•39•
menlik Tanrı’nın Dünya’nın ruhu olduğunu sanan-
ların düşündüğü gibi kendi vücudu üzerinde değil,
hizmetkârları üzerindedir. Yüce Tanrı ezeli ve ebe-
di, sonsuz ve kesinlikle mükemmel bir varlıktır;
fakat bir varlık ne kadar mükemmel olursa olsun,
hâkimiyetsiz Rab, Tanrı olamaz. Çünkü biz benim
Tanrım, senin Tanrın, İsrail’in Tanrısı, Tanrı’ların
Tanrısı, Rab’lerin Rabbi deriz, fakat biz benim eze-
li ve ebedim, senin ezeli ve ebedin, İsrail’in ezeli ve
ebedisi, tanrıların ebedi ve ezelisi demeyiz; ya da
benim sonsuzum, benim mükemmelim de demeyiz.
Bu unvanlar (ezeli ve ebedi, sonsuz, mükemmel)
hizmetkârlarla ilişkili değillerdir. “Tanrı” kelimesi
her tarafta “rab” anlamında kullanılır, fakat her rab,
tanrı değildir. Bir ruhani varlığın egemenliği tanrıyı
teşkil eder, gerçek bir egemenlik gerçek bir tanrıyı
teşkil eder, yüce bir egemenlik yüce bir tanrıyı, ha-
yali bir egemenlik hayali bir tanrıyı. Ve gerçek ege-
menlikten, gerçek Tanrı’nın yaşayan, zeki ve güç-
lü olduğu; diğer mükemmelliklerinden de O’nun
yüce ya da mümkün olan en mükemmel olduğu so-
nucu çıkar. O ebedi ve ezelidir, her şeye kadir ve her
şeyi bilendir, diğer bir deyişle sonsuzdan, ezelilik-
ten ebediliğe sürmektedir, sonsuzdan sonsuza uza-
nır, her şeyi yönetir, olan ve olabilecek her şeyi bilir.
O, ebedilik ve ezelilik ile sonsuzluk değildir, O ebe-
di, ezeli ve sonsuzdur, O zaman ya da uzay değildir,
•40•
fakat O süreklidir ve hâlihazırdır. O her zaman dai-
midir ve her yerde hâlihazırdır. Mekândaki herhan-
gi bir parçacık daim ve her bölünmez zaman anı her
yerde olduğundan, kesinlikle her şeyin yaratıcısı ve
rabbi hiçbir zaman ve hiçbir yer’de olamaz.
Her bilinçli ruh, değişik zamanlarda ve deği-
şik duyu organları ve hareketlerde, aynı bölünme-
yen kişidir. Zamanda ardışık olan ve uzayda bir ara-
da bulunan parçalar vardır, fakat Tanrı’nın düşünen
özü şöyle dursun, bunlardan hiçbiri insanın kişili-
ğinde ya da onun düşünen ilkesinde yoktur. Her in-
san, duyuları olan bir varlık olduğu sürece, tüm ha-
yatı boyunca tüm duyu organları ile bir ve aynı ki-
şidir. Tanrı birdir ve her zaman ve her yerde aynı
Tanrı’dır. O her yerde ve her zamanda sadece sa-
nal olarak değil aynı zamanda öz olarak var olan-
dır; zira etki özü gerektirir. O’nda her şey O’ndadır
ve O’nda hareket eder, fakat Tanrı cisimlerin devi-
niminden etkilenmez, cisimler Tanrı’nın her yerde
bulunuşundan hiçbir direnç görmezler.
Yüce Tanrı’nın zorunlu olarak var olduğu ka-
bul edilmiştir ve bu zorunluluktan dolayı O her za-
mandadır ve her yerdedir. Bundan O’nun tamamı-
nın O’nun gibi olduğu sonucu çıkar, O bütünüyle
gözdür, bütünüyle kulaktır, bütünüyle beyindir, bü-
tünüyle koldur, bütünüyle duyunun, anlamanın ve
etkilemenin gücüdür, fakat insani olmayan bir şe-
•41•
kilde, bedeni olmayan bir şekilde, tamamıyla bizim
bilmediğimiz bir şekilde. Kör adamın renkler hak-
kında hiçbir fikri olmadığı gibi, aynı şekilde bizim
de en bilge Tanrı’nın her şeyi nasıl algılayıp anladı-
ğı hakkında fikrimiz yoktur. O tamamen bedenden
ve bedeni şekillerden yoksundur ve bundan dolayı
O görülemez, duyulamaz ve dokunulamazdır, aynı
şekilde ona bedeni bir varlıkmış gibi tapılmamalı-
dır. O’nun nitelikleri hakkında bilgimiz vardır, ama
bizim herhangi bir şeyin özü hakkında kesinlikle
hiçbir fikrimiz yoktur. Biz cisimlerin sadece renk ve
şekillerini görürüz, biz onların sadece sesini duya-
rız, biz sadece onların dış yüzeylerine dokunuruz,
biz sadece onların kokusunu koklarız ve sadece ta-
dını tadarız. Tanrı’nın özü hakkında bir fikrimiz ol-
ması şöyle dursun, en içteki maddeyi bilebilmemi-
zi sağlayacak ne direkt bir algımız ne de dolaylı bir
etkimiz vardır. Biz O’nu sadece özellikleri ve sıfat-
ları ve cisimlerin en mükemmel yapıları ve onların
nihai nedenleri ile biliriz ve mükemmelliklerinden
dolayı O’na gıpta ederiz; fakat biz O’na hâkimiyeti
yüzünden saygı duyarız ve taparız. Zira biz O’na
kullar gibi taparız ve hâkimiyeti, takdir-i ilahisi ve
nihai nedenleri olmayan tanrı, kader ve doğadan
başka bir şey değildir. Her zaman ve her yerde aynı
olan kör metafiziksel mecburiyetten cisimlerin hiç-
bir değişimi doğamaz. Yaratılan cisimler arasındaki
•42•
tüm çeşitlilik, hepsinin yeri ve zamanı, ancak mec-
buri olarak var olan bir varlığın iradesi ve düşüncesi
sonucu ortaya çıkmış olabilir. Fakat Tanrı’nın gör-
düğü, duyduğu, konuştuğu, güldüğü, sevdiği, nef-
ret ettiği, istediği, verdiği, aldığı, kızdığı, kavga et-
tiği, inşa ettiği, şekillendirdiği, kurduğu mecazi ola-
rak söylenir. Zira Tanrı hakkındaki tüm konuşmala-
rımız insani benzetmelerden türetiliyor, bu da mü-
kemmel olmamakla birlikte yine de bir çeşit ben-
zetmedir. Bu bizim Tanrı hakkındaki tartışmamızı
tamamlıyor ve Tanrı’yı fenomenlerden çıkarsamak
şüphesiz doğa felsefesinin işlerinden biridir.
Buraya kadar göklerdeki ve denizlerimizdeki
görüngüleri yer çekimi kuvveti yoluyla açıkladık,
ancak henüz bu gücün nedenini belirtmedik. Bu-
nun, kuvvetinde en ufak bir azalmaya uğramaksı-
zın, Güneş’in ve gezegenlerin merkezlerinin içine
nüfuz eden bir nedenden ileri gelmesi gerektiği ke-
sindir; bu kuvvet üzerinde etkili olduğu parçacık-
ların yüzeylerinin niceliğine göre değil (mekanik
nedenlerin yaptıkları gibi), fakat kapsadıkları katı
madde niceliğine göre işler ve bu etkisini her yöne,
engin uzaklıklara, uzaklığın karesi ile ters orantı-
lı olarak azalarak yayar. Güneş’e doğru yer çekimi
Güneş’in cismini oluşturan bağımsız parçacıklara
doğru yerçekimlerinden oluşur ve Güneş’ten uzak-
laştıkça, Satürn’ün yörüngesine kadar uzanan geze-
Dostları ilə paylaş: |