Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
11
gönül, bir başka benin gönlünde ken-
disini yitirir ve onun ateşine yanarak
ancak yanmayı bilir; bu da aşk diye
nam salmıştır. Sevgililer, bir birinin
güneşinde ısınırlar, âşıklarsa yanarlar.
Parçalayarak bilen (fark) zihindir,
parçaları bir gaye uğruna bütünleyen
(tevhid) ise akıldır. Zihin duyulara
bağlı olarak dış dünyaya ve onun çe-
şitliliğine açılır. Akıl ise küllîlere yö-
nelerek tevhidi (birliği) sağlar. Bu ne-
denle insanın diğer varlıklardan farklı
olarak bir iç ve bir de dış varlığı var-
dır. İlk sınır iç ve dış olarak insanın
kendisini bölmesidir ki kendisini ken-
disinin mülkü edinebilir ve başka şey-
leri bildiği gibi kendisini de bilebilir;
haddini bilmek kendisini bilmektir.
Hudud yani sınır, ayrımdır; bir şeyi
başka her şeyden ayıran onun sınırı-
dır. Sınır, sınırladığı şeyin öz nitelik-
lerini göstermesi bakımından aslında
dairenin çevresi kadar merkezidir de.
Çember ayrımdır ancak, merkezi gös-
terir; buna zat sınırdır denir.
Sınır bilinci sınırladığı için de kav-
ramdır; bu nedenle sınır, ölçüdür.
Ölçü, hem nesnelere sınır koymaktır
hem de bilince. Ölçü nesnelerdeki akıl
yüklemidir. Yani ölçü bilimin dili ola-
rak geometriktir ve aklın gözüdür.
Ak
İmmanuel Kant
,
ile
arasındaki sı-
nırın aşılamayacağını söylemiştir
. L.
Wittgenstein da “Söylenebilir olan ne
varsa açıkça söylenebilir; ve üzerinde
konuşulamayan konusunda susmalı”
diyerek
4
, konuşma ile susmanın sını-
rına dikkat çekmiştir. Bu sınır Kant’ta
aklın sınırı iken, Wittgenstein’da dilin
sınırıdır: “Dilin sınırı, düşüncelerin
dile getirilişinin, ifade edilişin sınırı
olarak konmuştur. Düşüncelerin dile
getirilişine dil yoluyla dışa vurulu-
şuna sınır çizmek demek, dilin yapı-
sını, mantığı, dilin dünya ile ilişkisi
çerçevesinde ortaya koymak demek-
tir. Öyleyse ‘sınır’ yalnız dilin içinde
3 İmmanuel Kant,
. A256/
B312
4
Ludwig Wittgenstein,
. Böl. 7
çizilebilir ve dilin ötesinde kalan da
düpedüz saçmadır.”
“Dilimin sınır-
ları, dünyamın da sınırlarıdır.
” Bu
durumda özne sınırdadır, dünyanın
içinde değildir, çünkü dünya, ‘benim
dünyam’dır. Ben dünyanın sınırıyım.
Dünyanın olanak olarak koşulu bu aş-
kınsal bendir. Kant’ın
öznesi gibi. Schopenhauer de “Dünya
benim tasarımımdır” demişti
5
. Bu du-
rumda o, öznenin uzay-zaman içinde
olamayacağını söylemiş oluyor. Witt-
genstein’e göre, “Dile getirilemeyen
karşısında susmalıdır ve o gizemli
olandır ve kendisini gösterir.” Burada
sınır sessizliğin (
) sınırıdır.
6
Tüm nesneler ve olgular, belli nice-
liklere karşılık olan, belli nitelikler
taşırlar. Tanımlamak, belirlemek sınır
koymaktır.
İrâde olarak siyâsî yetkenin egemen-
lik alanı onun siyâsî sınırını belirler.
Coğrafî olarak doğal sınırlar olduğu
gibi, kültürel sınırlar da vardır. An-
cak, asıl olan düşünce, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması soru-
nudur.
Toplayıcılık ve avcılık dönemini sona
erdiren tarım devrimidir. Gezgin ve
göçebe insanlar tarımla evcilleşmiş,
toprağı işlediği yer onun evi olmuştur.
Emeğiyle işlediği toprağının etrafını
bir çiftle çevirmiş ve ilk özel mülkiyet
ve özel yaşam hakkı doğmuştur. Önce
insan, kendini tarım yapan emeği ile
evcilleştirmiş, ondan sonra da hay-
vanları evcilleştirmeye başlamıştır.
İlk mülkiyet, sınırı, ilk hak ve ilk ya-
sayı gerekli kılmıştır. Artık sınır yasa-
dır. İnsan, oluşturduğu yasayla hem
kendisini ve hem de hem cinslerini
sınırlar.
İnsan bireyi kendisini, diğerlerine
genelde topluma karşı korumak için
yasaya sığınır. Ancak sınırlı varlığı-
nın doğa karşısındaki güçsüzlüğüne
karşın, sığınacak bir Tanrı inancını
5 Arthur Schopenhauer,
1998:5, 45
6 Ludwig Wittgenstein,
. 6/522
koyar. O tanrı ki, sınırsız, sonsuz irâ-
de ve kudretle donanmıştır. Böylece
insan, Tanrı ve Evren arasında sınırda
bir varlık olarak durur. Zaten belirli
varlık sonlu ve sınırlıdır. Sınırı kendi
içinde sınırlanmış olarak kapsamak
da vicdanı oluşturur.
O halde insan hem doğayla ve hem de
toplumla uzlaşma aramak zorundadır.
Başlangıçta doğanın büyülü güçle-
rinden yardım dilenirken daha sonra
bilimsel bilgi ve teknolojiyle doğayı
dizginlemeyi ve emrine koşmayı ba-
şarmıştır. Toplum içindeki varlığını
koruma ve sürdürmeye gelince, önce
kan bağı olan aile, akraba ve soydaş-
lara dayanmak zorunda kalmış. Daha
sonra ise örgütlü toplum içinde gü-
vence aramıştır.
Ancak, birçok sorunu gidermesine
karşın insan, ölüm karşısında güçsüz-
dür ve ona boyun eğdirilmiş olarak
kalır. Ölüm yaşamı sınırlayan sınır
olarak bilinen ile bilinmeyenin sınırı-
nı da oluşturur.
Ölüm yaşamı sınırlayan ve belirleyen
tek efendidir. İnsandan başka hiç bir
varlık öleceğini bilmez ve dolayısıyla
da ölüm onlara dışsaldır. İnsan ölüm
korkusunu içinde taşıdığı için onu,
yine içinde yenebilecektir. Ölüm tü-
mel irâdenin insana koyduğu sınırdır
ve insanı ikiye böler.
Tüm kılık değiştirmelerine karşın din,
ölüm var olduğu sürece var olacaktır.
İslâm dinine göre, her insan bir dini
seçme özgürlüğüne sahiptir.
,
8
meâ-
lindeki âyetlerde bu özgürlüğün altı
çizilmiştir.
Dinin nihayeti ancak ölümü yenmek-
le mümkündür ve ancak ölüp dirilen-
ler bunu bilebilir.
Bu sonlu-sonsuz karşıtlığı insanın
kendi koyduğu bir karşıtlık olarak ben
içinde imânla erir ve ortadan kalkar.
7 Kur’an-ı Kerîm,
2/256
8 Kur’an-ı Kerîm,
109/6
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni