*dipnotlar yazıda nerede kullanılmışsa oraya parantez içinde yapıştırılmıştır



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə22/24
tarix08.04.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#36691
növüYazı
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24

Kadının Ucuz İşgücü Olması
Kadının hamilelik, doğum, emzirme vb. gibi fiziksel özellikleri kapitalist sisteme, kadına düşük ücret ödenmesi için son derece elverişli bir bahane sağladı. Bugün burjuva demokrasisinin en gelişmiş olduğu ülkelerde bile kadın eşit iş için erkekten daha düşük ücret almaktadır. Türkiye'de durum ise daha vahimdir. ’91 Şubat’ında Güneş gazetesinde çıkan bir haber Türkiye'de çalışan kadınların %56'sının aylık ücretinin net 100 binTL'nin altında olduğunu belgelemektedir. Bu rakam, kefen bezi, helva ve cenaze masrafı gözönünde tutulursa, “yaşamak için az, ölmek için fazla” tanımına bile uymamaktadır. Aile geçimine katkıda bulunmak için üretime katılan kadının düşük ücreti bir yandan onun ekonomik güçsüzlüğüne neden olurken, öte yandan hem erkeğin, hem de kadının ve çoklukla da çocukların kazandığı paralarla geçinen ailenin gittikçe yoksullaşmasına neden olmaktadır. Kadın emeğinin daha ucuz olması, daha iyi koşullar (daha iyi ücret, daha fazla sosyal hak, daha iyi bir iş ortamı vs.) talep eden, sesini yükseltmeye başlayan erkeğe karşı bir tehdit de oluşturur. Kapitalist sistemde kadının ucuz işgücü bu doğrultuda sıkça kullanılmaktadır. Açıktır ki, kadının “eşit işe eşit ücret” talebi sadece kadının(240)yararına bir istem değil, tüm işçi sınıfını ilgilendiren, uğruna sınıfça mücadele edilmesi gereken bir taleptir. İşçi sınıfı, sendikalarda bu talebin dile gelmesi, toplu sözleşmelere ilke olarak “eşit işe eşit ücret” ibaresinin konulması doğrultusunda harekete geçmelidir. Öte yandan “eşit işe eşit ücret” talebi önemli olmakla beraber, kendisine erkeğin ücretini ölçüt aldığı zaman tehlikeli de olabilmektedir. Mücadele kadın ile erkeğin ücretini yarıştırma mücadelesi değildir, bütün işçi sınıfının daha insanca bir ücret için verdiği ekonomik mücadele de ancak kadın-erkek tüm proletaryanın ve gittikçe proleterleşen emekçi kesimlerin gerçek kurtuluş mücadelesi olan sosyalizm kavgasında bir alt unsur olabilir. “Eşit işe eşit ücret” şiarının bu bilinçle yükseltilmesi, bu bilinçle işçi sınıfı ve emekçi kesimleri arasında, sendikalarda, grev alanlarında, kadınların yoğunlukta olduğu fabrikalarda/işletmelerde vs. bu talebin işlenmesi, dar çerçeveyi kırmada, mücadeleyi özüne kavuşturmada etkili olacaktır.
Kadının İlerleme İmkanı Olmayan, Yetkinlik İstemeyen İşlerde Çalıştırılması
Kapitalist sistemde kadınlar büyük çoğunlukla, eğitim istemeyen, ustalık gerektirmeyen, geri ve ilerleme imkanı olmayan işlerde çalışmaktalar. Bu gerçek, kadının yedek işgücü olmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Kadın kapitalist sistemin ihtiyacına göre gerektiğinde üretime çekilir, gerektiğinde işten atılır. Kriz dönemlerinde işten çıkartılan ilk önce işçi-emekçi kadınlardır. Kadının mesleki eğitiminin olmaması, ustalık istemeyen işlerde çalıştırılması, yani kolaylıkla ve masrafsız yeni bir emek gücü ile değiştirilebilmesi, onun rahatlıkla işten atılabilmesini sağlamaktadır. Öte yandan kadına verilecek mesleki eğitim kapitalist sistem için altına girmek istemediği bir masraf kapısıdır. Ayrıca eğitimsiz, özel beceriler ve ustalık gerektirmeyen, en ağır ve bıktırıcı işlerde çalışan kadını sosyal haklardan mahrum etmek, düşük ücretle çalıştırmak, keyfi uygulamalara maruz bırakmak daha kolaydır. Açıktır ki kadının geri işlerde çalıştırılması feministlerin iddia ettiği gibi “ileri, ustalık gerektiren işleri (meslekleri) işgal eden” erkeğin çıkarına değil, kapitalist sistemin çıkarınadır. Kadının düşük ücretle çalıştırılması örneği olduğu gibi, kadının geri işlerde çalıştırılması da tüm işçi-emekçilerin aleyhinedir. Her an işten çıkarılabilen emekçi-işçi kadını demek zaten çökme noktasına gelen aile bütçesinin her an bozguna uğraması demektir. İşçi-emekçi kadının geri işlerde çalıştırılması, daha düşük ücret alması, daha az sosyal hakka sahip olması, daha ağır ve yorucu işlerde çalışması anlamına geldiği için, ekonomik olarak katkıda bulunduğu ailenin yoksullaşmasına, aile geçiminin sürekli sallantıda olmasına, bütün aile fertlerinin, özellikle de çocukların faydalandığı sosyal haklardan mahrum kalmasına, kadının yorgunluğu ve bitkinliğinden tüm ailenin etkilenmesine neden olmaktadır. Kadının daha yetkin iş, mesleki eğitim ve meslekte yükselme olanağı için mücadelesi tüm işçi sınıfı tarafından benimsenmeli, desteklenmelidir. Sendikalarda bu talep işlenmeli, kadının diğer talepleri ile birlikte ses bulması, dayatıcı bir güce dönüşmesi için eylemler düzenlenmeli, işçi sınıfıyla, işçi-emekçi kadının işbir(241)liği kamuoyuna yansıtılmalıdır.

Çocuk Bakımının ve Eviçi Üretimin Kadının Omuzunda Olması
Kapitalist sistemde kadınlar fabrikada/atölyede/tarlada/işletmede üretime katılmalarının yanısıra, ev içi tüm işleri de yüklenmiş durumundalar. Kapitalizm, aile, eğitim, din, hukuk, iletişim araçları vb. gibi üst kurumlar aracılığıyla kadının kutsal eş, kutsal anne imajını sürekli pompalar. Ne var ki kapitalist gerçek bu ikiyüzlüce çabanın örtemeyeceği ölçüde acıdır. Annesi fabrikada günde 8 saat + bilmek bilmeyen mesailer boyunca çalışırken, çocuk kendi haline bırakılmış büyümektedir. “Kutsal anne şefkatini” ise ancak, anne eve yorgun argın çalışarak geldiği, çoğunlukla çocuklarını son gücüyle yedirip, yatağa yatırdığı zamanlarda hisseder. Çocukların yatırılmasıyla, kadını yeni bir iş alanı, evi bekler. Görülen o ki kapitalist sistem kendi uydurduğu yalanı, kendi bozmaktadır. Kapitalist sistem içinde çelişkinin çözümü mümkün olmadığı içindir de yeni yalanlar uydurur. Burjuva ideolojisinin bir uzantısı olan feminizm meseleyi çarpıtmakta ustadır. Suçlu yine erkektir. O değil midir ki kadına ev işlerinde yardımcı olmamakta, kadından cinsel nefsini doyurmasını beklemekle, çocuklarıyla ilgilenmemektedir. Erkeğin kadın ile ev işleri paylaşması, çocukların bakımına katılması, kadının cinsel kimliğine saygı göstermesi demokratik ve haklı taleplerdir. Ancak bu taleplerin arkasına, kadının ev içi işlerde, çocuk bakımında vs. sömürülmesinde kapitalizmin çıkarı ve bu çıkarın sorunun özü olduğu gerçeği gizlenemez. İşçi-emekçi kadınlar bir yandan fabrikada/işyerinde kreşlerin-yuvaların, emzirme odalarının açılması, ücretsiz çamaşırhanelerin, aşevlerin kurulması doğrultusunda talep yükseltmeliler, evde ise ev içi işlerin ve çocuk bakımının kadın-erkek ortaklaşa yapılması için kocasının/babasının ataerkil konumuna karşı durmalıdır. Öte yandan sorunun özüne inmeli, ev içi emeği ve çocuk bakımını toplumsallaştıracak olan sosyalizm için mücadele edilmelidir. İşçi-emekçi erkeğin, kadının ücretsiz ev hizmetçisi, çocukların bedava dadısı olmasında çıkarının göreceli olduğunu yazımızın önceki bölümlerinde görmüştük. Kadının aleyhine olan durum, erkeğinde aleyhinedir. Erkek kadının istemlerini desteklemeli, talebin etrafında örgütlenecek eylemlerde kadınla omuz omuza olmalıdır. İşçi-emekçi erkek kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu kavradığında, sosyalizm mücadelesinde yerini alacaktır. Oysa sosyalist devrim ancak kadının aktif katılımıyla mümkündür. Bu bilinç erkeğin, işçi-emekçi kadının taleplerini benimsemesini, bu talepler doğrultusunda kadınla omuzomuza mücadele etmesini gerektirmektedir.


