46
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
H
egel, “Belirli-Varlık”, “Son-
luluk ve Sınır” hakkındaki
görüşlerini
(
, 1812-1816)
ve
(
, 1817) adlı
yapıtlarında sergilemiştir. Hegel’e
göre, kendisi olma, öncelikle başka-
sından bağımsızlık anlamında ken-
dini belirlemeyi gerektirir ama kendi
karşıtıyla bağlantılı olarak sınırlan-
mışlığı da getirir. Kendi kendisiyle
sınırlanmış olan, belirlidir. Belirlen-
me kavramı olarak sınır, özdeşlikleri
kuşatarak kapatır. Ama aynı zamanda
farklılıkları da ayırır, dışarıda bırakır.
Sınır, tanımı gereği belirlenmenin ne-
rede başladığını ve nerede bittiğini
işaretler.
Ama belirlenmek, aynı zamanda
başkası-için-olma demektir, çünkü
bir varlık ancak başka bir varlık ta-
rafından belirlenebilir. Öteki olmaz-
sa, belirlenme olanaksızdır. Öyleyse
belirlilik, ötekine bağlıdır, yani öteki
tarafından sınırlanmak anlamına gelir.
Bir şeyin, başka bir şeyi sınırlaması,
kendisini de sınırlaması demektir.
Ama bunun karşıtı da geçerli oldu-
ğundan belirleyici olan öteki varlık,
sınır durumuna gelir. Onun vasıtasıyla
belirlenen varlık da sonlu olur; çünkü
sınırın yani ötekinin başladığı yerde
belirlenenin sonu gelir. Belirli-varlık,
ancak kendi sonluluğu ya da sınırlılı-
ğıyla belirlenebilir, yani belirli-varlık
olabilir. Belirli-varlık olma, öyleyse,
daima öteki bir varlık sayesindedir.
Bir varlık varsa, öteki de vardır. Bir
şey öteki olmadan düşünülemez. Öy-
leyse sınır, soyut bir yokluk değil,
ötekinin başlangıcıdır. Sınır, birlik ve
ayrılıktır.
Bir varlığın başlangıcı ve sonu, yani
sınırı, o varlık için var olma ve yok
olmanın birleştiği noktalardır. Bir
varlığı belirleyen sınır, onun hem ol-
duğu hem de olmadığı, aynı zaman-
da da onu sınırlayan ötekinin de hem
olduğu hem olmadığı yerdir. Öyleyse
belirli olma, kendinde bir çelişkiyi ta-
şır: belirli-varlık bir yandan kendi sı-
nırıyla çakışır, öte yandan çakışmaz.
Sınırı sayesinde kendini başkasından
ayırdığı için varlık, kendi sınırıyla öz-
deştir. Ancak tam sınırda öteki de baş-
lar, bu yüzden varlık aynı zamanda
kendi sınırıyla özdeş değildir. Sınırın
doğası çelişkilidir. Sınır, bir varlığın
hem gerçekliği, hem de olumsuzlan-
masıdır.
Bir varlık, kendi sınırı sayesinde
ve kendi sınırının içinde kendisi
olur. Ne var ki bu sınır, varlığı çev-
releyen dışsal, nicel bir engel gibi
değil, varlığın tüm varoluşuna ya-
yılan bir nitelik olarak düşünülme-
lidir. Sınır, nitel olumsuzlamadır.
Öz (
), bir varlığın o varlık ol-
duğunu belirleyen şeydir. Demek ki
öz, varlığın “neliği” (
), yani
tanımıdır.
Öz, bir varlığın ötekinden farkının
nedenidir. Öte yandan öze, bir varlık
ancak onun sayesinde ve onun içinde
varlığa sahip olduğu için öz denilir.
Öyleyse öz ve sınır özdeştir. Öz, ta-
nım olduğu için, sınır da varlığı belir-
leyen tanımdır. Sınır, varlığın özünü
ve tanımını barındırır; tanımlamak,
sınırlamaktır.
Ama sınır, tam olarak öteki varlığın
da başlangıcıdır; öyleyse bir varlığın
varoluşu aslında ötekinin başlangı-
cıdır. Varlık ve öteki varlık, sınırda
sona ererler ama aynı zamanda sı-
nırda başlarlar. Demek ki bir varlığın
varoluşunda öteki varlığın kökeni
vardır ve varlığın çelişkili özünde
her zaman öteki olma ya da başka-
laşma (değişim) bulunur. Belirli var-
lık, zorunlu olarak değişkendir ve
ancak değişken olduğu için varlıktır.
Sonlu ve belirli varlıktaki değişken-
lik, dönüşümdür. Varlık, öteki olur,
yani kendini olumsuzlar. Ama sınırda
bulunan öteki, kendisi de bir varlık
olarak kendi sınırında yer alır ve o
da dönüşür. Bu karşılıklı ve art arda
değişimde ‘ötekine dönüşme’ gerçeği
vardır; ama ötekine dönüşen yine de
her zaman kendisiyle özdeştir. Böyle
bir dönüşüm, ‘karşıtların birliği’ ve
“olumsuzlanmanın olumsuzlanması”
ilkeleriyle devinen
.
* * *
Hegel’in
(
) hakkındaki bu
görüşlerini açıkladığı yıllardan yakla-
şık altı yüzyıl önce Şihâbuddîn Yahyâ
Sühreverdî (ölümü 1191), evren ta-
sarımını ikili bir yapıda açıklıyordu.
Öncelikle arı tinsel evren, yani
ya da
vardı; ikincisiyse
duyumlar evreni,
ya da
, yani özdeksel nesneler evreniy-
di. Ancak Sühreverdî, bu iki evrenin
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
47
arasında bulunan,
adını ver-
diği bir ara evren daha tasarlamıştı;
, bir imgeler evreniydi ve bu
nedenle
(Corbin’in deyi-
şiyle
) olarak da
adlandırılmıştı.
düşünce akımının önderi Süh-
reverdî’nin hayalî dünyası,
, birbirini dışlayan tinsel ve
özdeksel evrenlerin, yani özler dün-
yasıyla biçimler dünyasının sınırını
oluşturuyordu. Bu sınırdaki hayali
evrene insan ancak düş gücüyle ya da
mistik deneyimler sonucunda ulaşabi-
lirdi; insanı
’nin gizlerine
ulaştıran, sadece içsel deneyimlerle
gelişen özel bir tinsel yetenek, yani
bir
(
Vera) olabilirdi. Sühreverdî ve onu
izleyen İşrâkî düşünce akımı,
’i, tıpkı
ve
arasında sınırı oluşturan
gibi,
felsefi bilgiyle mistik deneyimi eşit
biçimde kendinde birleştirebilen kişi
olarak tasavvur etmişlerdi.
* * *
İbn’ül Arabî (ölümü 1240), Sührever-
dî’nin
kavramını daha
geniş bir boyutta, Kur’an’da bulunan
Berzah kavramıyla birlikte ele almış-
tı. Berzah kavramı, Kur’an’da iki
şey arasındaki engel, sınır anlamında
kullanılmıştı: Rahman Suresi’nde;
“Salmıştır iki denizi; buluşup kucak-
laşıyorlar. Bir ayırıcı (berzah) var ara-
larında; kendi sınırlarını aşmıyorlar”
(55.19–20) ve Furkan Suresi’nde;
“İki denizi birbiri üstüne salan O’dur.
Bu, tatlı ve yürek ferahlatıcı; şu, tuzlu
ve acı. Ve ikisinin arasında bir berzah,
geçişi engelleyen bir perde koymuş-
tur,” (25.53) diye yazılmıştır.
Söz konusu âyetler, bir ara alan saye-
sinde, yani berzah vasıtasıyla karşı-
lıklı bağlantı içinde, birbiriyle ilişkili
ama yine de birbirinden kesin biçim-
de ayrılmış iki denizle simgelenen
iki bütünsel alan imgesini bize sunar.
Berzahın hem birleştiren hem de ayı-
ran karakteri iki simgesel alanı bitişti-
rir ama birbirlerine karışmalarına da
kesinlikle izin vermez.
İbn’ül Arabî, berzah kavramını özel
olarak
adlı eseri-
nin 63. bölümünde incelemiştir. Dü-
şüncesini sergilemeye, kavramın dil-
sel, simgesel ve felsefi açıklamasıyla
başlayan İbn’ül Arabî’ye göre berzah,
aslında iki metafizik evrenin arasın-
daki sınırdır; tam anlamıyla fiziksel
olan varoluş âlemiyle tam anlamıyla
noetik (düşünsel) olan Varlık’ın idrak
âlemi arasında gizemli Hayal Âlemi
bulunur. İbn’ül Arabî’nin ontolojik
anlatımı, daha sonra usulca epistemo-
lojik ifadelere ve Kur’an’dan alıntı-
lara yönelir, söz konusu varlık âlem-
leri hiyerarşisinin varoluşsal önemini
anlaşılır biçimde ortaya koyarak son
bulur.
Sonuçta ortaya çıkan, İbn’ül Ara-
bî’nin özenle tasarımladığı ontolojik
bir şemadır. Evrensel varoluşun bili-
nebilir yönleri (
) üç varoluş
düzeyi halinde kategorik bir ayrıma
sokulmuştur:
1) Saltık Varlık (Vucûd’ül-Mutlak),
yani Tanrı’nın sınırsız varoluşu ola-
rak Zorunlu Kendi-Var olan (Vâ-
cib’ül-Vucûd li-Nefsihi),
2) Saltık Yok-Varlık (Adem’ül-Mut-
lak), yani Kendi-Var olamayan
(Ademli-Nefsihi),
3)Bu ikisini birbirinden ayıran bir
aracı ya da ayırıcı olarak Berzah.
İbn’ül Arabî’ye göre berzah, mümkün
olan tüm varoluş ilkelerini (Müm-
kinât) içeren arketiplerin bulunduğu
ara alandır. Berzahın ara âlemi, Saltık
Varlık’la Saltık Yok-Varlık arasında
da sınır oluşturur. Işıkla gölge arasın-
daki sınır çizgisinin algılanışındaki
gibi berzah, bitişik iki âlemin gerçek-
liklerini yansıtan bir ortak sınır olarak,
iki alanın birbirleri içine yayılmaları-
nı sınırlar, birbirlerinin nitelikleriyle
nitelendirilmelerini engeller.
İbn’ül Arabî, berzahın iki bağımsız
alanla yüz yüze olduğunu ısrarla be-
lirtir. Ama berzahın bir alana bakan
yanı, öteki alana bakan yanından
farklı değildir; berzahın iki yanı da
tam olarak aynıdır ve bu iki taraflı
eşitlik, berzahın öz niteliğidir. Öte
yandan berzah, birleştirdiklerini ken-
di içine almaz; tam tersine bunlar ber-
zahın dışında kalırlar, tıpkı denizlerin
berzaha dâhil olmamaları gibi.
Berzahı, fiziksel olan varoluş âlemiy-
le düşünsel-ideal olan Saltık Varlık’ın
sonsuz idrak âlemi arasında bir sınır
olarak tasarımlama, aslında felse-
feyi epistemolojik olarak etkileyen
ve biçimlendiren en can alıcı soruyu
gündeme taşır: Sonsuzluğu sonlu du-
ruma sokmak, sınırsız olana bir sınır
koymak nasıl mümkün olabilir? Bu
soruya bir yanıt vermeden hiçbir epis-
temolojik çaba sürdürülemez, çünkü
her bilgi kırıntısı aslında tam da bunu
yapmaya çabalar, yani sonsuz biçim-
ler çeşitliliği halinde var olanı sabit ve
belirli bir biçim içinde sunmaya çalı-
şır. “Sınır” kavramını tam anlamıyla
ele geçirmediğimiz sürece bildikleri-
mizin, kendi dışımızdaki gerçek dün-
yayla bağlantısı tamamen kopar.
Başlangıçta filozoflar sonsuzluk il-
kesine “Varlık” demişler, Varlık’ın
büründüğü biçimleri, yani “form”u
da “sınır” olarak düşünmüşlerdi. Bi-
çim kazanmış Varlık, böylece “sınırlı
sınırsızlık” ya da “sonlu sonsuzluk”
olarak sürekli değişime durağanlık
getirmiş, bize de evren hakkında bir
bilgilenme ve bu bilginin kullanılma-
sı imkânını sunmuştu.
Benzer bir uslamlamayı sürdüren
İbn’ül Arabî’nin berzah kavramı da
sınır niteliğiyle, sonsuz olan Saltık
Varlık’la sonsuz çeşitlilikte sonlular-
dan oluşan evren arasında geçişimi
sağlayarak ontolojinin tutarlı bir epis-
temolojiye yansımasını sağlamıştı.
Çoğu zaman berzahla ayrılan iki şe-
yin karşıtlıklar olduğu düşünülür: tuz-
lu ve tatlı denizler, yaşam ve ahiret,
sonlu ve sonsuz. Ama berzah, sadece
karşıtlıkları ayırmakla kalmaz, as-
lında onları birleştirir, birliklerini de
sağlar. İki karşıtı birleştiren onların
ortak sınırıdır; çünkü herhangi bir
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni
Dostları ilə paylaş: |