Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   77

Freud, incelemelerinin başlangıcında daha çok nevrotik 
belirtilerle ilgilenmiştir. Ama Psikanaliz ilerledikçe, nevrotik bir 
belirtinin, ancak içerisinde yer aldığı karakter yapısını anladı-
ğımız takdirde anlaşılabileceği daha açık bir şekilde ortaya çık-
mıştır. Böylece, psikanalitik kuramın ve tedavinin genel konusu 
belirti değil, nevrotiK karakter olmuştur. Freud nevrotik karakteri 
incelemeye çalışırken, son yüzyıllarda psikolojinin ihmal ettiği ve 
romancılarla piyes yazarlarına bıraktığı karakter-bilimi için yeni 
temeller atmıştır. 
Psikanalitik karakter-bilimi, henüz çocukluk döneminde ol-
makla birlikte, ahlâk kuramının gelişmesi için zorunludur. Gele-
neksel ahlâkın üzerinde durduğu bütün erdemler ve kötülükler 
belirsiz olarak kalmaya mahkûmdurlar, çünkü birbirinden farklı 
ve bir dereceye kadar çelişik insan davranışlarını çoğu zaman 
aynı kelime ile ifade etmektedirler; erdemler ve kötülükler ancak 
herhangi bir erdemi ya da kötülüğü olduğu söylenen bir kişinin 
karakter yapısı ile ilişkili hale getirildikleri zaman belirsiz ol-
maktan çıkarlar. Karakter yapısından ayrılmış bir erdem, hiç de 
değerli bir şey olmayabilir (korkudan ya da kendini beğenmiş-
liğin baskı altına alınmasından ileri gelen bir alçakgönüllülük 
gibi); aynı şekilde, bir kötülük de karakter bütünü içerisinde ele 
alındığı zaman bambaşka bir anlam taşıyabilir (güvensizlikten 
ve kendini küçük görmekten ileri gelen bir kendini beğenmişlikte 
olduğu gibi). Bu noktayı hesaba katmak ahlâk için son derece 
önemlidir; tek tek erdemleri ve kötülükleri birbirinden ayrı özel-
likler olarak ele almak yeterli değildir ve bizi yanlış sonuçlara gö-
türür. Ahlâkın konusu karakterdir ve ancak bir bütün olarak ka-
rakterle ilişkili hale getirildikleri zaman tek tek nitelikler ve 
eylemler hakkında değer yargısı verilebilir. Böylece, ahlâk araş-
"Objectivity of Value Judgment and Types of Value Judgment, "Journal of 
Philosophy, XV (1934), 5-14, 533-543. 
48 
firmasının gerçek konusu tek tek erdemler ya da kötülükler değil 
erdemli ya da kötü karakterdir. 
Psikanaliz alanındaki bilinçdışı itki kavramı da ahlâk için 
aynı derecede önemlidir. Bu kavram, ana hatlarıyla, Leibniz ve 
Spinoza'ya kadar geri götürülebilirse de, bilinçdışı çabaları göz-
lem ve deneyimlere dayanarak ve ince ayrıntılarına varıncaya 
kadar inceleyen, böylece insan itkilerini bir kurama bağlayan 
temelleri atan ilk defa Freud olmuştur. Ahlâkî düşüncenin geliş-
mesi, insan davranışı hakkında verilen değer yargılarının ahlâkî 
eylemle ilgili olacak yerde, bu eylemin temelinde bulunan itkilerle 
ilgili olduğu gerçeği ile belirlenmiştir. Bu bakımdan, bilinçdışı itki-
lerin (yani insan davranışına yön veren kuvvetlerin) anlaşılması, 
ahlâk araştırmasına yeni bir boyut kazandırmıştır. Freud'un be-
lirtmiş olduğu gibi, "Ego içerisindeki en aşağı olan şey kadar, en 
yüksek olanı da bilinçdışı olabilir",
21
 ve eyleme yön verme konu-
sunda ahlâk araştırmasının bilmezlikten ya da görmezlikten ge-
lemeyeceği en kuvvetli itki olarak rol oynayabilir. 
Değerlerin bilimsel açıdan incelenmesi için psikanalizin 
sağlamış olduğu büyük imkânlara rağmen, Freud ve okulu ahlâk 
problemlerini araştırmak için ortaya atmış oldukları yöntemi en 
verimli şekilde kullanamamışlardır; gerçekte, ahlâk problemlerini 
karışık bir hale getirecek pek çok şey yapmışlardır. Karışıklık, 
Freud'un rölativist bir tavır takınmış olmasından ileri gelmek-
tedir: Freud, psikolojinin, değer yargılarının temelinde bı^lunan it-
kileri anlama konusunda bize yardımcı olabileceği, ama ou de-
ğer yargılarının geçerliğini sağlamada yardımcı olamayacağı gö-
rüşünü benimsemiştir. 
21
 S. Freud, The Ego and the İd, Joan Riviere and V. Woolf, tr. (London: 
Hogarth Press and the Institute of Psychoanalysis, 1935), s. 133. 
1



Freud'un rölativizmi en belirgin şekilde Super-ego (vicdan) 
kuramında dile gelmektedir. Bu kurama göre, baba'nın Super-
ego'sunda ve kültürel geleneklerde toplanmış olan emirler ve 
yasaklar sisteminin bir parçası haline gelmiş olan her şey vicda-
nın içeriği olabilir. Bu görüş noktasına göre, vicdan içe-mal-
edilmiş bir otoriteden başka bir şey değildir. Freud'un Super-ego 
ile ilgili analizleri, yalnızca "otoriter vicdanin analizidir.
22 
Bu rölativist görüşün iyi bir örneği T. Schroeder'in "Ahlâkî 
Değerlendirmeler Yapmak İstemeyen Bir Psikoloğun Tavrı" adlı 
yazısıdır.
23
 Yazar şöyle bir sonuca varmıştır: "Her ahlâkî de-
ğerlendirmenin temelinde, eski heyecan yaşantılarından kay-
naklanan heyecan bozukluklarının, yani birbiriyle çatışan şiddetli 
içtepilerin yol açtığı bir olay vardır; dolayısıyla, ahlâkî değer-
lendirmeler yapmak istemeyen bir psikiyatr, bu gibi değerlen-
dirmeler yapacak yerde, akla uygun yöntemlere başvuracak ve 
evrensel psikoloji ve psikiyatri alanındaki bulgulara dayanarak, 
ahlâkçının uğraştığı konularla ilgili içtepileri sınıflamaya çalışa-
caktır." Yazar, üstelik, "ahlâkî değerlendirmeler yapmak iste-
meyen ve evrensel görüşü benimseyen psikologların, herhangi 
bir şeyin doğru mu, yanlış mı olduğunu kestirmek imkânını 
verecek kesin ya da sonsuza dek aynı kalan (değişmez) kuralla-
ra bağlı olmadıklarını" söylemekle, problemi daha da karışık bir 
hale getirmiştir; böylece, sanki bilim kesin ve değişmez kurallara 
ulaşmak zorundaymış gibi bir hava yaratılmıştır. 
Freud'un Super-ego kuramından biraz farklı olan bir görüşü 
de ahlâkın aslında, insan tabiatından ileri gelen kötülüğe karşı 
bir tepki olarak ortaya çıktığı şeklindeki görüşüdür. Çocuğun 
cinsel çabalarının karşı cinsten olan ana ya da babaya yönel-
22
 Vicdanın daha ayrıntılı bir tartışması IV. Bölümde yapılacaktır. 
23
 The Psychoanalytic Revievv, XXXI, No. 3 (July, 1944), ss. 329-335. 
51 
diğini; bunun sonucu olarak da, çocuğun aynı cinsten olan ana 
ya da babayı kendisine rakip olarak görüp ondan nefret ettiğini; 
düşmanlığın, korkunun ve suçluluğun böylece zorunlu olarak, 
çocuğun hayatının ilk döneminde içerisinde bulunduğu durum-
dan kaynaklandığını, öne sürmektedir (Oidipus Kompleksi). Bu 
kuram, "ilk günah" kavramının din-dışı bir anlam kazanmış 
olmasını ifade eder. Yakın akraba ile cinsel ilişki kurma ve öl-
dürme isteğini dile getiren bu içtepiler insan tabiatının temelli bir 
bölümünü oluşturdukları içindir ki, Freud'a göre, insanoğlu sos-
yal hayatı gerçekleştirebilme amacıyla ahlâk kurallarını yarat-
mış; bireyi ve grubu bu içtepilerin tehlikelerinden koruyabilmek 
* Bu kompleks, adını Yunan mitolojisinden, Sophokles'in, ünlü piyes 
kahramanı Kral Oidipus'tan almıştır. Oidipus, bilmeden, babasını öldürmüş ve 
annesiyle evlenmiştir. Olay meydana çıkınca da, annesi intihar etmiş, Oidipus 
da kendisini cezalandırmak için annesinin kullandığı bir iğne ile gözlerini kör 
etmiştir; büyük bir vicdan azabı içerisinde, yurdunu ve tahtını terk etmiş, 
fedakâr kızı Antigone ile birlikte diyar diyar dolaşmaya başlamıştır. Bazen 
Kadın Oidipus Kompleksi bazen de Elektra Kompleksi denilen başka bir 
kompleks şekli ise, kız çocuğun babasına olan bağlılığından kaynaklanır; 
babasını, paylaşmak istemediği cinsel bir obje olarak görmesi dolayısıyla 
annesine karşı geliştirdiği çatışmalı bir düşmanlık duygusunu ifade etmek üzere 
kullanılmıştır. Oidipus Kompleksi gibi Elektra Kompleksi de adını Yunan 
mitolojisinden almıştır. Mithos'a göre, Elektra'mn annesi, kocası Agamemnon'u, 
Troya savaşındayken baş düşmanı ile aldatmış ve savaştan sonra yurduna 
dönen kahramanı aşığı ile birlikte bıçaklayarak öldürmüştür.
 Elektra'mn 
hikâyesi Aiskhylos, Sofokles ve Euripides'in piyeslerinde
 ayrıniılarıyla-
anlatılmıştır; bu kadın kahraman, büyümesini
 beklediği erkek kardeşiyle birlikte 
annesini ve annesinin
 âşığını öldürerek babası Agamemnon'un öcünü almıştır. 
Gerek Oidipus
 Kompleksi, gerekse Elekira Kompleksi, Freud ve Freud'un 
okuluna
 sıkı
 sıkıya bağlı Freud'çular tarafından bütün insanlık için geçer olan 
evrensel bir olay olarak kabul edilmiş ve kişilik gelişmesi ile birlikte vicdanın 
oluşumunun da en önemli aracı olarak görülmüştür. Ancak, değişik toplumlar ve 
kültürler üzerinde yapılan araştırmalar, özellikle Ma'lno.vski'nin Trobriand 
Adaiarı'nda yapmış olduğu antropolojik araştırmalar, ataerkil bir aile yapısını 
benimsemiş olan Batı toplumu için
 geçerli
 olan böyle bir kompleksin evrensel 
olmadığını, anaerkil bir aile düzeni içerisinde yaşayan Trobriand'lılarda Oidipus 
Kompleksinin babaya
 karşı değil de, otoriteyi temsil
 eden ve disiplini sağlayan 
dayıya karşı geliştiğini
 ortaya
 koymuştur. (Çevirenin notu.) 
1



Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə