18
şı, Osmanlı’dan gelen Türk-elitinin genlerine yerleşmişti ve uzun süre
saklı durduğunu biliyoruz.
Mısır mı, kağıt üzerinde Osmanlı mülkü Mısır, aslında bir Büyük
Britanya eyaleti ve en fazla sömürgesi olmuştu ve Londra, kendi çıkarı
çerçevesinde, Mısır’ı modernize etmekten geri kalmıyordu. Buna mu-
kabil, bütün büyük devletlere bağımlı Osmanlı ise her gün biraz daha
çöküyordu; büyük devletler, çökertmekte, köhneleştirmekte ve talanda
birbiriyle yarışıyorlardı. Bu köhneleştirme ve talan alışkanlığını şimdi,
tekeller sürdürüyorlar; buradan olabilir, Fransızlar’dan ödünç alarak ar-
tık neo-reactionaire tabir ettiğimiz “aydınlar”, ülkelerine, Türkiye’ye
demek istiyorum, bir sömürgeci gözüyle bakıyorlar ve çok büyük zen-
ginler ise talancı yapıdadırlar.
Türk tecrübesi, bağımsızlık kavramı ile ulus-devlet olmanın bir-
birinden ayrılmazlığı üzerinedir. Bu, belki de gizli bir yolla, “devla”
ya da “devlet” sözcüğünün asıl anlamından kaynaklanıyor, bir anlamı
günlük ya da geceliktir, çok eşli evlilikte, kocanın eşlerden birisinin
yatağını seçmesi, söz konusu eş için “devlet” olmaktadır, ama esasında
“gönenç” demektir ve çok dikkat çekicidir, İngilizce’de “devlet” veya
“state” için önceleri “common wealth” kullanılıyordu ki bunu “ortak
gönenç” olarak anlayabiliriz. Bunu tespit edebiliyoruz, ilaveten, Türk
tecrübesinde ulus-devlet ile bağımsızlık kavramlarının nerede ise bir-
leşmesi, daha sonraki, “gönenç devleti”, welfare state, halinin de haber-
cisi olmaktadır. Türklerde bu hep böyledir, “başına devlet kuşu kondu”
deyişi de bu anlayışı teyit etmektedir.
Mahmut Şevket Paşa Günlüğü
BAŞBAKAN: BAĞIMLI VE ZAVALLI
Bağdat’lı ve kültürlü idi, Alyans İsraelit’te okumuştu, Hareket
Orduları Komutanı oldu, geldi ve tam bir iç savaş ile, İstanbul’u
kurtardı ve aldı. Sultan indirdi, sultan çıkardı; Mahmut Şevket Paşa
çok kudretliydi, Harbiye Nazırı ve sonra Başbakan oldu. Günlük
tuttuğunu, şimdi, öğreniyoruz. Buradan bağımsız olmayan bir ül-
kenin başbakanının, ne ölçüde büyük kahraman ve ne kadar kudret-
li olursa olsun, eninde-sonunda bir zavallı olduğunu çıkarıyoruz.
Paşa Hazretleri’nin günlüğünden paragrafl ar aktarıyorum.
19
Başka yerlerde de aktardım, “huzur”
ile “hazret” aynı kökten sözcüklerdir; hu-
zurunda bulunulan kimseye “hazret” di-
yoruz. Dolayısıyla “hazret” olanın, Mah-
mut Şevket Paşa’nın günlüğünde Sultan
ki, “Zat-ı Şahne” deniliyor, huzurunu çı-
kılıyor veya huzura alınıyor, İngilizce, to
be taken into audience, ve huzurdan çıkı-
lıyor. Huzuruna çıkılan veya huzurundan
çıkılana göre “hazretleri” çok yüksek bir
yerdedir ve dolayısıyla, doğrudan doğru-
ya yüzüne karşı konuşmak imkansızdır.
Hitapta kullanılan ek üçüncü şahıstır.
Böyle başlıyoruz.
**
27 Nisan Pazar sabahı saat 10.30’da Harbiye Nezareti’nden
çıktım.* Büyük üniformamı giymiştim. Saray-ı Hümayun’a gel-
dim. Bütün nazırlar Saray’da toplanmışlardı. Yalnız Şurayı Devlet
Reisi Küçük Sait Paşa ile Nafi a Nazırı gelmemişti. Cülüs tebriki
için nazırlarla beraber huzura çıktım. Arz Odası’nda, mabeyin ileri
gelenleri yerlerini almışlardı. Zat-ı Şahane kapıdan girdi ve mabeyn
erkanının önünde, yüzü bize doğru olmak üzere durdu.
**
Harbiye Nezareti’nden Saraya gittim.** Padişahın tahta geçme
yıldönümü için yapılacak merasimi gözden geçirdim. Zatı Şahane
etrafl ı ve büyük bir merasimin yapılmamasını arzu buyurduklarını
ifade ettiler. İradeleri mucibince muhtasar bir program yapıldı.
Huzurdan çıktım. Veliahda uğradım...
**
28 Nisan Pazartesi sabahı, Harbiye Nezareti’nde çalıştım. Avus-
turya ataşemiliteri geldi.
Dedi ki:
- Bulgarlarla, müttefi kleri Sırplar ve Yunanlılar arasında
silahlı bir anlaşmazlık çıkması mümkündür. Bu durumda siz ne
yaparsınız?
-Tarafsız kalmamız icap etmez mi, diye sordum.
20
- (Ataşemiliter) Bulgarla bir olup Yunanlılara savaşmanız daha
münasip olur, kanaatindeyim…(dedi)
**
Babıali’ye geldim. Bir Rus bahriye zabiti, polisimiz tara-
fından tevkif edilmiş ve umumi hapisaneye atılmıştı. Rus zabiti,
Eminönü’nde bir silahçı dükkanından tabanca ve fi şek satın aldı-
ğı için, vaziyeti şüpheli görülmüştü. Rusya Büyükelçisi, zabitin bu
sabah serbest bırakılmış olmasına rağmen, resmi tarziye istiyordu.
Tarziye vermeyi kabul etmedim.
Fakat vakayı tahkik edip suçlu varsa cezalandıracağımı söyle-
dim. Vakayı öğrendim. Hariciye Nazırı’na, ertesi gün Rus sefareti-
ne gidip dostça bir ziyaret yapmasını, meseleyi kapatmasını söyle-
dim.
**
Halit Ziya Bey (büyük romancı Halit Ziya Uşaklıgil, yk) çıkın-
ca, Hariciye Nazırı Prens Sait Halim Paşa geldi. Rusya Büyükelçi-
sini ziyaret ettiğini, Büyükelçinin mütehassis olduğunu ve tevkif
edilen Rus zabiti meselesini kapanmış addettiğini söyledi.
**
26 Nisan Cumartesi sabahı saat sekizde Üsküdar’daki evimden
İstanbul’a geçtim. Almanya Sefarethanesi’ne gidip Büyükelçi von
Wangenheim’i ziyaret ettim. Rusya ve Fransa’nın sulh işini gecik-
tirebilmek için öbür Büyük Devletler’den daha ağır davrandıklarını
söyledi. Müstakbel sulh müzakarelerinin Londra’da yapılmasına
taraftar bulunduğunu ilave etti. Oradan Babıali’ye geldim.
**
Esat Paşa’nın (Çanakkale Kahramanlarından Esat Paşa,
Vehip Paşa’nın kardeşi, yk) telgrafı canımı sıktı. Avusturya
Sefarethanesi’ne gittim. Marki Pallaviçini’ye (Avusturya büyükel-
çisi, yk) dedim ki...
**
Sonra Alman Sefi ri Von Wangenheim geldi...
**
Sonra Fransa Sefi ri Mösyö Bombard geldi…
**
Fransız Sefi rinden sonra Rus büyükelçisi’ni kabul ettim.
**