Kadının Fizyolojik Yapısına Uygun Olmayan İş Koşullarında Çalıştırılması
Kadının ucuz işgücü olarak çalıştırılmasını kadının fiziksel özelliklerine dayandıran kapitalist sistem, aynı fiziksel özeliklere, ona uygun işkoşullarının sağlanması sözkonusu olduğunda gözünü kapatır.

Kadın kendi vücut ölçülerine(242)uymayan, erkek bedenine göre imal edilen makinalarda sakatlanma pahasına çalıştırılır. Kadın için doğum çoğu kez işine son verilmesi anlamını taşır. Kapitalist sistem çalışan anneye, babaya çocuğun ilk dönemdeki bakımı için en az 1 sene olması gereken ücretli izni vermez. Küçük bebeği olan işçi-emekçi kadını çocuğunu gerektiği gibi her 2 saatte bir emzirme olanağı yoktur. Hamile kadının ve doğacak çocuğun sağlığı özel beslenme şartlarına bağlıdır. Ancak zaten son derece yetersiz ve kötü bir mutfağa sahip olan fabrikalar/atölyeler/işletmeler kadın için özel bir tablot hazırlamaz, ona besin ihtiyacını karşılaması için özel bir ücret ödemez. İşçi-emekçi kadının çalıştırıldığı fabrikalarda, işletmelerde, bebek bakımı konusunda eğitimli bir hemşire gözetiminde emzirme odalarının açılması, emziren anneye her 2 saatte bir yarım saatlik izin verilmesi, hamile kadının besin ihtiyaçlarının karşılanması, ayda bir ücretsiz doktor kontrolünden geçmesi, anne veya babaya en az 1 senelik ücretli, gerektiği kadar da ücretsiz doğum izninin verilmesi, hamile kadınların işten atılmamasının güvence altına alınması, kadının çalıştırıldığı makinaların kadın bedenine uygun olması vb. gibi taleplerin işlenmesi, bu taleplerin sendikaya götürülmesi ve sendikaya benimsettirilmesi, kadının fizyolojisine uygun olmayan işkollarına karşı mücadelenin yükseltilmesi doğrultusunda atılacak önemli adımlardır. Ancak işçi-emekçi kadının biyolojik özelliklerinden kaynaklanan sorunları, kadının ve tüm işçi sınıfının kapitalizm tarafından sömürülüşünün bir parçasıdır ve öyle işlenmesi gerekir. İşçi-emekçi kadının özgül sorunlarının teker teker ele alınması ne kadar önemliyse, bu sorunların gerçek kaynağına işaret edilmesi, kurtuluşunun sosyalizmde olduğuna vurgu yapılarak işçi-emekçi kadının özgül sorunlarının çözümünü de olanaklı kılacak sosyalizm mücadelesine çekilmesi de o ölçüde gereklidir.



Kadının Cinsel Tacizlere Maruz Kalması
Çalışan kadının işyerinde, patron ve diğer çalışanlar tarafından cinsel yönden rahatsız edilmesi, aşağılanması sıkça rastlanılan bir olgudur. Kadının işini kaybetme korkusuyla çoklukla sesini çıkarmaması ve karşı çıkma cesaretini gösterememesi bu tür vakaların gizli kalmasına, yaygınlığının ancak tahmin edilebilmesine neden olmaktadır. Kadının işyerinde (ve dışarda) maruz kaldığı, cinselliğine yönelik fiili veya sözlü saldırılar kapitalist sistemin kadını cinsel meta olarak yansıtmasının bir ürünüdür. Kapitalizm bir yandan pornografi, fuhuş gibi sektörlerden ve kadın cinselliğini pazarlama aracı, reklam nesnesi olarak kullanmaktan büyük karlar elde eder, öte yandan pornografiyi uyuşturucu gibi topluma sunmakla, kadını erkeğin zevk aracı, bedeniyle özdeş süs bebeği olarak yansıtmakla toplumun yozlaşmasına neden olmaktadır. Kapitalist sistemde kadın mesleği sayılan sekreterlik, hosteslik, hemşirelik gibi meslekler kadının yeteneklerinden çok cinselliğine dayandırılır. Sekreterin patronun metresi, hostesin pilotun sevgilisi, hemşirenin ise doktorun gönül eğlendirdiği kişi olması kuraldan sayılır. Toplumda çalışan kadının hoş karşılanmaması kapitalizmin yarattığı “çalışan kadın” imajıyla sıkı sıkıya(243)bağlıdır. Kapitalizm kadını erkeğin zevk aracı, pazarlanacak metaların reklam nesnesi, cinsel meta vs. olarak lanse ederken, sadece erkeğin kadına olan bakış açısını etkilemez, aynı zamanda kadını da kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışır. Kapitalizmde kadın her zaman güzel, her zaman süslü, her zaman genç olmalıdır. Makyaj, moda, güzellik ürünleri sektörleri kapitalizme devasa boyutlarda kazanç sağlar. Kapitalizm bir yandan kadını son derece aşağılayan pornografiyi sektör haline getirip yaygınlaştırırken, diğer yandan “kutsal anne”, “kutsal eş” safsatalarını üreten kurumlaşmış din ve ahlakın da sözcülüğünü yapmaktan geri durmaz, bunda bir çelişki de görmez. Sonucunda cinsellik çok sevilen deyimiyle arabeskleşir. Bir yandan babalar kızlarını, kocalar eşlerini, ağabeyler kızkardeşlerini eve hapsederek “namuslarını” korur, öte yandan yine babalar, kocalar, ağabeyler sokakta gördükleri kadını gördükleri pornonun başrol oyuncusuyla özdeş görür, kendi aralarında konuşurken kadından "mal, parça" olarak bahseder, aynı ortamı paylaştığı kadına yan gözle bakar vs.

İş yerinde veya dışarda cinsel tacize uğrayan kadının karşı çıkması,cinsel kimliğine ve kişiliğine saldıran kişiyi teşhir etmesi için ilk önce yalancı “namus” kavramını kırması gerekir. Öyle ki günümüzde hala saldıran anlayışa veya saldıran kişiye değil, saldırıya uğrayan kadına kötü gözle bakılır. Tecavüze uğrayan kadın “kirletilmiş”, cinsel yönden rahatsız edilen kadın bunu haketmiş sayılır. Halkımızı derinden etkileyen din bile kadını, erkeği kandırmaya çalışan şeytan olarak göstermez mi? Bu tür anlayışların kırılması için kadınlar ve sadece kadınlar değil, özellikle erkekler arasında da cinsel taciz olgusunun irdelenip, açıklığa kavuşturulması gerekir. Cinsel taciz olgusu ekonomik, sosyal, kültürel boyutuyla toplumun tüm alanlarında teşhir edilip, hedef alınmalıdır. Genellikle ekonomik çalışmayla sınırlandırılan sendikal faaliyetin, siyasal ve sosyal alana genişletilmesi doğrultusunda bu konunun da sendikaya taşınması önem taşır. İşyerlerinde bu tür olaylar karşısında açık tavır alınması, mağdur durumdaki kadının, kadın-erkek tüm çalışanlar tarafından desteklenmesi açısından sendikanın tavrı etkili olacaktır. Kadına sözlü veya fiili saldıran kişinin teşhir edilmesi, cinsel tacize karşı mücadelenin yalnızca bir bölümünü teşkil eder, asıl teşhir edilmesi gereken saldıran kişinin temsil ettiği anlayış ve toplumda kadına bakış açısıdır. Bu ise ancak sorunun kökeninde yatan kapitalist sisteme inilmesi ile mümkündür. Sorunun kökeninde kapitalist sistemi gören ve kapitalist sistemi teşhir etmekle kalmayıp onun yok oluşunu hedefleyen ihtilalci komünist partisinin yaratılıp örgütlenmesinde ileri ve sınıf bilinçli kadınların aktif rol alması, kadınları, hiçbir sömürünün olmayacağı gibi cinsel sömürünün de olmayacağı sosyalizmi kurmak için sınıf partisi saflarına katılmaları, cinsel taciz ile birlikte kadınların cinsel kimliğini ilgilendiren tüm sorunlara karşı verilebilecek en doğru ve etkili mücadeledir.


Devlet, Aile, Din, Hukuk vb. Kurumlar İle Çevrelenmiş Kadın
Özel mülkiyetin ve sınıflı toplumların en önemli ve kaçınılmaz ifadelerinden biri de devlet ve uzantısındaki kurumlaşmadır. Devlet özel mülkiyetin ve onun sahibi hakim sınıfların kalesi olarak örgütlenmiştir. Devletin beraberinde getirdiği aile, din, eğitim, hukuk,(244)ordu, siyaset vb. gibi kurumlaşmalar ise sömürücü sınıfların çıkarları doğrultusunda inşa olmuşlardır. Aileden başlayarak çocuk daha küçücük yaşta cinsiyetine göre eğitilir. Cinsiyete denk düşen rol aslında biyolojik cinsiyetten bağımsız, toplumsal bir roldür. Bu rolün belirlenmesinde en önemli faktör yine sermayenin ihtiyacı/çıkarıdır. Hitler'in faşist gayeleri uğruna savaşacak askerlere ve savaşta ölenlerin yerini alacak yeni bir Alman ırkına ihtiyacı vardı. Kadının rolü anında: “doğurgan, çok çocuklu, çocuğunu vatana adayan anne” olarak belirlendi. Daha sonra kapitalizm kalifiye elemana ihtiyaç duydu: “Kariyer yapan kadın” gündeme geldi. Kadınlar üretime çekildi ancak bu sefer doğum oranı düştü, serbest birliktelikler arttı, ev içi üretim yaya kaldı. Bugün Almanya'da “kadınlığa dönüş, aileye dönüş, çocuğa dönüş” sloganları atılmaya başlandı bile.

Ataerkillik erkeği temel alan bir yapılaşma değil, özel mülkiyeti temel alan bir yapılaşmadır. Erkek sadece toplumun en küçük hücresi olan ailede özel mülkiyetin sahibi, mirasçısı olduğundan, özel mülkiyetin bekçiliğini yaptığından ataerkil toplum yapısında “baş yerine” oturabilmiştir. Kısacası ailede erkeğin egemen, buyurgan, baş olması onun ekonomik gücü temsil etmesine bağlıdır, öbür tarafta kadının ezilen, itaatkar, geri olması onun ekonomik olarak erkeğe bağımlı olmasına dayanır. Kurumlaşmış din, hukuk, eğitim vs. gibi oluşumların ataerkil yapısı ve üretimleri hep bu temele dayanır. Böyle olduğu içindir de kadın kendisini çevreleyen, boğan, geri konumuna bağlayan üst kurumlara ve bu kurumların anası olan devlete karşı mücadelesini iki yönlü yürütmelidir. Bir yanda bu kurumların kendi aleyhine olan uygulamalarına yönelik savaşmalı, öte yanda ise bu kurumların temelinde yatan özel mülkiyeti ve bu kurumların kendilerini hedef almalıdır. Saydığımız bu ikinci yön, kadının kurtuluş mücadelesinin özünü ve esasını oluşturur ve işçi sınıfının sosyalizm kavgasıyla özdeştir. Kadın lehine kazanımlar elde etmeye yönelik mücadele ise, sorunun kaynağından ve vurgulanan özden koparıldığı sürece (feministlerde olduğu gibi) içi boşaltılmış bir reformizme dönüşecektir. Doğru olan kapitalist ilişkilerin tasfiye edilmesi yolunda, erkek-kadın tüm işçi sınıfının savaşması, proletarya öncülüğünde toplumun tüm ezilen kesimlerinin kurtulması, sosyalizmin kurulmasıdır.


Kadının Sömürülmesinde Erkeğin Rolü
Tüm sınıflı toplum sistemleri gibi, kapitalist sistem de kadının sömürülmesinde erkeğe önemli bir rol biçer. Geleneksel ailede ekonomik güç erkeğindir, kadın ve çocuklar erkeğe ekonomik olarak bağımlıdır. Erkeğe, hukuk, din, eğitim, gelenek-görenekler aracılığıyla ekonomik gücün ötesinde ama ona dayanarak birçok avantajın sağlanması, erkeğin elinde, kadını hem maddi, hem de manevi olarak ezme gücünün toplanmasına yolaçtı. Kadın sadece erkekten geri bırakılmamış, kadının geriliği erkeğin üstün konumunun sağlanması ve pekiştirilmesi için erkeğin hizmetine de sunulmuştur.
İster egemen burjuva, ister ezilen proleter-emekçi sınıflara ait olsun, erkek kendisinde olan bu gücü her zaman kullanmıştır. Ancak işçi sınıfına ait erkek, burjuva erkekten farklı olarak, bu gücü kullanırken kendi sınıfının çıkarları ile çelişir. Bir yandan özel mülkiyet(245) üstünde yükselen ataerkil ailede rolünü muntazam olarak yerine getirmeye çalışırken, kendisinin değil, burjuvazinin sahip olduğu özel mülkiyeti korur, kendisine karşı işleyen özel mülkiyet merkezli sınıflı toplum yapısının bekçiliğini yapar, öte yandan işçi sınıfının özel mülkiyeti ve sınıflı toplumları yıkmaya, baskısız, sömürüsüz, sınıfsız sosyalist sistemi kurmaya yönelik tarihsel misyonunun vazgeçilmez önşartı olan kadın-erkek tüm proletaryanın birliğini zedeler. Nasıl ki feminizm, kadının karşısına sömürülüşünün kaynağı olan kapitalist sistemi değil, onun sonucu ve aracı olan ezen erkeği diktiği için, son tahlilde burjuvaziye hizmet veren bir “ideoloji” olarak yargılanacaksa, aynı şekilde erkek şovenizmi de, kadın-erkek tüm işçi sınıfının omuz omuza vererek kapitalizme karşı birleşmesinin önünde engel teşkil ettiği için dolaysız olarak egemen burjuvazi yararına işleyen bir olgu olarak ele alınması gerekir. Bu anlamda da erkek şovenist anlayışın teşhir ve mahkum edilmesi önemlidir. Daha da önemli olan erkek şovenist uygulamalara karşı yürütülecek somut ve pratik mücadeledir. İşçi-emekçi kadın ile birlikte tüm sınıf bilinçli unsurlar ailede kadının söz ve karar hakkı, ev işlerinin kadın ve erkek arasında doğal bir biçimde bölüşülmesi, kadın ve çocuğa dayak atılmasının önüne geçilmesi, kadının özgür iradesi doğrultusunda evlenmesi ve boşanabilmesi, cinselliğinin erkeğin ve sadece erkeğin tatmin aracı olmaktan çıkarılması, sosyal yaşama kadının katılması vb. gibi taleplerin hayata geçirilmesi doğrultusunda pratik oluşturulmalıdır.

İşçi-emekçi kadın üretime katılarak kendi ekonomik bağımsızlığını kazanmaya yönelik önemli bir adım atmıştır. Temsil ettiği ekonomik güç ve ailenin geçimine sağladığı katkı oranında, aile içinde erkek şovenist anlayışa ve uygulamalarına karşı yürüteceği mücadelenin maddi zemini vardır. Ancak tüm sınıflı toplumlar boyunca aile içinde kadın ile erkeğin ilişkisi ekonomik bir ilişkidir ve temelinde özel mülkiyet yatmaktadır. Özel mülkiyetle birlikte, kadın ile erkek arasındaki ekonomik ilişkinin tasfiye edilmesi, yani modern ataerkil ailenin çöküşü, ancak sosyalizm ile gerçekleşecektir. Sosyalizm komünizm aşamasına geldiği noktada ekonomik bir yapı olan aile tarih sahnesinden tamamen silinecek, yerini kadın ile erkeğin doğal ilişkisine, insanlararası sevgi ve dayanışmaya dayanan yeni, şimdiden tanımı yapılması mümkün olmayan bir yapıya devredecektir.


Kadının Örgütlenmesi
Kadın ya egemen ya da ezilen sınıflara aittir. Sınıflar üstü bir kadın olamayacağı gibi, sınıflar üstü bir kadın mücadelesi de olamaz. Feministlerin öne sürdüğü “bağımsız kadın mücadelesi” bu nedenledir ki safsatadır, yanıltmacadır. Kadının kurtuluşu sosyalizmdedir, dolayısıyla mücadelesi sosyalizm, hedefi kapitalist sistem olacaktır. İşçi-emekçi kadını saf alırken, proletaryanın yanında yer alacak, örgütlenirken proletaryanın sınıf partisinde, ihtilalci komünist partisinde örgütlenecektir. İşçi sınıfının bağrında, onun öncü unsurlarını kendinde toplayan sınıf partisini örgütlemek; işte önümüzde duran en acil görev budur. Bu görevin yerine getirilmesinde sınıf bilinçli kadınlara, kadının kurtuluşunun sosyalizmde olacağını bilen kadınlara düşen sorumluluk büyüktür.(246)

***************************************************



KAMU ÇALIŞANLARI SENDİKALARINA GENEL BİR BAKIŞ
Ayşe ÖZDAMAR

Tüm-Sağlık Sen Eğitim Sekreteri


Çok değil bundan iki-üç yıl önce muhalefetteki burjuva düzen partisini bile açıktan destekleyemeyen ve en ufak bir başkaldırısında 657'nin kalın duvarlarıyla çarpışan memurlar, bugün artık o duvarları yıkıyorlar. Ocak ayında Tüm-Sağlık Sen'in Sirkeci Garı önündeki basın açıklamasında olduğu gibi içlerinden bazılarının sessizce gözaltına alınmasına katlanamıyorlar. “Ya hepimizi gözaltına alın, ya da hiçbirimizi”. İşte sağlık çalışanlarının arkadaşlarına yönelik polis saldırısı karşısında verdikleri yanıt... Kısacası devletin memurları, devlet karşısında artık boyun eğmeyeceklerini ve herşeyin bir bedeli olduğunu kavrıyorlar.
1960'lı yıllardan beri Türkiye'de devlet memuru olmanın getirdiği ayrıcalıklar hızla yokolmakta. Bir yandan devlet dairelerine bilgisayar, fotokopi makinaları vb.nin girmesi bir çok işi bir tek memurun yapabilmesi olanağını doğururken, öte yandan orta eğitimin olanaklarından çok daha yaygın bir kesimin yararlanabilmesi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de devlet görevlerini hemen herkesin yapabileceği bir iş konumuna getirdi. Nitekim dünya kapitalist sisteminin doğası gereği ve bir parçası olarak ülkemizde de memurların önemli bir kısmı ekonomik olarak oldukça hızlı bir yoksullaşma sürecine girdi. Bu olgu özellikle 1980'li yıllarda kamu çalışanlarına yönelik neredeyse bir saldırı şeklinde kendini gösterdi. Örneğin 1979'da ortalama günlük net ücret endeksi 100 olarak alındığında, 1989'da endeks 42.0 olmuştur.(İktisat Dergisi, Ocak 1991 ,sayı:311,s.45)
Bugün artık kamu çalışanları kendilerini ya işçi olarak görüyorlar ya da sınıfa yakın olduklarını, onların sorunları veya kurtuluşlarıyla kendi kaderlerinin birbirine alabildiğine bağlı olduğunu ifade ediyorlar. Nitekim 1950'li yıllardan beri dünyada kamu çalışanlarının hızla sendikalaşması, bu örgütlülüklerini güçlendirmesi sözü edilenin somuta yansımasından başka bir şey değildir. Örneğin Avrupa Topluluğu ülkelerinin tümünde kamu çalışanlarının sendikaları bulunmaktadır. Almanya dışında ise grev hakkını kullanabilmektedirler. Ve yine AT ülkelerinde hükümetlerin sendikal hak ihlallerinden ILO'da şikayete konu olanların önemli bir kısmını kamu çalışanlarına(247)yönelik saldırılar teşkil etmektedir.

“-İngiltere'de Devlet İletişim Merkezi 'nde çalışanların sendikalaşma haklarının ellerinden alınması (Şubat 1984).


-İngiltere'de öğretmenlerin toplu pazarlık hakkını sona erdiren yeni mevzuatın kabul edilmesi (Şubat 1987)
-İrlanda'da hükümetin öğretmenlerin hakeme başvurma prosedürüne müdahalesi (Kasım 1986)
-Yunanistan'da Kamu Hizmet Sendikaları 'nın demokratik bir biçimde seçilmiş yöneticilerinin hükümetçe görevden alınması (Ekim 1983)” (Marksizm ve Gelecek, Kış 1990, Avrupa Topluluğunda İşçi Hakları ve Türkiye, Yıldırım Koç)
Bu örnekler AT ülkelerinde de devlet ile kamu çalışanları arasında mücadelenin şu ya da bu şekilde sürdüğünü göstermektedir.
Kamu çalışanları sendikalarının oluşum süreci
Bilindiği gibi ülkemizde 1960'lı yıllarda kamu çalışanlarına sözde de olsa sendika kurma hakkı tanınmıştı. Ancak yöneticilerinin yasal güvencelerinin olmadığı, toplu sözleşme ve grev hakkının bulunmadığı bu sendikaların hemen hiçbir işlevi olmadı. Bu şekilde kurulan 600 kadar sendikanın, 1971'de 624 nolu yasanın ve anayasanın memurların sendika kurma hakkını güvence altına alan maddesinin yürürlükten kaldırılmasıyla, sonu gelmiş oldu. 1970'li yıllardaki dernekçilik sürecinin ise 1980 faşist askeri darbesiyle noktalandığı biliniyor. Tüm bu 20 yıllık süreç içerisinde öğretmenlerin TÖS ve TÖB-DER deneyimi dışında diğer memurlardan önemli birikimler kalmadığı bir gerçek...
1980'li yılların ikinci yarısında Alpaslan Işıklı, Mesut Gülmez gibi hukukçuların öncülüğünde Mülkiyeliler Birliği vb. gibi yerlerde yapılan tartışma, panel, sempozyum türü toplantılar, ilk başlarda yalnızca bilim adamları, aydınlar ve sendika bürokratlarının ilgisini çekiyor gibi görünüyordu. Aslında bu tartışmalar bir çok işkolunda kıvılcımı çakmaya yetti.
Yine aynı yıllarda kurulan ve temel hedeflerini sendikalaşma olarak belirleyen Eğit-Der, TSD, Ma-Der gibi memur dernekleri hızla kitleselleşti, amaçlarına kanımca oldukça kısa sürede ulaştı. Başka bir deyişle aldığı ücretle asgari yaşam koşullarını bile karşılayamayan kamu çalışanları kendiliğinden bir biçimde de olsa idamesiyle yükümlü bulunduğu devlet organından uzaklaşmaya, ona yabancılaşmaya, hatta ona karşı örgütlülüğünü yaratma çabası içine girmeye başladı. Bunun varolan devlet mekanizmasını yıkmak yerine proletarya diktatörlüğünü koymak sorunuyla karşı karşıya olan proletaryanın savaşımı açısından ne kadar önemli bir olgu olduğu ve ne gibi olanaklar sunduğu sanırım oldukça açıktır.
Kaldı ki kamu çalışanlarının aslında “örgütlenme özgürlüğü” talebinden başka bir şey olmayan ve somut koşullarda kendini “sendika” bağlamında ifade eden istemlerinin yakıcı bir şekilde kamuoyunun gündemini oluşturması 1990 Temmuz eylemlilikleriyle birliktedir. Bu eylemlerin yaratıcısı ise 1989'daki işçilerin Bahar Eylemsellikleri olmuştur. Kamu çalışanları 1989'da işçilerden çok şeyler öğrenmişler, en önemlisi de varolan olumsuz koşulları değiştirmenin en birincil adımının kitlesel olarak otoriteye(248)başkaldırmadan geçtiğini kavramışlardır. İşte bu nedenle işçi sınıfının ekonomik platformda süren mücadelesinin memur kitlesini kendine yaklaştırdığını ve onu yedeğine aldığını söyleyebiliriz. “Memurların Baharı” olarak da ifade edilen Temmuz dönemi özellikle eğitim, sağlık, belediye, tarım, demiryolu, PTT, Maliye çalışanları içerisinde bir hareketlilik oluşturmuştur. Tartışmalar, bölünmeler, eylemsellikler vb. ile oldukça hızlı geçen ve gelinen noktada 12 tane memur sendikasının varlığıyla somutlanan bu sürece damgasını vuran belirli özellikleri şu şekilde özetleyebiliriz.
Her şeyden önce kamu çalışanlarının sendikal mücadelesi kendiliğinden başlayan ve gelişen bir süreci oluşturmaktadır. Ancak süreç içerisinde hareketin gelişmesiyle birlikte gittikçe artan oranda devrimci demokratların ve sosyalist unsurların şu ya da bu şekilde katkısı olmuştur.
Hareket sürekli meşruluğu temel almış ve böylelikle önüne engel olarak çıkarılan yasaları çiğneyebilmiştir. Varolan hukuk sisteminin açıklarından yararlanmayı, onu sonuna dek zorlamayı ihmal etmeyen kamu çalışanları esas olarak fiili örgütlülüklerini yaratmaya çalışmışlar ve hiçbir şekilde kendilerini yasal duvarlar içerisine hapsetmemişlerdir. Öyle ki kuruluşlarından bir kaç ay sonra valilik tarafından genel merkezleri kapatılan sendikalar, “kapatılanın sendika değil, bina” olduğunu ifade ederek mücadelelerine devam etmişler, hatta örgütlülüklerini güçlendirmişlerdir.
Devlete şirin görünmeyi kendine ilke edinen ve devlet güçleri nezdinde tanınmayı bir onur sayan Genel Sağlık-İş ve Eğitim-İş dışındaki diğer tüm sendikalar her zaman için sendika olmanın olmazsa olmaz koşulu olarak toplusözleşme ve grev hakkını öne sürmüşler ve bu konuda ödünsüz olduklarını ilan etmişlerdir.
Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə