İBNÜL-CEZERÎ
Ebü'l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Alîb. Yûsuf el-Cezerî (ö. 833/1429) Kıraat ve hadis âlimi.
28 Ramazan 751 de (26 Kasım 1350) Dımaşk'ta doğdu. İbnü'I-Cezerî diye anılması Cezîre-i İbn Ömer'e 616 nisbetledir. Kur-'an'ı ezberledikten sonra İbnü'l-Buhârî diye tanınan Ali b. Ahmed b. Abdülvâ-hid'in talebelerinden hadis dinledi ve kıraat okudu. İbnü's-Sellâr Abdülvehhâb b. Yûsuftan Ebû Amr b. Alâ'nın kıraatiyle bir hatim indirdi. Daha sonra Hamza b. Habîb ez-Zeyyât'm kıraatiyle de bir hatim yapıp ardından Nâfi' b. Abdurrahman ve Abdullah b. Kesîr'in kıraatlerini cemede-rek Ra'd sûresinin sonlarına kadar geldi. İfrad metoduyla Ahmed b. İbrahim et-Tahhân ve Ahmed b. Receb'den kıraat öğrenimini sürdürdü. Ancak çok zaman alan bu usulü bırakarak İbrahim el-Ha-mevî'den cem' metoduyla kırâat-İ seb'a okudu. Ayrıca 768'de (1367) Ebü'l-Meâlî İbnü'l-Lebbân'dan kıraat tahsiline devam etti. Aynı yıl tüccar olan babası ile birlikte hacca gitti. Zilkade (temmuz) ayında Medine'de Harem-i şerif imam-hatibi Ebû Abdullah Muhammed b. Salih'ten Bakara sûresinin 28. âyetinin sonuna kadar cem' usulüyle kıraat okudu. 769'da(1368) tahsil amacıyla Mısır'a ilk seyahatini yaptı. Burada bazı kıraat kitaplarını esas alarak ve cem' usulüyle Ebû Bekir İbnü'l-CünoT-den kıraat okumaya başladıysa da Nahl sûresinin 90. âyetine gelince hocası vefat etti. Ayrıca İbnü's-Sâiğ Muhammed b. Abdurrahman b. Ali ve Ebû Muhammed Abdurrahman b. Bağdâdî'den kırâat-i seb'a tahsil etti. İbnü'l-Cündî'nin ölümü üzerine yarım kalan hatmini bu hocalardan tamamladı. 770 yılı başında (1368 sonları) Dımaşk'a döndüyse de Rebîülevvel 771'de (Ekim 1369) ebeveyniyle birlikte tahsilini ilerletmek için ikinci defa Mısır'a gitti. İbnü's-Sâiğ'den aşereyi. Ebû Muhammed Abdurrahman b. Bağdâdî'den on imamın kıraatiyle birlikte İbn Muhay-sın, A'meş ve Hasan-ı Basrînin kıraatlerini okudu. Abdülmü'min b. Halef ed-Dimyâtî ve Muhammed b. İshak el-Eberkü-hrnin bazı talebelerinden hadis dinledi. Şafiî fakihi Abdürrahîm b. Hasan el-İsne-vî'den fıkıh dersleri aldı. Daha sora Dı-maşk'a dönen İbnü'l-Cezerî, burada Ebû Yûsuf Ahmed b. Hüseyin el-Kefri'den kı-râat-i seb'aya göre bir hatim indirdi.
774 (1372-73) yılında Ebü'1-Fidâ İbn Ke-sîr İsmail b. Ömer, İbnü'l-Cezeri'ye fetva izni verdi. 778'de (1376) Ziyâeddin Sa"dullah el-Kazvînî. 785'te (1383) Şeyhülislâm Ömer b. Raslân el-Bulkînî de ona fetva yetkisi verdi. İbnü'l-Cezerî, Mısır'daki bazı âlimlerden istifade etmesi gerektiğini düşünerek 778 (1376) yılında üçüncü defa Mısır'a gitti 617 Ziyâeddin Sa'dullah el-Kazvînî gibi hocalardan usul, meâ-nî, beyân dersleri aldı. İskenderiye'de bazı âlimlerden hadis dinledi. Kendisinin belirttiğine göre Kur'an ve kıraat konularında istifade ettiği hocalarının sayısı kırkın üzerindedir.
Mısır'daki tahsilini tamamlayan İbnü'l-Cezerî, Dımaşk'ta Emeviyye Camii'nde Kubbetü'n-nesr'in altında kıraat okutmaya başladı. Onun yıllarca sürdürdüğü bu dersleri Endülüs. Yemen, Hindistan, Rum ve Acem diyarından gelen talebelerin ilgi odağı oldu. Kendisine ayrıca Âdiliyye Medresesi kıraat şeyhliği görevi verildi. Daha sonra Dârü'l-hadîsi'l-Eşrefıyye şeyhliğine getirildi. Ebû Muhammed Abdullah b. Yûsuf İbnü's-Sellâr'ın 18 Şaban 782'de (17 Kasım 1380) vefatı üzerine Ümmü's-Sâlih Türbesi kıraat şeyhliği görevini de üstlendi. Dımaşk'ta bir dârü'l-Kur'ân yaptıran İbnü'l-Cezerî'den Dımaşkve Mısır'da kırâat-i aşere okuyan pek çok talebe arasında oğlu Ebû Bekir Ahmed. Mah-mûd b. Hüseyin b, Süleyman eş-Şîrâzî, Ebû Bekir b. Ahmed b. Musabbih el-Hamevî, Necîbüddin Abdullah b. Kutb el-Beyhaki, Ahmed b. Mahmûd b. Ahmed el-Hİcâzîve Mü'min b. Ali b. Muhammed er-Rûmî gibi şahsiyetler yer alır.
Sultan Zahir Berkuk'un atabeği olan Aytemiş'in üstâdüddârı Emîr Kutlubey'in kendisine bazı idarî görevler vermesi üzerine İbnü'l-Cezerî defalarca Mısır'a gidip geldi. Dımaşk'taki Câmiu't-tevbe'nin hatipliği göreviyle ilgili olarak İbnü'l-Hüs-bânî Şehâbeddin Ahmed b. İsmail'le aralarında çıkan ihtilâf yıllarca devam etti. Sehâvî, İbnü'l-Cezerî'nin 779'da (1377) "tevki u'd-dest 618 işiyle de görevlendirildiğini belirtmiştir.
İbnü'l-Cezerî 792 (1390) yılında ikinci defa hacca gitti. Kendisinin kaleme aldığı biyografisinde 793'te (1391) Dımaşk kadılığına getirildiğini söyler. Ancak diğer kaynaklardaki bilgilere göre nâib-i saltanat Yelboğa'nın (Yulbuga) müdahalesi üzerine Berkuk, eski kadı Şerefeddin Mes'ûd'un göreve devam etmesini uygun görmüştür 619Takıyyüddin İbn Kâdî Şühbe'nin bir başka vesileyle kaydettiği bilgiden 620 bu gelişmenin İbnü'l-Cezerî'nin o günlerde mâruz kaldığı bir yargılama olayı İle ilgili olduğunu düşünmek mümkündür. Buna göre Mansûrî Vakfı yetkilileri, İbnü'l-Cezerî'nin vakıf malını kurallara aykırı olarak kullandığını ileri sürmüş, Mısırlı Mâlikî kadısı da 28 Ramazan 793'te (29 Ağustos 1391) İbnü'l-Cezerî'nin kusurlu olduğuna hükmetmiştir.
Zilkade 795'te (Eylül 1393) Atabeg Ay-temiş'le aralarındaki bir dava konusuyla İlgili olarak muhtemelen Mısır'dan Dı-maşk'a gelen İbnü'l-Cezerî, Kudüs Salâ-hiyye Medresesi'nde ders okutmakla görevlendirilmiş ve 797 (1394) yılı başlarına kadar bu görevine devam etmiştir. İbnü'l-Cezerî. başka bir vesile ile Salâhiyye Medresesi'nden söz ederken 621 bu medresenin Dımaşkta olduğunu belirttiğine göre her iki şehirde de aynı adı taşıyan birer medrese bulunduğu anlaşılmaktadır. İbnü'l-Cezerî aynı yıl Kahire'ye gitmiş ve şaban ayında Dımaşk'ta mal varlığını yönettiği Kutlubeg'le hesap görmek üzere Kudüs üzerinden Dımaşk'a dönmüştür. Bu malî ilişki yüzünden İbnü'l-Cezerî İle Kutlubeg arasında uzun süre devam eden bir anlaşmazlık olmuş, konu aynı yıl Kahire'ye intikal etmiş, yapılan yargılama sonunda Kutlubeg'in İbnü'l-Cezerî'den büyük miktarda alacaklı olduğuna hükmedilmiştir.622 Bu karar üzerine Mısır'daki mallarına el konan İbnü'l-Cezerî, hem yargılanma biçimini hem de verilen hükmü zulüm olarak nitelendirdi; hizmetinde bulunan İbn Teymiyye adındaki şahısla birlikte 1 Cemâziyelâhir 798'de (12 Mart 1396) Kahire'den kaçarak İskenderiye'ye gitti; buradan da 1 Receb (10 Nisan) günü Antakya'ya ulaştı. İbnü'l-Cezerî, Antakya'da bir müddet kalarak bazı talebelere aşere okuttu; daha
sonra Bursa'ya gitti. İbnü'l-Cezerî Bursa'-da Yıldırım Bayezid'den büyük İlgi gördü; kendisine yüksek miktarda maaş bağlandı, burada talebe yetiştirmesi sağlandı. Padişahın teklifi üzerine 785 Şevvalinde (Aralık 1383) İstanbul'a yapılan askerî harekâta katıldı; ardından gerçekleşen Niğbolu Savaşı1 nda Yıldırım Bayezid'in beraberinde bulundu. Savaştan sonra Bursa'ya giden İbnü'l-Cezerî burada en-Neşr fi'l-kırâ'âti'l-'aşr adlı eserini yazdı; Tayyibetü'n-Neşfl nazmetti. Bu manzumeyi pek çok talebe ezberleyerek kendisinden aşere okudu. Padişahın oğulları Mehmed, Mustafa ve Mûsâ da onun talebeleri arasında yer aldı.
İbnü'l-Cezerî, yaklaşık yedi yıl sonra meydana gelen Ankara Savaşı'na Yıldırım Bayezid'le birlikte katılarak esir düştü; ancak onun şöhretinden haberdar olan Timur kendisini huzuruna getirterek ona saygı gösterdi ve ikramda bulundu 623 ardından ülkesine götürüp Keş'te inşa ettirdiği medresede görevlendirdi. Çok arzu etmesine rağmen Mâverâ-ünnehir'den aynlamayan İbnü'l-Cezerî, 17 Şaban 807'de (18 Şubat 1405) Timur'un vefatından sonra onun torunu Sultan Halil'den izin alarak 7 Zilhicce 807'de (6 Haziran 1405) Semerkant'tan ayrıldı. Uğradığı Buhara'da gördüğü ilgi üzerine bir müddet burada kalıp ders verdi. 27 Sa-fer 808'de (24 Ağustos 1405) Buhara'dan Herat'a ulaştığında Sultan Mirza Şâhruh kendisini şehrin dışında karşıladı. Burada da bir müddet Şahîh-İ Buhâri'yi ve Begavî'nİn Meşâbîhu's-sünne adlı eserini okuttu. Ardından Yezd'e, oradan İsfahan'a geçti; her iki yerde de bir müddet ikamet edip aşere dersi verdi. Ramazan 808'de (Mart 1406) Şîraz'a ulaştı. Sultan Pîr Muhammed onu burada alıkoydu, pek çok talebe kendisinden kıraat okudu. Daha sonra sultan tarafından kadı olarak tayin edildi. İbnü'l-Cezerî, başta Şîraz'da kalmayı arzu etmemesine rağmen daha sonra burayı benimsedi; Dimaşk'taki gibi bir dârü'l-Kur'ân yaptırdı.
Üçüncü defa haccetmek için 822 (1419) yılında yola çıkan İbnü'l-Cezerî. Basra-Mekke arasında bir belde olan Uneyze yakınlarında bedevî Araplar'ın saldırısına uğrayarak soyuldu, canını zor kurtarıp Uneyze'ye sığındı. Burada ed-Dürre fî kırââti'ş şelâ&eti'I-mütemmirne li'l-'aşere adlı manzum eserini yazdı. O yıl hacca yetişemedi; bir müddet Yenbu'da ikamet ettikten sonra Rebîülevvel 823'-te (Mart-Nisan 1420) Medine'ye, aynı yıl 1 Receb'de (12 Temmuz) Mekke'ye ulaştı.
Hac mevsimine kadar mücavir olarak kalıp haccını ifa ettikten sonra Şîraz'a döndü. Hac yolculuğu süresince uğradığı yerlerde kıraat dersleri vermeyi sürdüren, Medine'de Harem şeyhi Tavâşî'ye de kıraat okutan Îbnü'l-Cezerî 827 (1424) yılında Dimaşk'a, buradan da Kahire'ye gitti; yıllar önce gizlice ayrıldığı bu şehirde bu defa Sultan Eşref Barsbay tarafından saygıyla karşılandı. Kahire'de bulunduğu süre içinde başta kıraat olmak üzere çeşitli dersler okuttu. Aynı yıl Mekke'ye gidip dördüncü haccını ifa etti. Ardından ticarî maksatla Yemen'e gitti. Yemen Meliki Mansûr Abdullah b. Ahmed er-Resûlî ona ilgi gösterdi; kendisinden hadis dinledi. Daha sonra Mekke'ye dönüp 828 (1425) yılında beşinci haccını İfa ederek 829 (1426) yılı başlarında tekrar Kahire'ye geçti; buradan da Dımaşk ve Basra üzerinden Şîraz'a ulaştı. 5 Rebîülevvel 833'te (2 Aralık 1429) Şîraz'da Sûkulis-kâfiyyîn'de bulunan evinde vefat etti ve kendi yaptırdığı dârü'l-Kur'ân'da defnedildi.
İbnü'l-Cezerî'nin altı oğlu İle dört kızı olmuştur. Oğullarından Ebü'1-Feth Muhammed 2 Rebîülevvel 777'de (1 Ağustos 1375) Dımaşkta doğdu; Kur'an'ı ezberledikten sonra kıraat, fıkıh, hadis ve nahiv gibi ilimleri tahsil etti. Babası Bursa'ya gidince Dımaşk'taki görevleri kendisine devredilen Ebü'I-Feth Muhammed814 (1411) yılında vebadan öldü. Diğer bir oğlu Ebü'l-Hayr Muhammed Cemâziyelevvel 789'-da (Haziran 1387) dünyaya geldi. Kıraat ve hadis tahsil etti. 801 {1399) yılında babasının yanına Bursa'ya gitti. Bir ara Fâtih Sultan Mehmed onu Dîvân-ı Hümâ-yun'da tuğra çekmekle görevlendirdi.624 Kardeşleri içinde ilimde temayüz ettiği anlaşılan Ebû Bekir Ahmed 17 Ramazan 780'de (7 Ocak 1379) Dımaşk'ta doğdu. Kur'an'ı hatmettikten sonra Şâtıbî'nin Hırzü'l-emânî'-si başta olmak üzere kıraate dair bazı metinleri ezberledi. Babası onu Mısır'a götürüp ders okumasını sağladı. Ardından onaen-Neşi, Tayyibetü'n-Neşrve Takrîbü'n-Neşr adlı eserlerini okuttu. Ebû Bekir ayrıca zamanın tanınmış âlimlerinden hadis dinledi. Babası Bursa'da iken yanına gidip bir taraftan kendini yetiştirmeye çalışırken diğer taraftan ders verdi; Yıldırım Bayezid'in çocukları onun talebeleri arasında yer aldı. Bursa Uluca-mii'nde imamlık yaptı. Ankara Savaşı sırasında babasıyla birlikte olan Ebû Bekir'i Timur elçi olarak Sultan Nasır Ferec b. Berkuk'a gönderdi. Babası Mâverâün-nehir'de iken Ebû Bekir Bursa'da kaldı. Kardeşi Ebü'I-Feth Muhammed'in ölümü üzerine Sultan Eşref Barsbay tarafından ondan boşalan görevlere tayin edildi. 827'-de (1424) babasıyla birlikte Mısır'da bulundu ve on günlük beraberlikten sonra onu Mekke'ye uğurladı; bir yıl sonraki hac mevsimine kadar burada kalarak babasının Tayyibetü'n-Neşr'i ile tecvide ve hadis ilmine dairMu/caddime'lerini şerhet-ti. 828 (1425) yılında babasıyla birlikte hac görevini ifa etti. Beraber gerçekleştirdikleri Mısır ziyaretinden sonra ailesini almak üzere 829 (1426) yılında Bursa'ya gitti. Bizzat babasının verdiği bu bilgiler karşısında Keş/ü'z-zunûn'da yer alan onun 827'de (1424) öldüğüne dair bilginin doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Ziriklî babasından bir süre sonra vefat ettiğini belirtmiştir. Taşköprizâde. İbnü'l-Cezerî'nin diğer çocuklarının da tecvid, kıraat ve hadis konularında yetişmiş olduklarına işaret etmektedir.625
İlmî Şahsiyeti. İbnü'l-Cezerî'nin zirveye ulaştığı alan hiç şüphesiz ki kıraat İlmidir. İlkdönemlerde değişik konularda kendini yetiştirmeye çalışırken bu alanla ilgisini hiç kesmemiş. Dımaşk. Mısır ve Medine'de kirâat-i seb'a ve kırâat-i aşe-re ile A'meş. Hasan-ı Basrî ve İbn Muhay-sın gibi imamların kıraatlerini muhtelif hocalardan tekrar tekrar okuyarak pekiştirmiş, kıraat vecihlerini meleke haline getirecek ölçüde hıfzetmiştir. Sadece kıraat okuduğu hocalarının sayısının kırkın üzerinde olması, onun bu ilme tutku ölçüsünde kendini verdiğini göstermektedir. Hocalık döneminde de okuttuğu çeşitli dersler arasında kıraati hep ön planda tutmuş, birkaç günlüğüne misafir olarak bulunduğu yerlerde de bu konuda kendisinden istifade etmek için etrafında kalabalıklar oluşmuş, hatta uzun yolculuklar sırasında geçirilen zaman dahi ondan yararlanmak için değerlendirilmiştir.626
Kıraat ve hadis ilmindeki önemi dolayısıyla isnad konusunu ele alan İbnü'1-Ce-zerî isnadı dinin bir rüknü olarak anlamış 627 en-Afeşr'ini yazarken istifade ettiği kıraat kitaplarıyla ilgili bütün senedlerini bu eserin girişinde verdiği gibi CâmFu'l-esânîd adlı kitabını da bu maksatla kaleme almıştır. İbnü'l-Cezerî kıraat ilminde daha çok aşere konusu üzerinde durmuştur. İbn Mücâ-hid'in Kıt âb a 's- Seb'a 'sı ile başlayan kırâat-i seb'a anlayışının Ebû Amr ed-Dâ-nî'nin et-Teysîr'i ve Şâtıbî'nin Hırzü'l-emânî'si gibi eserlerle yaygınlık kazanması, sahih kıraatlerin kırâat-i seb'adan ibaret olduğu ve Hz. Peygamber'in, "Kur-'an yedi harf üzere nazil oldu" mealindeki hadisinde geçen "yedi harf" ile de aynı şeyin kastedildiği gibi bir anlayışın ortaya çıkması, bu sebeple kendisinden önce yazılan ve sekiz, on, on bir, on iki, on üç kıraati ihtiva eden eserlere ilgi gösterilmemesi karşısında İbnü'l-Cezerî, sahih kıraatlerden oluştuğuna inandığı aşere konusunu ciddi şekilde ele almıştır. Önce en-Neşr fi'l-kırâ3âü'l-caşr adlı eserini yazmış, ardından onu Tayyibetü'n-Neşr ile manzum hale getirmiş, daha sonra da Talfribü'n-Neşr fi'l-kırtfâti'l-'aşr adıyla eserini ihtisar etmiştir. Amacı da öğretim programlarında seb'anın yerini aşerenin almasını sağlamaktı. İbnü'l-Cezerî, bu çalışmalarıyla kırâat-i seb'a anlayışına alternatif bir program ortaya koymakla yetinmemiş, bu anlayışın yaygınlaşmasında önemli yeri olan eserlerden Şâtıbî'nin Hn-zü'i-emdnîadlımanzumesindeki yedi kıraati ona tamamlamak üzere ed-Dürre'-yi nazmetmiş, ardından Ebû Amr ed-Dâ-nî'nin et-Teysîr"me Ebû Ca'fer el-Kârî, Ya'küb el-Hadramîve Halef b. Hişâm'ın kıraatlerini de ilâve etmek suretiyle Tah-bîrü't-Teysîr fî kırâ'âti'l-e'immeti'l-'aşe-re adlı eserini meydana getirmiştir.628 Aşere üzerinde dururken yedi imama ilâve ettiği üç imamın kıraatlerinin de sahih senedle geldiğini, onların her bir rüknünün Hz. Osman'ın mus-haflarının hattına, bir veçhile de olsa nahiv kaidelerine uygun olduğunu savunmuştur. İbnü'l-Cezerî bu çabalarında amacına ulaşmış. İbn Mihrân en-Nîsâbû-rî'nin ilk defa el-Ğâye fi'l-kırtfâti'l-'aşr adlı eseriyle bir araya getirdiği meşhur on imamın kıraati onun bu çalışmalarıyla yaygınlaşmış ve zaman içinde bu ilmin öğretiminde bütünlüğünü koruyarak günümüze ulaşmıştır. Bazı İslâm ülkelerinde, özellikle Türkiye'de kıraat tedrisatında korunagelen icazet geleneğindeki isnad zincirlerinin genellikle İbnü'l-Cezeri'ye dayanması, diğer bir ifadeyle günümüzden Hz. Peygamber'e ulaşan kıraat silsilelerinin en yoğun kesişme noktasında İbnü'l-Cezerî'nin bulunması onun bu ilimdeki haklı otoritesiyle doğrudan ilgilidir.
İbnü'l-Cezerî, gençlik yıllarında kaleme aldığı Müncidü'l-mukrfîn adlı eserinde aşerenin bütün ihtilâf unsurlarıyla mütevâtir kıraatler olduğunu ileri sürmüş, kıraat vecihlerinden med, imâle ve hemzenin teshili gibi konulardaki farklılıkları mütevâtir saymayan İbnü'l-Hâcib'i eleştirerek idgam, "râ"nın terkikı, "lârrTın tağlîzi, harekenin nakli gibi konular dahil olmak üzere aşere içinde yer alan bütün kıraat vecihlerinin mütevâtir olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Kırâat-i seb'a içinde sadece imâle ve med gibi usule dair konularda değil ferş-i hurûfta da şâz unsurların bulunduğunu ileri süren Ebû Şâme'yi eleştirirken daha ağır bir üslûp kullanmıştır.629 Ancak İbnü'l-Cezerînin yetişkinlik döneminde kaleme aldığı en-A/eşr'inde bu anlayışını yumuşattığı, "mütevâtir" terimi yerine "sahih" kelimesini kullandığı, hatta önceki görüşünde yanıldığını itiraf ettiği görülmektedir. Buna göre bir kıraatin sahih olabilmesi için onun resm-i hatta, bir veçhile de olsa nahiv kaidelerine uygun olması ve sahih bir senedle gelmesi önemlidir. Bu şartları taşımayan bir kıraat vechi -yedi kıraat içinde de olsa-şâzdır ve bâtıldır.630 el-Ah-rufü's-seb'a konusunda genelde İbn Ce-rir et-Taberî, İbnAbdülber. Mekkîb. Ebû Tâlib gibi düşünen İbnü'l-Cezerî'ye göre meşhur on kıraat, Hz. Peygamberin el-ahrufü's-seb'a hadisinde geçen yedi harften biri veya onun bir cüzüdür. Hz. Osman'ın mushaflan da bu yedi harften birine göre yazılmış, ancak nokta ve hareke taşımadıklarından bir harften daha çok okuyuşa imkân vermiştir.631
İbnü'l-Cezerî, kıraat ilminin Öğretiminde cem' metodunun uygulanabileceği görüşündedir. Ancak bu metotla okumaya geçmeden önce talebenin bütün kıraatleri infirâd üzere okuması, kıraat ve resm-i hatta dair birer kitabı ezberlemesi, tecvidi ve harflerin sıfat ve mahreçlerini öğrenip uygulayabilmesi gerekir. Kıraat vecihlerini cemederken uygun olmayan yerlerde durmamaya ve vakıf sonrasında uygun olmayan yerlerden başlangıç yapmamaya dikkat edilmelidir. Bazı müteahhir kurrânın yaptığı gibi kıraat farklılıklarını kelime kelime okuyarak göstermek bid'attır.632
Onun ilmî mesaisi içinde hadisin de önemli bir yeri vardır. Gençlik yıllarında hadis tahsiline ciddi şekilde eğildiği gibi yetişkinlik döneminde gittiği her yerde hadis dersleri de vermiş, Şahîh-i Buhâ-rî'y'ı ve kendi eseri Şerhu'l-Meşâbîh'i çeşitli talebe gruplarına takrir etmiş. Ka-hire'de Ahmed b. Hanbel ve Şafiî'nin el-Müsned adlı eserlerini okutmuştur.633 Ebü'l-Fütûh Ahmed b. Abdullah et-Tâ-vûsî, kendi döneminde onun gerek âlî is-nadve hadislerin hıfzı, gerekse cerh ve ta'dîl konularında yegâne âlim olduğunu belirtmiş, Şahîh-i Buhârî ve Şahîh-i Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâ-ce'nin es-Sünen, Dârimî. Şâfıî ve Ahmed b. Hanbel'İn el-Müsned adlı eserleri, Mâlik'in el~Muvatta\ Begavî ve NevevTnin bazı eserleriyle ilgili senedlerini ortaya koyduğunu söylemiştir.634 Süyûtî de onun için, "Kıraatte eşsiz bir imamdı" derken hadiste hafız olduğuna işaret etmiştir.635
İbnü'l-Cezerî, zamanın fıkıh otoritelerinden fıkıh tahsil etmesine ve onların kendisine fetva icazeti vermesine rağmen bir fakih olarak ön plana çıkmamış, Dımaşk kadılığında görevlendirilmesi ve Şîraz'da uzun müddet kadılık yapması da bu alanda ona bir şöhret kazandırma-mıştır. Kaza ve fetvadaki üslûbu eleştirilmiş, aklına geleni tartıp düşünmeden söylediği ileri sürülmüştür.636 Süyûtî de onun fıkıh bilmediği görüşündedir.637
Dostları ilə paylaş: |