arkasında eşit olmayan bir fon var." Langdon dikkat çekici tutarsızlığı gösteriyordu. "Da
Vinci sol taraftaki ufuk çizgisini sağdakinden belirgin derecede aşağıda çizmişti."
Mahkûmlardan biri, "Yüzüne gözüne mi bulaştırmış yani?" diye sormuştu.
Langdon kıkırdayarak gülmüştü. "Hayır. Da Vinci bunu sık yapmazdı. Doğrusu, bu Da
Vinci'nin başvurduğu ufak bir hileydi. Da Vinci sol taraftaki kır planını daha aşağıda tutarak,
Mona Lisa'nın sağ tarafta olduğundan daha büyük görünmesini sağlamıştı.
Resmin içindeki
küçük bir Da Vinci şakası. Tarihte erkeklere ve dişilere atfedilmiş yönler vardır, sol dişi, sağ
erkektir. Da Vinci dişi ilkelerin büyük bir hayranı olduğundan
Mona Lisa'yı sol tarafta,
sağdan daha büyük görünecek şekilde çizmişti."
Keçisakallı ufak bir adam, "Ben onun o biçim olduğunu duymuştum," demişti.
Langdon yüzünü buruşturmuştu. "Tarihçiler genellikle böyle demezler ama evet,
Da Vinci
bir homoseksüeldi."
"Bu yüzden mi dişilere kafayı bu kadar takmıştı?"
"Aslına bakılırsa Da Vinci, erkekle dişi arasındaki
dengeyi vurgulardı. İnsan ruhunun,
erkek ve dişi unsurlar bir arada olmadan aydınlanamayacağına inanırdı."
Birisi, "Yani piliçlerle babafingolar gibi," diye seslenmişti.
Bu sözler abartılı kahkahalara neden olmuştu. Langdon hermaphrodite kelimesinin
kökenbilîmsel açıklamasını yapıp, Hermes ve Afrodit'le olan bağlantısını anlatmayı düşünmüş
ama içinden bir ses ona sözlerinin bu kalabalıkta kaybolacağını söylemişti.
İri kıyım bir adam, "Hey, Bay Langford," dedi. "
Mona Lisa'nın Vinci'nin kadın kılığında
kendi resmi olduğu doğru mu? Bunun doğru olduğunu duydum."
Langdon, "Bu
doğru olabilir," demişti. "Da Vinci şakacı biriydi ve
Mona Lisa ile Da
Vinci'nin kendi yüzüne ait çizdiği portreler bilgisayarda karşılaştırıldığında önemli
benzerlikler bulundu. Da Vinci her neyin peşinde olursa olsun," demişti. "Onun
Mona Lisa'sı
ne dişi, ne de erkekti. İçinde ince bir androjen mesajı var. Her ikisinin birbirinin içinde erimiş
hali."
"Bunun,
Mona Lisa’nın çirkin bir piliç olduğunu söylemenin Harvard'cası olmadığına
emin misin?"
Langdon gülmüştü. "Haklı olabilirsin. Ama Da Vinci tablonun androjen olduğuna dair pek
çok ipucu bırakmıştı. Aranızda hiç Amon diye bir Mısır tanrısı duyan var mı?"
İri adam, "Evet ya!" demişti. "Erkek bereket tanrısı!"
Langdon etkilenmişti.
"Bütün kutu Amon prezervatiflerinin üstünde böyle yazıyor." İri adam arsızca sırıtmıştı.
"Ön tarafta elinde koç başı tutan bir erkek var üstünde Mısır bereket tanrısı olduğu yazıyor."
Langdon bu markaya aşina değildi ama korunma üreticinin
hiyeroglifleri doğru
kullandığına memnun olmuştu. "Aferin. Amon gerçekten de koç başı tutan bir erkekle ifade
edilir ve onun rasgele cinsel ilişkileriyle kıvrımlı boynuzları, günümüzün cinsel argosu 'azgın'
ile ilişkilidir."
"Atma!"
"Atmıyorum," demişti Langdon. "Peki Amon'un karşı cinsteki denginin kim olduğunu
biliyor musunuz? Mısır bereket
tanrıçası?"
Sorunun ardından saniyeler süren bir sessizlik hâkim olmuştu.
Elinde bir keçeli kalem tutan Langdon onlara, "İsis," dedi. "Demek bir erkek tanrı Amon
var." Bunu yazmıştı. "Ve bir de dişi tanrıça İsis, eski resim yazılarında
bir zamanlar ona
L'ISA denirdi."
Langdon yazma işini bitirince, projektörden uzaklaştı.
A M O N L ' I S A
"Çağrışım yapıyor mu?" diye sormuştu.
Birisi soluk soluğa, "
Mona Lisa... tanrı aşkına," demişti.
Langdon başını sallamıştı. "Beyler,
Mona Lisa'nın sadece yüzü androjen olmakla kalmaz,
ismi de erkek ile dişinin ilahi birleşiminin bir anagramıdır. Ve işte bu dostlarım, Da Vinci'nin
küçük sırrı ve
Mona Lisa'nın bilmiş gülümsemesinin nedenidir."
Mona Lisa'dan üç metre kadar ötede birden dizlerinin üstüne çöken Sophie, "Büyükbabam
buradaydı," dedi. Siyah ışığı usulca parkedeki bir noktaya tuttu. İlk
başta Langdon hiçbir şey
görememişti. Ama sonra onun yanında diz çöktüğünde, parıldayan ufak bir damlacık gördü.
Mürekkep mi? Birden, siyah ışığın aslında ne iş için kullanıldığı aklına gelmişti.
Kan. Tüyleri
ürpermişti. Sophie haklıydı. Jacques Sauniére ölmeden önce
Mona Lisa’yı ziyaret etmişti.
Ayağa kalkan Sophie, Bir nedeni olmasaydı buraya gelmezdi," diye fısıldadı. "Burada
bana bir mesaj bıraktığını biliyorum."
Mona Lisa’ya doğru son adımlarını hızla atarak,
tablonun hemen önündeki yere ışık tuttu. Işığı çıplak parkenin
üstünde ileri geri hareket
ettiriyordu,
"Burada hiçbir şey yok!"
Langdon o sırada,
Mona Lisa’nın önündeki koruyucu camın üstünde mor bir parıltı
görmüştü. Eğilerek Sophie'yi bileğinden tuttu ve ışığı yavaşça tablonun üstüne doğrulttu.
Her ikisi de donakalmalardı.
Camın üstünde, tam olarak
Mona Lisa'nın yüzüne gelecek şekilde karalanan dört kelime
mor ışıkla parlıyordu.
27
Sauniére'in masasında oturan Teğmen Collet, duyduklarına inanamadığından, telefonu
kulağına iyice bastırıyordu.
Fache'yi doğru mu duydum? "Bir kalıp sabun mu? Ama
Langdon'ın GPS noktacığından nasıl haberi olmuş olabilir?"
Fache, "Sophie Neveu," diye karşılık verdi. "O söyledi."
"Ne! Neden?"
"İyi soru ama az önce onun ispiyonladığını kanıtlayacak bir kayıt dinledim."
Collet söyleyecek kelime bulamıyordu. Neveu ne düşünüyordu? Fache'nin
elinde
Sophie'nin bir DCPJ operasyonuna mani olduğuna dair kanıt vardı. Sophie Neveu kovulmakla
kalmayacak, aynı zamanda hapse atılacaktı. "Ama yüzbaşım... peki o zaman Langdon şimdi
nerede?"
"Orada hiç yangın alarmı çaldı mı?"
"Hayır efendim."
"Büyük Galeri kapısının altından geçen kimse de olmadı değil mi?"
"Hayır. Kapıda Louvre güvenlik görevlisi duruyor. Sizin emrettiğiniz gibi."
"Peki, o zaman Langdon hâlâ Büyük Galeri'de olmalı."
"İçerde mi? Ama ne yapıyor ki?"
"Louvre güvenlik görevlisi silahlı mı?"
"Evet efendim. Kıdemli bir memur."
Fache, "Onu içeri gönderin," diye emretti. "Adamlarımı birkaç dakikadan önce o bölgeye
gönderemem ve Langdon'ın kaçmasını istemiyorum.” Fache durdu. "Ayrıca
görevliye Sophie
Neveu'nun da onunla birlikte olacağını haber versen iyi olur."
"Ajan Neveu'nun gittiğini sanıyorum."
"Onun gittiğini tam olarak gördün mü?"
"Hayır efendim, ama..."
"İyi, oradaki kimse de gittiğini görmedi. Sadece içeri girdiğini gördüler."
Collet, Sophie Neveu'nun cesareti karşısında küçük dilini yutmuştu.
O hâlâ binanın içinde
mi?
Fache, "Bu işi hallet," diye emretti. "Oraya geldiğimde Langdon ile Neveu'yu namlunun
ucunda istiyorum."
Römorklu kamyon uzaklaşırken, Yüzbaşı Fache adamlarını topladı. Robert Langdon çetin
ceviz çıkmıştı ve şimdi Ajan Neveu, ona yardım ediyordu.
Onu yakalamak düşündüğünden
daha zor olabilirdi.
Fache işi şansa bırakmamaya kararlıydı.
Kesin emirler vererek, adamlarının yarısının Louvre'a geri gitmelerini istedi. Diğer yarıyı,
Langdon’ın Paris'te sığınacağı tek olası limanı beklemeye gidecekti.