A'dan Z'ye Felsefe



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə53/77
tarix20.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#83020
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   77
A\'dan Z\'ye Felsefe - Alexander Moseley ( PDFDrive )

Eğer felsefecilerin savunduğu metafizik serbest irade teorisi
... icat edildiyse, bu, insan davranışlarının zorunlu
olduğu yolundaki alternatif teorinin herkesin içindeki
içgüdüsel bilinç ile tutarsız ve insanın gururunu inciten ve
ahlaki doğasını aşağılayan bir şey olarak görülmesindcndi.
(Mili, A System of Logic, 547)
Zihnimiz ve onun içerdikleri, deneyimlerimizin ve
algılarımızın sonucudur; bunda pasifizdir, öyleyse


davranışlarımız da benzer biçimde daha önce zihnimizde olan
bitenin zorunlu bir ürünüdür. Öyleyse, zihnimizde oluşan
psikolojik çağrışımlar nedensellik zincirine katılarak bir
davranışa yol açar. Peki, değiştirme irademize ne olacak?
Eğer böyle bir irade varsa, (daha önceki nedenler tarafından
harekete geçirilen) bir değiştirme arzusu ortaya çıktığı için
vardır; öyleyse, Mill’e göre, kişiliğimizi
değiştirme konusunda özgürüzdür ya da ruhumuzda değişme
gücü ortaya çıktığı için bunu yapacak güce sahibiz demektir.
Ruhumuzun gerisinde bizim tikel bağlamımızın yarattığı
koşullar mevcuttur ve bunlar bizim hayatta ulaşmak
istediğimiz şeylere destek veya köstek olabilir.
Mili babasının çağrışımcı teorisine (yani zihnimizdeki
fikirlerin fen bilimlerinde birbiri ardısıra gelen olayların
betimlenebileceği tarza benzer bir biçimde birbirlerine
bağlandığına ilişkin teoriye) katılıyor ve insanların hem
ahlaki hem siyasi potansiyellerini gerçekleştirmeleri için
çevre koşullarını uygun hale getirmenin önemi üzerinde
duruyordu. Vurgulu olarak belirttiği, eğer erken eğitim
aşamalarında işler düzgün yürürse insanların ilerleyebileceği,
ama temeller öğrenmeye ve daha yüksek bağlantıları kurmaya
müsait değilse, insanların zorunlu olarak sende-leyeceğidir.
Bu noktada MilPin teorisinin çeşitli uzantıları vardır: Bir
yandan liberter bir minimal devlet türünden bir siyaset
felsefesine rüşveti kelam ile yaklaşırken, bir yandan da
çocukla* rın eğitiminin kötü eğitilmiş ana babaların
kaprislerine bırakılamayacak kadar önemli bir mesele
olduğunu, dolayısıyla çocuk yaşta eğitimin yasal bir
zorunluluk haline gelmesi gerektiğini savunuyordu (ama
devletin desteklediği okullara karşıydı). Katimlar konusunda


da Mili toplumsal cinsiyetler arasındaki farkların koşullara
bağlı olduğunu ileri sürüyordu. Eğer yasalar eşitliğe elverir
biçimde değiştirilirse, kadınlar ile erkeklerin yetenekleri
giderek birbirine yaklaşırdı.
Bütün kadınlar henüz erken yaştan itibaren ideal kişiliklerinin
erkeklerinkinin tam karşıtı olduğu inancıyla yetiştirilirler:
kendi iradeleri ya da kendi kendini denetleme yoluyla
yönetme değil, teslim olma ve başkalarının kontrolüne boyun
eğme. (Mili, “The Subjection of Women”, On Liberty içinde,
s. 487)
Bir kez insan potansiyelini daraltan köstekleyici koşullardan
kurtulduğunda insan, başkalarına zarar vermediği sürece
kendi hayatının hattını çizme özgürlüğüne sahip olmalıdır.
Mill’in Özgürlük Üzerine başlıklı kitabında engin bir bilgiye
dayandırarak verdiği mesaj budur. Çocuklar ve zihinsel
kapasitesi yeterli olmayanlar (aptallar, “barbar” kavimler —
ama Mill’in bunlarla hiç teması olmamıştı) asgari düzeyde bir
devlet korumasından yararlanma hakkına sahip olmalıdır, ama
bu müdahale belirli bir sınırda durmalıdır. Bir kadın kendi
kendine zarar verecek bir davranışta bulunmanın eşiğindeyse,
onu gayet doğal olarak tekrar tekrar düşünmeye teşvik ederiz,
ama “onun kendi korunması” için onu durdurma hakkımız
yoktur. Mili, himaye ilkesinin çoğu zaman politik ve
ekonomik durgunluğa yol açtığını, dolayısıyla bunlardan
kaçınmak gerektiğini belirtir.
Ama kendi liberal önerilerinden belirgin biçimde himayeci bir
felsefe ürer: Barbar ırklar kontrol altına alınmalı ve
eğitilmelidir, yani uygarlaşma yolunda yetiştirilmelidir. Bu
konuda babasının Hindistan Tarihi başlıklı kitabından büyük


ölçüde etkilenmişti. Bu kitapta James Mill’in faydacı felsefesi
uygarlığın gelişimi konusunda belli belirsiz tarihselci bir
bakış açısıyla iç içe geçmişti: Eğer bir ülkede ahlak yoksa
(eğer dul kadınlar kocalarının cenazesi yakılırken onunla
birlikte yanmak zorundaysa durum böyle olmalıydı), o zaman
bütün toplum İngiltere’ye atfedilebilecek düzeyin altında
kalmaya mahkûm demekti. Öyleyse, başka entelektüel veya
estetik geleneklerden bağımsız olarak, Hindistan, aynen
çocuklar gibi, uygarlaştırıcı bir denetime tabi olmak
zorundaydı.
Öte yandan, politik açıdan bakıldığında, iyi eğitim görmüş
uygar insanlar için hayat her yerde iyi olacaktı; aslında bir
bakıma fazla iyi olacaktı, çünkü hepimiz aynı olacaktık.
Liberalizm kapitalizmin faydalarını ve düşünce, ifade, inanç,
dolaşım ve örgütlenme özgürlüklerini yaymakta başarı
kazanırsa, herkes bulunduğu konumda yükselecek ve aynı
derecede orta sınıf ya da burjuva olacaktı. Dolayısıyla,
diyordu Mili, zaman zaman ortalığı karıştıracak birkaç
eksantrik kişiye ihtiyacımız olacaktır. İster ahlaki ister
bilimsel olsun, ilerleme tipik olarak ortodoks düşüncelerden
uzaklaşan ve kalabalıklardan kopan bireyden
gelir. Günümüzde birçok düşünürün yakın hissedeceği bir
bakış açısıyla, Mili, kitle kültürünün her yerde hazır ve nazır
olmasının ve düşüncelerin ve yaşam tarzının homojenliğinin,
değişimin umudu olarak kalan bireyci için bir tehdit olduğunu
düşünmektedir: Yerleşik düşüncelerden kopan veya
entelektüel bakımdan yetenekli olan insanlar, devleti ele
geçirerek halkı kontrol etmeye girişmemeli, örnek olarak ve
günlük yaşamın kurallarının ötesinde deneylere girişmeyi
öğreterek yol göstermelidir. Harika çocuk Mili, bireyin önemi


ve kaderi hakkında gerçekten dc özel bir duyarlılıkla
yazmıştır. Modern hayata damgasını vuran taklitçilik (halk
içinde yayılan yeni birtakım alışkanlıklar vc Adede* rin çoğu
insanı aynı giysileri giyip kafasında aynı içi boş düşünceleri
taşımaya sevk ettiği bir hayat tarzı) MilFc göre durgunluğun
çanlarını çalmaktadır. (Bir dönüp etrafınıza
baksanıza: Toplumumuz MilL’vari bir bakış açısıyla nasıl
görünüyor?) Ama çağrışımcı ilkelerine sadık kalan Mili,
dâhinin veya yenilikçinin bir çiçek gibi olduğunu söyler:
Zararlı bir toprakla vc yaban otlarıyla dolu bir tarha
yerleştirildiğinde çiçek açmayacaktır. Bireyciliğin başarılı
biçimde korunması için koşulların iyileştirilmesi gerektiği
kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkıyor, ama aynı zamanda
Mill’in ütopik düşünüş tarzının, Victoria çağı okullarında
olduğu gibi, kendisinin de kendinden küçük kardeşlerine
yaptığı gibi, eğitimlilerin eğitimsizlere yol göstermesi anlayışı
da burada yankısını buluyor. MilPden biraz belli belirsiz bir
izi son dönemde Tony Blair’in programında görmüş
bulunuyoruz: “eğitim, eğitim, eğitim”.
Mill’e göre temsili hükümet, izlenecek politikalar konusunda
akıllı biçimde yorum yapabilecek ve ona göre oy
kullanabilecek insanlar tarafından seçilmelidir (izlenecek
politikaların sınırı da zaten asgari düzeyde tutulmalıdır).
Böylece, okuma yazma bilmeyenler dışlanır. Ayrıca, (kendisi
gibi) daha yüksek zihinsel başarılar elde eden kişilere birden
fazla oy kullanma hakkı verilmelidir. Oylama gizli de
olmamalıdır ki eğitimli insanlar örnek olabilsin ve halkı böyle
yönlendirebilsin - öyleyse açık oylama sa-vunulmalıdır.
Nihayet, parlamentoya seçilecek insanlar bir politik programa
bağlı olarak çalışmak zorunda olmamalıdır. Burada da, üstün


zekâsı (burada örnek yine Mill’dir- 1865’te seçime girmiş ve
parlamentoya seçilmiştir), parlamento üyesine, kendisinden
daha düşük bir zekâya sahip olan seçmenlerine göre daha aklı
başında yargılara ulaşma kapasitesini ve hakkını kazandırır.
Mill’in akıcı yazıları boyunca uygarlığın ve sivil kültürün
yüksek değerlerinin savunulmasının güvence altına
alınmasına çaba gösteren bir insanın vizyonunu görürüz:
Eğitim ve sosyal koşulların iyileştirilmesinin yanısıra, sezgici
epistemolojinin tehlikeli dogma ve önyargılarını geriletmek
için natüralist bir ampirizm bu çabanın gerçekleşmesi
bakımından gereklidir. Felsefe Mili için, bütün disiplinlere ve
hayatımızın her yönüne uzandığı için önemliydi. İşte
devraldığı radikalizm böyle bir şeydi.


MUTLAK
“Mutlak olan hiçbir şey yoktur” fikri yaygın bir mantık
hatasıdır: Bu önermenin kendisi bile en azından bir mutlağı
varsayar. Bilgiçlik taslamayı bir yana bırakırsak, görecilik
hakikatlerin her yerde ve zamanda aynı geçerliliğe sahip
olmadığım söyler: “İnsan öldürmek yanlıştır” türünden ahlaki
mutlaklar evrensel olarak bağlayıcı değildir.
Mantıksal oyun alanı dışında, “Mutlak” terimi daha derin ve
gizemli bir anlama sahiptir: Mutlak, Hegel ve Bradley gibi
filozoflar için var olan her şeyin nihai ruhsal temelidir ya da
Sprig-ge gibileri için bütün deneyimlerin toplamı. Mutlak
kendi içinde var olur ve bütün başka şeylerden ve ilişkilerden
bağımsızdır. Bu niteliğiyle, onu her şey veya şeylerin tamamı
gibi görmek mümkündür. Buradan hareketle, evrenin ne tür
bir metafizik vizyonuna yatkın olduğumuza bağlı olarak farklı
fikirlere geçilebilir. Monizmde bir Mutlak’a yer vardır, çünkü
bu yaklaşıma göre evrenin tek bir doğası vardır, bütün yönleri
buna indirgenebilir. Bunu düalist vizyonla karşılaştırabiliriz:
Bu görüşte var olduğu söylenen maddi ve gayri maddi
varlıklar, mantıksal olarak her şeyin altında yatan tek bir
mutlak alt katmana indirgenemez.
Ama monistler de farklı türlere ayrılırlar: Materyalistler her
şeyi maddeye indirgemek isterler, bütünüyle kapsayıcı bir Her
Şeyin Teorisini son derece canlı ve heyecanlı biçimde ararlar;
idealistler için ise her şey ideal ya da gayri maddidir. Bu
sonuncu monistler Mutlaka Zihin veya Tanrı olarak sunan
teorileri benimsemeye daha yatkındır. Burada büyük harflerin


zevkle kullanımı, keşiflerinin Saygı görmeye layık olduğu
duygusunun altını çizer.
Mutlak, belirsiz bir kavramdır. “İnsanın ... her şey”dir.
Ayer’ın belirttiği gibi, değersizlik yayar, çünkü
doğrulanabilir değildir, öyleyse hiçbir önemi yoktur. Ama bu
haklı bir itiraz mıdır? Her şeyin altında yatan nihai alt katman
gözlemle doğrulanabilir mi? Örneğin, bilim için evrenin
varlığını doğrulamak evrenin içinde iken olanaksızdır. Ya da
belirli varlıkların birbi-riyle ilişkiler kurduğu bir durumu
düşünelim (örneğin Ay’ın Dünya’nın yörüngesinde dönmesi).
Mutlakçı için bunların mutlak olmayan bir statüsü vardır.
Aynen düşüncelerimin içeriğinin düşünen birini gerektirdiği
gibi, bunların da hepsinin varlığının bağlı olduğu altta yatan
bir ortaklığa ihtiyacı vardır. Hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde,
mutlak idealistler bu ortaklığı Zihin olarak vazederler. Yani
bütün evreni ve onun tuhaf ve görünürde var olan maddi
varlıklarını, sizi ve beni, kontrol eden (yoksa düşleyen mi
demek gerek?), her şeyi sarıp sarmalayan bir zihinsel varlık.
Sizin düşünmekte olmanız bile bu Mutlak’ın bir yansımasıdır.
Kimileri doğal olarak Mutlak’ı Tanrı olarak betimlemeye
yatkındır. Kimileri ise başka bakımlardan farklı fikirlere sahip
oldukları teolojik çağrışımlardan kaçınırlar ve
“Mutlak” kavramını felsefi olarak “Tanrı” kavramından daha
geçerli veya ilginç bulurlar.
İlginç bir argüman Mutlakçı için kendi içinde bizatihi tarih
diye bir şey olmaması, yalnızca Varlık’ın olmasıdır. Bu,
zamanın ve geçmişin, içinde bulunduğumuz anın ve geleceğin
mantığıyla ilgili korkunç bir sorunu çözüme kavuşturur. Her
şey Mutlak içinde vardır: Orada geçmişin büyük ve trajik


olaylarının yanısı-ra geleceğin olayları da vazedilir - hepsi,
şimdiki zaman diye bildiğimiz şey ileriye doğru koşarken
ortaya çıkmaya hazırdır.

Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə