|
A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3kabak II, kabak; cucurbita lagenaria; aş kabak: balkabağı; suu kabak: su için balkabağı.
kabaltanğ, kabalteğn=
|
səhifə | 40/90 | tarix | 29.08.2018 | ölçüsü | 5,98 Mb. | | #65401 |
| kabak II, kabak; cucurbita lagenaria; aş kabak: balkabağı; suu kabak: su için balkabağı.
kabaltanğ, kabalteğn= = kabeltenğ.
kabar I, a. haber; sahk; tebliğ; kabar al- : haber almak: haberdar olmak; kabar ber- : haber vermek; haberdar etmek; kabarım cok: bilmiyorum, haberim yok, haberdar değilim; kabarına albadı: kulak asmadı,aldırış etmedi, ona vız gelir; bey kabar: habersiz, bihabaer; kabarın bildinğerbi? : ondan bi haber aldınız mı? kabarınğarda bardır: belki siz hatırlarsınız; kabar-atar: haber, habercik.
kabar- II, kabarmak; şişmek; kabarıp açuusu keldi: pek fazla hırslandı, ayranı kabardı.
kabarçı, 1. haberci; malûmat verici; 2.muhabir, reportaj yapan; gazete kabarçısı: gazete muhabiri; ayıl- kıştak kabarçısı: köy muhabiri: köyden gazetelere haber yazan muhabir.
kabardan- , haber almak; haberdar olmak.
kabardanış, işs. kabardan- dan; kabardanış kerek: haberdar olmak lâzım.
kabardant- , haber vermek; haberdar etmek.
kabardar, a- f. haberdar, kabardar bol: haberdar olmak; tetikte bulunmak.
kabardaş- , biri birini haberdar etmek; mektuplaşmak; haberleşmek.
kabarınğkı, bir parça kabarık; hafifçe şişkin; kalkık.
kabarış. I, kabarma; şişkinlik.
kabarış- II, müş. kabar- II’den.
kabarlan= = kabardan-.
kabart- , et. kabar- II’den.
kabat, sıra; tabaka; kat; defa; kabat üy: birkaç katlı ev; kabatı menen al- : (katları bozmadan biri biri üstüne koyarak) birkaç tabakayı almak; eki kabat: iki tabaka; iki defa; astığkı kabat: alt kat, alt tabaka; üstünğkü kabat: üst kat; üst tabaka.
kabatır, a. korku; endişe,merak, kaygı; balanğdan kabatır bolbol; çocuğun için merak etme!
kabatta- , tabaka- tabaka yapmak; kat kat istif etmek; eki kabatta- : iki tabaka yapmak; kabattap temir soot kiyip folk. :üzerine birkaç tane zırh giyerek:
kabattal- , pas. kabatta-’dan.
kabattaş- tabaka- tabaka olmak.
kabattı; katlı- katlı; birkaç tabakalı.
kabel, r. kablo.
kabeltenğ, 1. kuvvetli; büyük; 2. katmerli; güç; çetin, müşkülâtlı.
kabı-, iğne ardı dikmek, (yorgan dikişile dikmek) .
kabık I. kabuk; ceviz, fındık ve s. kabuğu; ağaç kabuğu; kızıl kabık: yabanî soğan.
kabık- II: cel kabığıp ketpesin: rüzgâr dokunmasın.
kabıl I, a. kabûl; muvafakat; kabıl tuttunğbu? es. kabul ettin mi? (nikâh kıyan kimsenin nikahları kıyılmakta olan kimselere soracağı sual); men şartınğa kabılmın: ben senin şartlarına razıyım; kabıl kıl- yahut kabıl al-: 1) muvafakat etmek; 2) kabul etmek; kabıl emes: kabul edilemez; kabıl emes, Akbermet, uşu kılgan tileging folk. : bu arzun yerine kelsin.
kabıl- II, 1. rastgelmek; karşılaşmak; birleşmek, kişiye kabılğan coksunğarbı? : kimseye rastgeldiniz mi? kimse ile karşılaşmadınız mı? 2. düşmek, kapılmak; men balaketke kabıldım: ben felâkete düştüm, tutuldum; çıtırmanğa kabıldım: çıkralığa düştüm.
kabılan (bununla Kırgızlar muayyen bir yabanî hayvanı değil de, genelce iri ve kaplana benzer bütün hayvanları kasdederler) pars, kaplan, bebr; kabılan tuuğan (bahadırın Destanda sık sık karşılaştığımız sıfatıdır) kaplan doğmuş.
kablda- I, muvafakat etmek; tasvip etmek; kabul eylemek.
kabılda- II, katmerleşmek; kuvvetlenmek; şiddetlenmek; oorusu kabıldap ketti: hastalığı şiddetlendi; ihtilatlar yaptı.
kabıldaş- , müş. kabılda I, II’den.
kabıldır- . et. kabıl- II’den; kargaşağa kabıldır: kötü tatsız bir vaziyete düşürmek; caman işke kabıldır: fena işe sürüklemek.
kabıldoo I, muvafakat; tasvip.
kabıldoo II, iktilât; katmerleşme.
kabıltuu, sürükleme; uruşka kabıltuu: harbe sürükleme; harbi tahrik etme.
kabır I, a. kabir, mezar.
kabır II, r. kubur, tabanca kılıfı; mavzurun kabırınan suurup aldı: mavzerini kuburundan çekip çıkardı.
kabır III: kabır kubur: ayak patırtısını taklittir.
kabırğa, kaburga; kabırgası mayluu: başkalarına iyiliği dokunan kimse: (“kaburgası yağlı”) ; kabırğama batıp turat: (ben ona) acıyorum, (onun için) canım acıyor; anın oorusu caman kabırğama batıp turat: onun hastalığı benim canımı acıtıyor; bizge kabırğası kayışıp da koyğon cok: o bize hiç acımadı; kabırğam kayışıp oturğan cok: acımıyorum; kabırğam menen (yahut kabırğama) kenğlişip köröyün: “kaburgama danışayım” – bir parça düşüneyim; kabırganğ menen kenğeşip, ertenğ coop ber! : iyice düşün de, yarın cevap ver!
kabırğala- : kabırğalap: kaburgalayıp, büğürüne dokunarak; kabırğalap çımçışıp: folk. biribirinin böğürlerinden çimdikliyerek.
kabırğaluu, kaburgaları iyi gelişmiş; kaburğaluu at: kaburgaları kuvvetli olan at.
kabırıl- , batmak, çukurlaşmak; içi kabırıldı yahut kursağı kabırıldı: karnı battı, çekildi.
kabırılt- , ezmek, çukurlatmak.
kabış I, birleştirme; bir nesneyi diğer bir nesnenin yanına koyma, dayama; kol kabış: yardım, tutma, müzaharet etme; kol kabış kıl- yahut kol kabış tiygiz- : yardım etmek, tutmak, desteklemek; buudayına kol kabış kılıp cüröm; buğdayını toplamak hususunda ona yardım ediyorum; kol kabış komissiya: yardım komisyonu; cel kabış: üşütme, nezle.
kabış- II, sövüşmek, küfretmek, dövüşmek.
kabış- III, müş. kabı- ’dan.
kabışçı: kol kabışçı: yardımcı, muavin.
kabışta= = kapşır- .
kabıştık: kol kabıştık: yardım, destekleme, muzaheret; kol kabıştık körsöt- : yardımda bulunmak.
karıştır- , et. kabış- II, III’ten.
kabiçke= = kaviçki.
kabilet= = kapilet.
kabinet, r. kabine.
kabinka, r. kabina, kamara.
kaca- , aşındırmak (mes. , biri birine sürüşen iki nesne hakkında) .
kacağay, dizgini çekildiği zaman başını yüksek kaldıran at; taydı kacağay kılıp üyröttü: tayını öyle alıştırdı ki şimdi o (dizgini çekildiğinde) başını kaldırıyor ve yürümüyor.
kacağayla- , 1. başını kaldırmak ve yürümek istememek (at hakkında) ; 2. mec. isteksizlik göstermek, kırın mırın etmek; mildettü işinğen kacağaylaba: yapmaya mecbur olduğun işi sallama!
kacal- , aşınmak (mes. iple) .
kacala- , kemirmek.
kacan- , kudurmak, taşkınlık etmek.
kacanğda- , yanına yaklaştırmayıp, kâh birisine, kâh ötekisine saldırmak (mes. , başka atları kendi yemine yaklaştırmıyan at hakkında) .
kacanğdoo, işs. kacanğda-’dan.
kacaş- , biri birini kemirmek; sürtüşmek; biri birine sürtünmek; eki aygır bir birin kacaşıp atat: iki aygır bir birini kemiriyor, ısırıyor.
kacı I: kacı- kucu 1) çekişme; kavga; münazaa; 2) gürültü- patırtı; arbede, bağıra çağıra konuşma.
kacı- II, gevşeklik, yorgunluk göstermek, sölpümek; eer gacıp kalıptır: eğer gevşemiş; işimden kacımak emesmin: işim beni bıktırmaz; işim beni yormaz.
kacıbas, sarsılmaz; dayangan, kacıbas balşevik: sebatlı bolşevik; kacıbas emgek: gevşemiyen emek.
kacıbastık, sarsılmazlık; sebat.
kacığır, ihtiyarlara tevcih edilen sövme sözü.
kacıldak, dırlanma; sövüşme.
kacıldaş- , biri birine karşı mırıldanmak; sövüşmek.
kacır I, bucur (bk.) ve kucur sözlerinin tekidir; kacır- kucur 1) çatırtı; kıtırtı; kabırğasın kacır- kucur söğünğör: folk. kaburgasını kıtır kıtır parçalayın; 2) gürültü ve neşeli konuşma.
kacır II, yahut ak kacır: bir nevi akbaba (Gybs fulvus) .
kacırluu, atılgan, cesûr (insan hakkında).
kacıt- , et. kacı- II’den.
kaç- , 1. kaçmak; sakınmak; kaçınmak; tiyip- kaçıp: fasıla ile, arada sırada; tiyip kaçıp işteyt: fasıla ile çalışıyor; eti kaçıp, söök kalğan dene: bir derisi bir de kemiği kalmış (harf. : eti kaçıp, yalnız kemiği kalmış olan bir vücut) ; alıp kaç- yahut ala kaçtı kıl- : kaçırmak; ala kaçtı kıldı: aldı kaçırdı; ala kaç- : 1) alabildiğini koşmak (kızgın at hakkında) ; 2) mec. mübalâğa ile konuşmak, atmak, heyecan uyandırıcı haberler söylemek; alıp kaçtı (yahut ala kaçtı) kabar: heyecan uyandırıcı, “ayaktan yıkıcı” haber; ala kaçma yahut alagaçma (at hakkında) : sert başlı; 2. (kuş hakkında): uçup gitmek; kaçıp ketken bürküt: (sahibinden) kaçmış kara kuş; ötkön ömür – kaçkan kuş, kayrılıp kelbeyt ündösö: folk. geçmiş ömür uçmuş kuş gibidir, çağırsan da dönmez; 3. kösnümek (dişi hayvanlar hakkında) ; 4. kaçınmak; orokton kaçkan ıraak çıçat: ats. ekin biçme işinden kaçınmak istiyen, aptes bozmak için uzağa gider.
kaçaağan, hep kaçmayı, sıvışmayı düşünen (başlıca at hakkında) ; kaçaağan ayğır üyürün tüğötöt: ats. “boş kafanın kahrını ayaklar çeker” (harf. : azgın aygır sürüsünü helâk eder).
kaçaanak= = kaçaağan.
kaçak, kaçak, firarî.
kaçan, ne zaman; kaçan kelesinğ? : ne zaman geleceksin? alda kaçan: artık çoktan; alda kaçantan beri? : çok zamandan beri; kaçantan beri? : ne zamandan beri? ; kaçan da bolso: ne zaman olursa olsun; her zaman; daima; herhalde; ar kaçandan bir kaçan: her zaman ve daima.
kaçankı, kaçan’dan sıfat ismidir; kaçankıdan murun 1) ne zamandan beri? ; 2) çoktan; öteden beri
kaçantan, bk. kaçan.
kaçarman, kaçmayı düşünen; kaçmayı kendine gaye edinen.
kaçık, uzak; uzaktaki; ırak.
kaçıkta-, 1. kaçmak; 2. kaçınmak.
kaçır I, katır, ester.
kaçır- II, 1. kaçırmak,elden çıkarmak; attın kaçırtıp ciberdi: atını kaçırdı; tuyğunun kaçırdı: Falco candicans denilen doğanını kaçırdı; bu doğan uçup gitti; 2. (hayvanları) çiftleştirmek; 3. saldırmak; meni colbors kaçırdı: benim üzerime kaplan saldırdı; kaçırğanı kamanday: folk. yabanî domuz gibi (savletle, cesaretle) saldırıyor; bıçak menen kaçırdı: bıçakla hücum etti.
kaçıra- gıcırdamak; kıtırdamak; kaçırap sındı: çatırtı ile kırıldı.
kaçıraş- , müş. kaçıra- ’dan.
kaçırat- , et. kaçıra- ’dan; tiş kaçırat: diş gıcırdatmak.
kaçırış- , müş. kaçır- II’den.
kaçırtkı, es, as. keşif, istikşaf; kaçırtkı sal- : keşifçiler yollamak.
kaçıruu, işs. kaçır- II’den.
kaçıruuçu, saldıran.
kaçkı, kaçkın (at hakkında) ; kaçkı bolgon karala, kaça baştap kayran at: folk. “kaçkın” olunca kara benekli at, kaçmıya başladı zavallı; eer kaçkı at yahut eer kaçkı: eğeri ile kaçan yahut kendini eğerletmiyen at.
kaçkın, 1. kaçak, kaçkın; 2. muhacir; 3. kaçma, firar; kaçkında cür: firarî olmak 4. es. siyasî mülteci; 5. es. siyasî mülteciler zümresi.
kaçma: ala kaçma bk. kaç; bölö kaçma: kimse ile geçinemiyen; cula kaçma: rastgele istifade eden; koparabildiğini koparan.
kaçtır- , et. kaç- ’tan; ala kaçtır: kaçırmaya mecbur eylemek, kaçırtmak.
kaçuu, kaçmak, firar, içtinap, sakınma.
kaçuuçu, kaçak; asker kaçağı.
kada- , saplamak; sokmak; sançmak; mık kada- : çivi çakmak; topçu kada- : düğme takmak; köz kada- : göz dikmek; dikkatle bakmak.
kadak, funt, libre (409,51 gramdan ibaret olan eski bir ağırlık ölçüsü; M.) .
kadakta- , kadak (funt) ile tartmak.
kadaktat- , et. kadakta- ’dan.
kadal- , saplanmak; çakılmak; kadala aç- : amansız sırette ifşatta bulunmak.
kadalan- , 1. saplanılmak, 2. bir işe özenle ve gayretle girişmek.
kadam, a. adım, kadem.
kadan- , kendi üzerine takmak: takınmak; znaçok kadan- : alâmet, beldek takınmak.
kadat- , et. kada- ’dan.
kadek, f. bir çin dokumasının adıdır; ak kadekke oroğon folk. beyaz kadek’e sarmış.
kadem: kademinğ katat: fena olursun; kademi kattı: kuvvetten düştü; işleri yürümüyor.
kadet, r. sis. (eski Rus meşrutiyetçi demokrat partisinin kısaltılmış adı; M.) .
kadık, (Rad.) hata; kusur (karş. kabik) .
kadır I a. 1. ihtiram; liyakat; değer; itibar, prestij (haysiyet) , kadir; kişige kadırı cok: başkaları arasında itibarı yoktur; kadırı uçup turat: itibarı yükselmektedir; kadırınğ manden kalğanbı? folk. bana karşı dostluğun bitti mi? ; sen beni artık sevmiyor musun? ; aç kadırın tok bilbeyt: ats. tok olan açın halinden anlamaz; 2. dn. kadır tün: kadir gecesi; kadır tün tozuu: kadir gecesinde uyanık kalma.
kadır II a. (katır yerine) : kadırınğ can bolsun (katırınğ cam bolsun yerine) : merak etmeyin! ; her şey yoluna girer.
kadırda- hürmet etmek, saymak, takdir etmek.
kadırdan I, a- f. = = kadırman.
kadırdan- II, hürmet edilmek; sayılmak.
kadırdaş I, 1. biri birini sayanlar; 2. sevgili (erkek veya kadın) .
kadırdaş- II, müş. kadıra- ’dan.
kadırdaşuu, karşılıklı hürmet.
kadırduu muhterem, sayın; kıymetli sayılan.
kadırduuluk, muhterem olmaklık; itibar; değerlilik.
kadırese (kadır ese) , mutat; sade; mutat olduğu üzere.
kadırkeç, a- f= = kadırman.
kadırla- = = kadırda- .
kadırlaş= = kadırdaş I, II.
kadırluuluk= = kadırduuluk.
kadırman, a- f 1. eski ahbap; 2. mahbup, mahbube.
kadırmanda- , ihtiram etmek; saymak.
kadik, f. şüphe; kuşkulanma; meninğ bir kedik kılıp cürgön cerim bar: benim bir şüphelendiğim nokta vardır; meninğ köönümdö kedik bar ele: folk. benim gönlümde bir şüphe vardır.
kadiksiz, 1. şüphesiz olarak; muhakkak; 2. isabetli; kadiksiz, adis mergenim folk. isabetli, usta nişancım.
kadiktüü, şüpheli; kapilet uktap, tüş kördüm, kadiktüü caman iş kördüm: folk. derin uyurken bir düş gördüm, düşümde fena ve şüpheli bir iş gördüm.
kadim, a. eski kadîm atîk; çok eski.
kadimki 1. çoktanki; eski; eski zamanlara ait; 2. adî; mutat; kadimki özünğ körgöndöğüdöymün: eskiden gördüğün gibiyim; kadimkidey; 1) eskisi gibi; mutat olduğu gibi; 2) normal tabiî.
kadis= = adıs.
kadoo 1. at bağlanacak kazık; 2. çivi; kadoo baş: demiri delmek için kullanılan aygıt; 3. perçin çivisi kenet; eki cerinde kadoosu bar tabak: iki yerinde keneti bulunan tabak.
kadooluu, çivi ile tutturulmuş, perçinlenmiş.
kadr, r. 1. sahne (sinema filminde) 2. kadro; kadrlar barlığın çeçet: kadrolar her şeyi halleder.
kaduu, dağ eteği.
kaduula- , dağ eteği boyunca inmek.
kağacı- , bir şeyden tiksinmek.
kağacıt- , tiksindirmek.
kağacıtuu, işs. kağacıt- ’tan.
kağacuu, işs. kağacı- ’dan.
kağaz, f. kâğıt; kımbattuu kağazdar; kıymetli evrak; karız kağaz es. istkraz tahvilleri; kağaz akça yahut (azan) kağaz tenğge: kâğıt para.
kağazda- , listeye, deftere kaydetmek (başlıca hayvanları) .
kağazdat- , et. kağazda- ’dan.
kağeles, bk. eles.
kağıl, 1. çarpmak, çatışmak; çakılmak; kakılmak; eşik kağıldı: kapıya vuruldu; 2. kağılayın (= = aylanayın) : canım, sevgilim; görüp doyamadığım; 3. hayatta çok şeylere katlanmak; pişmek; kağılbağan: hayatta hiç bir şey görmemiş geçirmemiş, toy; caş, kağıla elek kız: genç ve toy kız; kağılğan bala: pişkin çocuk; görmüş geçirmiş delikanlı; feleğin çemberinden geçmiş.
kağılış I, çarpışma; çatışma, tutuşma; kağılışta kan ölöt: ats. çarpışırken kan bile ölüyor.
kağılış- II, biri birine çarpmak; çarpışmak.
kağılıştır- , bir şeyi başka bir şeye çarpmak; çarptırmak.
kağılışuu, çarpışma; müsademe.
kağılt- , et. kağıl-’dan.
kağın I, zaturriye, akciğer iltihabı; kağın algır! (kadın sövmesi) : geberesi!
kağın- II, 1. sırtındaki yaraya burnu ile vurmak (sinekleri kovmak isteyen at hakkında) ; 2. silkinmek; etek cenğin kağınıp etek- yenini silkerek; 3. sürçmek 4. kabırğadan kağın: zaturriye ile hastalanmak; kabırğamdan kağındım: zaturriyeye tutuldum.
kağınçık, bir şeyi silkerken husule gelen kalıntılar; un elerken elekte kalan katılaşmış topaklar; un salğan kaptın kagınçığı: çuvalı silkerken içeriden çıkan un kalıntısı.
kağındı = = kağınçık.
kağındır- , et. kağın- II- ’den.
kağıra- , kurumak; kağırağan tezek: kurumuş tezek; kağırağan baş: kurumuş kafatası; kağırap- kurğap kalğan otun: tamamiyle kurumuş odun.
kağırama, kurumuş; kuru.
kağırat- , et. kağıra- ’dan.
kağış I, kapışma; muharebe; çarpışma; kağışka miner Maaniker: folk. çarpışma zamanında binmeye yarayan Maaniker (denilen at.)
kağış- II, 1. bir nesneyi başka bir nesneye çarptırmak; kol kağış: (iki kişi alış- veriş zamanında) biri birinin ellerine vurmak; ım kağışat: karşılıklıca göz kırpıyorlar; tize kağış: (oturanlar hakkında) sıkışmak (harf. dizlerini vuruşmak) ; tize kağışa oturğala! : bir parça sıkışarak oturun! ; 2. çarpışmak; tokuşmak; çatışmak; kavga etmekç kağışa berse may tüşöt: ats. onlar kavga ederse, benim hisseme yağ düşüyor; eki döö kağışsa, orto certe kara çımın kırılat: ats. iki dev çarpışırsa, onların arasındaki kara sinek helâk olur; üzönğgü kağış bk. üzönğgü.
kağıştır- , bir şeyi başka bir şeye çarptırmak; ot kağıştır- : ateşi düzeltmek; birdi birge kağıştır- : birini diğerine karşı kışkırtmak: birdi birge kağıştırğan eme: işleri eviren- çeviren; Alinin külâhını Veliye, Velininkini Aliye giydirmek suretiyle geçinen; atik; çevik.
kağıştırış- , müş. kağıştır- ’dan.
kağuu, 1. yasak; 2. dürtüş; defetme; kağuu ber- : defetmek; karşı komak; çetke kağuu: ihmal, iltifatsızlık.
kaguuçu, (karakuşla kuş avlarken) koğalayıcı.
kak I, karga ötmesi; karğanınğ “kak” etkeni özünö kumbanıç ats. karga ötüyor ve kendisi seviniyor.
kak II, tam; noktası- noktasına; ne fazla, ne eksik; kak tüştö: tam öğleyin; kak ele özü: tam kendisi; köçönünğ kak ortosunda; sokağın tam ortasında; kak üstünön çıktı: tam üzerine geldi (bastırdı) .
kak III, kurutulmuş, sert, katı, kuru, çorak; kak baş: 1) kurumuş kafatası; 2) hilekâr, kurnaz; kak çeke (at hakkında) kuru alın kuru kafa (cins olma ve yürüklük beldeğidir)
kak VI, çorak yerde küçük bataklık; katuu cerge hak turat, kayrattuu erge mal turat: ats. katı zeminde bataklık kalır, gayretli yiğitte mal kalır.
kak- V, 1. vurmak, çarpmak, çırpmak; kakmak, çakmak; kazık kak- : kazık çakmak; kiyiz kak- : keçe çırpmak; alma kak- : (ağaçtan) elmayı vurup düşürmek; kirpik közün kakpay: gözünü kapamadan; eer kaktı bk. kaktı; düşmandı ak- : düşmanı defetmek; kozğolonğçulardın atakasın kâğıp salıştı: âsilerin hücumunu püskürttüler; 2. korku vermek için bağırmak; balasın kagıp koydu: çocuğuna bağırdı; 3. es. (bu manayla daha doğrusu öpkö kak-) ; hastayı, kefaret için kurban edilmiş hayvanın ciğerleriyle vurmak (karş. kağıl- 2) ; 4. bağıp kak- : lâlâlık etmek; üzerine titremek; itina ile terbiye etmek; bağıp kakkan balam: üzerine titrediğim çocuğum; 5. can kak- : ısrarla rica etmek.
kaka- , tıkanmak, boğazında kalmak; etke kakadım; etle tıkandım; kakap- çaçap: tıkanarak tıksırarak; kakağanğa müştağan: ats. vur abalıya.
kakaar, a. (karş. kaar) gaddarlık; merhametsizlik; kardın kakaarı: kar yağdıktan sonra olan şiddetli soğuk, ayaz.
kakaarduu, merhametsiz, gaddar; kaarduu suğuk: şiddetli soğuk; kakaarduu köz: sert bakışlı gözler; şiddetli bakış.
kakaç, 1. kepek (başta) ; 2. keçilere tevcih edilen sözme sözü.
kakakta- , homurdatıcı, mızmız ve titiz olmak (başlıca ihtiyar kimseler hakkında) .
kakal- , tıkanmak (bir şey yerken boğazında kalmak) ; etke kakaldım: et boğazımda kaldı.
kakanak, zar; yeni doğan hayvan yavrusunun vücudunu örten ince zar; koy kakanağın cara elek: koyunların kakanak yarmak (kuzulamak) zamanı henüz gelmedi; koy kozusunun kakanağın calap koyuptur: koyun kuzusunun kakanağını yalamış.
kakanakta- , kabarmak, şişmek (yanmış deri hakkında) .
kakanğda- = kakakta- .
kakar= kakaar.
kakart , kurumuş irin; yaranın kışrı, kabuğu.
kakas; temiz, saf; uuru- börüdön kakas cer: hırsızdan ve yırtıcı hayvanlardan emin yer; kakas kır: temizlemek.
kakat- , et. kaka- ’dan.
kakay, I, korku, dehşet ifade eden nida.
kakay- II, 1. arkaya doğru bükülmek, iğilmek (karş. enğkey-) ; 2. mec. mağrur bir tavırla başını kaldırmak; kurumlu ve kibirli bir tavır takınmak.
kakayla- , “kakay” diye bağırmak (bk. kakay! I) .
kakaylat- , dehşet salmak.
kakayt- , et. kakay- I- ’den.
kakbaş= kak baş (bk. kak III) .
kakçanğda- = kakakta- .
kakçıy- = kakıy- .
kakçıyt = kayktıt- .
kakı: kakı orduna körböyt: on paralık kıymet vermiyor.
kakıl, ses taklidi için kullanılan sözdür: kakıl kakıl tırmayt: kazıyor, çatırtı ile koşuyor.
kakılda- , 1. gıdıklamak; 2. durmadan çene çalmak; kakıldap ıyla: yüksek sesle ve süreklice ağlamak; kakıldap maara- : dinmeden melemek.
kakıldaş- , müş. kakılda- ’dan.
kakım= kaakım.
kakır I, kuru, sulanmıyan ve kendisine su geçmiyen mahal; kakır- çikir: eski püskü eşya, pılıpırtı
kakır- II, balgam çıkarmak.
kakıra- : kakırağan kış: şiddetli kış; kakırağan taş: taşlık yer.
kakıray- I, dikilip durmak; şapkesi kakırayıp turat: kasketi dimdik duruyor; 2. iyi yerleştirilmiş (dizilmiş) olmak.
kakırayt- , et. kakıray- ’dan.
kakırık, balgam.
kakırım, yoğurtla süt halitasından yahut yoğurtla kımız halitasından ibaret olan ekşi içecek.
Dostları ilə paylaş: |
|
|