Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı
238
gösterilebilirse, teorisinin çökeceğini söylemişti ve ‘doğada
atlama olmaz’ (natura non facit saltum) ilkesine sonuna ka-
dar sadık kalmıştı.
482
Darwin’in kendini niçin bu kadar zora
soktuğunu anlamak zor değildir. Çünkü onun teorisini, tür-
lerin bağımsız yaratılışından ayıran temel özelliklerden biri,
aşamalı küçük değişimlerin birikimi ile yeni türlerin oluşu-
munu savunmasıydı. Eğer sıçramalı (saltationist) bir teoriyi
savunursa, türlerin bağımsız yaratılışı görüşüne yaklaşaca-
ğının farkındaydı.
483
Fosiller hakkındaki araştırmaların ye-
tersizliğini vurgulayarak ise bu alandan gelecek itirazları sa-
vuşturmaya çalıştı.
‘Fosil kayıtlarının yetersizliği’ çok tartışmalı bir konudur,
fakat günümüzde bu mazeretin arkasına sığınmak, Darwin’in
dönemindeki kadar kolay görünmemektedir. Bilinen fosil tür-
lerinin sayısı yüz binlerle ifade edilmektedir. Karada yaşa-
yan 329 tane omurgalı ailenin 261 adedi (% 79.3) bulunmuş-
tur. Eğer fosili daha zor bulunan kuşları çıkarırsak bu oran
% 87,8’e yükselir.
484
Darwin’den sonra Dünya’nın hemen her
köşesinde kazılar yapılmış, tarihlendirme teknikleri çok ge-
liştirilmiş ve yeni pek çok fosil kaydına ulaşılmıştır. Oysa ara
formların yokluğu ile ilgili sorun, bulunan birçok yaşayan ve
sadece fosili kalmış türün, beklenenin aksine, bu ara formları
açıklayamamaları üzerine daha da artmıştır. Bulunan yepyeni
özellikli türlerin de ara formlarının olmaması, sorunu katlaya-
rak büyüttü. Fosilbilimcilerin çalışmaları, canlıları benzerlikleri
temelinde bir soy ağacına yerleştirmenin -homolojiden evrime
varmanın- ötesine geçememekte, deney ve gözlem gibi des-
teklerden yoksun bulunmaktadır. Türlerin yavaş değişimlerle
482 Charles Darwin, The Origin of Species, s. 233.
483 John Maynard Smith, Did Darwin Get it Right?, (ed: Michael Ruse, ‘But is it
Science?’ içinde), Prometheus Books, New York (1996), s. 198.
484 Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, s. 189.
Evrim Teorisi'nin Değerlendirilmesi
239
oluştuğunu savunan yaygın Evrim Teorisi anlayışına, aslında
en çok sorun çıkaran alanlardan biri fosilbilimdir.
DENİZDEN KARAYA GEÇİŞ VE FOSİLLER
Bu teorinin delili olarak ön plana çıkartılmış olan fosilleri
ele alıp kısaca inceleyelim. Balıklardan amfibilere (evrimci-
lere göre balıklardan sürüngenlere geçiş formu olan, hem ka-
rada hem de suda yaşayan, kurbağa gibi canlıları kapsayan,
soğukkanlı omurgalılar sınıfı) geçiş formu olduğu iddia edilen
rhipidistian balıklarını örnek olarak alalım. Bir asra yakın bir
süre, bu balığın iskelet yapısına dayanılarak, denizden karaya
geçişin ‘fosil delili’ne sahip olunduğu iddia edildi.
Denizde yaşayan bir canlının karada da yaşayabilmesi için
bedeninde çok büyük değişikliklerin oluşması gerekir. Solun-
gaçların akciğere dönüşmesi, hem dolaşım hem de solunum sis-
teminde büyük değişikliklerin olmasını zorunlu kılar. Ayrıca
karadaki sıcaklık değişiklikleri anidir ve karada yaşayan can-
lıların vücut sistemleri, bu yüzden de, denizdekilerden farklı
olmak zorundadır. Bunların dışında amfibiler, vücut ağırlık-
larını taşımak için balıklardan daha çok enerjiye ihtiyaç du-
yarlar. Bundan dolayı, hem amfibilerin vücut yapısının yeni
enerji ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde farklılaşması, hem de
ağırlıklarını taşıyacak ayaklarının kemik sistemleriyle bera-
ber oluşması gerekir. Tüm bu saydığımız değişimler molekü-
ler yapıda birçok değişimi gerektirir. Tek-hücreli bir canlının
sahip olduğu moleküllerden çok daha fazlasına böyle bir deği-
şim karşılık gelmektedir. Öyleyse böylesi bir değişimin tesa-
düfen gerçekleşmesinin, cansız maddeden tek-hücreli bir can-
lının oluşmasından çok daha fazla imkânsız olduğu rahatlıkla
söylenebilir. Kitabın tasarım delili bölümünde, ayrıntılı ola-
rak, olasılık hesapları açısından böylesi bir ihtimalin tesadüfen
Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı
240
gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu göstereceğim. (Elbette
böylesi bir olasılık sorunu, bu geçişi tesadüflerin eseri ola-
rak görenlere karşı bir cevaptır. Tanrı’nın yarattığı bir evrim
sürecini öngörenler için düşük olasılıklar sorun oluşturmaz.)
Denizden karaya geçiş iddiası için fosil sorununa da cevap
vermek gerekmektedir. Rhipidistian balıkları yüzgeçlerindeki
kemiklerinin şekilleri gibi özelliklerden dolayı bir ara form
olarak kabul edilmişti. 1938 yılında, Hint Okyanusu’nda, rhi-
pidistianlarla aynı özelliklere sahip coelecanth (Latimeria) ya-
kalandı. Bu balığın on milyonlarca sene önce kaybolduğu sanı-
lıyordu. Bu balığın beyin, kalp ve diğer yumuşak organlarında
yapılan incelemeler, bu hayvanın tamamen balık özelliklerine
sahip olduğunu;
485
karada yaşayacak bir canlının dolaşım, so-
lunum ve diğer bahsedilen farklılaşması gerekli yapılarına hiç-
bir benzerlik göstermediğini, dolayısıyla denizden karaya geçi-
şin bir ara formu olamayacağını göstermiştir. Bu örnekten de
anlaşılacağı gibi, fosillerden yapılan çıkarımların güvenilmez
olmasının en önemli sebeplerinden biri, genelde fosillerin sa-
dece iskelet ve diş gibi sert yapılardan oluşması ve yumuşak
yapıları kapsamamasıdır. Oysa canlı vücudunda yumuşak ya-
pıların üstlendiği vazifeler, sert yapılardan çok daha fazladır.
Fosiller üzerinden yorum yapan kişiler, eğer Evrim Teorisi’ni
apriori olarak doğru kabul ediyorlarsa, ellerinde hiçbir veri ol-
masa da, fosillerine sahip oldukları canlıları nasıl görmek isti-
yorlarsa öyle yorumlamışlardır. Bu kişilerin yazılarını okuyan
geniş kitleler ise, mevcut fosillerin ‘evrimci bir hayal gücü’
ile yorumlandığının farkında olmadan, fosillerden canlılığa ait
tüm ayrıntıların anlaşılabileceğini sanarak yazılanlara inan-
mışlar, fosillerin söyleyebileceğinden fazla şey söylediği zan-
nına kapılmışlardır.
485 Barabara J. Stahl, Vertebrate History: Problems in Evolution, McGraw Hill
Book Co., New York, 1974; aktaran Michael Denton, Evolution: A Theory in
Crisis, s. 178-180.
Dostları ilə paylaş: |