döneminin insanlığın son ve en büyük başarısı olduğunu öne
sürerek bu çelişmeyi inkâr etmeye veya bu çelişmeyi uzlaştır-
maya çalışırlar. Başka bir ideoloji de hayatın anlamının, hayatın
tam olarak açılıp gelişmesinde değil, sosyal hizmetler ve sosyal
görevlerde olduğunu öne sürmektedir; bireyin gelişmesinin, öz-
gürlüğünün ve mutluluğunun devlete, topluma ya da bireyi aşan
sonsuz gücü simgeleyebilen herhangi bir şeye bağımlı olduğu-
nu, hattâ bunların yanında hiçbir önemi olmadığını iddia etmek-
tedir.
İnsan tek başınadır, ama aynı zamanda başkaları ile ilişkisi
olan bir yaratıktır. İnsan biricik, tek bir varlık olduğu ve başka hiç
kimseyle aynı olmadığı için yalnızdır ve kendisinin apayrı bir
varlık olduğunu fark etmektedir. Yalnızca aklının gücü ile
herhangi bir yargı ya da karar vermesi gerektiği zaman tek başı-
na olmak zorundadır. Ama yalnız kalmaya, başka insanlarla iliş-
ki kurmadan yaşamaya da katlanamamaktadır. Mutluluğu, ken-
dini başka insanlarla ve gelecek kuşaklarla dayanışma halinde
hissetmiş olmasına bağlıdır.
İnsan tarafından yaratılmış olan ve insan varlığının zorunlu
bir parçası olmayan bireysel ve toplumsal çelişmelerin çoğu,
varoluşla ilgili çatallaşmalardan temelli bir şekilde farklıdır; ya
ortaya çıktıkları çağda, ya da insanlık tarihinin daha sonraki bir
döneminde çözülebilen tarihsel çelişmelerdir bunlar. Sözgelişi,
maddî ihtiyaçları giderecek teknik araçların bolluğu ile bu
araçları yalnızca barış ve insanların rahatı ve mutluluğu için
kullanma yeteneksizliği arasındaki çağdaş çelişmenin giderilme-
si mümkündür; zorunlu bir çelişme değil de, insanın cesaret ve
bilgelikten yoksun oluşundan ileri gelen bir çelişmedir bu. Eski
Yunandaki kölelik kurumu bir dereceye kadar çözülmez olarak
nitelenebilen bir çelişmenin örneği olabilir; bu çelişme ancak
tarihin daha sonraki bir döneminde, insan eşitliği için gereken
maddî temel sağlandıktan sonra giderilebilmiştir.
62
Varoluşla ilgili çatallaşmalarla tarihsel çelişmeleri birbirin-
den ayırmak önemlidir, çünkü bu ikisini birbirine karıştırmanın
çok geniş kapsamlı sonuçları olmuştur. Tarihsel çelişmeleri des-
teklemede menfaati olanlar, bunların varoluştan ileri gelen çatal-
laşmalar olduğunu, bu yüzden değiştirilemeyeceğini kanıtlamak
isterler. İnsanı, "olmaması gereken şeyin başka türlü olamaya-
cağına" ve acı kaderini kabul etmek zorunda olduğuna inan-
dırmaya çalışırlar. Ne var ki, bu iki tip çelişmeyi birbirine karış-
tırmak için yapılan girişim, insanı bu çelişmeleri çözmeye çalış-
maktan alıkoyacak kadar güçlü olamamıştır. Bir çelişmeyle kar-
şılaştığı zaman pasif durumda kalamamak insan aklının özel ni-
teliklerinden biridir. Çelişmeyi çözebilmek için harekete geçe-
cektir. İnsanlık tarihindeki her türlü ilerleme buradan kaynak-
lanır. İnsan, çelişmeleri bilinçli bir şekilde fark edip de buna karşı
eylemle tepkide bulunmaktan alıkonacak olursa, bu çelişmelerin
varlığı ister istemez inkâr edilecektir. Çelişmeleri uyumlu bir h&.e
getirme, böylece onları inkâr etme, bireysel hayattaki rasyonali-
zasyonlarla toplum hayatındaki ideolojilerin (yani sosyal olarak
kalıplaşmış rasyonalizasyonların) sayesinde gerçekleşmektedir.
Bununla birlikte, eğer insan aklı yalnızca akla uygun cevaplarla
ve gerçekle tatmin olabilseydi, bu ideolojiler etkisiz kalırdı. Şu
var ki, kendi kültüründen olan insanların çoğunun paylaştığı ya
da güçlü otoritelerin öne sürdüğü düşünceleri gerçekmiş gibi
kabul etmek de insanın özelliklerinden biridir. Çelişmeleri uyum-
lu hale getirmeye çalışan ideolojiler kamuoyu ya da otoriteler ta-
rafından desteklenecek olursa, insanın kendisi tam olarak huzu-
ra kavuşamasa bile, insan aklı yatışmış olacaktır.
İnsan, tarihsel çelişmeler karşısında, bu çelişmeleri kendi
eylemi ile yok edecek şekilde bir tepki gösterebilir; oysa varoluş-
tan ileri gelen çatallaşmalara farklı tepkiler gösterebilirse de,
bunları yok etmesi mümkün değildir. Yatıştırıcı ve uyum sağla-
yıcı ideolojilerle aklını yatıştırabilir. Kendini sürekli olarak zevke
ya da işe vererek iç huzursuzluğundan kurtulmaya çalışabilir.
1
3
Özgürlüğünden vazgeçebilir ve kendini kendi dışındaki güçlerin
elinde bir araç haline getirebilir, kendi benliğini onların içerisinde
eritebilir. Ama hoşnutsuzluğu, endişesi ve huzursuzluğu olduğu
gibi kalır. Karşılaşmış olduğu problemin bir tek çözüm yolu
vardır: Gerçekle yüz yüze gelmek, kendi yalnızlığını ve kendi
kaderine ilgisiz kalan bir evren içerisinde tek başına kaldığını bil-
mek, problemini onun yerine çözebilecek, onu aşan hiçbir kuv-
vetin bulunmadığını kavramak. İnsan kendi sorumluluğunu yük-
lenmek
ve ancak
kendi güçlerini kullanarak hayatına bir anlam
verebileceği gerçeğini kabul etmek zorundadır. Ama anlam
vermek
demek
belli bir kesinliğe ulaşmış olmak demek değildir;
aslında,
kesinliğin
peşinden koşmak, anlama ulaşma çabalarını
etkiler.
Kesinsizlik
ise insanı sahip olduğu güçleri geliştirmeye
zorlayan
bir şart
olarak rol oynar. İnsan, paniğe kapılmaksızın
gerçekle
yüz yüze
gelebilirse, kendi güçlerini geliştirerek ve
ya-
ratıcı bir
şekude
yaşayarak, kendi hayatına vermiş olduğu anla-
mın
dışında hayatın
başka bir anlamı olmadığını anlayacaktır;
ve yalnızca
sürekli
bir uyanıklığın, etkinliğin ve çabanın, önemli
olan biricik
is te
-varlığımızın yasalarının koymuş olduğu sınırlar
içerisinde
kendi
güçlerimizin tam olarak gelişmesini sağlamada-
bizi
başarısızlığa
uğramaktan alıkoyacağını da anlayacaktır, in-
san
şaşkınlıktan,
hayret etmekten ve yeni sorular sormaktan
hiçbir
zaman
kurtulayamacaktır. Ancak insanlığın içerisinde bu-
lunduğu durumu, kendi varlığına sıkı sıkıya bağlı olan çatal-
laşmaları ve kendi güçlerini geliştirme yeteneğini kabul ettiği za-
man görevinde başarı kazanabilecektir: Kendisi olmak ve ken-
disi için,
kendinden yana olmak, özellikle kendi yeteneklerini -ak-
lını,
sevme gücünü ve yaratıcı işini- tam olarak geliştirerek mut-
luluğa ulaşmak...
İnsan varlığına sıkı sıkıya bağlı olan "varoluşla ilgili çatal-
laşmaları" tartıştıktan sonra, bu bölümün başında belirtmiş oldu-
ğumuz noktaya -kişiliğin incelenebilmesi için, daha önce insan-
lığın içerisinde bulunduğu durumu tartışmak gerektiğine- döne-
65
biliriz. Bu ifadenin en açık, en belirgin anlamı şudur: Psikolojinin,
antropolojik ve felsefî açıdan görülen bir insan varlığı kavramına
dayanmış olması gerekir.
İnsan davranışının en belirgin özelliği, insan çabalarının ve
tutkularının olağanüstü şiddetidir. Freud, bu gerçeği herkesten
daha iyi anlamış ve bunu kendi çağının mekanist-natüralist dü-
şüncesiyle açıklamaya çalışmıştır. Kendini-koruma içgüdüsünün
ve cinsel içgüdünün (ya da daha sonra Aşk ve Ölüm içgüdüsü
olarak adlandırdığı içgüdülerin) açık ve seçik bir belirtisi ol-
* "İçgüdü" ve "içtepi" kavramlarının genel olarak ne anlama geldiğini ve
Freud'un bu kavramları hangi anlamda kullanmış olduğunu kısaca belirtmek
yararlı olacaktır.
İçtepi (impulse), içten gelen ve bizi uyaran, eyleme geçmeye ya da hareket
etmeye zorlayan bedensel "ya da fizyolojik itkilerin varlığını belirtmek üzere
kullanılan bir terimdir. İçtepi davranışları, bazen bir refleks davranışı halinde
anında gerçekleşen, herhangi bir şekilde düşünülmeden yapılan ve iradeye
bağlı olmayan ya da irade tarafından yönlendirilemeyen davranışlardır, içtepi,
ruhsal bakımdan, bizi hemen harekete geçiren bir uyarım (stimulus) olarak
kabul edilmektedir. Psikanalitik bir terim olarak da kaynağı bir organımızda
bulunan ya da bedenimizin bir tarafında oluşan somatik bir süreç olarak
görülmektedir. Bununla birlikte, bazen "arzu" ve "tutku" gibi sübjektif
yaşantılarla ilgili terimlerle eş-anlama gelecek şekilde kullanıldığı da olmuştur.
Bazen de, özellikle doğrudan doğruya id tarafından belirlenen temel içtepiler
söz konusu olduğu zaman, içgüdü ile eş-anlama gelecek şekilde de
kullanılmıştır.
içtepi ile ilişkili genel bir kavram olarak içgüdü (instinct) ise, özellikle
hayvanlar dünyasında ilginç örneklerine rastladığımız, nesiller boyunca
değişmeyen ve canlının hiçbir şekilde denetleyemediği, kalıplaşmış
davranışlardır. İçgüdü, bireyi, bütünleşmiş bir davranış zinciri aracılığı ile ve
zorunlu olarak belli bir amaca yönelten temel bir içtepidir, ya da iç içe geçmiş
bir içtepiler bütünüdür. Bir eşekarısı türünün var oluşundan bu yana, hep aynı
şekilde, yuva yapıp, eşleşip, yumurtladıktan sonra canına kıyıp, yumurtalardan
çıkacak yavrulara kendisini yiyecek olarak sunması gibi... Ancak Freud, içgüdü
kavramına, burada kullanılandan daha değişik, daha genel ve daha esnek bir
anlam vermektedir. Freud, İd alanına giren ve gerginliğe yol açan tüm
ihtiyaçların gerisinde bulunan temel güçleri içgüdü tanımı içerisine sokmaktadır.
Freud'a göre içgüdüler, amaçlarını değiştirebilirler ve birbirlerinin yerine
1
3
Dostları ilə paylaş: |