Carl gustav jung



Yüklə 3,33 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə27/138
tarix18.06.2018
ölçüsü3,33 Mb.
#49331
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   138

84

GİRİŞ


bağı  sağlayıtıcaya  kadar dengesiz  olarak kalmaktadır.  Yeni  bir  Tanrı 

hemen  «doğmasa»  bile,  ruhun  eğilimi,  yaşam  için  sahici  bir  anlam 

kavramı  taşıyan  ruhsal içerikleri yüzeye çeker.  Bunlar yüzeye  çıkınca 

bir  sistem  oluşturur,  toplumca  benimsenir;  çünkü  birey,  bilinçli 

davranışları  için  kuramsal  bir  temel  olmadığı  zaman  ortaya  çıkan 

psikolojik sorunları  böyle  taşıyabilir.

Örneğin,  yaşayan  bir  dindeki  gibi,  ruhun  bütün  izlenimlerini  ve 

umutlarını  ifade  eden,  bir dış  biçim  var olduğunda,  bu  ister  törensel, 

ritiiel,  ister m anevî olsun,  ruh dışında demektir ve tam anlamıyla, her­

hangi  bir m anevî sorun yoktur.

Birey  bu  durumda  sorgu  sual  etme  gereksinimini  duymadan, 

inançlar açısından,  dünyaya,  dışa doğru hareket edebilmektedir,  içine 

yönelik,  kendi  içini  araştıran  bir  zihin  çerçevesi  geliştiremez.  Bilinçli 

davranışlar  kurumlaştığında,  dikkat,  ruhtan  öteye,  dış  nesnelere 

yönelir; ama simgelerin işlevi sona erdiğinde, birey, kendi  içinde etkin 

güçlerin  varolduğunu derinden duyar.

H er  şey  yolunda  gittiği  ve  ruhsal  enerji  yeterli  ve  iyi  ayarlı 

durumda  uygulama  alanı  bulduğu  sürece,  içimizden  hiçbir  şey  bizi 

tedirgin  edemez.  Hiçbir  belirsizlik  ve  kuşku  çullanamaz  üstümüze, 

kendi  kendimize  karşı  bölünmeyiz.  Am a  ruhsal  etkinlik  yollarından 

biri,  ya  da  öteki  tıkanmaya  görsün,  o  zaman,  engellenen  bir  ırmak 

çıkar ortaya.  Su,  gerisingeri,  kaynağa  akar;  içerdeki  kişi,  görünürde­

ki kişinin istemediği bir şey istemektedir, buysa kendi kendimizle savaş 

durumundayız  demektir.

Normal,  uyumlu  bir  yaşam  sırasında  insan,  ruhun  varlığından 

habersiz  yaşıyor.  Ancak  ruhsal  güçler,  kendi  kendine  yöneldiğinde 

bireyin  dikkati  ruhun  gerçekliğine  çekiliyor;  simgeler  « canlılıklarını 

yitirdiğinde  ancak,  ruha  nesnel  bir  açıdan  bakılabiliyor.  Psikoloji 

doğrudan doğruya çağdaş  insanın ruhundaki  hastalıktan, manevî tedir­

ginlikten  doğmuştur.  Batı  uygarlığının en derin  inançlarının  sarsılması 

doğurm uştur  psikanalitik  açıdan  insan  ruhunun  incelenmesini,  Jung'a 

göre,  çağdaş  insan,  bir «ruh»  peşindedir.  Eski Tanrı'ları ölmüştür.  Her 

ne  kadar  birçok  alanlarda  psikolojik  doğum  sancıları  duyulmaktaysa




GtRtŞ

85

da,  yeni  Tanrı'ları  henüz  doğmamıştır.  Yeni  Tanrı'lar  zamanla  doğa­



caktır:  Jung'un  inancı  kesindir.  İnsan  ırkı  kendini  yok  etmek  istemi­

yorsa,  inanmak  zorundadır.  Ruh,  yapısı  gereği,  kendiliğinden  yeni, 

özerk  simgeler  yaratacaktır;  bu  simgeler  yeni  Tanrı’lara  biçim  vere­

cektir,  en  sonra  da,  bu  Tanrı'lara  adayacağı  yeni  bir  ruh  bulacaktır. 

Çağdaş  insan  ruhunu  arıyor  demek,  bilinçten  önce  ve  zihinden  daha 

temiz  bir  taban  üzerine  oturtabileceği,  yaşamı  için yeni  olan  ve  kendi 

içinde duyabileceği  bir anlam  arıyor demektir.

Çağımızın  sorunu,  Jung'a  göre  psikolojiden  öteye  gitmektedir. 

Dinsel  bir  sorundur bu,  ancak  din  sözcüğü  de  yetersiz  ve  yanıltıcıdır; 

burada,  psikolojik  sorun  bir  dinsel  gereksinim  sorunudur,  ama  dinsel 

ritüeller  gereksinimi  değildir  bu.  Kendiliğinden  yoğun  ve  doğal 

yaşamı olacak ruhta «canlı»  simgeler gereksinimidir.  Bu  arada çağdaş 

insanın  özelliği,  aramamasındadır.  Bugünkü  dinsel  sorun  aslında  din 

yolculuğudur.  Psikolojik sorun, tarihin en anlamlı dönemlerinden biri­

ni  yaşarken bile,  bireysel  yaşamın  anlamsızlığının  yükü  altında ezilen 

kişinin  sorunudur.  Eski  Tanrı'ların  ölümü  ile,  yeni  Tanrfların  doğuşu 

arasında,  bırakılan  inançlarla  yeni  inançlar  arasında  bir  boşluk  söz 

konusudur:  Budur çağdaş  ruhun  durumu.



-IV-

Jung'un  açtığı  ufuklardan  yararlanan  birçok  çağdaş  psikiyatr, 

psikolog,  düşünür  ve  sanatçı  olduysa  da,  gene  de,  henüz  hakettiği 

izleyici  sayısını  bulam am ıştır.  N edeni  birden  çoktur:  B ir  kere, 

yapıtları,  varoluşu,  Freud  gibi  basite  indirgeyerek  matematiksel  bir 

formül  açıklığıyla  verememektedir.  Bu  bakımdan,  hitap  ettiği  okuyu­

cunun  hem  sabırlı,  hem  önyargısız,  hem  de  derin  kültür sahibi  olması 

gerekir.  Fikir  edinmek  için  bile  olsa,  Jung'un  bir  iki  yapıtını  okumak 

yetmez.  Yirmialtı  koca cilt  içinde  toplanan  yazıları  hemen  hemen  her 

alana  uzanmakta  ve  üniversiteden  yeni  mezun  olmuş  bir  hekimin 

kültür  kapsam ının  ister  istem ez  çok  dışında  kalm aktadır.  Bu 

bakımdan, Freud gibi  şansı olmamıştır, daha seçkin  bir topluluğa hitap




86

GtRtŞ


etm iştir  ve  edecektir.  Bilim  açısından  ise,  ampirizm  ile  deneycilik  ile 

yetinm esi  kuşkuyla  karşılanmaktadır.  Jung  için  gerçek,  yalnızca 

matematiksel  ve  biyolojik  bakımdan  değişmez  yasalar  kalıbı  değildir. 

Bir  insan,  bir  şey  düşünür,  o  düşünce  somut  bir  olguya  dönüşürse,  o 

düşünce,  o  denli  somut  olur.  Bir  insan,  nice  «deli»  olursa olsun,  tutar 

da,  tanımadığı  bir  insanı  «düşman»  olarak  görür,  çeker  bıçağını 

öldürürse  onu,  sözüm  ona  fiziksel  gerçekliği  kabul  edilmeyen  o 

düşünce,  ya  da  fantezi,  o  gizilgüç  alabildiğine  somut  bir  fiziksel  ve 

biyolojik  olaya  dönüşm üş  demektir.  Demek  ki  kendine  özgü,  apayrı 

bir psikolojik gerçek vardır ve en azından fiziksel gerçek kadar gerçek­

tir.

Jung,  insan  sonsuzdur,  sınırlanamaz,  haritası  çizilemez  diye 



düşündüğünden,  düşüncelerini  bir  sistem  halinde  özetlemek  isteme­

miş,  bir  «ekol»  kurmaktan  çekinmiştir.  Buna  karşın,  analist  hekimin 

kendinin de, önce  analizden  geçmesini  savunan  ilk kimsedir.  Bilindiği 

üzere  klasik  psikanaliz  tekniğinden  birçok  bakımdan  ayrıldığı  için 

kendi  psikolojisine  «Analitik Psikoloji» demiştir.  Freud psikanalizinin 

analiz oturumlarının  sayısı  ve  uzunluğu çok değişkendi,  bu oturumlar, 

çoğu  kez,  günümüzdekinden  daha  kısaydı.  Psikanalistlerin  tekniği 

çabucak kalıplaştı;  öyle ki,  örneğin  hastalan  haftada  beş  kere görmek, 

hastanın  bir  divana  uzanması,  analistin  de  hastanın  görmeyeceği  bir 

yerde  durması  şart olmuştu.

Jung,  hekimle  hastanın  karşılıklı  konuşması,  aralarına  hiçbir  şey 

girmemesi  gerektiğine inandığı  için,  divana uzanmalarını  istemiyordu. 

Hastalarını, Freud'a göre daha uzun aralarla görmek isterdi. Haftada en 

çok  dört  kez  görürdü;  am a  daha  çok,  haftada  iki,  ya  da  bir  kere 

görm ekle  yetinirdi;  bu,  hastanın  içinde  bulunduğu  duruma  göre 

değişirdi.  Zaman  zaman  ara  verdiği,  ya  da  buluşmaları  «tatil  ettiği» 

bile olurdu.

B ir  hastaya,  tedaviye  yanaşsın  diye,  tedavi  süresinin  kısa 

olacağını  vaat  etm em ek  gerekirdi.  H er  vaka  analize  gelmezdi. 

Başarısız  bir  psikanaliz  büyük  düşkırıklıklarına  ve  tehlikelere  yol 

açardı.  Tedavi  süresi  boyunca  ara  vermek  gerekirdi;  böylece  bi­

linçdışı,  analitik  tartışmaya  tepki  gösterme  zamanı  bulur  ve  yaşamın




Yüklə 3,33 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   138




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə