A'dan Z'ye Felsefe



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə56/77
tarix20.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#83020
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   77
A\'dan Z\'ye Felsefe - Alexander Moseley ( PDFDrive )

ONTOLOJİ (VARLIKBİLİM)
Varlığın ne olduğunu, yani neyin var olduğunu sorduğumuzda
(Ben neyim? Evren nedir? Ne vardır?) ontolojinin alanına
girmiş oluruz. Konuya yaklaşmanın en iyi yolu sorular
sormaktır.
Ben var mıyım? Başka insanlar var mı? Algıladığımı
sandığım şeyler gerçekten var mı, varsa bunun anlamı
bunların benden bağımsız olarak var olmaları gerektiği mi?
Bir çocuk gizlenmek amacıyla gözlerini elleriyle kapattığında
dünya yok olur, ama çocuğun bakış açısından kendisi de yok
olur. Felsefeciler de böyle çocukça düşünme tuzağına mı
düşüyorlar, yoksa çocuğun masum bakışı daha derinde bir
şeylere mi işaret ediyor?


Başımı döndürüyorum ve oğlumu görüyorum. Onun yalnızca
benim hayal gücümün bir ürünü olduğu ve odadan çıktığımda
yok olduğu yolunda bir argümanı savunmak güç, çünkü
görünürde benim yokluğumda benden bağımsız bir hayat
sürdürüyor. Ama kendimi sürekli olarak aldatıyor veya
aldatılıyor olabilirim: Zihin dışı nesnelerin bağımsızlığından
bütünüyle emin olabilir miyim? Ya da bağımsız bir varlık
olarak kendimden? Yoksa ben ve bağımsız olarak algıladığım
her şey yalnızca kendimize özgü (sadece bazı
elektromanyetik frekansları algılama yönünde o kadar rasgele
evrilmiş olan) duyularımıza başka şeylerden ayırt edilebilir
görünen, daimi bir enerji girdabı mı?
Neyin var olduğunu sorduğum zaman, bu algıladığım şeyler
hakkında bilgimi nasıl edindiğimi düşünmek zorunda
kalırım. Bu da beni epistemolojiye yönlendirir. Varlık ve bilgi
karşılıklı bir bağ içindedir, çünkü bir şeyin var olması için bir
“o” olması gerekir, “o” olması için de benim duyularım,
zihnim veya her ikisi aracılığıyla onun varlığını kabul etmiş
olmam. Ama ortada yalnızca bir “o” mu var, yoksa bir
“onlar” mı?
Duyularımı etrafımdaki şeyler dünyasında gezdirdiğimde
tikellere ve gruplara ayrıştırılabilecek olan şeyler olduğunu
söyleyebiliyor muyum yoksa her şey Bir midir? Bu şeyler
maddeden mi yapılmıştır yoksa gayri maddi midir (yani
zihnin ürünleri, ya benim zihnimin ya da Tanrının Zihni’nin)?
Ve bir pervanenin ateşe koşması gibi, ben de kaçınılmaz bir
biçimde şeyler varsa o zaman Tanrı’nın da olduğu sonucuna
ulaşmak zorunda mıyım? Aziz Anselmus'un bu Ontolojik
Argümanı çok etkili olmuştur: Eğer bir şey varsa, o zaman


anlama kapasitem beni bütün şeylerden daha büyük bir şeyi
(mükemmel varlığı) kabul etmeye yönlendirir. Hiç kuşku
yoktur ki bir mükemmel varlık yalnızca benim zihnimde var
olamaz çünkü o zaman mükemmel olamazdı. Öyleyse Tanrı
vardır. Mantıksal açıdan bakıldığında argüman sonucuna
ulaşırken sıçramalar yapmaktadır (bir mükemmel varlık
olmak zorunda mıdır? Varoluş bir yüklem midir?). Bu yüzden
savunanları olduğu gibi saldıranları da olmuştur. Kimileri de
“ontolojik bağlanma” olarak anılan pozisyona çekilmiştir:
Bazı şeylerin gerçek olup olmadığı sorusundan kaçarak benim
için (ya da kültürüm, ülkem vb. için) bir varlığa sahip
olduklarını, dolayısıyla davranışlarımı yönetmek bakımından
bir güce sahip olduklarını iddia edebilirim.
Bazen kuşkulu olaylara veya şeylere yönelik bir ontolojik
bağlanmadan etkilenebiliriz (hayaletler, UFOMar, Elvis hâlâ
yaşıyor iddiaları, devlet soruşturmaları). Bunlar hayatımızı
bile etkiler, ama felsefe burada psikolojinin alanına giren
konulardan zarafetle geri çekilmez. Bu düşünceleri
kovalayarak varlıkların doğası ve düşüncenin eylemle olan
ilişkisi hakkında sorular sorar. Bu tuhaf mı geliyor? Bir
hayvan düşünün - durun orada. Şimdi hayvanın var olduğunu
söyleyebilir miyiz? Ya da sizi görünmez arkadaşım Gringo ile
tanıştırayım... Eğer zihinsel şeylerden, örneğin “13”
rakamından veya “Tanrı”dan etkileniyorsam, o zaman
ontolojist, zihinsel olan ama eylemi etkileyen bir şeyin hangi
anlamda var olduğunun söylenebileceği konusunda daha fazla
düşünmemizi talep eder.
Bu aşamada felsefecinin o çok karakteristik merakı ya
düşünceyi bu tür şeylere kafa yormaya yönlendirir veya


ontolojinin şairlerin işi olduğu kanısına vararak bu alandan
çekilir.
ÖLÜM
Ölüm gözle görülebilir biçimde bütün canlı yaratıkların nihai
kaderidir. Sık sık bir varlığın “sonu” olarak nitelenir. Ama
biten nedir? Filozoflar olayın anlamı konusunda farklı
fikirlere sahiptir. Buradaki büyük sorun herhangi bir teoriyi
destekleyecek bulgu yokluğudur. Ölüm nihai bir son mudur
yoksa bir sürecin yalnızca bir parçası mı - belki ortası, hatta
belki yeni bir serüvenin başlangıcı olabilir ini? Fizyolojik
bakış açısından ölüm bedensel fonksiyonların durmasıdır.
Bunlar artık çalışamamakta ve organizmanın hayatını
sürdürememektedirler. Bu yüzden bedenin hücreleri çöker ve
birbirlerini yemeye başlar. Tabii bu durum yaşlılıktan
travmaya kadar çok farklı faktörlerin sonucu olarak ortaya
çıkabilir. Ama hayat bu kadar olağanüstü bir şey olduğu
içindir ki düşüncelerimiz zaman zaman Ölümün kendimizde
canlı gibi gördüğümüz her şeyin yok olması anlamına
geldiğini kabul etmek istemez. Çevremizde ve bizden Önce
ne kadar çok insan ölmüş olursa olsun, insanın kendi yok
oluşunu hayal etmesi tuhaf bir duygu yaratır.
Ölüm üzerine düşünmek hayat üzerine düşüncelerimizi öne
çıkarır. Sevdiğimiz birini yitirdiğimizde, zihnimiz ona neler
olup bittiği üzerinde yoğunlaşır, acaba şimdi nerede diye
düşünürüz, ama aynı zamanda yaşamının anlamını düşünürüz:
Yaşadığı hayatın değeri, bizimle ve başkalarıyla bağlan,
yaptığı işler ve geride bıraktığı şöhret vb. Eğer gerçekten
ölüm olasılığıyla karşı karşıya kalmışsak (örneğin bir kaza


anında veya savaşta çarpışırken), zihin keskin biçimde
korkuda odaklaşır veya kaderine teslim olma duygusunu
yaşar. Kimi ölümler "güzel” olabilir: Örneğin 11 Eylül'de
Dünya Ticaret Merkezinden boşluğa düşen adamın ölümü
gibi. Kimi ölümler ise “kahramanca” ya da “trajik” ya da
(Heidegger’in kullandığı anlamda) “sahici” olabilir. Şu
anlamda: Dürüstçe ve kararlılıkla kaçınılmaz olarak ölüme
doğru ilerlediğimizi kabullenebiliriz (sonuç olarak bu
durum inkâr da edilebilir). Hayatta kalmak ise, hayatın
anlamını ve felsefi statüsünü düşünmenin yanısıra, insanın her
şeyi yeniden düşünerek değerlerini yeniden düzenlemesini
teşvik eder.
Bir ölüyü seyrederken sorulsa çoğumuz daha önce olan bir
şeyin artık eksik olduğunu söylerdik. Kimilerimiz için bu
belki bir enerjidir, belki hayatiyettir; ama kimilerimiz için
bedeni terk ettiği veya bedenin fonksiyonlarının sönmesiyle
hafiflediği varsayılan ruhtur. Materyalist için beden ve zihin
aynı töze sahiptir (madde) ve birinin ölümü mantıksal olarak
ötekinin de ölümünü gerekli kılar: hem bedenin, hem ruhun.
Bedeni maddi, zihni gayri maddi gören düalistler için ise,
birinin ölümü zorunlu olarak ötekinin ölümüyle bağlantılı
değildir. Bu çıkarsama genellikle beden öldüğünde
zihnin/tinin/ruhun yaşamaya devam ettiğini ileri sürer. Bütün
düalistler bu fikirde değildir, çünkü gayri maddi zihnin
kaderinin bir biçimde taşıyıcısının bedeniyle bağlantılı
olduğunu ileri sürmek bütünüyle tutarlıdır. Bunun
nasıl olacağının kanıtlanması çoğunlukla zihnin ölümünün
bedenin ölümüyle birlikte olmasını sağlayan bir ilahi varlığın
araya sokulması türü bir mekanizma gerektirir. Ne Yar ki,
ruhun bedenin ölümünden sonra da yaşamaya devam ettiği,


gayri maddi bir âleme geçtiği ve kimilerinin tahminine göre
hayatta yaptığı işler temelinde yargılanacağı ya da yeni bir
bedene geçeceği fikri daha yaygındır.
Batı tıbbının gelişmesi, aynı zamanda hayata ve evrene
teolojik bir açıdan bakmaktan uzaklaşmış olan birçok insanın
ölüm üzerine düşünüş tarzını da değiştirmiştir. Ateist laik
felsefe Meleklerin ve Tanrı’nın/Tanrıların öteki dünyasını
reddeder ve hayatın kimyasal elementlerin DNA
kopyalanması denen yararlı fonksiyon aracılığıyla talihli ama
tesadüfi bir biçimde biraraya gelerek, hücreler, dokular,
uzuvlar, uzuv sistemleri ve organizmayı oluşturduğunu
vurgular. Ama kimi tıp felsefecilerinin indirgemeci eğilimleri
kimilerince kabul edilmez. Bu sonuncular hayatın fiziksel
oluşumu konusunda ötekilerle aynı fikirde olmakla birlikte,
aynı zamanda varlığı canlandıran bir yaşam gücü vazederler.
Bu güç, hayatın peşinde koşan ve ölümden
kaçan hayatiyetimizin özü açısından biz bilinçli canlılar için
çok aşikârdır. Bu, mantıksal olarak bu olağanüstü yaşayan
materyalin gücünün, fiziksel temelinden sonra da yaşamaya
devam edecek bir ruhu yarattığı fikrini içermez, çünkü
bilincin karmaşık doğasına rağmen, bedende bulunan
trilyonlarca hücrenin içinde tutulan enerjinin durmasıyla
birlikte o da basitçe sahneden çekilebilir.
Kimileri için eğlendirici olabilecek bir olasılık Ölmekte
olanların beden alışverişi yoluyla kendilerini şarj etmeleridir.
Fiziksel bedeninizin durumu bozuldukça zihninizin içeriği
başka bir bedene (ya da bilgisayar diskine) yüklenmeye
başlanır. Bu bağışlanmış bir beden de olabilir, kendi
DNA’nızdan yeni kopyalanmış bir beden de. Bu tür


bilimkurgu yalnızca hayal gücümüz açısından değil, hayatın
ve ölümün doğası hakkındaki düşüncelerimiz için de
mükemmel bir sınanma kaynağıdır. Ölümün yokluğunu
kaldırabilir miyiz? Gençlik dolu zihin haykırır: “Evet!” Ama
daha yaşlı zihin bitmek bilmeyen alışveriş gezilerini, yeniden
ve yeniden oynanan komedileri, arkadaşların evlenmesini
ve ayrılmasını düşünür. Ölüme ve yok olmaya korkulacak bir
şey olarak değil, kollarımızı açıp karşılayacağımız bir
kaçınılmazlık olarak bakmaya başlar. Anılarınızı (ve belki de
kendinizi) elektronik olarak kaydetme fikri düşüncelerin
yalnızca fiziksel bir temeli (nöronlar) olmakla kalmayıp
kendilerinin fiziksel olduğu fikrini ima eder. Bu da bizi zihin
felsefesine taşır.

Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə