Azərbaycan – Türkiyə münasibətləri II beynəlxalq elmi konfransının materialları
25
Sonuç olarak İlham Aliyev döneminde, Azerbaycan’ın oturmuş ve kararlı dış politika çizgisinin devam
ettirileceği her fırsatta ilan edilmektedir. Bu dönemde de, Doğu-batı enerji ve ticaret koridoru olma özelliğini
sağlanması ve işgal edilmiş toprakların geri alınması gibi konular Azerbaycan dış politikasının önceliklerini
oluşturmaktadır.
Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin rayına oturduğu bir dönemde iktidara gelen İlham Aliyev’in önümüzdeki
dönemde de Türkiye ile ilişkiler konusunda köklü bir değişikliğe gitmesi beklenmemektedir. Bu bakımdan
ilişkilerde yakın vadede sürpriz ya da kırılma olasılığı görülmüyor. Ancak zaman zaman gündeme gelen,
Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması olasılığı iki ülke ilişkilerinde ciddi değişiklikleri gündeme getirebilir gibi
gözükmektedir[16].
2. AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası ve Azerbaycan
Ak Partili karar alıcıları ve parti tarafından uygulanan politikalar bazı muhalif çevrelerce yeni-Osmanlıcı
olarak nitelenmiş ve söz konusu politikaların Türkiye’yi bir “Ortadoğu” ülkesine dönüştüreceği ileri
sürülmüştür. Oysa bu iddia, en basit ifadeyle, o günden bu güne küresel ve ulusal düzeyde yaşanan
değişiklikleri ve cumhuriyet dönemi Türk dış politikası deneyimini görmezden gelmek demektir.
Daha önceki dönemlerde olduğu gibi, Ak Parti döneminde de Türk dış politikası mevcudu koruma ve
muasır medeniyetler seviyesini yakalama/aşma (Batıcılık) stratejileri üzerinden yürütülmektedir. Emekli
Büyükelçi ve Dışişleri Bakanı eski müsteşarı Özdem Sanberk’in de dediği gibi “bu stratejinin belli bir istikrar ve
kalıcılık içinde uygulanabilmesinin temel nedeni, Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana Devletler
Hukuku’na bağlılığından, gerçekçiliğinden ve köklü geleneklere bağlı ve kurumsallaşmasını tamamlamış bir
Dışişleri Bakanlığı’na sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Ama belki en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti’nin,
dış politikasında, hegemonik amaçlı stratejilere hiçbir zaman itibar etmemesidir.”
Soğuk Savaş’ın ardından özelde ABD’yi, genelde Batı’yı dengeleyecek bir güç kalmaması,
küreselleşmenin farklı boyutlar kazanması ve güç mücadelesinin ekonomik alana kayması gibi nedenlerden
dolayı, bugün 19. ve 20. yüzyıllardakine benzer bir güç dengesi oyunu ile dış politika yapmaktan ve ülke
çıkarlarını bu şekilde sürdürmekten söz etmek mümkün değildir. Eğer Türk dış politikasında bir değişiklikten
söz etmek gerekiyorsa, asıl değişiklik bu noktada gerçekleşmiştir. İki kutuplu sistemin ardından Türk dış
politikasında görülen asıl değişiklik çok boyutlu bir diplomasi uygulamasına geçiş olarak ortaya çıkmıştır.
Çok boyutlu diplomasiyi Türk dış politikası ile ilk tanıştıran eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır. Türk dış
politikasının geleneksel ilkesi olan dengecilik de Soğuk Savaşın ardından büyük güçler arasında bir denge
arayışı olmaktan çıkarak Batı, Avrasya ve Ortadoğu bölgeleri arasında dengeli bir politika arayışına
dönüşmüştür. 90’lı yılların ikinci yarısında sönükleşen bu yaklaşım, Ak Parti iktidarı ile birlikte çok daha canlı
bir biçimde sürdürülmektedir[17].
AK Parti’nin 2002 yılının sonunda iktidara gelmesiyle damgasını vurmaya yöneldiği Türk dış politikası,
2000’lerin ikinci yarısında hatlarını belirginleştirmişti. Türkiye’nin çevresinde ve dünyada sarsıcı gelişmeler
meydana gelmekle birlikte Türk dış politikası, aynı izleri taşımaya devam etmektedir.
Kendi içindeki dönemsel farklılaşmalar bir kenara bırakılırsa, Türk dış politikasında 2000’lerde ortaya
çıkan stratejik özerklik arayışı, bu yönde sergilenen pro-aktif dinamizm ve idealizm ile pragmatizmi mecz eden
bir stratejik kültürü yansıtmaktadır.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun merkez ülke ve bundan mülhem düzen kurucu ülke kavramlarında
anlamını bulduğu üzere stratejik özerklik arayışı, Türkiye’nin kendi mücavir bölgelerindeki etki ve etkileşimini
arttırarak küresel ölçekte önemli bir aktör konumuna yükselme çabasını ifade etmektedir.
Davutoğlu'nun formülasyonunda büyük rol oynadığı stratejik özerklik arayışı, genelde içerde bir zihniyet
dönüşümü çağrısı yapsa da, özünde dış dünyada yaşanan köklü değişimlere yanıt verebilme ve dönüşümü
kendi tercihleri doğrultusunda şekillendirme hedefiyle yakından ilintiliydi. Komşularla sıfır sorun, yumuşak
güç, ritmik diplomasi gibi politikalar, söz konusu hedefin hayata geçirilmesi yolunda benimsenen araçlar
arasından öne çıkanlardı.
Öte yandan, Ankara’nın 2002’den itibaren izlediği dış politikanın temel yaklaşımlarını 2013’te
değiştirmeye yöneldiği algısı gittikçe yaygınlık kazanmaktadır. Bahsedilen değişimin kanıtı olarak, Türkiye’nin
Azərbaycan – Türkiyə münasibətləri II beynəlxalq elmi konfransının materialları
26
Irak ve İran ile (belli bir aradan sonra) geliştirmeye çalıştığı diyalog veya Avrupa Birliği (AB) ile uzun süredir
donmuş halde duran müzakere sürecinin canlandırılmasına dönük adımla gösterilmektedir.
Mevzubahis değişimlerin de dış politikada bir hatadan dönme arayışıyla hayata geçirildiği ve bu anlamda
rotanın yeniden çizildiği yönünde bir okuma da yaygındır. Özellikle Türkiye’nin Suriye örneğinde karşılaştığı
zorluklar ve Arap Baharı sürecinde gücünün sınırlarını test etmesi üzerine iddialı pro-aktif dış politikadan “geri
çekilme” sürecinin tecrübe edildiği algısı bazı yorumcularca paylaşılmaktadır.
Son dönemde dış politikada değişen ortama cevaben, bazı komşular ve Batı ile ilişkilerde hareketlilik
yaşandığı açıktır. Ama bu hareketlilik, AK Parti’nin izlediği stratejide ve dış politikasının temel ilkelerinde bir
sapma anlamına gelmemektedir. Zira AK Parti dönemi Türk dış politikasında konjonktürel ayarlamalar
yapılması, esasında yeni bir olgu teşkil etmiyor. Ve son dönemde Türk dış politikasında gözlemlenen
değişimler, bölgenin genelinde olduğu kadar muhatapların nezdindeki değişim beklentileriyle de örtüşüyor.
Ortadoğu genelinde bir teraziye vurulduğunda, Ankara’nın aslında pozisyonunu kaybetmediği
görülmektedir. Türkiye’nin kendi pozisyonunu makul bir bedelle sürdürebilme yeteneğini koruduğu, diğer
aktörlere oranla hayati bir kayıp yaşamadığı fark edilmektedir.
Bölgesel düzenin istikrarsızlaştığı ve pek çok ülkede iç düzenin sarsıldığı bir ortamda; bir yandan sınırlar
tartışmaya açılırken, öte yandan devlet-dışı oluşumlar güçlenmekte ve merkezi otorite zayıflamaktadır.
Mevcut ittifak ilişkilerinin yeniden tanımlanmasının da eklendiği bu kırılgan dönemde geçişkenlik artmaktadır.
Türkiye de kendi payına; dönüşümün daha istikrarlı ve güvenli tarzda gerçekleştirilmesine dönük adımlar
atarken, yükselen risk ve istikrarsızlık unsurlarına karşı da güvenliğini tahkim edici önlemler almaktadır. Bu
doğrultuda Türkiye’nin 2013 içerisinde esnek ve ad hoc (belli bir olaya mahsus)ittifaklara dayalı bir politikayı
hayata geçirdiğini söylemek mümkündür.
Bazı yorumcular, dış politikadaki bu ayarlamayı, “resetleme” şeklinde tanımlama noktasına dahi
taşımaktadırlar. Fakat tartışmaların sadece Türkiye’nin yaptığı ayarlar üzerinden yürütülmesi, sağlıklı bir
analize imkân vermeyecektir. ‘Türk dış politikasının resetlendiği’ iddiasını dillendiren yorumcuların gözden
kaçırdığı husus, Ortadoğu sahnesinde rol alan diğer aktörlerin de aynı dönemde politikalarını revize ettiği
gerçeğidir.
Türkiye’nin ilişkilerini yeniden canlandırdığı aktörlere baktığımızda, en az Türkiye’ninki kadar güçlü bir
iradenin, bu muhataplarca da sergilendiği ve ilişkileri normalleştirme talebiyle öne çıktıkları göze
çarpmaktadır. Çünkü uluslararası alanda ve bölgedeki gelişmeler, onların üzerinde de değişim yönünde ağır
bir baskı oluşturmaktadır.
Ukrayna krizinin de gösterdiği gibi Türkiye’nin mücavir coğrafyalarında yaşanan dönüşüm, Ortadoğu ile
sınırlı kalmayacaktır. Risk unsurunun arttığı bir ortamda dış politikayı yürütmek, daha zor ve maliyetli hale
gelecektir. Uluslararası sistemin genelinde ve komşu bölgelerindeki gelişmeler Türkiye’yi kaçınılmaz biçimde
dış politikasını hassas ayarlarla yürütmeye zorlayacaktır.
Yine de Türk dış politikasında gözlenen dönüşüm ve ayar süreci, dış ortamdan gelen baskıları bertaraf
etmeye dönük salt bir tepkisel davranış biçiminde cereyan etmeyecektir. Ankara, stratejik özerklik
arayışı çerçevesinde yeni dönemde de kendi önceliklerini dikkate alarak ilişkilerini tanımlamayı ve bu
doğrultuda pro-aktif bir dinamizm sergilemeyi sürdürecektir[18].
Mevcut hükümetin genel anlamda iki temel dış politika hedefinin bulunduğu söylenebilir. Bunlardan
birincisi AB üyeliği, ikincisi ise Balkanlar, Kafkasya, Karadeniz, Ortadoğu, Akdeniz ve Orta Asya ile Avrupa’nın
doğal kesişim noktasında bulunan ülke toprakları etrafında güvenlik, istikrar, refah, dostluk ve işbirliğinin
geliştirilmesidir. Bu çerçevede, AK Parti, Türk Cumhuriyetleri arasında, ikili ve çok taraflı işbirliğinin
geliştirilmesini ve ekonomi, enerji, siyasi, sosyal, kültürel vb. alanlarda işbirliğinin ve bölgesel entegrasyon
faaliyetlerinin arttırılmasını savunmaktadır. Ayrıca bölge devletleri, demokratikleşme ve serbest ekonomisini
inşa etme yönünde ciddi adımlar atmalı ve sorunların barışçıl yöntemlerle çözümü konusunda çaba
harcamalıdırlar. Bu ikili yapının yardımıyla, bölge devletleri arasında karşılıklı bağımlılığı arttırılacaktır. Bu da,
sonuçta bölgede istikrarı, refahı ve işbirliğini geliştirecek ve ortak güçlü bölgesel işbirliği alanları
oluşturacaktır.