Bulten sinir sayisi pdf



Yüklə 182,95 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/93
tarix05.03.2018
ölçüsü182,95 Kb.
#30613
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   93

10
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
İ
rşâdına  mazhar  olduğum  bir  ârife, 
“İslâm’ın şartı beş, imânın şartı altı” 
diye söylenmiştir. Ama aynı zaman-
da  “Hüvel  evvelü,  vel  ahirü,  vezzâhirü 
vel bâtın” 
 1
 da denmiştir. İçte olan, dışta 
da varsa, ikisi de “altı” olması gerekmez 
mi?  diye  sormuştum.  Ârifin  yüzünde 
beliren gülümsemeyle birlikte söylediği 
söz beni önce utandırdı (hicab duydum), 
sonra  da  uyandırdı.  “Evet,  imânın  şartı 
altı, İslâm’ın şartı beş, ama altıncısı had-
dini  bilmektir.”  Bu  söz  beni  utandırdı; 
mahcub  oldum.  Bunu  gören  ârif,  “Yok 
yok! muradımız sana haddini bildirmek 
değildir;  ancak  haddimizi  bilmenin  bi-
lincimiz için tek hakikat olduğunu söyle-
mektir; çünkü insanın irâde ve ihtiyarına 
düşen ancak budur” demişti.
Bir kavram olarak İslâm, ‘barış’ anlamı-
na gelir ve irâdî-akla ait bir hususiyettir. 
İmân  ise,  kalbe  aittir  ve  ‘öz-güven’in 
içsel duyumsanmasından ibarettir. Birin-
cisinde  uzlaşma  ikincisinde  ise  benim-
seme vardır. Bu nedenledir ki, “innemel 
mû’minûne ihve” denmiştir. 
 2
İslâm, akl-ı sâlim (güvenli), kalb-i selim 
(duru) ve zevk-i selim olmaktır ki ilk ba-
rış akılla kalb arasında gerçekleşir. Aklı 
sâlim eden, ancak onun kendini ‘Hak’ ile 
sınırlamasıdır. İşte buna haddini bilmek 
denmiştir.  Kendine  bir  sınır  koymak 
yani hududunu çizmektir. Aslında Hak-
kını bilen haddini bilir. 
İnsan, Hakkı, Hak ettiği ile bilir ki bu da 
bir  Ben  ve  Sen’i  gerektirir. Akıl  sınırlı 
olduğu için, kendi sınırı onun varlığıdır 
da.
1 Kur’an-ı Kerîm, 
 57/3
2 Kur’an-ı Kerîm, 
 49/10
İnsan kendisini Hak ile sınırladıkça öz-
gür ve sorumludur. Yoksa keyfiliğin ba-
tağına  sürüklenir.  Kısaca  özgürlük  hak 
ile sınırlanır.
“Kendini bil” deyimi, kendimi ne olarak 
ve kim olarak bileyim sorusunu doğurur. 
İşte  bunun  yanıtı,  “Kendini  hak  ve  so-
rumlu olarak bil” dir.
Hakkın bilinmesi ise “adalet” ile müm-
kündür. Adalet, hakkı bildiren sınır ola-
rak yasayı buyurur. Bu da hak edişlerin 
hak edenlere teslimini güvencesi demek-
tir.  Toplum  barışı  (din-i  islâm),  ancak 
adalet temeli üzerine mümkündür.
Bilincin oluşmasının koşulu akıl ve dil-
dir. Akıl bir cevher olarak doğuştan var 
olsa da dil ile kendisini açığa vurur. Dil 
bilincin  ortamı,  iletişim  ve  bildirişim 
aracı olarak tarihsel ve toplumsaldır. Et-
kin  olarak  dil,  dia-logos  yani  bilinç-bi-
linç  ilişkisini  asgarî  olarak  gerektirir  ki 
bu da bir ben-sen ilişkisidir ve bilinç bu 
ortaklaşalığın  sonucudur.  Akıl,  sadece 
insanın insanla konuştuğu yerde oluşur. 
Tek  tek  kişilerin  bilgisi  ve  yetenekle-
ri  sınırlıdır  ancak  insanlığın  bir  bütün 
olarak, bilgi ve yetileri sınırsızdır. İnsan 
varlığını Tanrıya, varoluşunu doğaya ve 
tarihe,  insan  oluşunu  ise  ancak  insana 
borçludur.  Bu  nedenle  de  dil,  insanlar 
arası  iletişim  ve  bildirişimin  sınırında 
durur; dil, sınırdır.
Gönlün oluşması da bilinç gibi bir ben-
sen’i  gerekli  kılar.  Aklın  zorunlu  aracı 
nasıl ki dil ise, gönlün de biricik vasıtası 
sevgi-merhamet’tir.  Akıl  bir  başka  akıl 
aynasında  kendini  sınırlayıp,  kendine 
dönerek  (
)  kendini  bilirken, 
Altıncısı
‘Haddini Bilmek’tir
Metin Bobaroğlu
Anadolu Aydınlanma Vakfı 
Düşünüyorum Bülteni


Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
11
gönül, bir başka benin gönlünde ken-
disini yitirir ve onun ateşine yanarak 
ancak  yanmayı  bilir;  bu  da  aşk  diye 
nam  salmıştır.  Sevgililer,  bir  birinin 
güneşinde ısınırlar, âşıklarsa yanarlar.
Parçalayarak  bilen  (fark)  zihindir, 
parçaları bir gaye uğruna bütünleyen 
(tevhid)  ise  akıldır.  Zihin  duyulara 
bağlı olarak dış dünyaya ve onun çe-
şitliliğine açılır. Akıl ise küllîlere yö-
nelerek tevhidi (birliği) sağlar. Bu ne-
denle insanın diğer varlıklardan farklı 
olarak bir iç ve bir de dış varlığı var-
dır.  İlk  sınır  iç  ve  dış  olarak  insanın 
kendisini bölmesidir ki kendisini ken-
disinin mülkü edinebilir ve başka şey-
leri bildiği gibi kendisini de bilebilir; 
haddini bilmek kendisini bilmektir.
Hudud  yani  sınır,  ayrımdır;  bir  şeyi 
başka  her  şeyden  ayıran  onun  sınırı-
dır. Sınır, sınırladığı şeyin öz nitelik-
lerini göstermesi bakımından aslında 
dairenin çevresi kadar merkezidir de. 
Çember ayrımdır ancak, merkezi gös-
terir; buna zat sınırdır denir. 
Sınır  bilinci  sınırladığı  için  de  kav-
ramdır;  bu  nedenle  sınır,  ölçüdür. 
Ölçü,  hem  nesnelere  sınır  koymaktır 
hem de bilince. Ölçü nesnelerdeki akıl 
yüklemidir. Yani ölçü bilimin dili ola-
rak geometriktir ve aklın gözüdür. Ak
İmmanuel Kant
ile
arasındaki sı-
nırın aşılamayacağını söylemiştir  . L. 
Wittgenstein da “Söylenebilir olan ne 
varsa açıkça söylenebilir; ve üzerinde 
konuşulamayan  konusunda  susmalı” 
diyerek 
 4
, konuşma ile susmanın sını-
rına dikkat çekmiştir. Bu sınır Kant’ta 
aklın sınırı iken, Wittgenstein’da dilin 
sınırıdır:  “Dilin  sınırı,  düşüncelerin 
dile  getirilişinin,  ifade  edilişin  sınırı 
olarak  konmuştur.  Düşüncelerin  dile 
getirilişine  dil  yoluyla  dışa  vurulu-
şuna sınır çizmek demek, dilin yapı-
sını,  mantığı,  dilin  dünya  ile  ilişkisi 
çerçevesinde  ortaya  koymak  demek-
tir. Öyleyse ‘sınır’ yalnız dilin içinde 
3 İmmanuel Kant, 
. A256/
B312
4 Ludwig Wittgenstein
. Böl. 7
çizilebilir  ve  dilin  ötesinde  kalan  da 
düpedüz  saçmadır.”
  “Dilimin  sınır-
ları,  dünyamın  da  sınırlarıdır.
”  Bu 
durumda  özne  sınırdadır,  dünyanın 
içinde değildir, çünkü dünya, ‘benim 
dünyam’dır. Ben dünyanın sınırıyım. 
Dünyanın olanak olarak koşulu bu aş-
kınsal  bendir.  Kant’ın 
 
öznesi gibi. Schopenhauer de “Dünya 
benim tasarımımdır” demişti 
 5
. Bu du-
rumda o, öznenin uzay-zaman içinde 
olamayacağını söylemiş oluyor. Witt-
genstein’e  göre,  “Dile  getirilemeyen 
karşısında  susmalıdır  ve  o  gizemli 
olandır ve kendisini gösterir.” Burada 
sınır sessizliğin (
) sınırıdır. 
 6
Tüm  nesneler  ve  olgular,  belli  nice-
liklere  karşılık  olan,  belli  nitelikler 
taşırlar. Tanımlamak, belirlemek sınır 
koymaktır. 
İrâde olarak siyâsî yetkenin egemen-
lik  alanı  onun  siyâsî  sınırını  belirler. 
Coğrafî  olarak  doğal  sınırlar  olduğu 
gibi,  kültürel  sınırlar  da  vardır.  An-
cak, asıl olan düşünce, temel hak ve 
özgürlüklerin  sınırlandırılması  soru-
nudur.
Toplayıcılık ve avcılık dönemini sona 
erdiren  tarım  devrimidir.  Gezgin  ve 
göçebe  insanlar  tarımla  evcilleşmiş, 
toprağı işlediği yer onun evi olmuştur. 
Emeğiyle  işlediği  toprağının  etrafını 
bir çiftle çevirmiş ve ilk özel mülkiyet 
ve özel yaşam hakkı doğmuştur. Önce 
insan, kendini tarım yapan emeği ile 
evcilleştirmiş,  ondan  sonra  da  hay-
vanları evcilleştirmeye başlamıştır.
İlk mülkiyet, sınırı, ilk hak ve ilk ya-
sayı gerekli kılmıştır. Artık sınır yasa-
dır.  İnsan,  oluşturduğu  yasayla  hem 
kendisini  ve  hem  de  hem  cinslerini 
sınırlar.
İnsan  bireyi  kendisini,  diğerlerine 
genelde  topluma  karşı  korumak  için 
yasaya  sığınır.  Ancak  sınırlı  varlığı-
nın  doğa  karşısındaki  güçsüzlüğüne 
karşın,  sığınacak  bir  Tanrı  inancını 
5 Arthur Schopenhauer, 
 
1998:5, 45
6 Ludwig Wittgenstein, 
. 6/522
koyar. O tanrı ki, sınırsız, sonsuz irâ-
de  ve  kudretle  donanmıştır.  Böylece 
insan, Tanrı ve Evren arasında sınırda 
bir  varlık  olarak  durur.  Zaten  belirli 
varlık sonlu ve sınırlıdır. Sınırı kendi 
içinde  sınırlanmış  olarak  kapsamak 
da vicdanı oluşturur.
O halde insan hem doğayla ve hem de 
toplumla uzlaşma aramak zorundadır. 
Başlangıçta  doğanın  büyülü  güçle-
rinden  yardım  dilenirken  daha  sonra 
bilimsel  bilgi  ve  teknolojiyle  doğayı 
dizginlemeyi ve emrine koşmayı ba-
şarmıştır.  Toplum  içindeki  varlığını 
koruma ve sürdürmeye gelince, önce 
kan bağı olan aile, akraba ve soydaş-
lara dayanmak zorunda kalmış. Daha 
sonra  ise  örgütlü  toplum  içinde  gü-
vence aramıştır.
Ancak,  birçok  sorunu  gidermesine 
karşın insan, ölüm karşısında güçsüz-
dür  ve  ona  boyun  eğdirilmiş  olarak 
kalır.  Ölüm  yaşamı  sınırlayan  sınır 
olarak bilinen ile bilinmeyenin sınırı-
nı da oluşturur. 
Ölüm yaşamı sınırlayan ve belirleyen 
tek efendidir. İnsandan başka hiç bir 
varlık öleceğini bilmez ve dolayısıyla 
da ölüm onlara dışsaldır. İnsan ölüm 
korkusunu  içinde  taşıdığı  için  onu, 
yine  içinde  yenebilecektir.  Ölüm  tü-
mel irâdenin insana koyduğu sınırdır 
ve insanı ikiye böler.
Tüm kılık değiştirmelerine karşın din, 
ölüm var olduğu sürece var olacaktır.
İslâm  dinine  göre,  her  insan  bir  dini 
seçme  özgürlüğüne  sahiptir. 

 
 8
  meâ-
lindeki  âyetlerde  bu  özgürlüğün  altı 
çizilmiştir.
Dinin nihayeti ancak ölümü yenmek-
le mümkündür ve ancak ölüp dirilen-
ler bunu bilebilir.
Bu  sonlu-sonsuz  karşıtlığı  insanın 
kendi koyduğu bir karşıtlık olarak ben 
içinde imânla erir ve ortadan kalkar.
7 Kur’an-ı Kerîm, 
 2/256
8 Kur’an-ı Kerîm, 
 109/6
Anadolu Aydınlanma Vakfı 
Düşünüyorum Bülteni


Yüklə 182,95 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   93




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə