Kazan Tatar Mânilerinde Kadınların Talihsiz Kaderi
TAED
57* 1629
Çıltırap akkan salkın çişmelernéŋ
Coşup akan soğuk çeşmelerin
Töbé taşlı, çité kom bula;
Dibi taşlı, kenarı da kum olur;
Çitte yörgen yalgız kız balanıŋ
Elde gezen yalnız kız çocuğunun
Küzé yeşlé, başı moŋ bula (1363)
Gözü yaşlı, başı efkârlı olur.
Tal çıbıktay néçke bula,
İnce dal gibi oluyor
Kız balanıŋ billeré;
Kız çocuğunun beli;
Kız bala niçék kaygırmas,
Kız çocuğu neden kaygılanmasın,
Kala tugan illeré (1369)
Kalıyor doğduğu yeri.
Enkey balalar üstérgen
Anneciğim çocuk büyütmüş
Barısın da tiŋ kürép;
Yavrularını eşit görüp;
Mini yat illerge birgen
Beni yad ellere vermiş
Barısınnan kim kürep (1377)
Hepsinden de kem görüp.
Tabii ki, kızların hayatında işler her zaman bazı mânilerde olduğu gibi ters
gitmemiştir
. Sevdiği birisiyle evlenip mutlu olan kızlar da olmuş elbet. Fakat mutlu bir evlilik
yaptıkları sırada bile kızları güvey evinde yaşanan ve bazen trajik bir
hâl
alan kaynanayla
anlaşamama, kayınları tarafından hor görülme gibi birçok sıkıntı ile karşılaşmışlardır. Çünkü
kızlar, kaynana-gelin çatışmalarının yoğun olduğu baba, oğul ve torundan oluşan üç kuşağın bir
arada yaşadığı geniş ailede gelin hizmeti gösterirler ve yabancı bir aileye uyum sağlamak
zorunda kalırlardı. Sıkıntılarını da kimse ile paylaşamaz, içlerine atarlardı:
Su buyındagı mileşné
Su boyundaki üveze
Bérev de eytmi balan dip;
Kimse demez balan (kartopu ağacı) diye;
Yat öylerge kilép töşkeç,
Yaban eve karışınca
Bérev de eytmi balam dip (1416)
Kimse demez “balam” diye.
Biyék tavnıŋ başlarında
Yüksek dağın tepesinde
Karlar taş
bula iken;
Karlar taş oluyormuş;
Ata-anadan ayrılgaç,
Anne babadan ayrılınca
Yatlar baş bula iken (1403)
Eller baş oluyormuş.
Min kaygılı, min kaygılı,
Ben kaygılı, ben kaygılı,
Min kaygılı kız bala;
Ben kaygılı kız çocuğu;
Min kaygılı kız balanı
Ben kaygılı kız çocuğuna
İndé kémner kızgana (1424)
Artık kimse acımaz.
At östénde bérev uynıy,
At üstünde biri oynar
Unbiş yeşlék ir bala;
On beş yaşında erkek çocuğu;
Söyler süzen söyli almıy
İstediğini söyleyemez
1630
* TAED
57
Çulpan ZARİPOVA ÇETİN
Yat karşında kız bala (1379)
Yad karşında kız çocuğu.
Kıygak-kıygak kıçkırgan
Gıgak gıgak bağıran
Sazga töşken kazdır ul;
Saza düşmüş kazdır o;
Avlak cirde yılıy torgan
Tenha yerde ağlayan
Çitten töşken kızdır ul. (1438)
Yaban yere gelen kızdır o.
Son mâniden görüldüğü gibi kız çocuğu hele başka bir köye ya da uzak diyara gelin
olup gittiyse durumu daha acıklı olmuştur. Çünkü yakınında onu savunacak ailesi olmaz.
Bazen kocasının uyguladığı şiddet de Tatar kadınlarının talihsizliği başında gelen ana
nedenlerden idi. Kızlar, kocası olan adama mânilerde genelde yabancı olarak bakmakta çünkü
hiçbir zaman koca, baba ile anne yerini tutamamış ve eşine anne baba şefkatiyle yaklaşmamıştır:
Enkey, mine tapkansıŋ,
Anneciğim beni doğurmuşsun,
Keçkene arba tartkansıŋ;
Bebek arabasına koyup bakmışsın;
Üsep buyga citü bélen
Büyüyüp serpilince de
Yat kulına atkansıŋ (1373)
Yadın eline atmışsın.
Yukarıda da bildirdiğimiz gibi Tatar kızlarının en güzel günleri, baba evinde yaşadığı
günleri olmuştur. Bu yüzden mânilerde Tatar kadınları, ferahlık içinde geçen eski günleri, güvey
evinde yaşadıkları zor ve mutsuz günlerle kıyaslamaktadırlar. Kız çocuğunun mutluluğunun çok
kısa olması mânilerde genelde doğadaki görünümlerle verilmiştir. Örneğin, çilek çiçeğinin kısa
ömrüne ya da sabahtan güle düşüp akşama kaybolan çiye benzetilmiştir:
Kayın utınnarı kistém,
Kayın odunları kessem
Töşer miken küméré;
İyi olur mu kömürü;
Çeçek atkan cilek kébék
Çiçek açan çilek gibi
Kız balanıŋ gomere (1394)
Kız çocuğunun ömrü.
Ene kile avtomobil,
Bak geliyor otomobil,
Yaltırıy nomérları;
Parlıyor plakası;
Gölge töşken çıklar kébék
Güle düşen çiy gibidir
Kız bala gomérleré (1440)
Kız çocuğun ömrü.
Son mânide otomobilden bahsedildiğine göre o, teknolojinin geliştiği dönemlerde
ortaya çıkmış olmalı. Fakat burada devir değişse de değişmeyen bir şey var: kızların hâlâ
talihsiz kadere duçar olmaları.
Kızlar bazı durumlarda –örneğin sevdiği birisi ile kaçarak evlendiğinde- mutsuzluğun
nedeni anne baba sözünü dinlememe sonucu alınan bir beddua olarak da düşünmüşlerdir: