Marie kâğıdı alırken neşeli görünüyordu. "Paris'te, bu gül ağacı, kutunun geri döndüğünü
görmekten son derece memnun olacağını bildiğim bir bankacı var. André Vernet, Jacques'in
çok yakın bir arkadaşıydı ve Jacques, ona son derece güveniyordu. André, Jacques'in bu
kutunun korunması ricasını yerine getirmek için her şeyi yapardı."
Buna beni vurmak da dahil, diye düşünen Langdon, adamcağızın burnunu kırmış
olabileceğini hatırlayarak, bu konuya değinmemeye karar verdi. Langdon Paris'i
düşündüğünde aklına aynı gece öldürülen diğer üç sénéchaux gelmişti. "Peki ya tarikat?
Şimdi ne olacak?"
"Çarklar dönmeye başladı bile Bay Langdon. Kardeşlik yüzyıllardır ayakta, bunu da
atlatacaktır. Üst kademeye geçmek ve yeniden yapılanmak için sırada bekleyenler var."
Langdon gece boyunca Sophie'nin büyükannesinin tarikat faaliyetleriyle yakın bağlan
olduğundan şüphelenmişti. Her şeyden önce, tarikatın her zaman kadın üyeleri olmuştu. Dört
Büyük Üstat kadındı. Sénéchaux'lar geleneksel olarak erkeklerden –muhafızlar- seçiliyordu
ama tarikatta kadınların daha yüce bir statüsü vardı ve herhangi bir kademeden en üst
kademeye geçebilirlerdi.
Langdon, Leigh Teabing'i ve Westminster Manastırı'nı düşündü. Aradan yıllar geçmiş gibi
geliyordu. "Kilise eşinize Zamanın Sonu geldiğinde Sangreal Belgeleri'ni açıklamaması
yolunda baskı yapıyor muydu?"
"Aman Tanrım hayır. Zamanın Sonu paranoyak zihinlerin uydurması. Tarikat
öğretilerinde, Kâse'nin açıklanması gereken tarihe değinen hiçbir şey yoktur. Tam aksine,
tarikat her zaman Kâse'nin asla açıklanmaması gerektiğine inanmıştır."
Langdon şaşırmıştı. "Asla mı?"
"Ruhlarımızı ayakta tutan gizem ve meraktır, Kâse'nin kendisi değil. Kâse'nin güzelliği
onun semavi doğasındadır." Marie Chauvel şimdi Rosslyn'e bakıyordu. "Bazıları için Kâse,
onlara sonsuz hayatı getirecek olan kadehtir. Bazıları için ise, kayıp belgelerin ve gizli tarihin
arayışı. Ve pek çokları için sanırım Kutsal Kâse sadece muhteşem bir fikirdir... günümüzün
kaos içindeki dünyasında bile bizlere ilham verecek ulaşılmaz bir hazine."
"Peki ama Sangreal Belgeleri gizli kalırsa, Magdalalı Meryem hikâyesi sonsuza dek yok
olmayacak mı?"
"Öyle mi olacak? Etrafınıza bakın. Onun hikâyesi resimde, müzikte ve kitaplarda
anlatılıyor. Her gün biraz daha fazla. Sarkaç sallanıyor, