Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı
22
ve ucubeler yok olmuştur. Ernst Mayr, bu yaklaşımı, ‘doğal
seleksiyon’un öncüsü kabul etmenin saçma olduğunu söyler.
Çünkü Empedokles’in anlatımında ‘doğal seleksiyon’, ne bir-
birlerini tamamlayan parçaları bir araya getirmekte bir me-
kanizma olarak işin içine sokulur, ne de mükemmel olmayan
parçaları eleyen bir mekanizma olarak ele alınır. Mayr’a göre
o, iki başlı dana gibi bazı canavarların varlığını ileri sürmek
için teorisini bir öneri olarak ortaya atıyordu.
9
Modern evrimci
kuram, gelişmenin daha çok, daha basit formların sürekli bir
şekilde farklılaşması sonucu ortaya çıktığını söylediği halde;
Empedoklesçi kuram, bu gelişmeyi daha çok başka cinsten
formların birbirleriyle birleşmesinde görmektedir.
10
İyonyalı filozoflardan Anaximandros’un talebesi Anaximenes’in
(MÖ 585-525 civarı) ve Apollonlu Diogenes’in (MÖ 435’ler ci-
varı) çalışmaları da dikkat çekmektedir. Örneğin Diogenes’in
çalışmaları bilinen en eski anatomi çalışmalarından birisidir.
11
Eski Yunan’da yapılan bu çalışmaların önemi evrenin neden-
sonuç ilişkileri içerisinde açıklanmaya çalışılması, akılcı yak-
laşımın temel olması ve mitolojik göndermelerin ve geleneğin
otoritesinin -tamamen yok olmasa da- gittikçe azalmasıdır. Bu
özelliklerden dolayı Eski Yunan’ın ilk dönem filozoflarının
günümüze göre çok safça olan yaklaşımları bile değerli kabul
edilmektedir. Ayrıca bu sürecin bir diyalektiği vardı. Talebe
rahatlıkla hocasının fikrine muhalefet edebilmiş; bu diyalektik
süreç, ilkel bazı girişimlerin süreç sonunda gelişmesini sağla-
mıştır. Fakat bu dönemde Hippokrates’in (MÖ 460-370 civarı)
okulu dışında gözlem ve deneye yeterli önemin verildiğine
pek rastlanmaz. Onun çalışmalarını Herophilus, Erasistratus
ve de özellikle Galen geliştirmiştir; daha sonra bu çalışmalar,
9 Ernst Mayr, The Growth of Biological Thought, s. 302.
10 Friedrich Albert Lange, Materyalizmin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamının
Eleştirisi 1, çev: Ahmet Arslan, Sosyal Yayınları, İstanbul (1998), s. 52.
11 Erik Nordenskiöld, The History of Biology, s. 13.
Evrim Teorisi Ortaya Konmadan Önceki Felsefe, Bilim ve Biyoloji Tarihi
23
Rönesans döneminde anatomi ve fizyolojinin yeniden canlan-
masında temel oluşturmuştur. Bu çalışmalarda genelde felsefi
akıl yürütmeler, deney ve gözleme göre ön planda olmuştur.
12
ATOMCU GÖRÜŞ
Eski Yunan’da Atomculuğu ortaya atan ilk kişi Leukippos’tur.
İlkçağ kaynakları, bir ontoloji kuramı olarak bu öğretiyi büyük
ölçüde Leukippos’un geliştirdiği konusunda, genellikle görüş
birliği içindedir.
13
Buna rağmen Atomculuğu sistematik olarak
ortaya koyan ilk kişinin Demokritus olduğu kabul edilir. Bu
kurama göre atomlar öncesiz ve sonrasızdır. Demokritus ev-
renin işleyişini, mekanist bir şekilde atomların hareketleriyle
açıklar. Aristoteles ise Demokritus’u, gayeci (teleolojik) yak-
laşımı tamamen dışlayıp evreni doğal bir zorunlulukla açık-
ladığı için eleştirir.
14
Atomcu kuramı savunan Demokritus, onun takipçisi Epi-
kurus ve onlardan çok daha açık şekilde ateist-materyalizmi
savunmuş olan Lucretius, evrende bilinçli bir tasarımın var-
lığını reddetmişlerdir. Her olguyu doğal zorunlulukla açık-
layan bu yaklaşımda; her şeyin, bir bilincin müdahalesi ol-
madan tesadüfen oluştuğu söylenir. Evrenin ve canlıların,
atomların hareketleri sonucunda oluştuğunu savunan bu yak-
laşım, her oluşun mekanik bir tarzda, sebep-sonuç ilişkileri
içerisinde oluştuğunu kabul eder. Bu yaklaşıma göre sebep-
sonuç ilişkilerinin dışında bir tesadüf olamaz. Fakat bu yak-
laşımda bulunanlardan, ‘evrenin tesadüfen oluştuğunu’ söy-
leyenler, ‘tesadüf’ kelimesini ‘bilinçli bir tasarımın karşıtı’,
12 Ernst Mayr, The Growth of Biological Thought, s. 86-87, 303.
13 Arda Denkel, İlkçağda Doğa Felsefeleri, Özne Yayınları, İstanbul (1998), s. 54.
14 Friedrich Albert Lange, Materyalizmin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamının
Eleştirisi 1, s. 41.
Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı
24
‘bilincin yönlendirmediği bir zorunluluk’ anlamında kullan-
mışlardır. (Bu kitapta ‘tesadüf’ kavramı daha çok bu anla-
mıyla ele alınmıştır.)
İşte Eski Yunan atomcularının ve onların takipçilerinin
teizmle (tektanrıcılık)
15
en büyük uyuşmazlığı bu noktada-
dır. Teizm, mekanist bir evren görüşünü kabul edebilir, -ara-
larında bu konuda tartışma olsa da- fakat evrenin bilinçli bir
tasarımın ürünü olmadığını ve bu anlamdaki gayeciliğin red-
dini kabul edemez. Kitabın ilerleyen sayfalarında görüleceği
gibi, gayeciliğin kabul edilip edilmemesi ve mekanizm-gaye-
cilik tartışması, ‘Evrim Teorisi’ ile ilgili tartışmalarda önemli
bir yere sahiptir. Böylece Aristoteles’in Demokritusçu yakla-
şımla Atomcu kuram bağlamında yaptığı tartışma, 2000 yıldan
daha uzun bir zaman diliminden sonra, tarihin yeni oyuncu-
ları tarafından yepyeni bir içerik merkezinde tekrarlanacaktır.
Tektanrıcı dinlerin evrenin bir başlangıcı ve sonu oldu-
ğunu kabul etmelerine karşın Eski Yunan’da ezeli, ebedi ve
durağan bir evren tasarımı hâkimdi. Evrende var olan deği-
şiklikler bile döngüsel bir mantıkla açıklanıyor ve kuramla-
rında her şey aslına geri dönüyordu. Örneğin Atomcu kurama
göre canlılar ve her şey atomların etkileşimi ile var oluyordu,
daha sonra her şey aslına, yani atomlara dönüşüyordu. Atom-
lar öncesiz ve sonrasızlıklarıyla her şeyin nihai açıklamasıydı-
lar. Bu varlık anlayışı (ontoloji), Tanrı’nın merkezde olduğunu
ve evreni yoktan yaratıp bir gün yok edeceğini söyleyen tek-
tanrıcı dinlerin anlayışından tamamen farklıdır.
Bir teist, Atomcu kurama benzer şekilde mekanist yakla-
şımla evreni açıklayabilir. Hem teist evrimciler hem de ateist
evrimciler olduğu gibi, teist bir Atomcu kurama inananlar da
olabilir ve olmuştur da. Fakat bir teist, atomların öncesiz ve
15 Tektanrıcılık anlayışının daha doğru ifadesi “monoteizm”dir. Fakat bu kitapta,
daha yaygın olarak kullanılan “teizm” ifadesi aynı anlamda kullanılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |