3
tepesinde suratını da tamamen kaplayan bir miğfer vardı. Dayanıklı metal malzemeden
üretilmişti ve savaşçının önünü görebilmesi için ince aralıkları vardı; başka her tarafı
kapalıydı, hatta iyi kalite olanları enseyi de kaplayacak şekilde yapılmıştı. Savaşçı elinde
kalkanı ve tüm kılığı üzerinde iken, herhalde duymak da zor oluyordu. Nefes almanın da
çok keyifli olmadığını düşünmek gerek, ama burun genellikle ortada kalıyordu. İşte
kafasındaki ağır miğferle bir adam düşünün, – bir düşüneyim, bugünkü Amerikan
futbolcularının kocaman miğferlerini düşündürebiliriz diyebiliriz, ama ben o kadar
yaşlıyım ki, gençliğimde yüz koruması olmayan deri miğferlerle oynadığımızı
hatırlıyorum. Bunlar ne kadar ağırlıktaydı? Neyse, eğer modern futbolcuların
miğferlerini düşünürseniz, hani yüz korumalarıyla, işte bunu kafanızda tunçtan yapılmış
olarak görmeye ya da hissetmeye çalışın.
İşte böyle, gördüğünüz gibi. Sonra baldırlarınızda koruyucu zırh, boynunuzda göğüs
plakası olduğunu hatırlıyorsunuz. Beliniz ve baldır koruyucuları arasında çok hassas bir
bölge bulunduğunu düşünün ve burayı koruyan bir zırh bulunmaz. İşte kalkan burası için
aslında. Kalkanınız bu bölgeyi korumaya yarıyor. Kalkanı o kadar yukarıda tutmalısınız ki
miğferinize kadar sizi koruyabilsin, ama daha aşağıya kadar da inip aşağı bölgeleri de
koruyabilsin. Her şey yolunda giderse, düşman vücudunuza erişemesin, ama devamlı
hatırlamanız gerekiyor ki, vücudunuzun iki bölgesi neredeyse savunmasız ortada
kalmakta ve ayrıca üst taraftan birisi saldıracak olursa, boğazınız da açıkta kalabilecek
durumda bulunmaktadır. Aşağıdan saldırılarda da kalkanın altından vücudun
savunmasız bölgelerine ulaşmak mümkün olacaktır. Eğer saldırganlar başarılı olmuşsa,
genellikle bu iki alandan vücuda erişebilmiş ve savaşçıyı yaralayabilmiş demektir.
Bu korunmayla ilgili sorunla bağlantılı olarak anlaşılması gereken diğer bir şey de, eski
görüşleri koruyanlar ve benim de aralarında bulunduğum geleneksel yorumları
savunanlar arasındaki tartışmalardır. Eğer savaşçıyı, sol ayağı azıcık sağ ayağının önünde
bir şekilde duruyor olarak düşünürseniz, birazdan görebilirsiniz ki, elindeki mızrağı
rahatlıkla koruyabilecek durumdadır, kalkanına sarılmış, sol tarafını kendi kalkanıyla
gayet güzel koruyabilecek durumdadır, ama sağ tarafı tamamen açıkta kalmaktadır. Bu
aslında çok önemli bir nokta, neden diye sorabilirsiniz. Özellikle etrafındaki diğer
savaşçılardan uzakta, tek başına bir yerlerde durduğunu düşünürseniz, bu nitelikte bir
kalkanı elinde tutmaktadır. Şimdi sizlere anlatacağım ve size göstereceğim gibi, phalanks
oluşumunun en mühim özelliği aslında bundan ortaya çıkmaktadır.
3. Bölüm: Phalanks
Ve, bu açık kalan bölge konusunda ne yapıyorlardı sizce? Bence bu sorunun cevabı
geleneksel bakış açısında yatıyor, ayrıca bu savaşçıların, hiç bir zaman tek başında
durması beklenmiyordu. Bir hoplit sadece phalanks içerisinde var olabilirdi. Ve
phalanks oluşumunda herkesin birbirine çok yakın durmak zorunda olduğu
anlaşılmalıdır. Yani, ideal durumda, birinin kalkanının sağ kısmı, sağ yanındaki savaşçının
kalkanının sol tarafıyla birleşmekteydi ve böylece savaşçılar kendilerini tam olarak
4
koruyamasalar da bir bütün olarak korunabilmekteydi. Bu durumda bazılarının öleceği
kabullenilmişti, yani bazılarının düşeceği tahmin ediliyordu. Bu
konuyu birazdan ele
alacağız, ama herkesin bir birim oluşturduğunu düşünürseniz, topluca bir koruma
sisteminin de ortaya çıktığını görürsünüz, ama sadece bahsettiğim gibi bir oluşum
içerisinde…
Şimdi saldırı özelliklerinden bahsedeyim biraz. Savaşa gitmenin en önemli inceliği
aslında ölümden kurtulmak değil, öbürlerini öldürebilmektir. Bunu nasıl
gerçekleştirirsiniz? Bir hoplit iki savaş aletine sahiptir ve bunlar arasında herhalde en
önemli olanı elindeki mızrağıdır. Hiçbir zaman fırlatmadığı mızrağı… Sıkı sıkı sarıldığı,
silahın en önemli etkin kısmı olan tunçtan bir uca sahip mızrak. Bu mızraklar 1,5 ila 2,5
metre kadar uzunlukta olurdu. Tunç dediysem, aslında demir demek istedim, ama
bazen tunç da olabiliyordu bunlar. Öbür ucu da tunçtandı ve bu tarafı da mızrağın
öldürücü bir silah olarak kullanılabiliyordu. İnsanın duyarlı bir yerine bir ucu tunç olan
bir sopayla vurursanız onu öldürebilirsiniz. Ahşap olduğu için savaş sırasında
kırılabileceği düşünüldüğünde, phalanks savaşının kargaşası sırasında, en azından bir
tarafı kırılan mızrağın hala silah görevi görebileceğinden emin olabilirsiniz.
Anlamadığım bir şey var ama, – elimizde ne yazık ki antik dönemde hoplit savaşlarının
nasıl olduğunu bize gösterecek film klipler yok, dolayısıyla savaşların nasıl
olduğunu
ancak düşleyebiliriz. Birçok insan bunu deniyor, ama hayal edilenler dahi çok yardımcı
olacak nitelikte değil, çünkü gerçekten tam nasıl savaştıklarını, ne yaptıklarını bilmemize
olanak yok. Ancak, bazı taraflarını diğerlerinden daha fazla kolaylıkla akla getirebiliriz.
Şunu diyebilirim ki, teoride, bir mızrakla yukarıdan veya aşağıdan saldırmak mümkün,
ama savaşçılar bunu phalanks oluşumundayken nasıl aşağıdan uygun bir biçimde
yapabiliyordu, bu tam açık değil. Dolayısıyla biraz yukarıdan saldırı hakkında
konuşacağım, -‐-‐ bu benim için çok daha anlaşılır doğruyu söylemek gerekirse. Bakalım
bu nasıl oluyordu size bir fikir verebilecek miyim? Şöyle duran bir hoplit, düşman
orduyla karşı karşıya geldiğinde, bu şekilde saldırırdı. Ayrıca savaş esnasında başka
şeyler de yapabilirdi.
Savaşçının kalkanı, ne kadar korunma amacıyla kullanılıyor olsa da, saldırı aracı olarak da
kullanılıyordu. Düşmana hızla girebilir, eğer daha kuvvetli veya daha hazırlıklı veya daha
dengeliyse, kalkan ile karşısındakinin kalkanını uçurabilirdi. Önündeki düşmanı yere
serip, phalanks düzeninde bir boşluk açabilirdi. Karşısındakini devirebilirdi. Dolayısıyla
düşünün ki kalkanla düşmana girişmek aslında bir şans yaratabiliyordu, bundan sonra da
kalkan, hem karşısındakini bastırmaya yarayabiliyordu, hem de darbelerle savaşmaya…
Böylece nasıl bir hoplitin savaş sırasında davrandığını, savaştığını anlayabiliriz. Öbür
silah hep yan tarafında taşıdığı kısa kılıçtı. Savaşçı bunu tahminen daha iyi bir silah olan
mızrağı kullandığından çok sıklıkla kullanamıyordu. Mızrak kırıldığı zaman, yani artık
savaşçının işine yarayamayacağı zaman, kısa kılıca davranabilir, Romalıların kısa kılıçları
gibi çifte taraflı olmadığından ve dolayısıyla kesici nitelikte olmadığından, bunu düşmana
saplama amacıyla kullanabilirdi. Savaşçılar phalanks kılıçlarını ancak düşmana saplama
amacıyla kullanabilirdi.