18
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
Boş tekrarlar dönemi bitti, insanlar
artık boş tekrarlarla vicdanlarını uyu-
tamayacak ve dolu düşünmeyenlerin
kıyameti geldi, artık kıyam edeceğiz
demek ki. Dolu düşünmekten kastım
bilimsel tutuma haiz, sanatsal duyar-
lılığı gelişmiş, hassaslaşmış ve bun-
ların desteklediği felsefî tutumu olan
düşünmedir ama en önemlisi belki de
genele rahmet olacak bir gayeye sa-
hip düşünmedir. Felsefe sözcüğünün
içerdiği bilge sevgisi ya da şeylerle
değil de bilge yani
larla konuş-
mak bağlamındaki sevgi türünün
yokluğu, yaygın etik sorunun kayna-
ğı gibi görünmekte. Bu yüzden zihin
felsefelerinin uzmanlıkları, toplum-
sal vicdan yani adalet problemi ve bi-
reysel ahlâk sorununa –sağlıklı olma-
yan beden, duygu ve düşünce- çözüm
olamamaktadır. Uzmanlıkların ya
da daha genel anlamda disiplinlerin
ilişkisi ki
, sağlıklı
bir biçimde kurulamamakta ve işle-
tilememektedir. Varalım, boş tekra-
rın manasını bu bağlamda düşünelim
ve genel toplumsal yaşamımızdaki
sorunların kaynaklarından birinin
bireysel olarak böyle bir tutuma bağlı
olduğunu varsayalım. Böyle bir var-
sayım üzerinden, modern dünya inşa-
sında gerek bireysel ve gerek toplum-
sal alanda karşılaştığımız en önemli
ve vicdanlarımızı belki de en çok
rahatsız eden sorun, adil paylaşım
sorunudur. Bu bağlamda genel ola-
rak uygarlık dediğimiz alana, insan-
lık tecrübesinin içkin olduğu nesnel
alanların yani yaşayan kültürler ve
geleneklerin özünün yukarıda sözü
edilen anlamdaki düşünme kalitesi
eşliğinde dâhil edilmesinin, devşiril-
mesinin sorunlarımızın çözümünde
yeni bakış açılarının doğabilmesine
imkân tanıyacağını düşünüyorum.
Aynı zamanda insanlığın tümü adına
her anlamda daha ekonomik çözüm-
ler de üretilebilir. Düşünce kalitesi-
ni arttırarak insansı gibi yaşamaya
mahkûm edilmiş alt ekonomik sınıf-
ları, insanî yaşam koşullarına yani,
belki bugün hayal bile edemeyece-
ğimiz en alt düzlemde, açlık sınırın-
da da olsa bir refaha kavuşturabilme
şansı elde edebiliriz. Bugünkü duru-
mun felaket tablosunu anlayabiliriz
belki böyle vahim bir tabloyla. As-
garî ekonomik refah her insanın do-
ğuştan kazandığı bir hak olmalı diye
düşünüyorum. Çünkü yediğim her
lokmayı sayan, karınları şiş, günler-
ce yemek yemediğini, su içmediğini
bildiğim yüz binler, belki milyonlar-
ca bebek, çocuk, ergen, yaşlı, hasta,
çaresiz insan var bu dünyada.
Daha net söylersem de çok çok ya-
kınımda, tanıdığım insanlar var. Bu
adil olmayan ortamda ne yaparsam
yapayım kendimi sorumlu hissedi-
yorum bir birey olarak. Gerçekten de
kurumların üstlendiğini varsaydığı-
mız ama hiç de öyle olmadığını gör-
düğümüz şeyler vicdanımıza tek tek
bireyler olarak azap oluyor. Ancak
günümüz koşulları ekonomik sınıflar
arası geçişe izin vermeyecek kadar
katı yapılar haline gelmiş bulun-
makta. Bırakalım çaresizliğin içine
doğmuş güruhları, birçok nitelikli
insan da ekonomik sebeplerden top-
lum dışı bırakılıyor.
Liyâkatin bir insanın hem asgarî
düzeyde geçimini sağlayıp, sair
zamanında “nafile” hizmette buluna-
bilmesini olanaklı kılacağı günler de
umarım gelecek veya en azından top-
lumsal açıdan bunu arzu ediyoruzdur.
Bu, topluluk bilincine ya da pratiğine
sahip insanlar arasında daha uygu-
lanabilir olmakla beraber, bireysel
sınırların gitgide topluluğun en sığ
bilincine doğru evrilme tehlikesi,
dostlukları ya da asgarî ilişki biçimi
olan arkadaşlığı dahi tehlikeye atacak
hale gelebiliyor. Ekonomik adaletsiz-
liğin, gitgide ilişkileri tek yanlı öz-
veriye zorlaması, toplumsal anlam-
da da rafine insan yetişmesine engel
olmakta, yüksek temsil kurumlarının
ve çalışanlarının da, toplumun ço-
ğunluğunu temsil eden yoksulluğun
gündelik çıkarlarını tatmin etmek
için kullanılmalarına yol açmaktadır.
Rafine insanlar bugün toplum tara-
fından saygın insanlar olarak değil
kibirli, duyarsız ve vicdansız olarak
görülüyorlar. Hâlbuki bu tip insanla-
rın gelişmiş entelektüel yapıları var
ve naçizane bilebildiğim kadarıyla
böyle bir yapı mucizevi bir şekilde
elde edilemiyor.
Gerçekte bu nitelikteki insanlara
toplum için çalışmalarını teşvik ede-
bilmek adına maddi destekte bile
bulunmamız gerekirken, genel ola-
rak saygıyı bile çok görerek, mânevî
desteğimizi bile yapamaz hale geldik.
Çok genel anlamda, tek tek bireyler
bakımından da izdüşümünü izleye-
bileceğimiz ve şikâyette bulunduğu-
muz bu durum yalnızca yozlaşmamı-
zın bir tespitidir.
Bu şekilde değerlendirdiğimiz bu
insanları ki bunlar, bugün için söy-
lersek, gerçekten konusunda uzman-
laşma özverisinde bulunarak, adan-
mış ruh haliyle yaşayan nitelikli,
geçmişte de az sayıda, tarih öznesi
vasfını kazanmış insanlardır. Böyle
insanların tek tek bireyler olarak top-
luma katkıları ve bireysel olarak her
birimizin yaşantılarına olan katkıla-
rının madden karşılığını ödememiz
mümkün değildir. Ancak şunu de-
rinden hissediyorum ki, mânevî ara-
yışlarımızın, anlama gayretlerimizin
tümüyle çöpe atılması gereken yan-
ları olmasına rağmen bize bireysel
olarak kazandırdığı, en azından bir
özellik var ve bu türden arayışları-
mızda belki de kendimize saygımızı
ancak bu yolla koruyabileceğiz. Bu
da saygı duymak, üretilmiş olanı de-
ğerlendirebilecek kadar
bilmek ve bu
değerleri dünyamızda içselleştirerek
edimsel hale getirmektir. Örnek ola-
rak kullanılan bir
le konuyu
açıklığa kavuşturabiliriz sanıyorum.
Güzel sanatlar akademisine, en azın-
dan benim anladığım kadarıyla her
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni