Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə30/189
tarix06.05.2018
ölçüsü17,16 Mb.
#42783
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   189

dost-gâhî (f.b.i.) muz. elde hiç bir numunesi bulunmayan, asırlardan beri terkedilmiş bir Türk müziği makamıdır.

dostî (f.i.) dostluk.

dost-kâm (f.b.s.) dost meramlı, meramı dostun meramına uygun olan.

dost-kân (f.b.s.) 1. (bkz: dost-kâm). 2. büyük kadeh.

dost-kânî (f.b.i.) l . arkadaş veya sevgililerle içilen şarap. 2. bir toplantıda bulunanlara şarap ikram etme. 3. büyük kadeh.

dû' (a.i.). (bkz. zû').

dua' (a.i.c. ed'iye) 1. Allah'a yalvarma, niyaz. 2. birini çağırma, bir yere gönderme.

duâ-yı hayr hayırlı dua.

duâ-yı müstecâb kabul edilen dua.

duâ-gû (a.f.b.s.) dua eden, duacı.

duâ-gûyî (a.f.b.i.) duâcılık, dua edicilik.

duâ-hân (a.f.b.s.) dua okuyan, dua okuyucu.

duâ-hânî (a.f.b.i.) dua okuyuculuk.

duât (a.s. dâî'nin c.) 1. dua edenler. 2. davet edenler.

ducret (a.i.) iç sıkıntısı, yürek darlığı. (bkz: zucret).

ducret-ver (a.f.b.s.) sıkıntılı, (bkz: zucret-ver).

duçar (f.s.) tutulmuş, uğramış, yakalanmış. (bkz: giriftar).

dûçâr-ı hayret ü ıztırâb sıkıntı ve şaşkınlığa uğrama.

dûd (a.i.c. dîdân) kurt, böcek, (bkz: dûde).

dûd-i ciğer yürekten kopan ah, inilti.

dûd-i çerağ lâmba isi.

dûd-i dil yürekten çıkan ah.

dûd-i dimağ kibir, gurur, büyüklük.

dûd-i hadîs zool. krizalit, fr. chrysalide.

dûd-i ham yaş odunun yanmasından çıkan yoğun duman.

dûd-i harîr zool. ipekböceği.

dûd-i ibrişim zool. (bkz: dûd-i harîr).

dûd-i mükeyyes zool. keseli kurt, fr.systicerque.

dûd-i müsellâh zool. sığır şeridi.

dûd-i müstakim zool. sivri kuyruk.

dûd-i remel zool. kumda yaşayan ve balık avlamak için oltaya takılan kurt.

dûd-i sabbaga zool. kırmızı renk elde edilen böcek, kırmızı kurt.

dûd-i şa'rî zool. trişin.

dûd-i şeridi zool. tenya.

dûd-i üstüvânî zool. yuvarlak solucan.

dûd-i vâhid zool. mîde ve bağırsaklarda olan uzun solucan, domuz şeridi.

dûd-ül-kebed zool. çok zaman koyunların karaciğerinde yaprak şeklinde bulunan bir kurt, kelebek.

dûd-ül-kilye zool. çok zaman köpek ve kurt böbreğinde bulunan bir solucan.

dûd-ül-Medîne zool. iplik gibi ince uzun bir kurt.

dûd (f.i.) 1. duman, tütün.

dûd-i dil-i pür-âteş ateşli gönlün dumanı. 2. gam, keder, tasa.

dûd-i âh ilenç, beddua.

dûd-âlûd (f.b.s.) dumanlı.

dûde (a.i.) kurtçağız, küçük solucan, böcek, (bkz. dûd).

dûde (f.i.) 1. soysop, kabîle, ocak. (bkz: dûd-hâne, dûd-mân). 2. mürekkep yapılan çıra isi.

dûd-efgen (f.b.i.) sihirbazların üzerlik, günlük ve ödağacı yakarak cin davet eden kısmı.

dûd-endûd (f.b.s.) "is sıvayıcı" kara calici, iftiracı.

dûd-gâh, dûd-geh (f.b.i.) duman yeri, ocak, baca.

dûd-hâne (f.b.i.) hanedan, kabîle, silsile, soysop. (bkz. duman).

dûd-hâr (f.b.i.) 1. külhancı. 2. aşçı. 3. tömbeki içen kimse. 4. kelebek.

dûdî, dûdiyye (a.s.) kurda, böceğe ait, onlarla ilgili.

Dûdmân (f.i.) soysop; kabîle, ocak. (bkz: dûde, dûd-hâne).

dûd-mân-ı Bektâşiyye 1) Bektaşi ocağı; 2) Yeniçeri ocağı.

dûd-mân-ı Osmânî Osmanlı hanedanı.

dufayda (a.i.) zool. iribaş, fr. tetard.

dûg (f.i.) ayran.

dugd (f.i.) gelin, (bkz: arûs).

duh (f.i.) 1. kız. (bkz: duht, duhter). 2. hasır otu, hasır sazı. 3. havâi fişek.

dûh (f.s.) 1. otsuz, çıplak arazî, yer. 2. yapraksız ve meyvasız ağaç. 3. tüysüz, çıplak baş ve yüz. 4. bot. hasırotu.

duhâ (a.i.) kaba kuşluk vakti, (bkz: dahve).

Salât-ı duhâ sabah namazı. Sûre-i

duhâ Kur'ân'ın 93 üncü sûresi. Mekke'de nazil olmuştur, 11 âyettir.

duhân (a.i.) 1. tütün. 2. duman.

Sûre--i duhân Kur'ân'ın 44 üncü sûresi. Mekke'de nazil olmuştur, 59 âyettir.

duhân-ı âteş ateş dumanı.

duhân aşam (f.b.s.) "duman yutan" tütün içen.

duhân-furûş (f-b.s.) tütün satan.

duhânî (a.s.) kim. dumanlı, fr. fumant.

duhân-nûş (f.b.s.) tütün içen.

duhne (a.i.) 1. tek tane, tohum tanesi.cli. 2. darı.

duht (f.i.) kız, kerime, (bkz: duh, duhter).

duht-i rez (asma kızı) şarap.

dûhte (f.s.) 1. iğne ile dikilmiş. 2. sağılmış.

duht-ender (f.b.i.) 1. üveyi kız. 2. tar. kadın esirlerinin bir nev'i.

duhter (f.i.) kız, kerîme, (bkz: duht, hâher).

duhter-i âftâb (güneşin kızı) meç. şarap.

Duhter-i Hindu (Hintli kız) AbdülhakHâmit Tarhan'ın dön perdelik piyesi (1875).

duhter-i hum (küp kızı) meç. şarap.

duhter-i rez (asma kızı) şarap.

duhter-i rüzgâr dünyâ olayları.

duhterân (f.i. duhter'in c.) kızlar, kız çocuklar.

duhtere (f.i.) kızlık, bekârlık.

duhterî (f.i.) kızlık, bekârlık.

duhûl (a.i.) içeri girme, içine girme.

duhûl-i muzafferâne muzafferce giriş.

duhûl ü huruç içeri girip çıkma.

duhûliyye (a.i.) bir yere girmek için verilen ücret.

duhûr (a.i.) hakirlik, zelillik, aşağılık, zillet.

duhûr (a.i.) defetme, kovma, uzaklaştırma

duhye (a.i.) kuşluk vakti kesilen kurban.

dulû' (a-i- dıl'ın c.), (bkz: adla').

dumû' (a.i. dem'in c.) göz yaşlan.

dumûr (a.i.) hastalıktan âza kuruma. 2 . zayıflıktan hayvanın karnının içeri çökmesi.

dumur (a.i.) bir uzvun beslenememesinden dolayı kuruyup kalması, körelme.

dûn (a.i) 1. aşağı, aşağılık. 2. alçak, soysuz kimse. 3. altta, aşağıda.

Baht-ı dûn alçak talih.

Dünyâ-yi dûn aşağılık dünyâ.

dûn-ân (dûn'un c.) dûnlar, alçaklar, aşağılık kimseler.

dûn-perver (f-b.s.) kötü, alçak kimseleri koruyan, onlann ilerlemesine yardım eden.

dûr (f.s.) uzak. (bkz: dîr).

dûr-bîn 1) uzağı gören; 2) i. dürbün.

dür ü dırâz uzun uzadıya.

dûr (a.i. dâr'ın c.) 1. evler. 2. bölgeler.

dûrâ-dûr (f.zf.) uzak uzak, uzaktan zağa; uzun uzadıya.

durahşân (f.s.)- (bkz. dirahşân).

dûr-bâş (f.b.fı.) 1. "uzak ol!" mânâsına bir emir. 2. i. asa, değnek.

dûr-bâşân (f.b.i.) dûr-bâş! Diye bağıranlar, yasakçılar.

dûr-bîn (f.b.s.) 1. ilerisini, ileriyi, uzağı, geleceği gören. 2. i. dürbün.

dûr-bînâne (f.zf.) ilerisini, geleceği görerek.

dûr-bînî (f.b.i.) uzağı, ilerisini görürlük.

dûr-dest (f.b.s.) erişilmesi güç şey, uzak, uzun.

dûr-endîş (f.b.s.) ilerisini düşünen, tedbirli, akıllı.

dûr-endîşî (f.b.i.) ilerisini düşünme, tedbirli olma, akıllılık.

dûrî (f.i.) uzaklık.

dûr-nümâ (f.b.s.) uzağı gösteren.

dûr-nüvîs (f.b.s.) uzağı yazan, telgraf.

dûr-şenîd (f.b.s.) uzak işitir, telefon.

duru (a.i. dır'ın c.) [eskiden] savaşta giyilen zırhlar.

durûb (a.i. darb'ın c.) döğmeler, vurmalar, çarpmalar.

durûb-i emsal darbımeseller, atasözleri.

Durûb-ı Emsâl-i Osmaniyye Şinâsî'nin 1863 te basılmış Türk atasözleri ve deyimlerini içine alan bir eseri.

dûrû-dirâz (f.b.s.) çok uzun.

dussûkıyye (a.i.) Mısır'ın Dussuk kasabasında doğan ve orada ölen Ibrâhîm Dussûki tarafından kurulan bir tarikat.

dûst (f.i.). (bkz. dost).

düş (f.i.) 1. omuz. (bkz: ketf)dûş-i gayret (gayret, dayanma omuzu) katlanma, dayanma.

düş be düş omuz omuza.

düş ber düş omuz omuza. 2. dün gece. 3. rüya.

düş azmak rüya görürken kirlenmek, (bkz: ihtilâm olmak).

dûşâb (f.i.) üzüm ve hurma pekmezi; pekmez.

dûşîn, dûşîne düngece ile ilgili, dün geceki.

dûşize (f.i.c. dûşîze-gân) kız, kızoğlan kız, el değmemiş, (bkz. bakire).

dûşize-gân (f.i. dûşîze'nin c.) kızoğlan kızlar.

dûşîze-gî (f.b.i.) kızlık, kızoğlan kız olma hâli. (bkz: bekâret).

düz (f.s.) dikici, diken.

Cüvâl-dûz çuval dikmeye mahsus iğne, çuvaldız.

Zer-dûz sırma dikici; sırmalı.

dûzah (f.i.c. dûzâhiyân) cehennem, tamu, (bkz: dâr-üs-saîr, nîrân).

dûzahî (f.s.) cehenneme mensup, ce-hennemî, zebânî.

dûzâhiyân (f.i. dûzah'ın c.) azap melâikeleri, zebaniler.

dûzah-makarr (f.a.b.s.) durağı cehennem olan, kâfir, (bkz: dûzah-mekân, dû-zah-nişîn).

dûzah-mekân (f.a.b.s.) mekânı cehennem olan, kâfir, (bkz: dûzah-makarr, dûzah-nişîn).

dûzah-nişîn (f.b.s.) oturduğu yer cehennem olan, kâfir, (bkz: dûzah-makarr, dûzah-mekân).

düzene (f.i.) sivrisinek, an gibi şeylerin iğnesi.

dü (f.s.) iki.

dü-âlem iki dünyâ (dünyâ ve âhiret).

dü-âteş sevgilinin iki dudağı.

dü-cihân iki cihan (dünyâ ve âhiret).

dü-pâ iki ayaklı.

dü-rû iki yüzlü.

dü-âlem (f.a.b.i.) iki dünyâ (= dünyâ ve âhiret).

dü-âteş (f.b.i.) sevgilinin iki dudağı.

dü-bâlâ (f.b.s.) iki kat.

dü-bâr, dü-bâre (f.b.i.) iki kat etme, katmerleme.

dü-bârâ I (i.) l- dubara, hîle, yalan, dolan, oyun. 2. tavla zarlarının ikisinde de iki noktalı tarafın üste gelmesi.

dübb (a.i.) ayı. [müen. dübbe]. (bkz: hirs).

dübb-i asgar astr. Küçükayı, semânın kuzey yarımküresinde bulunan meşhur yedili yıldız grubu olup kuyruğunda Kutup Yıldızı (de-mirkazık) bulunur, lat. Ursus nıinoris (= Küçükayı); fr. Petit Oıırs; ing. Little Bear, Little Dipper.

dübb-i ekber astr. Büyükayı, semânın kuzey yarım küresinde bulunan meşhur yedili yıldız grubu, Yedigen, lât. Ursus majoris; fr. Grand Ours; ing. Great Bear, Big Dipper.

dübb-i şimalî şimal ayısı.

Dübbe (a.i.) 1. dişi ayı. 2. astr. Dübb-i ekber adlı yıldız kümesinin dörtgenindeki parlak iki yıldızdan biri, lât. alplıa Ursus ma-joris; fr., ing. Duphe. [yedili kümenin en parlak yıldızıdır].

dübbiyye (a.i.c.) y.ool. ayıgiller.

dü-beyt (f.a.b.s.) ed. iki beyitten ibaret olan rubâînin başka bir adı.

dübür, dübr (a.i.) 1. kıç, makat. 2. bir işin sonu. 3. bir şeyin gerisi, arkası.

diicâ' (a.i.) karanlık, (bkz: zulmet).

dücâc (a.i.c. dücüc). (bkz: decâc, dicâc).

dücâce (a.i.c. dücüc) 1. tavuk, (bkz: decâce, dicâce). 2. astr. kuğu burcu, semânın kuzey yarım küresinde Lyre burcunun yanında çok parlak bir kaç yıldızdan meydana gelen bir burç, lât. Cygnus; fr. Cygne.

dücâciyye (a.i.) zool. tavukgiller.

dücce (a.s.) çok karanlık.

dücce-i lücce denizin engin karanlığı.

dücî (a.i. dücye'nin c.) karanlıklar, (bkz: zulümât).

dü-cîhân (f.b.i.) iki cihan (dünyâ ile âhiret). (bkz. dü-kevn).

dücne (a.i.c. dücen, dücünât). karanlık, kapalı hava. (bkz. dücünne).

dücüc (a.i. decâc, dicâc, dücâc'ın c.) tavuklar, tavuk, horoz ve piliç cinsleri.

dücünne (a.i.c. dücünnât) 1. bulut, kat kat olma; karanlık. 2 . yağmur yağma.

dücür (a.i.) bot. böğrülce.

dücye (a.i.c. dücî) karanlık, (bkz: zulmet).

dü-dîde (f.b.i.) iki göz.

dü-dil, dü-dile (f.b.s.) iki gönüllü, iki tarafta sevgisi olan; münafık.

dü-dilî (f.b.i.) tereddüt, kararsızlık.

düfûf (a.i. deffin c.) tefler.

dügâh (f.b.i.) muz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlanndandır. Bu makam, sabâ terkibine şeteraban makamından veya nev--eserin yegâh perdesindeki şeddinden birkaç sesin ilâvesinden mürekkeptir. Durak perdesi, -makama ismini vermiş olan- dügâhtır ki, sabânın durağı ve nev-eserin yegâhtaki şeddinin veya şetarabanın güçlüsüdür. Dügâh makamının güçlüsü, birinci derecede, sabânın güçlüsü olan çargâhtır, ikinci derecede bir güçlü tesbît etmek müşküldür. Donanıma -sabânın ki gibi- si için koma ve re için bakıyye bemolleri konur; sabânın la bakıyye bemolü ile şetarabanın si bakıyye bemolünden başka sol bakıyye diyezi nota içinde ilâve olunur.

dügâh-ı acem muz. en az, beş altı asırlık bir mürekkep makam olup, elde bir numunesi yoktur.

dügâh-hicâz muz. çok eski bir mürekkep makam olmakla beraber elde bir numunesi yoktur.

dügâh-ı kadîm muz. en az iki asırlık bir mürekkep makam olup elde bir numunesi mevcut değildir.

dügâh-pûselik (f.b.i.) muz. Türk müziğinin birkaç asırlık ehemmiyetsiz mürekkep makamlarından biridir. Bu makam, dügâh terkibine bir buselik beşlisi ilâvesinden mürekkeptir; bu beşli ile dügâh perdesinde kalır. Güçlü, sabâ ve dügâhda olduğu gibi çârgâh'tır. Makam, dügâh gibi donanır ve değiştirilir; aynca da pûselik beşlisinin yedeni olan sol diyez konulur.

dü-gâne (f.b.s.) 1. çift, ikiz, iki tane. 2. rekât namaz.

Salât-ı dü-gâne iki rekât namaz.

dühât (a.s. dâhî'nin c.) dehâ sahibi, son derece zekî, anlayışlı ve uyanık olanlar.

dühenî (a.s.) kim. kaypak, fr. onc-tueux. [aslı "dühnî" dir].

dühn (a.i.c. dihân, edhân) sürünecek yağ.

dühnî, dühniyye (a.s.) sürünecek yağ ile ilgili.

dühür (a.i. dehr'in c.) 1. dünyâlar. 2. zamanlar; devirler.

duhûl (f.i.) davul.

Âvâz-ı duhûl davul sesi.

duhûl -bâ (f.b.i.) 1. davulcu. 2. doğancıların kuş kaldırmada kullandıkları küçük davul.

dühül-derîde (f.b.s.) "davuluyırtılmış" alnının damarı çatlamış, rezil, rüsvâ.

dü-kevn iki âlem (dünyâ ile âhiret). (bkz. dü-cihân).

dükkân (a.i.c. dekâkîn) içinde öteberi satılan oda, yer. [Farsça'sı "dukan" dır].

dükkân-çe (a.i.) küçük dükkân,dükkâncık,

dükkânçe-i sahhâf kitapçı dükkâncığı, küçük kitapçı dükkânı.

dülbend (f.i.) tülbend.

dülbend-dâr (f.b.i.) [eskiden] saraylarda sarıklarla ve ince bezlerle uğraşan kimse, içoğlanı, bunların başı, tülbent ağası.

düldül (a.i.) Hz. Muhammed'in Hz.Ali'ye verdiği kır katır. 2 . kirpi.

dülûk (a.i.) Güneş batması, (bkz: gurûb).

dülûk-i şems Güneşin batması.

düm (f.i.) kuyruk, (bkz: dünbâl, dünbâle).

düm-i gürg (kurt kuyruğu) sabahın erken saati, alaca karanlık.

dümbâl, dümbâle (f.i.) kuyruk, (bkz: düm, dünbâl, dünbâle).

düm-bürîde (f.b.s.) kuyruğu kesik.

düm-çe (f.b.i.) kuyrukçuk, kısa kuyruk.

düm-dâr (f.b.i.) aşk. kuyruk tutan, ordunun arkasındaki kuvvet, artçı.

dııınel, dümmel (a.i.) büyük kan çıbanı.

düm-gâh, düm-geh (f.b.i.) kuyruk yeri.

dü-mûy saçına sakalına kır düşmüş [adam].

dünb, dünbe (f.i.) kuyruk, (bkz: dünbâle).

dünbâl, dünbâle (f.i.) kuyruk, (bkz: düm, dümbâl, dümbâle, dünb, dünbe).

dünbâle-dâr (f.b.i.) kuyruklu.

Necm-i dünbâle-dâr kuyruklu yıldız.

dünbâle-rev (f.b.s.) kuyruktan, arkadan giden, arkası sıra giden, uyan.

dünbek (f.i.) 1. bekçi davulu. 2. dümbelek.

dünbüre, dünbûre tambura denilen çalgı.

dü-nîm, dü-nîme (f.s.) iki parça, ikiye aynlmış, bölünmüş.

dünyâ (a.i.) 1. içinde yaşadığımız âlem, yer yuvarlağı.

dünyâ-yi dûn alçak, sefil dünyâ. 2. küre. 3. elgün, herkes.

dünyâ-dâr (a.f.b.s.) dünyâ işleriyle uğraşarak mal mülk sahibi olan.

dünyalık (a.t.b.i.) para, mal ve zenginlik.

dünyâ-perest (a.f.b.s.) dünyâya tapan, tamahlı, hırslı kimse.

dünyevî, dünyeviyye (a. s.) dünyâya mensup, dünyâya ait, dünyâ ile ilgili.

Alâka-i dünyeviyye dünyâ işleriyle olan ilgi. ,

dü-pâ (f.b.s.) iki ayaklı.

Har-ı dü-pâ (iki ayaklı eşek) eşek gibi insan.

dür (a.i.). (bkz. dürr).

dürc, dürce (a.i.) kutu, kutu-cuk; hokka. 2. sandık, cevahir kutusu. 3. hokka gibi olan ağız.

dürc-i dür inci kutusu.

dürc-i teng sevgili'nin ağzından kinaye.

dürc-i zer altın kutusu.

dürd, dürde (f.i.) tortu, çöküntü.

dür-dâne (f.b.i.) 1. inci tanesi. 2. sevgili, kıymetli. 3. kadın adı.

dürdâriyye (a.i.) bot. karaağaçgiller, fr. ulmacees.

dürd-âşânı ((f.b.s.) şarabın tortusunu içen, kalender, (bkz: dürd-keş).

dürd-hâr, dürd-hor (f.b.s.) şarap içen, şarabı son damlasına kadar içen. (bkz. dürd-âşâm, dürd-keş).

dürdî (f.i.) tortu, çöküntü, (bkz: dürd,dürde, rüsûb).

dürdîriyye-i halvetiyye Hanefiyye-i Halvetiyye şubelerinden birinin adı. [kurucusu Şeyh Şehâbeddin Ahmed-üd-Dürdirî'dir. 1127 (1715) de Mısır'da doğmuştur].

dürd-keş (f.b.s.) şarabın tortusunu içen. (bkz: dürd-âşâm).

dürece (a.i.) merdiven, (bkz: süllem).

dürer (a.i. dürre'nin c.) büyük inci taneleri.

dürer-bâr (f.b.s.) inci yağdıran, inci gibi söz söyleyen.

dürger (f.i.) dülger, bir binanın tahta olan kısımlarını yapan usta. (bkz. dürûger, neccâr).

Dürr (a.i.) inci.

dürr-i Aden Aden incisi.

dürr-i girân-mâye kıymetli iri inci.

dürr-i güftâr söz incisi.

dürr-i hoş-âb iyi inci.

dürr-i istifa seçilmiş inci, seçkinlik incisi (Hz. Muhammed).

dürr-i meknûn muhafazalı parlak inci.

dürr-i nâb parlak, beyaz inci.

dürr-i nâzım dizilmiş inci.

dürr-i nâ süfte delinmemiş inci; mec. kızoğlan kız.

dürr-i nefîd dizi inci, inci dizisi.

dürr-i sadef-nişîn sedefinden çıkmamış inci

dürr-i semîn kıymetli inci.

dürr-i sirâb iri inci.

dürr-i şah-vâr, -şeh-vâr (pâdişâha lâyık) iri inci.

dürr-i yegâne eşi bulunmayan, tek inci.

dürr-i yek-dâne iri taneli inci.

dürr-i yekta eşsiz inci.

dürr-i yetîm sedefinde tek olarak çıkan iri, büyük inci. mec. Hz. Muhammed, [Farsçası "dür" dür].

dürrâa (a.i.) üste giyilen önü açık bir elbise; ferace.

dürrâc, dürrâce (a.i.) zool.eti gevrek, keklik cinsinden bir kuş, çil kuşu,turaç kuşu.

dürrât (a.i. dürre'nin c.) büyük inci taneleri, (bkz; dürer).

dürr-çîn (a.f.b.s.) inci toplayan.

dürre (a.i.c. dürer, dürrât) büyük inci tanesi.

dürr-efşân (a.f.b.s.) inci serpen; inci gibi söz söyleyen ağız.

dürrî, dürriyye (a.s.) inci gibi parlayan, parlak, panltılı. [çok zaman "yıldız" hakkında kullanılır].

Kevkeb-i dürrî parlak yıldız.

dü-rû (f.b.s.) iki yüzlü.

duru (a.i. dır'ın c.) zırh gömlekler.

dürûd (f.i.) 1. dua, medih; selâm. 2. ekin biçme. 3. yontulmuş ağaç, kereste.

dürûg (f.i.) yalan, gerçek olmayan söz. (bkz. kizb).

dürûg-ı bî-fürûg adî yalan.

dürûg-ı maslahat-âmîz iş bitiren yalan.

dürûger (f.i.). (bkz ; dürger).

dürûgerî (f.i.) marangozluk, (bkz: sifânet).

dürûgî (f.s.) yalanla ilgili.

dürûg-zen (f.b.s.) yalancı.

dürûg-zenî (f.b.i.) yalancılık,

dürûs (a.i. ders'in c.) dersler, (bkz ders).

dürûs-i nâfia faydalı dersler.

dürüst (f.b.s.) doğru, düzgün; sağlam, bütün, tam

dürüst-hân (f.b.s.) okuyuşu doğru doğru ve dürüst olan.

dürûz (a.h.i. dürzî'nin c.) dürzîler.

dü-rûz, dü-rûze iki günlük, kısa [zaman].

dürüst-ayâr mükemmel doğruluk.

dürüstî doğruluk, düzgünlük, sağlamlık.

dürüşt (f.s.) kaba, sert, katı, kalın.

dürüştî (f.i.) kabalık, sertlik, katılık, kalınlık.

Dürzî (a.h.i.) Lübnanlı.

Dü-se (f.s.) tavla oyununda zarların ikisinin de üçlü gelmesi.

düstûr (a.i.c. desâtîr) 1. kanun, kaide, kural. 2. vezir; müşîr. 3. büyük defter. 4. esaslı kaide. S. devlet kanunlarını içine alan kitap.

düstûr-i mükerrem (kanun, nizam üzere hareket eden) vezir; sadrâzamlarla vezirlere tazim makamında verilen unvan.

düstûr-ül-amel gereği gibi uygulanacak olan kanun.

düstûr-ül-edviye kodeks, fr. codex.

düstûrî (a.s.) düstûra ait, düstur ile ilgili, kurala uygun olan.

Düstûr-nâme-i Enverî Enverî'nin XV inci yüzyılda Osmanlı tarih kaynaklan arasında bulunan bir eseri.

düşüm (a.i. desem'in c.) yağlar.

düşür (a.i.) mahvolma, eseri kalmama.

düsûr-ün-nefs her şeyi çabuk unutma hâli.

düsür (a.i. disâr'ın c.) 1. üste giyilen kaftanlar, elbiseler. 2. yatak çarşafları.

dü-şâh, dü-şâhî (f.b.i.) 1. çatal ağaç; tomruk. 2. suçlunun boynuna takılan çatal ağaç.

dü-şakk (f.a.b.i.) ikiye ayrılma, ikiye bölünüş.

düşenbih (f.i.) pazartesi günü.

düşeş (f.i.) zar oyununda en büyük sayı olan iki "6" nın yanyana gelmesi; meç. rastgelme, iyi tesadüf, beklenmedik kazanç.

düşîn, düşîne (f.zf.) dün gece.

düşman, düşmen (f.s.) düşman, yağı. (bkz: adû, adüvv, hasm).

düşmenân düşmanlar, yağılar.

düşnâm (f.b.i.) sövme, sövüp sayma, (bkz: şetm).

düşvâr (f.s.) güç, zor.

Emr-i düşvâr güç iş.

düşvâr-ger (f.b.i.) dağ, dağlık.

düşvârî (f.i.) güçlük, zorluk, (bkz: bkz. suûbet)

düşvâr-pesend (bkz: müşkül-pesend).

dü-tâ (f.b.s.) 1. iki kat, bükülmüş, eğrilmiş, kamburu çıkmış.

Kad-i dû-tâ iki büklüm olmuş boy. 2. ed. bir târih mısraının sene adedinin iki katı olması ki asıl târih bu sayının ikiye bölünmesiyle elde edilir.

düvâl (f.i.) kayış; tasma.

düvâzdeh (f.b.s.) on iki.

düvâzdehüm (f.b.s.) on ikinci on ikide bir

düvâzdeh-imâm on iki imam. (bkz: eim-me-i isnâ aşer).

düvel (a.i. devlet'in c.) devletler.

düvel-i muazzama büyük devletler. [İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya, italya].

düvel-i mü'telife uyuşmuş, anlaşmış devletler. [birinci umûmî harpte"ingiltere, Fransa, Rusya, italya" idi].

düvel-i müttefika ittifak etmiş, birleşmiş devletler, birleşik devletler, [birince umûmî harpte "Osmanlı imparatorluğu, Almanya, Avusturya-Macaristan" idi].

düvel-i sâire düvel-i muazzama'nın dışında kalan devletler.

düveli, düveliyye (a.s.) devletlerle ilgili.

Münâsebât-ı düveliyye devlet münâsebetleri.

dü-vîst (f.b.s.) iki yüz.

dü-vüm, dü-vümîn ikinci, (bkz: sânî).

düyek (f.b.i.) muz. Türk müziğinin küçük usullerindendir ve eski zamanlardan beri pek rağbetle kullanılan bir ölçüdür. Sekiz zamanlı ve beş darblıdır. Bu güzel usûl, ilâhi formunda en ziyâde kullanılan ölçü olup, âyîn'i şeriflerin muayyen kısımlarında, tevşîh, peşrev, kâr, beste, oyun havası ve bilhassa şarkı formlarında da istimal edilir, 8/4 ağır düyek mertebesi de sık kullanılır. Düyek, iki adet sof-yandan mürekkeptir.

duyûn (a. i- deyn'in c.) borçlar.

düyûn-ı umûmiyye (umûmî borçlar) Osmanlı imparatorluğunun XX. asrın ikinci yansından sonra yabancı devletlerden aldığı borçlara karşı gösterdiği gelirleri toplamaya mahsus yabancı me'murların idaresi altında ve istanbul'da bulunan müessese.

düyûn-ı dâime eko. belirli vâdelerde yalnız faizleri ödenen uzun yıllar vadeli devlet borçlan.

düyûn-ı muhkeme eko. l ) tediye edilmeyen borçlar; 2) vâdesinde ödenmeyen para ve krediler; 3) tediye zamanı malûm olmayan alacaklar; devam eden borçlar.

düyûn-ı mütemevvice eko. 1) düyunu umûmiyyenin bir kısmı; 2) tahkim edilmediği için her gün azalır veya çoğalır durumda olan borçlar.

Düyûn-ı Umûmiyye eko. devlet borçları.

düyûnât (a.i. deyn'in c. olan dü-yûn'un c.) borçlar.

düyûnât-ı atîka eski borçlar. (f-s- düzd'ün c.) hırsızlar. hırsız gibi, hırsızca,

düzd j (f.s.c. düzdân) hırsız, uğru.

düzdân (bkz. sürrak).

düzd-âne (f.zf.)hırsıza yakışır yolda.

düzdî (f.i.) hırsızlık.

düzdîde (f.s.) çalınmış [şey].

Dürr-i düzdîde çalınmış inci.

dü-zebân (f.b.s.) iki dilli.

e (ha.) elif harfinin üstün ve ince okunan şekli.

- e (a.e.) Arapça kelimeleri müennes yapmaya yarar hafız = hafıza; sâlih = sâliha; âdil = âdile., gibi.

eâcîb (a.s. u'cûbe'nin c.) 1. taaccüp olunacak, şaşılacak şeyler. 2. vücuttaki garip, anormal yaradılışlar.

eâcib-i dehr dünyânın çok şaşılacak şeyleri.

Eâcim (a.i. A'cem'in ve Acem'in c. olan "A'câm"ın c.) Arap olmayanlar, iranlılar, Acemler, (bkz: A'câm).

eâdî (a.s. adüvv'ün c. olan a'dâ'nın c.) düşmanlar, hasımlar, yağılar.

Dest-i eâdî düşmanların eli.

eâlî (a..s. a'la'nın c.) pek yüksek olanlar, şeref sahibi olan büyük kimseler.

eamm (a.s.) en umûmî, pek şümullü.

Eârîb (a.i. A'râbî'nin c.) çölde yaşayan Araplar.

eârîz (a.i. arûz'un c.) 1. şiirin vezinlerinden bahseden ilimler. 2. nazımda beytin birinci mısraının son kısımları. [Arap aruzuna mahsus ıstılahtır], (bkz: aruz).

eâsîr (a.i. i'sâr'ın c.) şiddetli rüzgârlar, kasırgalar.

eâzım (a.s. a'zam'ın c.) pek büyük olanlar, büyük adamlar, [eşyada kullanılmaz].

eâzım-ı millet millet büyükleri.

eâzım-ı rical devlet adamlarının en büyükleri.

eâzım-ı üdebâ edebiyatçıların en büyükleri.

eazz (a.s.) en azîz, pek muhterem, çok sayın.

eazz-i ehibbâ dostların en azîzi.

eazz-Allah Allah azîz etsin!

eazze (a.cü) "azîz etsin!" mânâsında biriyi dilek.

eb (a.i.c. âba) baba, ata. (bkz: ebî, ebû, peder).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə