İblis’in Trajik Hikayesi -Allah, Şeytan, İnsan ve Kötülüğe Dair
48
olamaz; neyi niçin, ne maksatla yarattığı sorgulanamaz ve hiçbir itirazda bulunu-
lamaz. Hâsılı, Allah’ın ulûhiyyeti Mutezile’nin akıl terazisinde tartılamaz.
14
Son cümleden Mutezile’ye cevap verme gayretinin ürünü olduğu anlaşılan
bu görüş, ne yaptığı ve ne yapacağı belli olmayan bir tanrı tasavvurunu telkin
etmesi ve aynı zamanda mutlak cebr ve kadercilik (fatalizm) fikrini işrap etmesi
hasebiyle asla makul ve makbul görülemez. Kaldı ki, iyilik ve kötülük (hüsun ve
kubuh), esas itibariyle akılla bilinebilir bir mahiyete sahiptir. Yani adalet, ihsan,
fazilet gibi kavramların hasen (güzel); zulüm, nankörlük, haksız yere adam öldürme
ve yalan söyleme gibi fiillerin kabih (çirkin) olduğu, aklen zorunlu bilgilerle sübut
bulur. İşte bu anlayışı savunmakla değerleri görecelikten kurtaran Mutezile, akıl ve
dinin fiillere değer yüklemediğini, sadece onlarda mevcut olan aslî ve zâtî nitelikleri
beyan ettiğini söylemiştir. Buna göre, iyilik ve kötülük bir şeyin mahiyetine dahil
olup onun özsel bir vasfını teşkil eder. İlâhî adalet prensibi bunu iktiza eder. Çünkü,
söz konusu prensibe göre insan hür iradeye sahip bir varlıktır ve bu iradesini iyilik
yönünde kullanabilmesi için aklî yetisiyle iyiyi kötüden ayırt etmesi gerekir.
Ayrıca, aklın değerlere ilişkin bilgisinin kesin ve güvenilir bilgilerden sayılması için
bu değerlerin, ait oldukları fiillerin değişmez nitelikleri olması gerekir. Özetle, iyi
veya kötü olarak nitelendirilen bir şey, sırf Allah emredip yasakladığı için değil, o
şeye ait özsel bir vasıftan dolayı iyi veya kötüdür.
15
Şayet, “iyi ve kötünün illeti
ilâhî emir ve nehiy olsaydı, Allah insafı ve adaleti nehyettiği zaman bu iki erdemin
kötü (kâbîh) olması gerekirdi. Keza, Allah, yalan ve zulmü emrettiğinde bunların da
iyi olması iktiza ederdi. Çünkü illet her ikisinde de aynıdır. Oysa hepimizce malum-
dur ki, din dışı bir hayatı tercih eden insanlar (mülhidler), ilâhî yasaktan ve yasakla-
yandan bihaber oldukları halde zulmün ve yalanın kötü olduğunu pekâla bil-
mektedirler.”
16
14
Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, II. 257-258.
15
Ebü’l-Hasen Kâdî Abdülcebbâr, el-Muhît bi’t-Teklîf, nşr. Ömer es-Seyyid Azmî-Ahmed
Fuâd el-Ehvânî, Kahire trz., s. 234-240; İlyas Çelebi, “Hüsün-Kubuh”, DİA, İstanbul
1999, XIX. 61.
16
Kâdî Abdülcebbâr, Şerhü’l-Usûli’l-Hamse, nşr. Abdülkerîm Osman, Kahire 1965, s. 311.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Öztürk
49
Mutezile, adl prensibi kapsamında insanın kendine ait fiilin yaratıcısı
(muhdis) olduğu ve Allah’ın insanlara irade özgürlüğü tanıdığı fikrini de savunur.
Buna göre adl prensibi, insana ait kötü fiillerin sorumluluğunu Allah’tan insana
havale etme amacı taşır. Çünkü ilâhî adalet, günah işleyeni cezalandırmayı, iyilik
yapanı da mükafatlandırmayı gerektirir. Diğer bir deyişle, adil olan Allah, mümine
verdiği sözünde sâdık olmak, kafire yönelik azap tehdidini de tahakkuk ettirmek
zorundadır. Bu, ilâhî adaletin gereğidir. Ancak, bu adaletin fiilen gerçekleşmesi için
insanın yapıp ettiklerinde hür olması, dolayısıyla kendi fiilinden mesul tutulması
gerekir. Bunun aksi düşünüldüğü, yani insanın yapıp etme kudreti nefyedildiği
takdirde onun sevab ve ikâba müstehak olmasından söz edilemez. Kaldı ki, yaptığı
işlerde hür iradesi bulunmayan bir varlığı Allah’ın cezalandırması apaçık bir
zulümdür. Hülasa, insanın özgürlüğü ile Allah’ın adaleti, madenî bir paranın iki
yüzü gibidir. Bunlardan birini yok saymak, zorunlu olarak diğerini de yok saymayı
gerektirir ve bu durum hem beşerî varlığın hem de ilâhî fiilin abesleşmesi gibi bir
sonuca müncer olur.
17
Bütün bu mülahazalardan sonra bir kez daha belirtelim ki İblis’in Kur’an’-
daki hikayesini kesinlikle temsîlî addetmek gerekir. Kanaatimizce, insanın doğa-
sında zaten mevcut olan iyilik ve kötülük dürtüsü (takva-fücur yahut hayır-şer)
18
arasındaki dâimî çatışmaya işaret eden bu hikaye ilk hitap çevresindeki kültür, bilgi
ve algı düzeyine uygun şekilde kompoze edilmiş olup gerçekte tamamen sembolik
ve/veya metaforik bir karaktere sahiptir. Hiç şüphesiz, Kur’an mahz hak ve haki-
kattir; fakat onun bize sunduğu hakikat, Allah katındaki gaybî hakikatin ancak bir
görüngüsü ya da solgun bir gölgesi olabilir. Başka bir deyişle, Kur’an vahyi insan
idrakinin kavrayabildiği kadar tamdır; ne ki insan dilinin, konuşma yetisinin ve
kavramlarının yetersizlikleriyle malül bir varlıktır. Bu yüzden, Allah insana hitap
ederken, bizim iyiliğimizi isteyen Melek ve bizi kötüye sevk eden Şeytan gibi
17
Nasr Hâmid Ebû Zeyd, el-İtticâhu’l-‘Aklî fi’t-Tefsîr, Beyrut 1983, s. 215-216.
18
91/Şems 8.
İblis’in Trajik Hikayesi -Allah, Şeytan, İnsan ve Kötülüğe Dair
50
kavramlar kullanır. İblis ve/veya Şeytan gerçekte bir metafordur. Onun ne yapıp et-
tiğini biz ancak psikolojik deneyimlerle anlarız. İblis’in Âdem’e secde etmeyi
reddetmesiyle ilgili hikaye, aklın emirlerine boyun eğme tutkusunu reddetmenin bir
metaforu olarak da anlaşılabilir. İblis insanı Allah’tan uzak tutan ve gerçekte bizim
kendi günahımızdan ibaret olan mânianın kişileştirilmesidir.
Kaldı ki İblis’in hikayesi Kur’an’a özgü de değildir. Çünkü buna benzer
hikayeler kadim Mezopotamya’daki mitoloji edebiyatının yanısıra Yahudi ve
Hıristiyan geleneğinde de mevcuttur. Mesela Hıristiyan kültürüne ait bir metinde
geçen hikayeye göre Mikail, melekleri Âdem’e secde etmeye çağırır. Fakat İblis
Âdem’in kendisinden daha aşağı ve daha toy bir varlık olduğunu ileri sürer ve
yandaşlarıyla birlikte secdeyi reddeder. Bunun üzerine İblis ve yandaşları yer-
yüzüne sürülür. Yine Hıristiyan geleneğine ait bir hikayeye göre Allah Âdem’e
bütün mahlukat üzerinde hakimiyet bahşeder. Bunun üzerine tüm melekler ona
secde eder; fakat İblis onu kıskanır ve “Aslında onun bana secde etmesi gerekir;
çünkü ben ışık ve havayım; halbuki o sadece topraktır” diyerek secdeyi reddeder.
Bu küstah tavrı yüzünden yandaşlarıyla birlikte cennetten kovulur ve o zamandan
itibaren şeytan, cin vb. adlarla tesmiye olunur.
19
İblis ve Şeytan Kelimelerinin Kökeni
Kur’an’da İblis kelimesi onbir ayette geçer.
20
Bu ayetlerin tümünde tekil
olarak zikredilen kelimenin orijini tartışmalıdır. Müfessirlerin ekseriyetine göre
gayri munsarif bir kelime olan İblis Arapça’da “ümit kesmek” anlamına gelen iblâs
kökünden türetilmiş bir isimdir.
21
Buna karşılık Ebû Ubeyde (210/825), İbnü’l-
Enbârî (ö. 328/940) ve Zeccâc (ö. 311/923) gibi bazı filolog müfessirler kelimenin
19
Bkz. A.J. Wensinck, “İblis”, İA, İstanbul 1993, V/II. 691.
20
Bkz. 2/Bakara 34, 7/A‘râf 11, 15/Hicr 31-32, 17/İsrâ 61, 18/Kehf 50, 20/Tâ-hâ 116,
26/Şuarâ 95, 34/Sebe’ 20, 38/Sâd 74-75.
21
Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, Beyrut 1999, I. 264-265; Ebû
Abdillah el-Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1988, I. 203.
Dostları ilə paylaş: |