A'dan Z'ye Felsefe



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə58/77
tarix20.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#83020
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   77
A\'dan Z\'ye Felsefe - Alexander Moseley ( PDFDrive )

PLATON (M.Ö 428-347)
Platon (“geniş omuzlu”) ünlü Sokrates’in öğrencisiydi.
Hocasının baş rolde olduğu sayısız diyalogunda kendi
felsefesini sergiledi. Platon tarihin belirli dönemlerinde dini
hiyerarşiler tarafından duayen kabul edilmiş, 2000 yıldan
uzun bir süredir eğitime ve politikaya ilişkin bir dizi teorinin
kaynağını oluşturmuş biridir. Hâlâ zevk alınacak ve
kendisinden öğrenilecek bir filozoftur.
Platon MÖ 428*de, Peleponnes Savaşı’nın (MÖ 431-404)
patlak vermesinden hemen sonra, Atina’da politik bakımdan


önde gelen bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Aile ona
Aristokles adını vermişti. Atina’nın Ispartalılar tarafından
yenilgiye uğratılmasına tanık oldu. Ardından, Atina’nın Otuz
Oligark döneminde yaşadığı altüst oluşu ve despotizmi gördü.
Sonra demokrasi yeniden kuruldu, Sokrates kent devleti
tarafından MÖ 399’da idama mahkûm edildi. Platon önce
şiirle ilgilendi, ama Sokrates’le tanıştıktan sonra şiiri bırakıp
felsefeye yöneldi. Bir ölçüde siyasi nüfuz peşinde koştuğu
bellidir. îki kez, Siraküz’de ve Atarne-us’ta danışmanlık
görevinde bulundu, ama esas etkisini Devlet ve Yasalar
başlıklı kitaplarında sergilediği politik idealizm sayesinde
elde edecekti.
Platon gençliğinde Helenik dünyayı ve Mısır’ı dolaştı. Güney
İtalya’da tanıştığı Orfik-Pitagorasçılar ona öteki dünyayı
tanıttılar ya da ona ilişkin bir inanç geliştirmesini teşvik
ettiler. Aynı zamanda matematiğe merak salmasına neden
oldular. MÖ 386’da Atina’ya dönerek ilk üniversite olan
Akademi’yi kurdu. Akademi, insanları daha iyi yurttaşlar ve
devlet adamları olarak yetiştirmek üzere tasarlanmıştı. Her ne
kadar Platon’un siyasi nüfuzu beklentilerinin gerisinde kalmış
olsa da, felsefi sisteminin etkisi hiç azalmadı.
Platon’un yaklaşımı açısından analiz yöntemi hayati bir önem
taşır: Bu diyalog biçiminde yazılmış metinlerde,
Sokrates başkalarının inançlarını inceler, onları düşünüş
tarzlarının içermelerini izlemeye davet ederek bir çıkmaz
sokağa taşır. Bu noktada muhatabı ya yenilgiyi kabul eder ya
da söylenerek çeker gider! Mantıksal açıdan buna diyalektik
adı verilir: Bir hakikate çapraz sorgulama aracılığıyla adım
adım yaklaşan bir süreçtir bu. Ancak, eleştirel yaklaşanların


ileri sürebileceği gibi, süreç iyi işlerse, bilimsel veya ampirik
olarak doğru sonuçlardan veya çalışma hipotezlerinden ziyade
tutarlı bir inanç veya inançlar dizisine ulaşılır. Bazen de
tartışılmakta olan şeyden bütünüyle uzağa düşen birtakım
sonuçlara ya da daha basit bir tarzda bilişsel çarpıtma olarak
anılabilecek neticelere ulaşılabilir: Bugüne kadar
sınavlarımdan kaldığıma göre bundan sonraki sınava
hazırlanmaya hiç gerek yok, gibi. Yani bu yöntem mükemmel
biçimde işlenmiş, ama gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan bir
sistem üretebilir. Platonik düşünüş tarzının, aynen Platonik
aşkta olduğu gibi, zihinle çok iç içe olmasına karşılık hayatla
pek az bağı olmasını, felsefeyi pek yararsız bulan bilimcilerin
baş belası münzevi 
w
aydmlar”a bu kadar hitap etmesini
açıklayacak olan da belki budur.
Platon’un felsefesinin her köşesine aklın kuşatıcı önemi
sinmiştir. Fikirlerin test etme yoluyla incelenmesi için zihin
sonuna kadar zorlanır. Fikirlerin gerçek varlıklarla yeterince
ilişkili olamayacağını savunur çünkü varlıklarda ciddi
eksikliği duyulan bir şey olduğu kanaatindedir:
Diyaloglarındaki diyalektik inceleme, delil olarak ortaya
sürülen örneklerde her zaman ne olduğunu bilemediğimiz bir
eksiklik olduğunu gösterir. Bu tür şeyler felsefecileri olsa olsa
cesaretlendirir! Platon’un akıl yürütmesine göre,
karşılaştığımız şeyler, örneğin şuradaki güzel kız veya
önümüzdeki oranları gayet iyi tasarlanmış masa, gerçekten de
birer örnektir, ama metafizik bakımdan daha yüksek ya da
doğaüstü bir varlığın birer örneği: Güzel insanlar veya
oranları gayet iyi tasarlanmış masalar, Platon’un varlığına
inandığı öteki dünyaya ait Form’lar veya İdea’larda bulunan
hakiki kimliklerinin yoksul birer yansımasıdır. Aynen


sanatçının güzel kızı tasvirinin ikinci elden çıkma bir görüntü
olması gibi, güzel kızın kendisi de Güzel Kız’ın İdeal’inin
(eidos) ikinci elden bir görüntüsüdür.
Felsefi akıl böylece bizi Platon’un felsefesinin temel direğine,
yani iki dünyanın varlığına götürür. Evrenin gerçek doğasının
ne olduğu sorusunu soran metafizikte Platon’un versiyonu iki
dünyanın var olduğudur: Duyumladığımız dünyanın katı
formu ve hakkında sessiz sedasız fikir edinebileceğimiz ama
ancak öldüğümüz zaman ulaşılabilir hale gelen dünyanın
uhrevi formu. Bu, evren konusunda düalist bir teoridir, çünkü
iki alanın varlığını vazeder. Bu da Platon’un ikinci temel
felsefi fikrine taşır bizi: Ruhlarımız ebedidir ve bu iki dünya
arasındaki uçurumun üzerinde bir köprü rolü oynama
kapasitesine sahiptir. Platon, Pitagoras’m ruhun yeniden
doğumuna, ebedi varlığına ve bir bedenden bir başka bedene
göç etmesine ilişkin öğretisini benimsemiştir.
Fiziksel anlamda hayatta iken bilgimizin yetersizliğinden
çekeriz, çünkü yeniden doğduğumuzda Form’lar ve İdea’lar
dünyasında bildiğimiz her şeyi (iyi ki) unutmuşuzdur. Bir şey
öğrendiğimizde, bu ilk kez öğrenilmiyordur - geçmişten
hatırlanıyor-dur veya geri çağırılıyordur. Bu fikir eğitim
felsefesinde çok etkili olmuştur. Gencecik bir öğrenci
kendisine bir şey açıklandığı anda, “hay Allah, ben bunu
biliyordum” diye tepki verdiğinde yankılanan budur.
Entelektüel zayıflığımız ve duyuların hiçbir şeyi kesin olarak
bilme kapasitesine sahip olmaması, Platon’a göre neden
hayattan hiçbir zaman tam bir memnuniyet duyamadığımızı
açıklar. İş bununla da kalmaz. Platon bir de geçmişte kalmış
bir Asr-ı Saadet devrine ilişkin efsaneleri çağrıştıran bir siyasi


tarih geliştirir. İçinde yaşadığımız toplum, bu dönemin peri
masalına benzer mükemmel toplumundan gittikçe
uzaklaşmaktadır. Kusurlu yaratıklar olarak, vasat düşünüş
tarzımız ve duyularımız büyük olasılıkla bizi görünüşlerin
dünyasının esiri kılar-yalnızca filozof, karşımızdaki görünüşe
takılmaksızın düşünüş tarzını daha yükseklere taşıyabilir ve
evrenin hakiki doğasını kavrayabilir.
Platon çok iyi bilinen bir benzetme yapar: mağara alegorisi.
Bir mağarada oturmuş dipteki duvarı seyreden insanlar
düşünün. Bu insanların arkasında duran bir projeksiyon aleti,
kendi ardında hareket eden nesneleri birer gölge olarak
duvara yansıtmaktadır. Bir ateş (yani güneş) bu nesneleri
aydınlatmakta, bu nesnelerin gölgeleri de bu alet tarafından
mağaranın arka duvarına gölgeler halinde yansıtılmaktadır.
Filozof odur ki, önce ayağa kalkıp projeksiyon aletine bakar,
sonra onun arkasına geçerek görüntülerin gerçek kaynağını
keşfeder. Aydınlanmanın getirdiği körlükle mağaraya geri
döner, şeylerin gerçek doğasının ne olduğu konusunda
anlaşılmaz sözler eder, ötekilerse ona şaşkın ya da rahatsız
gözlerle bakarlar.
Bu alegori çok etkili olmuştur. Ama yalnızca görünüşler
hakkında düşünmemiz gerektiğini mi söylemektedir, yoksa
bilginin yalnızca filozoflarca edinilebileceğini, insanlığın geri
kalan bölümünün hakikati kendilerine açıklandığı zaman dahi
anlayamayacağını mı? Aklı kıt olanların alt basamaklarda
kalarak entelektüel eğilimleri olanlara tabi olacağı hiyerarşik
niteliğe sahip bir dünyayı savunan düşünürler, kendilerinin
keşfetmiş olabileceği yüksek hakikatlere inanılırlık
kazandıracağı için alegoriye doğal olarak yakın


hissetmişlerdir. Bunlar, biz ötekilere ya acırlar ya da bizi
yönetmeleri gerektiğini söylerler. Platon’un gençlik
dönemindeki politik altüst oluşlar düşünüldüğünde (bu
gelişmeler Atina demokrasisinin Sokrates’i idama mahkûm
etmesiyle sonuçlanmıştı), filozofun, toplumsal dünyanın,
doğal bir biçimde, anlayabilenlerle anlayamayanlar arasında
bölündüğünü düşünmesi şaşırtıcı değildir. Bu ikisinin arasına,
zekâsı yüksek olanların yasalarınm aklı kıtları disiplin altında
tutmasını sağlamaya yetecek kadar meseleyi anlayan bir
grubun eklenmesi de anlaşılır bir şeydir.
Platon’un Devlet başlıklı çalışması, hayatın Form’larm ve
İdea’ların Mükemmel Dünyası’nın içkin olarak bozuk bir
versiyonu olduğuna inanan biri açısından tutarlı bir politik
vizyon sunar. Dünyanın düalist bir yapısı olduğunu ve ruhun
ebedi olduğunu anlayan filozoflar (bunlara rahip de
denmektedir), toplumu yönetmektedir. İsparta yaşam tarzına
çok uygun bir yaklaşım doğrultusunda, çocuklar erkenden ana
babalarından alınmakta, eğitilmekte, sonra, yetenekleri
belirlenmeye başladıkça, ayrıştı-rılmakta, ya ticaret ve üretim,
polislik, sosyal denetim (“muhafızlar”) için ya da devlet
adamlığı için yetiştirilmektedir. Devlet adamlarının işi
topluma en iyi biçimi vermektir. Toplumun Asrı Saadetken
adım adım uzaklaşmakta olduğu hatırlanırsa, bunun anlamı
toplumun daha da gerilemesini önlemek için toplum
mühendisliğine başvurmaktır. Adil ya da iyi toplum, filozof-
kralların her tür muhalefetin ve değişim kaynağınm ortadan
kaldırılması için çalıştığı bir toplumdur. Buna bir ağıta ya da
devrime yol açabilecek türden müzik de dahildir. Bu
yaklaşımın bilimsel deneyler ve ilerleme için çok da hayırlı
olmayacağı açıktır.


Peki, Platon muhafazakâr bir düşünür müdür? Bazı
bakımlardan (örneğin politik düşüncesinde) bu tanıma tam
tamına uyduğunu görüyoruz. Ama aynı zamanda bizim (yani
kapasitesi olanların) düşünüş tarzımızı radikal bir tarzda
yükseltmemizi talep etmesi onu devrimci kılar. Platon’un
Sokrates’i meydan okur ve bizi de meydan okumaya teşvik
eder. Devlet adamının görevi, bu dünyanın kaprislere bağlı
mücadele, çekişme ve savaşlara daha da fazla kaymasını
engellemek haline gelir. Sadece aklı felsefeye çalışanlar
zihinlerini dünyanın gerçek doğasını anlayabilecek kadar
yükseğe taşıyabilirler. Bu da kendilerinin mükemmeliyetten
ne kadar uzak olduklarını fark etmelerine yol açarak onları
alçakgönüllü kılar.



Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə