediğini,
belirlenen yerin çevresel bileşenlerine uygun çalışmalar yaptığını, yere- özgü işlerin ölçeklen-
dirmesinin, boyutları ve konumlandırılmasının alanın topografik özelliklerine bağlı olduğunu
ifade etmiştir. Heykelleri, izleyicilerin durup gözlerini dikerek izlemesi için yapılmamıştır. İzle-
yicinin içinde olduğu bir deneyimi öngörür. Sanatçı izleyicilerin heykel ve bağlamıyla iletişim
kurduğu davranışsal bir alan yaratmakla ilgilenmediğini, Tilted Arc’ın yerinin değiştirilmesinin
ona zarar vereceğini belirtmiştir. Sanatçı kendisinin kaleme aldığı bir yazısında,
yere-özgü ça-
lışmalarda kavramsal yapının bir problem olma özelliğini koruduğunu ifade etmektedir. Bu tür
çalışmalar, yani mekana özgü işler kendi başına bir değer taşımamaktadır. Resmi kurumların
ve inançla ilgili geleneklerin kavramsal çerçevesine uygun yapılan bu çalışmaların yine bu ku-
rum ve anlayışlara özgü bir sembol veya simge olarak okunmaları riskini taşımaktadır. İdeolojik
yaklaşımlardan kaçınmanın yollarından biri bu tür yanlış yorumlara odak olmayacak alanlar
seçmektir (Serra R. ve C. 1980:155).
Sanatın hep gelenekle, geleneğin ve direnişin mekanları sayılan kentlerle, kamusal alanlar-
la doğrudan ilişkisi olmuş, hem sanatçı, hem alımlayıcı, değerlendirme
ölçütlerini bu tarih ve
mekâna bağlı olarak sürdürmüştür (Burke, 2008: 73). Heykeller iç veya dış mekanlarda çevreler
oluştururken, mekanları insanların iletişim kurabileceği üç boyutlu yapıta dönüştürler. Dış me-
kan heykelleri, dikildiği yerin özellikleri veya anlamıyla ilgili simgesel ifadeye sahip formlardır.
Bu tür heykellerde veya yapıtlarda içeriğin bağlamı iletişimde olduğu çevreyle bütündür. Salt
heykel olarak değil çevresiyle vardır.
104
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
Yani sanatçı heykelini inşa ederken bir yandan heykelin tüm plastik sorunlarını çözümleyi-
ci düşünceler üretirken, öte yandan onun mekan içindeki konumunun ne olacağının yanıtını
aramaktadır. Burada konu edilen mekanı kullanarak formu anlamlandırma ile formun yapısını
kullanarak mekanı anlamlandırmanın fiziksel ve estetik hesaplarıdır. Heykelin gereci boşluk ve
kütledir. Başka bir deyişle heykel, boşluk içinde gerçekleşen, var olan bir sanattır.
Formu oluş-
turan yapının parçalanması ile elde edilen boşluklarda çeşitlilik kazanan mekan, hem heykelin
içerisinde bir yerlerde dolaşacak hem de çevresini sınırlayacaktır. Mekanla girilen bu diyalogda
sanatçılar, bir yandan içinde bulundukları çevreyi görsel elemanlarla estetize etmek, zengin-
leştirmek, yeni ilişkiler oluşturmak gibi etkinlikler içerisine girerken diğer taraftan kavramsal
düzeyde kendi söylemleri için bir zemin oluşturmaktadırlar (Karaaslan, 2005:291).
105
SANAT & TASARIM DERGİSİ
SONUÇ
Her kentin ve her meydanın, tarih boyunca geçirdiği evreler süresince oluşmuş bir kimliği
vardır. Bu kimliğin belirleyici öğeleri içerisinde, mimari ve sanatsal niteliklerin belirgin bir rolü
olduğu söylenebilir. Tarih boyunca heykel farklı
amaçlarla oluşturulmuş, tarihin hemen her
döneminde açık alanda farklı biçimlerde yer almış ve önemli işlevler üstlenmiştir.
Bugüne kadar, uygarlıkların kültürel kimlikleri ve zenginlikleri, ulaştıkları medeniyet sevi-
yesi, sanatsal ve mimari değerlerle oluşturulmuş kentler ile ölçülmüştür (Demirarslan, Algan
ve Yüce, 2005: 90). Tanilli’ye (2003: 17) göre de, düşünce, sanat yaşam ve faaliyetleri, bir uy-
garlığın en anlamlı belirtisidir. Düşünce ve sanat faaliyetlerinin biçim ve içeriği, uygarlıkları
birbirinden ayırmada çoğu kez başta gelen ölçütlerdir. Yukarıda da belirtildiği üzere, kentleri
oluşturan sanatsal niteliklerin başında anıtlar ve heykeller gelmektedir. Demirarslan ve diğerle-
rinin (2005: 96) belirttiği üzere bu anıt ve heykellerin estetik çevre oluşturma dışında,
insanlara
olumlu psikolojik etkiler kazandırma, asırlar boyunca sürecek olan kültür alışverişini sağlama,
insanları bir araya getirerek kaynaştırma ve en önemlisi içinde yer aldıkları mekana ve özellikle
de kentlere kimlik kazandırma gibi pek çok önemli işlevleri vardır.
Heykeller iç veya dış mekanlarda çevreler oluştururken, mekanları insanların iletişim ku-
rabileceği üç boyutlu yapıta dönüştürler. Dış mekan heykelleri, dikildiği yerin özellikleri veya
anlamıyla ilgili simgesel ifadeye sahip formlardır. Bu tür heykellerde veya yapıtlarda içeriğin
bağlamı iletişimde olduğu çevreyle bütündür. Salt heykel olarak değil çevresiyle vardır. Bu ça-
lışmada değerlendirme kapsamına alınan yapıtların; çevresiyle tüm ilişkileri düşünülmüş, kent
kimliğine ve bireysel iletişime açık, okunabilir düzeyde tasarlandığı ifade edilebilir.
İnsanın yaşadığı çevreyle bütünleştiği oranda kendini mutlu hissettiğini
göz önünde bulun-
durursak; çevreyle birleştiren bütün faktörlerle birlikte sanat, kent olgusu içerisinde tüm unsur-
larıyla önemli bir yere sahiptir. Heykel, gerek kendi fiziksel yapısıyla, gerek içeriğiyle, gerekse de
yer aldığı mekan açısından bir enerji kaynağıdır. Aynı zamanda bulunduğu çevreyi etkileyerek
kişilik kazandırır. Bu nedenle heykel mekanıyla ve çevresiyle vardır ve her iki olgunun varlığıy-
la gerçeklik kazanır. O halde heykel kentsel yapı içerisinde hem biçimsel olgu olarak, hem de
salt heykel olarak yer alırken, çevre ilişkileri doğru kurulmuş olmalıdır. Sanat insanın
duyusal
alanlarını etkilediğine göre, sanatsal nitelik kazanmış bir park ya da kent meydanı bu mekanı
yaşayan insanların, ruhsal, duyusal yanlarını hareketi geçirir, bütünleşme gerçekleşerek insanın
mutlu olması sağlanmış olur (Atalay, 2005: 41).
Üç boyutlu oluşları veya yeryüzünde bir hacim kaplamalarından dolayı heykelin varlığı her
zaman için bir tehdit ve ayrıcalık olarak algılanmıştır. Aslen kentsel alanlara özgü modern ve
çağdaş yapıtlar bulundukları mekanı süsleme işlevi taşımazlar. Bunun yerine o mekanın çevre-
sel verileri ile bir karşıtlık içerisindedirler. Bazıları mimari bir yapı gibi yükselirler ancak işlevsel
değillerdir. Genel olarak mimari ile zıt doğaları vardır. Sol Le Witt’in deyimiyle mimari yarar-
lıdır, sanat yararlı olmaya çalışınca zayıflar (Yılmaz, 2006). Kentsel alanda yer alan her yapıtın
çevresi ile farklı ve neredeyse sonsuz ilişkisi söz konusudur. Bazıları alana hükmeder, biçim veya