Mevlâna gitmiş, yerine Seyyid Burhaneddin gelmiş, oturmuş, heyecanlı, güzel sözler
söylemektedir. Selahaddin hazretleri, kendine hâkim olamaz, ayağa kalkar, deli gibi feryad
ederek Mevlâna’ya doğru koşar. Mevlâna’nın vaaz ettiği kürsünün altına gelir ve Mevlâna’nın
ayaklarına kapanır. Bu bilgileri dervişler bana anlattı.
Selahaddin-i Zerkubi, Hazreti Mevlâna’yı çok seviyordu. Ona derin hürmeti vardı. Çünkü
her ikisi de aynı şeyhten Burhaneddin-i Tirmizi’den feyz almışlardı. Mevlâna da, Şeyh
Selahaddin’i çok seviyordu. Ona lütuflarda bulunmaktan geri kalmıyordu. Fakat benim
gelişimle birlikte Mevlâna’nın gözü benden başkasını görmeyince Selahaddin geri plana
çekilmenin burukluğu ile bana buğzeder hale dönmüştü. Ben onun için de birçok soru işareti
idim.
Mevlâna, kendisini sevenlere: “Selahaddin’in yanında Şems’ten, Hüsameddin’in yanında
da Selahaddin’den konu açmayın, bunların aralarında bir fark yoktur amma, bu iş edebe
sığmaz. Erenlerde, ilahi kıskançlık vardır” derdi. Selahaddin hazretlerinin de Mevlâna’ya
karşı bağlılığı sonsuzdu. Bir gün Mevlâna’ya “İçimde nur kaynakları varmış da haberim
yokmuş. Sen onları keşfettin, coşturdun.“ demiştir.
İşte benim Konya’dan ansızın kayboluşumun ardından perişan olan Mevlâna, az da olsa
teselliyi Selahaddin ile birlikte dolaşıp hasbıhâl etmekle avunuyormuş. Dergâhtan sadece
Cuma namazını İplikçi camisinde kılmak için çıkan Mevlâna, Selahaddin’in kuyumcu
dükkânının önünden geçerken, onun ahenkli çekiç vuruşundan heyecanlanmış, cezbelenmiş,
hemen orada sema etmeğe başlamış, Selahaddin de onun bu halini görüp, çekiç altındaki
altının ezilip zayi olacağını düşünmeden vurmaya devam etmişti. Daha sonra dükkânından
çıkan Selahaddin, Mevlâna’nın bu mutlu sema halini görünce:
— Allah’a hamd olsun, Pirimiz mutlu günlerine döndü. Ey ahali handaki dükkânlarım,
dükkândaki mallarım size feda olsun. Pirimin canı için ne dilerseniz alın, diyerek semaya
eşlik eder, sema bitince dükkân komşuları:
— Sen ne yaptın Selahaddin? Halk yağmaladı dükkândaki, handaki malını, battın be
adam?
— Dünya malı dünyaya köle olanların olsun. Şu gözler Mevlâna’mızı mutlu gördü ya,
bahşiş olsun bütün malım onun mutluluk müjdesine.
Konyalılar, Mevlâna’nın Kuyumcu Selahaddin’e gösterdiği sevgiyi, saygıyı da
çekemediler. İlahi aşktan nasipsiz olanlar, ibadetle, riyazet ile, heva ve heveslerini
yenemeyenler, beni çekemedikleri gibi şimdi de Kuyumcu Selahaddin’i çekemiyorlardı.
İnkârcılar diyorlardı ki:
— Birinden kurtulduk, (yani Şems’ten) daha beterine çattık. Önceki nurdu, bu ise kıvılcım.
Şems’in sözü dinlenirdi. Anlatışı güzeldi. Faziletli, bilgili bir kişi idi. Çok anlamlı sözler
yazdırırdı. Keşke Mevlâna’ya o hemdem olarak kalsaydı.
Mevlâna, sevdiği dostları ile sevgi bağını güçlendirmek için akraba olmayı severdi.
Selahaddin’in kızı Fatıma Hatun’u, Sultan Veled ile evlendirdi.
Sırra kadem basan gidişimin yankılarını dönüş yolunda anlatmaya devam etti Sultan
Veled. Onu dinledikçe içimden bir şeyler dökülüyordu, benim de bilemediğim şeyler.
Gidişime Mevlâna kadar incinip üzülenler bir elin parmağı kadar tutmaz. Selahaddin,
Hüsamettin, Ateşbaz, Sultan Veled ve kendisini hiç görmediğim; ama beni uzaktan uzağa
gözlemleyen Kimya Hatun.
Genç dervişler, camii imamları, Konya’nın şeyhleri, aşktan korkan mollalar gidişimle
bayram sevinci yaşamışlar. Ne tuhaf Konya’da hem bayram sevinci yaşanıyor hem matem
havası hâkim. Ben neymişim de haberim yokmuş.
— Halktan bana ne. Sen dergâhı anlatmaya devam et. Sultan Veled’im.
— Sır gidişinin ardından dergâh kabir sessizliğine büründü. Babam annemi bile görmez
oldu acısından. Annem hem mahcuptu, hem mahzun.
— Babam kimse ile konuşmuyor, her şeyden el etek çekmiş bir meczup haline gelmişti.
Kâh sokaklarda seni arıyor gün boyu, kâh gece avluya çıkıyor gelirsin umuduyla dolaşıp
duruyordu yalınayak, üst baş yırtık. Onun bu halini gören müritler nedametlerinden dolayı
babamla göz göze gelmekten korkuyorlardı. Kendilerini suçluyorlardı. “Onu bu hale Şems
değil, Şems’i inciten bizler getirdik” diye.
Baktı ki günler sonrası senin dönüş umudun tükeniyor, babam sokaklara çıkmaz oldu.
Halka kapısını kapattı. Kendisini her şeyden tecrit etti. Topuğundan kan gelene kadar taşın
üzerinde sema ediyor, dizlerinin bağı çözülüp yere yığılana kadar namaz kılıyordu. Bazı
geceler “Âh! Şems gibi ben de bu evden kaçabilseydim” diye bağırıyordu.
— Yeter Sultan Veled! yeter!, diye susturdum. Mola yerinden epey uzak bir yere gittim.
Toprağı avuçladım. “Söyle ey toprak buradan Mevlâna geçti mi?” diye ağladım, ağladım…
Konya kaygılı... Sancılı kanatları ile örtüyordu gece sokakları. Halkta huzursuzluk...
Pişmanlık tütüyordu evlerde. Mevlâna açlık direnişindeydi. Visal oruçlarını üç güne bir
iftardan yedi güne bir iftara çıkarmıştı. Bedeni yıpranmış, hastalanmış, yatağa düşmüştü.
Sultan Veled’in ısrarı ile hekimin muayenesine razı oluyordu. Ateşbaz ne pişirirse pişirsin
yemiyordu. Ölmek istiyordu sadece ölmek. Bunalımına ölümün soluğu ile son vermek.
Selahaddin pencere önünden, Hüsamettin kapı önünden ne kadar dil dökerse döksün nafile.
Kimse ile görüşmek istemiyormuş artık. Sultan Veled’in kendi eliyle yedirdiği birkaç dilim
ekmek ve ekşimiş yoğurtmuş haftada bir boğazından geçen.
Halk bakmış ki Mevlâna iyiden iyiye aralarından gidecek “Eh ne yapalım Mevlâna’mız için
Şems’i bulalım, bulduralım” diye Hüsamettin’i aracı kılarak Mevlâna ile görüşmeye karar
vermişler. Bana muhalif olan herkes, bana söven her kem sözlü, beni zındıklıkla itham eden
mollalar birlikte Mevlâna’ya gelip “Şems’i anlamamışız, bizleri bağışla, sizleri tekrar
kavuşturmak için varımızla yoğumuzla ayırt edeceğiz, yeter ki sen tekrar aramıza çık.
Çarşıda pazarda ara sıra gözük kâfi. Bağışla bizi Mevlâna.” demişler. Bu özürler, bu arzuhal
Dostları ilə paylaş: |