Aylaklığa Övgü



Yüklə 4,04 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə12/24
tarix19.08.2023
ölçüsü4,04 Mb.
#120714
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   24
bertrand-russell-aylakliga-ovgu

dalI olduğunu 
ispat etmek için kitaplar yazar; Kuzey A v ­
rupa uygarlığının kaynağının Tötonlar değil de, Keltler 
olduğuna dair, Fransız antropologları arkeolojik kanıtlar 
ortaya atarlar; Houston Chamberlain uzun uzadıya ka­
nıtlar getirerek, Dante’mn Alman olduğunu, İsa’nın Ya­
hudi olmadığını iddia eder. Irk üzerinde önemle durul­
ması. Hint asıllı İngilizler arasında öteden beri çok sık 
rastlanan bulaşıcı bir hastalıktır ve emperyalist İngilte­
re’ye bu hastalığı bulaştıran da Rudyard Kipling’dir. Bu­
nunla birlikte, Yahudi düşmanlığının Ortaçağ’dan beri 
var olduğu Almanya’da bu düşmanlığa düzmece bir ta­
rihsel gerekçe sağlanmasında bellibaşlı sorumlu her ne 
kadar bir İngiliz, yani Houston Chamberlain ise de, Yahu­
di düşmanlığı öğesi İngiltere’de hiçbir zaman önem kaza­
namamıştır.
İşin içine politika girmese, ırk hakkında politik ba­
kımdan önem taşıyan hiçbir şeyin bilinmediğini söyle­
mek yeterdi. Irklar arasında yaratılıştan gelen birtakım 
anlıksal ayrılıklar bulımdufrı bir ihtimal olarak kabul edi­
lebilir; ancak, bu aynhkiann neler olduğunu henüz bil­
miyoruz Yetişkin bir insanda çevrenin etkileri kalı+sal 
etkileri maskeler. Aynca, çtşiîîi Avrupnlılav arasındaki 
ırksal ayrılıklar, beyaz, san ve kara deıiü adamlar ara­
sındaki ırksal aynhkldrdan daba belirsizdir: çaşitli nıo-


dem Avrupa uluslarının kesinlikle birbirinden ayırdedi- 
lebilmesine yarayacak belirgin fiziksel özellikler yoktur, 
çünkü bu ulusların hepsi de çeşitli ırkların karışımından 
türemişlerdir. Anlıksal üstünlüğe gelince, her uygar ulus 
bu alanda kendisinin üstün olduğunu, görünüşte akla ya­
kın nedenlere dayanarak savunabilir ki, bu da hiçbirinin 
savının geçerli olmadığım tamtlar. Yahudilerin A l­
ınanlardan aşağı olması olanak dahilindedir, ama Alman­
ların Yahudilerden aşağı olması da aynı derecede olanak 
dahilindedir. Darwin-taklidi anlaşılmaz bir dili bu soru­
na uygulamak baştan aşağı bilimdışı bir iştir. İlerde edi­
neceğimiz bilgiler ne olursa olsun, şimdiki halde, bir ırkı 
başka bir ırktan üstün tutmak için hiçbir haklı neden gös­
terilemez.
Fichte’den başlayarak bu akım bütünüyle, gurur ok­
şayıcı oluşlarından başka işe yarar hiçbir yanlan bulun­
mayan inançlar yoluyla kendini beğenme duygusu ve ik­
tidar tutkusunu destekleme yönteminden ibarettir. Fich- 
te’nin kendisi Napoleon’a üstün hissetmesini sağlayacak 
bir doktrine ihtiyacı vardı; Nietsche de Cariyle da sakat­
tılar, o yüzden, bu kusurlarını kapatacak şeyi imgelem 
dünyasında aradılar; Rudyard Kipling döneminin İngiliz 
emperyalizmi, İngiltere’nin endüstri üstünlüğünü kay­
betmekten duyduğu utancın bir ürünüydü; zamanımız­
daki Hitler çılgınlığı ise, Alman egosu’nun Versailles’dan 
esen soğuk hava akımları karşısında kendini içinde ısıt­
tığı, mitoslardan meydana gelmiş bir mantodur. Gururu 
öldürücü yara almış hiçbir insan aklı başında düşünemez 
ve eğer bütün bir ulus delirirse, bunun kabahatini, o ulu­
su bile bile küçük düşürmüş olanlar yalnız kendilerinde 
aramalıdırlar.
Bu, beni üzerinde durmakta olduğumuz usdışı (irra- 
tional), hattâ usa-karşı (anti-rational) doktrinin geniş y ı­
ğınlar tarafından kabul edilmesi sonucunu doğuran ne­


denlere getiriyor, öteden beri çoğu zamanlar, çeşit çeşit 
peygamber çıkıp, çeşit çeşit doktrinler vaazetmişlerdir, 
ama halk yığınları tarafından en çok tutulan doktrinlerin, 
zamanın koşullarının yarattığı ruh hallerine özellikle h i­
tap eden bir yanlan bulunsa gerekti. Çağdaş irrasyona- 
listlerin karakteristik doktrinleri ise, daha öncede gördü­
ğümüz gibi şunlardır: düşünce ve duyguyu karşıya alarak 
İRADE’ye önem verilmesi; iktidann yüceltilmesi; gözlem­
ci ve tümevanmlı deneye başvurmaksızın, önermelerin 
sezgisel yoldan «gerçek kabul edilmesi». Bu kafa duru­
mu, uçak gibi modem makinalan kullanma alışkanlığına 
sahip kişilerle, güçleri eskisine oranla azalmış olup da, es­
ki üstünlüklerinin kendilerine geri verilmesi için akla ya­
kın bir neden bulamayanlarda görülen doğal bir tepkidir. 
Endüstriyalizm ve savaş, bir yandan mekanik güç alış­
kanlığını verirken, bir yandan da İktisadî ve politik gü­
cün büyük ölçüde yer değiştirmesine yol açmış ve dola­
yısıyla büyük gruplan, kendi kendini pratik yoldan ka­
bul ettirme ruh durumu içinde bırakmıştır. Faşizmi geliş­
tiren ortam da işte bu ruh durumudur.
1930’daki dünyayla 1820’deki dünyayı karşılaştırdı­
ğımız zaman, sanayicilerin ücretli işçilerin, kadınların, 
ülkelerinin resmi dininden olmayanlann ve Yahudilerin 
güçlerinde bir artış olduğunu görürüz. Buna karşılık hü- 
kümdarlann, aristokratların, din adamlannın, orta sını­
fın ve kadınlar karşısında erkeklerin güçlerinde kayıp 
vardır.. Büyük sanayiciler daha önceki herhangi bir dö­
neme oranla çok daha güçlü olmalarına rağmen, Sosya­
lizm tehdidi ve daha çok da Moskova korkusu yüzünden 
kendilerini güvensizlik içinde hissetmişlerdir. Savaşta 
egemen gruplar — generaller, amiraller, havacılar ve si­
lah yapımcılan— da aynı durumdaydılar: bunlar savaş 
anında güçlü olmakla birlikte, ‘muzır Bolşevik taifesi’ ve 
savaş karşıtlan tarafından tehdit ediliyorlardı. Daha ön­


ce yenilgiye uğramış bulunan gruplar — krallar ve soylu­
lar, küçük, esnaf, yaratılışları itibariyle dinsel hoşgörü­
nün karşısında olanlar ve erkeklerin kadınlara egemen ol­
duğu günleri özleyenler— kesinlikle yere serilmiş görü­
nüyorlardı; İktisadî ve kültürel gelişmelerin bu grupla­
ra çağdaş dünyada bir yer bırakmadığı düşünülüyordu. 
Pek tabii ki, bunlar hoşnutsuz ve sayıca çok kalabalıktı­
lar. Nietsche felsefesi psikolojik bakımdan bunların an- 
lıksal gereksinmelerine uyarlandı ve sanayicilerle mili­
taristler bunu, yenilgiye uğramış gruplan bir parti — sa­
nayiden ve savaştan başka her şeye karşı gösterilecek or­
taçağ usulü tepkiyi destekleyecek olan bir parti— içinde 
birbirine kaynatmakta araç olarak kullandılar. Sanayi ve 
savaş alanında teknik olarak ne varsa hepsi çağdaş ola­
caktı, ama iktidarın paylaşılması ile, Sosyalistleri mevcut, 
sanayi kaptanları için tehlikeli kılan barış sonrası çaba­
larının paylaşımı çağdaş olmayacaktı.
Bu şekilde, Nazi felsefesi içindeki usdışı öğelerin 
varlık nedeni, politik anlamda, artık varolmalan için bir 
sebep kalmamış bulunan grupların desteğine duyulan ge­
reksinmelere dayanırken, aklı başmda öğeler de sanayi­
cilerle 
militaristlere dayanmaktadır. Önce saydığımız 
öğeler «usdışıdır», zira meselâ küçük esnafın, kendi umut- 
lanyla fantastik inançlarının kendilerini kopkoyu umut­
suzluktan kurtaracak bir sığınaktan başka bir şey olmadı­
ğını algılamalan pek mümkün değildi; buna karşılık, sa­
nayicilerle militaristlerin umutlan Faşizm yoluyla bel­
ki gerçekleşebilirdi, ama Faşizm’den başka bir yolla asla. 
Sanayicilerle militaristlerin umutlarının ancak uygarlı­
ğın yıkımı pahasma gerçekleşebileceği olgusu, sanayici­
lerle militaristlere usdışı bir nitelik kazandınr. Bu adam­
lar, bu akımın içinde kafa bakımından en mükemmel, 
ama töre bakımından en berbat öğeleri meydana getirir­
ler, geri kalanlar ise,, şan, şeref, kahramanlık, fedakârlık


düşleriyle gözleri kamaştırılmış olduğundan, ötekilerin 
ciddî çıkarlarım göremeyip, bir heyecan tufanı içinde 
kendi çıkarlarına zıt amaçlara alet olmuşlardır. Nazilik 
denen akıl hastalığı işte budur.
Faşizmi destekleyen sanayicilerle militaristlerden ak- 
lıbaşında kişiler diye söz ettim, ama bunların akıllılıkları 
görelidir. Thyssen, Nazi akımı yoluyla hem Sosyalizmi 
öldürebileceği, hem de pazarını alabildiğine genişletebile­
ceği inancı içindedir. Ancak, onun haklı olduğunu düşün­
mek için ortada, kendisinin 1914’deki öncellerini haklı 
gösterecek nedenlerden fazlası yoktur. Thyssen, Alman­
ların kendine güven duygularıyla milliyetçilik duyguları­
nı, tehlikeli bir noktaya gelene kadar alevlendirmek zo- 
runluğu içindedir, bunun en akla yakın görünen sonucu 
ise başarısız bir savaştır. Savaşın başında büyük başarı­
lar kazansalar bile, bu Almanlara kesin zaferi sağlama­
yacaktır; yirmi yıl önce olduğu gibi, Alman Hükümeti 
şimdi de Amerika’yı unutuyor. Gericiliği desteklemesi 
umulabileceği halde, bütünüyle Nazilerin karşısında olan 
çok önemli bir öğe vardır; bu öğe, örgütlenmiş dindir. Na- 
zilerde en yüksek noktasına ulaşan akımın felsefesi, bir 
bakıma, Protestantizmin mantıksal bir gelişmesidir. Fich- 
te ile Carlyle’in ahlakçılıkları Calvin tarzı ahlakçılıktır. 
Bütün hayatı boyunca Roma Kilisesine karşı çıkmış olan 
Mazzini ise, tam anlamıyla Luther gibi, insan vicdanının 
yanılmazlığına inanıyordu. Nietsche büyük bir tutkuyla 
bireyin değerine inanıyor ve kahramanın otoriteye bo­
yun eğmemesi gerektiğini düşünüyordu; bu düşüncesiyle 
Nietsche, isyankâr Protestan ruhunun daha gelişmiş bir 
biçimini ortaya koymuş oluyordu. Protestan Kiliselerinin 
Nazi akımını hoş karşılamaları beklenebilirdi, nitekim 
bir dereceye kadar öyle de yaptılar. Ne var ki, Protestan- 
tizm, Katolosizmle paylaştığı bütün bu öğelerde, yeni fel­
sefeyi kendisine karşı buldu. Nietsche koyu bir Hıristi­


yanlık karşıtıdır, Houston Chamberlain ise, Hıristiyanlı­
ğın, Levant’lı ne idiiğü bellisiz kozmopolitler arasında 
ortaya çıkan soysuzlaşmış bir kör inanç olduğu izlenimini 
yaratmaya çalışır. Alçakgönüllülüğün, insanın komşusu­
nu sevmesi gerektiği ve zayıfların da hak sahibi oldukla­
rı inancının reddedilmesi İncil öğretilerine aykırıdır; Y a ­
hudi karşıtlığını ise, hele uygulamayla birlikte kuramsal 
da olduğu zaman, Yahudi asıllı bir dinle bağdaştırmak 
kolay değildir. Bu nedenlerden ötürü, Nazilikle Hıristi­
yanlığın dostluk kurmaları zordur ve aralarındaki uzlaş­
mazlığın da Naziliğin çökmesine yol açması olasılığı pek 
uzak değildir.
Modem mantıksızlık akidesinin ister Almanya’da, is­
ter başka yerde, Hıristiyanlığın herhangi geleneksel bir 
biçimiyle uzlaşmaz oluşunun bir başka nedeni daha var­
dır. Yahudi dininden ilham alan Hıristiyanlık, gerçek 
kavramını ve bunun gerekiri olarak îman erdemini be­
nimsemiştir. Bu kavram ve bu erdem, bütün Hıristiyanlık 
erdemlerinin Victoria dönemi serbest düşünürleri ara­
sında var olmasını sağlayan «namuslu kuşku» içinde ya­
şamıştır. Gelgelelim, yavaş yavaş, bilimsel kuşkuculuğun 
ve reklamcılığın etkisi, gerçeğin keşfedilmesini göze ola­
naksız görünür bir şey, buna karşılık yalanı tanıtlamaya 
kârlı bir iş haline getirmiştir. Kafa dürüstlüğü işte böy- 
lece tepelenmiştir. Hitler, Nazi programını açıklarken, 
şöyle der:
«Ulusal Devlet, bilime, ulusal gururu arttırma aracı 
gözüyle bakacaktır. Yalmz dünya tarihi değil, aynı za­
manda uygarlık tarihi de bu görüş açısından öğretilmeli­
dir. Mucit, sadece bir mucit olarak değil, ondan da faz­
la, bir yurttaş olarak büyük görünmelidir. Herhangi bü­
yük bir işe duyulacak hayranlığın yanma, o işi yapan ta­
lihli kişi bizim ulusumuzdan olduğu için, bir gurur duy­
gusu da katılmalıdır. Alman tarihindeki büyük adlar ara­


sından en büyüklerini seçip ayırmalı ve bunları gençli­
ğin önüne öyle etkileyici bir biçimde koymalıyız ki, bu ad­
lar sarsılmaz bir milliyetçilik duygusunun temel direkle­
ri olabilsinler.»
Doğrunun araştırılması olarak bilim kavramı, Hit- 
ler’in kafasından, en ufak bir iz bile bırakmadan öyle bir 
kaybolmuştur ki, bu kavrama karşı kanıtlar ortaya koy­
mak gereğini bile duymamaktadır. Bildiğimiz gibi, bağlı­
lık kuramı, bir Yahudi tarafından icat edildiği için kötü 
sayılmaktadır. Enkizisyon, Galile’nin doktrinini gerçeğe 
aykırı saydığı için reddetmişti; Hitler ise, doktrinleri, 
doğruluk ya da yanlışlık kavramını işe katmaksızın, sırf 
politik gerekçelerle kabul veya reddeder. Bu görüşü icat 
eden zavallı William James, eğer görüşünün ne yolda kul­
lanıldığını bilebilseydi, dehşete düşerdi; ne var ki, nesnel 
gerçek kavramı bir kere reddedildikten sonra, 1907’de 
yazdığım gibi, «neye inanacağım?» sorununun, teoloji ya 
da bilim yöntemleriyle değil, «kaba kuvvete ve büyük as­
keri birliklerin yargılarına hitap etme yoluyla» çözülme­
ye çalışılacağı apaçıktır. Politikaları akla karşı başkaldır­
maya dayanan Devletler, bundan dolayı, kendilerim sa­
dece bilimle değil, aynı zamanda, gerçek Hıristiyanların 
bulunduğu her yerde, Kiliselerle de çatışma halinde bul­
salar gerektir.
' Akla karşı başkaldırmanın nedenleri arasında önem­
li bir öğe de, birçok enerjik ve yetenekli adamın, iktidar 
sevgilerine bir çıkış kapısı bulamayarak yıkıcı hale gel­
meleridir. Eskiden ufak Devletler daha çok sayıda ada­
ma politik iktidar, ufak iş alanları da daha çok sayıda 
adama İktisadî iktidar sağlıyordu. Büyük şehirlerde çalı­
şıp, büyük şehirlerin banliyölerinde oturan muazzam in­
san yığınlarım düşününüz. Londra’ya trenle gelirken, kos­
kocaman bölgeleri kaplayan ufak ufak köylerden geçilir; 
bu köylerde, işçi sınıfıyla aralarında bir dayanışmaya ge­


reksinme duymayan aileler oturur; aile erkeği, işverenin 
emirlerini yerine getirmek üzere sabahtan akşama kadar 
oturduğu yerden uzakta bulunduğu için, yerel işlerde hiç­
bir rol almaz; inisiyatifi için biricik çıkış kapısı, hafta son­
larında evinin arka bahçesini çapalamaktan ibarettir. Bu 
adam, politik bakımdan, işçi sınıfından yana bütün ya­
pılanları kıskanır, ama yoksulluk hissetmesine rağmen, 
kendini beğenmişliği onun Sosyalizm ve sendikacılık yön­
temlerini benimsemesine engel olur. Oturduğu banliyö, 
antik çağın birçok ünlü şehirleri kadar kalabalık olabilir, 
ne var ki, bu banliyödeki kollektif yaşayış uyuşuktur ve 
adamın bu yaşayışla ilgilenecek vakti yoktur. Eğer yete­
ri derecede hoşnutsuzluk duyacak kadar canlılığı varsa, 
böyle bir adama, bir Faşist akım pekâlâ bir kurtuluş yo­
lu gibi gözükebilir.
Aklın politikada soysuzlaşması iki etkenin sonucu­
dur: bir yanda, bu haliyle dünyanm kendilerine fırsatlar 
sağlamadığı, ama kendileri ücretli işçi olmadıkları için 
Sosyalizm’de de umut göremeyen sınıflar ve tipler var­
dır; beri yanda, çıkarları toplumun genel çıkarlarına zıt 
olan, dolayısıyla etkinliklerini en iyi biçimde, çeşit çeşit 
histerileri desteklemekle koruyabilecek, yetenekli ve güç­
lü adamlar vardır. Anti-Komünizm, yabancı ülkelerin si­
lahlanmasından duyulan korku, yabancı rekabete duyu­
lan nefret en önemli umacılardır. Hiçbir akıllı adamda bu 
gibi duygular olmaz demek istemiyorum; bu duyguların, 
uygulama alanındaki sorunlar üzerinde akıllıca durulma­
sını önleyecek biçimde kullanıldıklarım anlatmak istiyo­
rum. Dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu iki şey, Sosya­
lizm ve barıştır, ama bunların her ikisi de, zamanımızın 
en güçlü adamlarının çıkarlarına aykırıdır. Sosyalizme ve 
barışa götüren basamakları, geniş halk yığınlarının çıkar­
larına aykırıymış GÎEÎ GÖSTERMEK zor değildir, bunu 
yapmanın en kolay yolu da kitle histerisi yaratmaktır.


Sosyalizm ve barış tehlikesi ne derece büyük olursa, Hü­
kümetler vatandaşlarının anlıksal yaşayışlarını o kadar 
çok doğru yoldan çıkarırlar; zamanın İktisadî güçlükleri 
de ne derece büyük olursa, bu güçlükleri çekenler aldatı­
cı, sahte bir umut ışığı uğruna, ayartılarak anlıksal uya­
nıklıktan uzaklaştırılmaya o derece istekli olurlar.
1848’den beri gittikçe ilerlemekte olan milliyetçilik 
humması, mantıksızlık akidesinin bir biçimidir. Tek ve 
evrensel gerçek fikri terkedilmiş bulunuyor: şimdi İngi­
liz gerçeği var, Fransız gerçeği var, Alman gerçeği, K a­
radağlı gerçeği, Monako Prensliği gerçeği var. Aynı şe­
kilde, işçiler için başka gerçek, kapitalistler için başka 
gerçek var. Bu başka başka «gerçekler» arasında karar 
vermenin — eğer inandırma yolundan umut iyice kesilir­
se— biricik yolu olarak savaş ve propagandacılık çılgın­
lığı alanında rekabet kalıyor. Dünyamıza hastalık bulaş­
tıran,'uluslararası ve sımflararası derin düşmanlıklar hal­
ledilmedikçe, insanlığın akıllıca bir düşünüş alışkanlığına 
yeniden kavuşması kolay kolay beklenemez. Yalnız, bu­
rada bir güçlük vardır, 
d
da, mantıksızlık egemen olduğu 
sürece, dertlerimize ancak bir şans eseri çare bulunabi­
leceği gerçeğidir; zira akıl, kişilik dışı oluşu dolayısıyla 
evrensel işbirliğini mümkün kıldığı halde, mantıksızlık, 
kişisel tutkuları temsil ettiği için çekişmeleri kaçınılmaz 
kılar. İşte bundan ötürüdür ki, akla uygunluk, evrensel 
ve kişilik dışı bir gerçek ölçüsüne başvurma anlamında, 
sadece egemen olduğu çağlarda değil, aynı zamanda ve 
hatta daha fazla, paylaşamadığı görüşü öldürebilmek er­
kekliğinden yoksun adamların boş rüyası diye hor görül­
düğü, reddedildiği talihsiz dönemlerde de, insanoğlunun 
iyiliği bakımından çok büyük önem taşır.


BÖLÜM V I
S C Y LLA VE CHARIBDYS Y A DA 
KOM ÜNİZM VE FAŞİZM
Günümüzde pek çok kimseler, politik uygulama ala­
nında, aralarında seçme yapılabilecek sadece iki şık bu­
lunduğunu, bu şıklardan birinin Komünizm, ötekinin de 
Faşizm olduğunu ve bunlardan birini desteklemeyenlerin 
aslında ötekini desteklemekte olduklarını ileri sürmekte­
dirler. Kendi hesabıma ben her ikisine de karşıyım ve on 
altmcı yüzyılda yaşasaydım ya Protestan ya da Katolik 
olmaktan başka çare bulunmadığını nasıl kabul edeme­
yecek idiysem, Komünizm ve Faşizm şıklarını da aym 
şekilde kabul edemem. Elimden geldiği kadar kısa olarak 
önce Komünizme, sonra Faşizme daha sonra da her ikisi­
nin ortak yanlarına karşı olan itirazlanmı belirteceğim.
Ben bir «Komünist »t en söz ettiğim zaman, Üçüncü 
Enternasyonalin doktrinlerini kabul eden bir kişiyi kas­
tederim. Bir anlamda, ilk Hıristiyanlar ve aym şekilde or­
taçağ mezheplerinin birçoğu Komünisttir; ne var ki, bu 
anlam artık ortadan kalkmış bulunmaktadır. Komünist 
olmayışımın nedenlerini birer birer belirteceğim.
1. 
Manc’ın felsefesini, hele Lenin’in M A T E R YA ­
LİZM VE AM PİR İO - K R İT ÎS İZ M ’ini onaylayamıyorum. 
Gerçi idealizme daha da uzağım, ama bir materyalist de­
ğilim. Tarihsel değişimde diyalektik bir zorunluluk bulun­


duğuna inanmıyorum; bu inancı Marx, Hegel’den almış­
tır, ama inancı alırken, bu inancın biricik mantıksal te­
melini, yani «Fikir»in önceliğini bırakmıştır. Marx insan­
ların gelişmesindeki ikinci aşamamn bir anlamda M UT­
L A K A bir ilerleme olması gerektiğine inanıyordu; bu ina­
nışa varmak için hiçbir neden görmüyorum ben.
2. Marx’in değer kuramım ve onun ortaya koydu­
ğu biçimde «artık değer» kuramım henüz kabul edemiyo­
rum. Marx’in Ricardo’dan aldığı, «b ir malın alışveriş de­
ğeri, o malm üretilmesine harcanan emekle orantılıdır,» 
kuramının yanlışlığını yine Ricardo’nun rant kuramı 
göstermiş ve Marksist olmayan bütün iktisatçılar bu ku­
ramı çoktan bırakmışlardır. «A rtık değer» kuramı, Malt- 
hus’un nüfus kuramına dayanmaktadır, oysa Marx bu 
nüfus kuramını artık değer konusu dışında başka her yer­
de reddeder. Marx’in iktisadı, mantıksal bakımdan tutarlı 
bir bütün meydana getirmeyip, Marx’m, kapitalistlere 
karşı bir durum yaratmakta kendi işine gelecek biçim­
de, eski doktrinlerin kimini red, kimini de kabul edişin­
den kurulmuştur.
3. Herhangi bir inşam yanılmaz kabul etmek tehli­
kelidir; bunun sonucu, zorunlu olarak insanı aşın basit­
liğe götürür. Incil’in sözlerinden ilham alma geleneği in- 
sanlan bir Kutsal Kitap aramaya fazlasıyla hazır duruma 
getirmiştir. Ne var ki, bu durum, yani otoriteye tapınma 
durumu, bilimin ruhuna aykındır. 
/
4. Komünizm demokratik değildir. «Proletarya dik­
tatörlüğü» denilen şey aslında, sonradan oligarşik bir yö­
netici sınıf haline gelen küçük bir azınlığın diktatoryası- 
dır. İktidan kaybetme korkusunun etkisi altmda kalındı­
ğı durumlar dışında, Hükümetlere her zaman yönetici sı­
nıfın çıkarlarına uyacak biçimde yön verildiğim tarih bi­
ze göstermektedir. Bu yalnız tarihin değil, aynı zamanda ! 
Marx’m da öğrettiği şeydir. Komünist bir Devlette yöne- I


tici sınıf, «demokratik» Devletteki kapitalist sınıftan da­
ha da fazla iktidara sahiptir. Komünist Devlet, silahlı 
kuvvetlerin bağlılığını koruyabildiği sürece iktidarını, en 
aşağı kapitalistlerinki kadar zararlı üstünlükleri kendine 
sağlamak amacıyla kullanabilir. Komünist Devlette yö­
netici sınıfın her zaman kamu yararına hareket edeceği­
ni varsaymak budalaca bir idealizmden başka bir şey ol­
madığı gibi, Marx’in politik psikolojisine de aykırıdır.
5. Komünizm özgürlüğü, özellikle de fikir özgürlü­
ğünü Faşizm dışında, bütün öbür sistemlerdekinden da­
ha çok bağlar. Komünist sistemde ekonomik ve politik ik­
tidarın tamamiyle birleşmesi, istisnalara hiçbir fırsat ta­
nımayan korkunç bir baskı mekanizması doğurur. Ken­
di güçlerinin artışı dışında her türlü değişikliğe karşı çık­
mak bürokratların yapılan gereği olduğundan, böyle bir 
sistemde ilerleme kısa zamanda olanaksız hale gelir: Cid­
di sayılabilecek birkaç yenilik ancak sevilmeyen kişilerin 
hayatta kalmasını mümkün kılan birtakım rastlantılara 
bağlıdır. Kepler, geçimini astroloji sayesinde sağlamıştır; 
Darwin, babadan kalma servetiyle geçinmişti; Marx’in 
geçimi ise, Engels’in Manchester proletaryasını «sömür­
mesinden» idi. Sevilmeyen biri olmak, ama yine de ya­
şayabilmek için böylesine fırsatlara’ komünizmde yer yok­
tur.
6. Marx da, şimdiki Komünist düşüncesi de, el işçi­
lerini kafa işçilerine oranla çok daha fazla yücelişlerin­
de haksızlık etmektedirler. Bunun sonucunda Sosyaliz­
min zorunluluğunu görebilecek birçok beyin işçisi karşı 
saflara itilmiştir; üstelik bu beyin işçilerinin örgütlen­
mesi de hemen hemen olanaksızdır. Sınıf aynmma, top­
lumsal dereceleme bakımından Marksistler uygulama ala­
nında, kuramsal alanda olduğundan da çok aşağıda b ir 
yer vermişlerdir.
7. Sınıf savaşı telkin edilmesi savaşın muhtemelen


karşı güçlerin az çok dengelendiği ya da kapitalistlerin 
ağır bastığı bir sırada patlaması sonucunu verebilir. Eğer 
kapitalist güçler ağır basarsa, sonuç, bir gericilik döne­
mine girmek olacaktır. Her iki tarafın, güçleri kabaca 
denkse, modern savaş yöntemlerinin uygulanacağı böyle 
bir savaşın sonucu muhtemelen uygarlığın yıkımı ve ge­
rek kapitalizmin, gerek Komünizmin yokolması anlamı­
na gelecektir. Ben, demokrasinin var olduğu yerlerde, 
Sosyalistlerin inandırma yoluna güvenmeleri ve ancak 
karşı taraftakiler gayn meşru bir şekilde kaba güç uygu­
lamaya kalkıştıkları takdirde, bu kaba güç uygulamasını 
defetmek üzere zora başvurmaları gerektiği kanısında­
yım. Bu yöntemle Sosyalistlerin, sonuçsal savaşın kısa 
sürmesini ve uygarlığı mahvedecek kadar ciddi olmama­
sını sağlayacak kadar büyük bir üstünlük kazanmaları 
mümkündür.
8. 
Gerek Marx, gerek Komünizm öylesine büyük 
bir nefretle doludur ki. Komünistlerden, muzaffer olduk­
ları takdirde, kötü niyetli davranışlara yer vermeyecek 
bir rejim kurabilmeleri beklenemez. Bundan ötürü, bir 
baskı rejiminin gerekliliğinden yana olan kanıtlar, galip­
lerin gözüne, hele galibiyet şiddetli ve kuşkulu bir sava­
şın sonunda kazanılırsa, olduğundan da güçlü görünebilir. 
Böylegine bir savaştan sonra galip gelen tarafın, aklı ba­
şında bir yapıcı eyleme girmeye elverişli bir ruh duru­
mu içinde bulunması olasılığı çok zayıftır. Marksistler, ı 
savaşın korku sonucu meydana gelen kendine özgü bir 

Yüklə 4,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə