Kadina yöneliK ŞİddetiN Önlenmesinde mevzuattaki ve uygulamadaki noksanliklarin tespiTİne iLİŞKİn rapor


TRT’de Yönetmen Ve Medya İzleme Grubu (Mediz) Temsilcisi Nuran Bayer



Yüklə 447,57 Kb.
səhifə12/18
tarix14.01.2018
ölçüsü447,57 Kb.
#20524
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   18

9. TRT’de Yönetmen Ve Medya İzleme Grubu (Mediz) Temsilcisi Nuran Bayer

10/03/2010 Çarşamba günü saat 14:00’da TRT’de yönetmenlik yapmakta olan ve MEDİZ temsilcisi olan Nuran Bayer, alt komisyon tarafından dinlenmiştir.


Nuran Bayer tarafından 30 yıldır TRT’de yönetmen olarak çalıştığı ifade edilmiş ancak Komisyon toplantısına MEDİZ adına katıldığı söylenmiş; TRT’de kadın programlarını dönüştüren iki kişiden birisi olduğu ifade edilmiş, ancak TRT’de bu bilince ve bakış açısına sahip fazla insan bulunmadığı belirtilmiş; 1979 yılından beri programların içeriklerinin dönüşmesi ve değişmesi için mücadele edildiği ifade edilmiştir. Bu çabaların sonucu olarak, kadına bir birey, bir yurttaş olarak bakan, kadını aile ve anne kavramları dışında gören programların yapılmaya başlandığı ifade edilmiştir. Ancak son dönemlerde TRT’nin yakalanan bu bakış açısını kaybettiği; TRT kamu hizmeti yayıncısı olduğu için özel televizyonlardan beklenmeyen şeylerin TRT tarafından yapılmasının gerektiği ve Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu sözleşmelerin en önemli takipçisinin TRT olması gerektiği belirtilmiştir.
TRT’de son zamanlarda “Çeyiz Show” adı altında bir program başladığı, bunun şok edici olduğu, toplumda kadınların hala alınır, satılır, çeyizleriyle var olan insanlar olarak algılandıkları, genç kadınların bu tür bir algı içine sokulduğu ifade edilmiştir. Bu tür yanlışlar yapıldığı zaman bunun yöneticilerle paylaşıldığı, ancak TRT’de bu tür feminist bakış açılarına karşı dışlayıcı bir tutumun olduğu; kadınların özgürlükleri ve birey olmaları konusundaki çıkışlarının ister istemez feminizmin özünde olduğu, bazı üst kademe yöneticilerin ve sanatçıların “Ben feminist değilim.” şeklinde yaptığı açıklamaların doğru olmadığı ifade edilmiştir.
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün TRT’den ilgilileri sık sık toplantıya çağırdığı, bu tür toplantılara karar verici pozisyonundaki kişilerin katılmasının gerektiği; bu kişilerin bu toplantılara katıldığı durumlarda dahi TRT’de konuya ilişkin çalışma yapılmadığı söylenmiştir.
Türkiye’de kamu hizmeti yayıncılığı yapan kuruluşlardaki hiçbir yöneticinin Türkiye’nin CEDAW’a imza attığını bilmediği, buna RTÜK’ün de dahil olduğu, RTÜK’te bir kadın üye hariç hiçbir üyenin CEDAW’dan haberdar olmadığı; Türkiye’nin AB’ye üye alınmamasının en önemli sebeplerinden bir tanesinin kadın-erkek eşitliği alanında ilerleyememiş olması olduğu, bunun gayet iyi bilinmesine rağmen bu konuda ilerleme sağlanamadığı anlatılmıştır.
2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesinin çok büyük önem taşıdığı söylenmiştir. Medyada kadına yönelik şiddet konusunda bir şey yapılamamasının ana sebebinin, bu konuda ilerlemeye yönelik gösterilen direnç olduğu ifade edilmiştir. Muhafazakar yahut dinsel medya olarak nitelendirilebilecek medyada kadına biçilen rol gereğince, kadının sürekli ağlayan ve yalvaran kişi olarak gösterildiği; muhafazakar kesimde bulunan kadınlar birey olsunlar, ayakları üzerinde dursunlar istendiği zaman, din alet edilerek, kadınların gelişmesinin önüne geçildiği anlatılmıştır. Kürtajı konu alan bir programda, kadınların günah işledikleri zaman cezalandırılacakları vurgulanarak, kadınların travma yaşamalarına sebep olunduğu, oysa kadının kendi bedeni üzerinde karar verme hakkının bulunduğu ifade edilmiştir. Gene yapılan bazı programlarda kadınların ve erkeklerin çeşitli şekillerde yaftalandıkları, bu tür programların RTÜK vasıtasıyla denetlenmesinin gerektiği ifade edilmiştir.
TRT’de bazı programların sunucularının kadın ve erkek rolleri üzerine zaman zaman kişisel görüşlerini beyan ettikleri ancak bunun yapılmamasının gerektiği, çünkü medya aracılığıyla geleneksel rol modellerinin tekrar tekrar insanların kafasına nakşedildiği belirtilmiştir. Medyada kullanılan dil ve görsel malzemenin cinsiyetçi olduğu; özel hayatın teşhirinin daha çok kadınlar üzerinden yapıldığı, özel hayatın dokunulmazlığı ihlal edilerek kadınların özgürlük alanlarının kısıtlandığı; tecavüz gibi cinsel suçların pornografik malzeme olarak sunulduğu; şiddete maruz kalanların cinsiyetçi yargılar eşliğinde sanık sandalyesine oturtulduğu, şiddet ya da tecavüze maruz kalan kadınların ahlak ve yaşam biçimlerinin sorgulandığı ifade edilmiştir. Ekonomi, siyaset, uluslar arası ilişkiler gibi alanlarda bilgi ve birikim sahibi olan kadınların yok sayılmasının, bu kadınların meslekleriyle ilgili rollerinin yok sayılmasının bu kadınlar için psikolojik şiddet olduğu söylenmiştir. Medyada kadınların hayatına ilişkin konular işlenirken dahi ilgili tartışmaların erkeklerce yapıldığı, Türkiye’de baş örtüsüyle ilgili tartışmaların dahi erkeklerce yapıldığı, bu konuda kendi alanında yıllardır mücadele veren kadınların yaptığı çalışmaların görmezden gelindiği belirtilmiştir.
Haber ve tartışma programlarında kadınlara yer verilmeyerek kadınların daha da görünmez kılındığı, tartışmalarda bilirkişi olarak başvurulan kişilerin “akil adam” olarak addedildikleri, “akil insan” denilmediği, sadece erkeklerin bir konuda uzman olabileceğine ilişkin bir algının yerleşik olduğu ifade edilmiştir. Medyada çalışan kadınlarla ilgili olarak Türkiye İstatistik Kurumu ile Gazeteciler Cemiyetinin yaptığı iki araştırmanın olduğu, bu araştırma sonuçlarına göre şu anda kadın genel yayın yönetmeni bulunmadığı, “anchorman”e bütün dünyada “anchorperson” denildiği ancak Türkiye’de halen “anchorman” denilmeye devam edildiği ifade edilmiş; kitle iletişim araçlarının içerisinde aslında bir değişim ve dönüşümün olmadığı, kitle iletişim araçlarının içerisinde çalışan kadınların oranının % 7-10 aralığında olduğu, bunun da, geçerli olan verili erkek bakışlı sistemin, kadınlar tarafından da sürdürülebilirliğini sağladığını söylenmiştir. Birleşmiş Milletlerin “kritik eşik” denilen bir kavramı olduğu, buna göre bir yerde bir grubun temsil edilebilmesi için, bu gruptan %30 oranında temsilcinin yer almasına gerek olduğu ifade edilmiş; bunun altındaki bir oranda temsilin temsil sayılmadığı ve dengelerin bozulduğu anlamına geldiği, bu yüzden medyada kadınların bu oranda temsil edilmelerinin söylem geliştirmelerini engellediği belirtilmiştir. TV ana haber bültenleri yönetim kadrolarının %16’sının kadın olduğu, ancak bu kadınların çoğunluğunun da karar verici konumda bulunmadığı; yaygın ve genel TV kanallarındaki siyasi tartışma programları yapanların neredeyse %0’ının kadın olduğu, TV ana haber bültenlerinde dış seslerin sadece %25’inin kadın olduğu, TV ana haber bülteni yorumcularının %0’ının kadın olduğu, ana haber bültenlerindeki kadın kameramanların oranının da %0 olduğu ifade edilmiştir.
Kadınların Medya İzleme Grubu’nun (MEDİZ), Medyada Kadınların Temsil Biçimleri Araştırmasına göre kadınların baş sayfalardaki temsil oranının %21 olduğu, ortalama beş haberden sadece bir tanesinde kadına yer verildiği, gazeteler muhafazakarlaştıkça bu oranın %10’dan %1’e kadar düştüğü ifade edilmiştir. Kadınlara ilişkin haberlerin %52’sinin yaşam, magazin alanında olduğu; bu oranın ekonomiye ilişkin haberlerde %6’ya, eğitime ilişkin haberlerde ise %2’ye düştüğü söylenmiş; haber kaynaklarının sadece %18’inin kadın olduğu belirtilmiştir. Haberler, manşetler, içerikler yapılırken kadınların, bireysel varlığı olmayan eş ve anne, fedakar kadın, magazin malzemesi, konu mankeni, cinsel nesne olarak kullanıldığı söylenmiştir. Uzman konuk ya da dinleyici olarak radyo programlarına katılanların büyük oranda erkek olduğu, her dört katılımcıdan sadece bir tanesinin kadın olduğu belirtilmiştir. Tüm medyada kadınların hak mücadeleleri ve eylemlerinin yer alma oranının %3 olduğu ifade edilmiştir. MEDİZ’in araştırmasından sonra İRİS’in bir araştırma yaptığı, bu araştırmada NTV’de yayımlanan Neden isimli programın incelendiği belirtilmiş; toplam 37 programa 222 konuk katıldığı, bunlardan 200 tanesinin erkek olduğu, 22 tanesinin kadın olduğu; kadın katılımında program ortalamasının %1.3 olduğu; konukların hepsinin erkek olduğu program sayısının 22 olduğu, konukların hepsinin kadın olduğu program sayısının ise 1 olduğu ifade edilmiştir.
MEDİZ’in yaptığı araştırmaya göre, dizilerde örtük ve direkt olmak üzere iki tür söylem olduğu ifade edilmiş; burada önemli olanın örtük söylem olduğu, çünkü bunun bilinçaltına işleyen bir tarafı olduğu; direkt söylemin ise akıldan çıkabildiği söylenmiştir. Şiddetin meşruluğunun, namusun kutsallığının, sisteme kayıtsız şartsız uyumun, kadın-erkek işlerinin ayrışıklığının, para ve iktidar işlerinin kadınlara yakışmaması gibi yaklaşımların, bir örtük söylem olarak dizilerde yer aldığı belirtilmiştir.
Medyada, kadınların üst düzey iş konularına ve yönetim kademelerine ulaşamaması sonucunu doğuran dikey ayrımcılıkla, çalışma alanının toplumsal cinsiyet doğrultusunda ayrıştırmasına dayanan yatay ayrımcılığın yoğun bir şekilde sunulmasının, MEDİZ’in yaptığı araştırmadan çıkan sonuç olduğu ifade edilmiştir. Medyada daha yatay, daha demokrat bir yönetim yerine, daha dikey, daha otoriter ve diktatöryel bir yönetimin varlığının da, kadınların medyada var olma şanslarını düşürdüğü ifade edilmiş; sermaye ve reklam verenlerin biçimlendirdiği medyanın sadece patronajı değil, medya çalışanlarını da biçimlendirdiği anlatılmıştır. Sonuç itibariyle medyanın reklam verenlere göre biçimlenmesinin medyayı olumsuz şekilde etkilediği vurgulanmıştır.

Genel olarak medyanın CEDAW’ın açık hükümlerine aykırı davranış sergilediği ancak bu konuda şimdiye kadar RTÜK tarafından ne bir izlemenin ne de değerlendirmenin yapılmadığı ifade edilmiştir. Bu konuda değerlendirme yapılıp yapılmadığının RTÜK’e sorulduğu ancak bu güne cevap alınamadığı söylenmiştir.


Bütün medyada, kadınların beğenilen, arzulanan modeller olmaları için yoğun bir bombardımanın olduğu, ratingi arttırmak için bunun yeniden ve yeniden üretildiği ve kadınların ciddi bir magazin kültürüne hapsedildiği ifade edilmiştir.
Bilindiği gibi Türkiye’nin durumunun CEDAW Komitesine dört yılda bir raporlandığı, dört yıl önceki raporda medyaya ilişkin çok ciddi eleştirilerin yapıldığı; raporda, ülkemizde medyanın, kadınlara karşı ayrımcı olan cinsiyetçi rol karakterlerini yeniden ürettiğinin saptandığı ve Türkiye’ye tavsiyelerde bulunulduğu ifade edilmiştir. Avrupa Komisyonunun 2006-2010 yol haritasında toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin öncelikli alanlar olduğu, UNESCO’nun 2008-2013 yılları arasına toplumsal cinsiyet eşitliğini kritik konu olarak koyduğu söylenmiştir.
Amerika’da üç tane kadın medyasının bulunduğu, bunların Amerika’da incelendiği, gerçekten başarılı çalışmalar yaptıklarının tespit edildiği; Türkiye’de de benzeri bir çalışmanın denendiği ancak maddi yetersizlikler yüzünden gerçekleşemediği ifade edilmiştir.
İşitsel ve görsel yayıncılığı düzenleyen Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında 3984 sayılı kanunda, yayın ilkelerini düzenleyen 4. maddenin (d) bendinde, insanların cinsiyet ve bezeri nedenlerle kınanmaması ve aşağılanmamasının; (u) bendinde, kadınlara karşı şiddet ve ayrımcılığın teşvik edilmemesinin hüküm altına alındığı; ancak bu maddenin gerekçe gösterilerek bir uygulama yapıldığının bugüne kadar görülmediği söylenmiştir. 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesinde, adı geçen kanunun 4. maddesinin (d) bendinde yer alan cinsiyet ayrımcılığı, çocuk istismarı ve şiddet içerikli yayınlara uygulanan hukuksal yaptırımın yetersiz olduğunun belirtildiği; cinsiyetçi olmayan bir medya konusunda ilk yapılması gerekenlerden bir tanesinin, Başbakanlık Genelgesi doğrultusunda mevcut medya hukukunun, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınlarına ilişkin kanunun, RTÜK’ün Kuruluş ve Görevleri Kanununun ve ilgili yönetmeliklerin güncellenmesinin gerektiği, bu güncellemeyle birlikte yaptırım güçlerinin de arttırılmasının gerektiği ifade edilmiştir.

MEDİZ’in toplam 22 kadın kuruluşunun beraber oluşturduğu bir yapılanma olduğu, İRİS’in de bunlardan bir tanesi olduğu, ancak bu kuruluşların hiçbir yerden maddi yahut manevi destek almadığı, tamamıyla gönüllülük üzerinden yürüdüğü, ancak bu tür örgütlerin CEDAW’da da belirtildiği üzere desteklenmesinin gerektiği ifade edilmiştir. Kendilerinin bir girişim grubu olduğu, dernek ya da vakıf olmadıkları, bu sayede hızlı karar alıp harekete geçebildikleri söylenmiş; dünyada bu tür “watch group”ların olduğu, İRİS’in de bu şekilde bir gözlem grubu olduğu ve gözlemlerin anında paylaşılıp harekete geçildiği ifade edilmiştir. Bu tip kuruluşların devletten destek almaları durumunda, tarafsız kalıp kalamayacaklarının sorulması üzerine, Nuran Bayer tarafından bu kuruluşların hepsinin kadından yana taraf olduğu ifade edilmiş, İRİS’in bir yerden destek almadan çalışma yapmaya çalıştığı anlatılmıştır. Bu tür kuruluşlara devletin katkısının olmasının gerektiği, bu işi ancak STK’lar yaparsa tarafsız sonuçlar ortaya çıkacağı, aynı şekilde sığınma evlerinin de STK’lar tarafından işletilmesinin gerektiği ancak devlet katkısının gerekli olduğu anlatılmıştır. Bütün dünyada sığınma evlerinin STK’lar tarafından işletildiği ancak devletin bunlara maddi katkı sağladığı belirtilmiştir.


MEDİZ benzeri örgütlerde mutlaka alanında uzman insanların, akademisyenlerin bulunmasının gerektiği, Avrupa Birliğinin de artık bu konuya önem verdiği, AB’den proje alıp para kazanmak için çok sayıda şirket kurulduğu ancak bunun önüne geçilmeye çalışıldığı ifade edilmiştir. CEDAW Komitesine bir hükümet görüşünün gittiği, bir de arkasından gölge raporun gittiği, bu gölge raporun taraflarınca yazıldığı ifade edilmiş; Türkiye’deki kadın örgütleri arasındaki iletişimin kuvvetli olduğu, kadın örgütleri sayesinde Türkiye’de bazı ilerlemelerin gerçekleştiği anlatılmıştır.


Yüklə 447,57 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   18




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə