“Güneş” sembolünün inançlarında etkin bir yer aldığını görünce, onların
“Güneş Kültü”ne sahip birer putperest oldukları zannına düşmekten de
kendilerini alamamışlardı. Müslümanlar diğer güneş kültü inanırlarının
hepsini putperest diye nitelendirerek, İslamiyeti kabule zorlarken, Saabiler’e;
Hristiyan ve Yahudiler’e tanıdıkları, kendi inanç sistemleri içinde kalma
hakkını sağlamışlardı.
İslamiyet’in Anadolu’ya girişinde Saabiler’in inançları büyük bir rol
oynamıştır. Bir yandan Mısır İskenderiye Okulu kökenli Sufiler’in görüşleri,
diğer yandan Batıni Ezoterik kökenli Saabiler’in inançları, Anadolu’da
İslamiyet’in çok kolay bir yer bulmasına sebebiyet vermiştir.
Saabilik’te de diğer Batıni ekollerde olduğu gibi sır saklamak esastı.
Saabiler, kendilerinden olmayanlara sırlarını kesinlikle açıklamazlardı.
İbadetleri güneş, ay ve bazı gezegenlere göre düzenlenmişti. Her gün; güneş,
ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn için yedi kez namaz kılarlardı.
Ayrıca haftanın her günü bunlardan bir tanesi için özel ritüellere ayrılmıştı:
Pazar günleri Güneş, Pazartesi Ay, Salı Mars, Çarşamba Merkür, Perşembe
Jüpiter, Cuma Venüs ve Cumartesi Satürn ayinlerine ayrılmıştı.
Saabiler sır ayinlerini gezegenlere ithaf edilmiş mabetlerin altındaki
salonlarda yaparlardı.
Bu ayinlerin ne tür sırlar sakladığı günümüzde bilinmiyor. Ancak bilinen bir
başka gerçek de, Latince kaynaklı gün isimlerinin bu ayinlere ayrılan gezegen
adlarıyla olan benzerliğidir:
Pazar: Sunday (Güneş günü)
Pazartesi: Monday (Ay günü)
Cuma: Wednezday (Venüs günü)
Cumartesi: Saturday (Satürn günü) vs…
İSLAMİYET’İN EZOTERİZM İLE
KARŞILAŞMASI
Ezoterizm’in dili de dini de birdir demiştik. O her kültürde aynı prensipler
ışığında çalışan ve kökeni Mu Kültürü’ne dayanan bir bilgi sitemidir. Bu bilgi
sistemi İslami çalışmalarda da kullanılmıştır.
İslamiyet’in Ezoterik Öğreti ile ilk tanışması Mısır’ın Müslümanlarca fethi
sırasında gerçekleşmiştir. İslamiyet’in Arap Yarımadısı’nın dışına taşarak tüm
Ortadoğu’ya yayılmaya başladığı sırada, Mısır’da halkın bir bölümü İncil’in
bir bölümü Tevrat’ın etkisi altındaydı. Ama yine de büyük bir çoğunluk, eski
Osiris Öğretisi’nin tarafında bulunmaktaydı. Eski anılarını tamamen terk
etmemişlerdi. Onlara hala bağlıydılar…
Gerçi Osiris Mabedi yıkılmış ve Sırlar Öğretisi’nin rahipleri büyük bir
çoğunlukla Kudüs’e gitmişlerdi ama Ezoterik Öğreti zor şartlarda da olsa,
varlığını kuşaktan kuşağa aktararak koruyabiliyordu. O devirlerde “Sırlar
Öğretisi”,
İskenderiye’deki
Yeni
Eflatuncu
“İskenderiye
Okulu”nda
merkezleşmiş ve çalışmalarını büyük bir gizlilik içinde sürdürüyordu. Bir
zamanlar Atlantis ve Mu’dan gelen bilgelerin üzerinden bir hayli zaman
geçmiş ve değişen dünya şartlarında çalışmaları iyice güç koşullar altında
geçmeye başlamıştı. Envolüsyon ve Evolüsyon yasasını (İniş ve Çıkış) gayet
iyi bilen rahipler, artık inişin gittikçe sonlarına doğru yaklaşıldığının
farkındaydılar. Bu kaçınılmaz bir sondu ve zaten bu da kendilerine öğretilen
sırlardan biriydi. İnsanlık gittikçe bilgelikten uzaklaşacaktı. Bunun bilinci
içinde, İskenderiye’de geçmişin anıları yaşatılıyordu.
Kaçınılmaz son Arapların Mısır’ı işgal etmesiyle geliyorum dedi… Uzun bir
süredir çevre kıtalardan gelen kişileri inisiye etmekle uğraşan Mısır, askeri
güçten oldukça yoksun bulunmaktaydı. Büyük bir askeri güçle üzerine gelen
İslam Orduları karşısında fazla direnemedi. Teslim oldu…
Halka iki seçenek tanındı: Ya Müslüman olacaklar, ya da kılıçtan
geçeceklerdi… Müslümanların gözünde tanrı yoluna döndürülmeleri gereken
putperest kafirlerdi… Sonunda Müslümanlar’ın isteği oldu. Çareleri yoktu.
Müslüman oldular…
Halife Ömer döneminde işgal edilen Mısır’da Müslümanlar’ın ilk işi,
“İskenderiye Okulu”nu dağıtmak oldu. Bu olay daha sonraları Tarih
kitaplarına, Büyük İskenderiye Kitaplığı’nın yakılışı olarak geçecekti…
Böylelikle İskenderiye Kitaplığı’nda saklanan çok sayıda Ezoterik Kitaplar
yakılarak yok edildi.
Dünyanın aşağıya iniş sürecinde hız alınmasında büyük bir yarar sağlayan bu
yıkım sayesinde, birçok yazılı bilgiler günümüze kadar gelemedi. Ancak yine
de bazı gizli kitaplar bu yıkımdan kaçırabildi. İşte günümüze kadar
gelebilenler de rahiplerin saklayabildikleri bu belgeler oldu. Daha sonraları
bu kitaplar elden ele ulaşarak varlıklarını sürdürebildiler.
Ama yıkım müthişti. Büyük bir tarih yok edildi. Rahiplerin yapabilecekleri
bir şey yoktu. Zaten ülkeyi yöneten Firavunlar da iyice bilgi bakımından
yozlaşmışlar ve eski bilgilerden iyice uzaklaşmışlardı.
Aşağıya iniş hızla devam ediyordu… Bu şartlar altında, rahiplerin
yapılabilecekleri tek şey vardı. Müslümanlara İslamiyet’i Ezoterik bakımdan
anlatabilirlerdi. Ve bunu yaptılar. Bu çalışmaları, İslam Tasavvufu’nun ve
Batıni İslam Ezoterizmi’nin ortaya çıkışında büyük bir fonksiyon gördü. Zaten
eğitimleri bu yöndeydi. Onlar için tüm dinler bir ve aynı şeydi. Ezoterik
Öğreti’nin disiplini içinde asıl gerçekleri İslamiyet içinden de çekip
alabilecek yetenekteki Osiris rahipleri bunu kolaylıkla yaptılar. Kökeni Ruhsal
Tebligata dayanan Vahiy mekanizmasıyla Muhammet peygamber tarafından
indirilen Kur’an-ı Kerim’deki sembolik bilgilerin derin anlamları, Osiris
rahiplerinin bilgileri ışığında ele alınmaya başlandı.
Sünni Müslümanlar buna şiddetle karşı çıktılar. Ama yapabilecekleri fazla
bir şey yoktu. Çünkü “İskenderiye Okulu”nun rahipleri, o zamanlar oldukça
etkin bir konumda olan Peygamber’in damadı Ali’nin yanında yer alarak,
kendilerine gelecek baskılardan uzak kalmayı başardılar. Müslüman
görünümleri altında, Alevilik mezhebinin içinde kendi Ezoterik Öğretilerini
yaşatabildiler. Yaradana tapınma olgusu, yerini, Tanrı - Evren - İnsan
üçlemesinden oluşan Varlığın Birliği ilkesine bıraktı. Sünni Müslümanlar bunu
bir sapkınlık olarak niteledi. Fakat batıni çalışmalar bir kez başlamıştı… Ve
hızla yayılıyordu…
Bu inanış biçimi, özellikle Araplar’ın zorla Müslüman yaptıkları toplumlar
arasında büyük bir taraftar buldu. Bu sistemle Zerdüşt İranlılar ve şamanist
Türkler İslama çok daha kolay ayak uydurabildiler. Çünkü bu sistemde, kendi
geleneksel inançlarından da bir şeyler bulabiliyorlardı…
İslamiyeti kabul eder görünen “İskenderiye Okulu” mensupları derhal
Fisagor ve Eflatun’un eserlerini yaymaya başladılar.
Dostları ilə paylaş: |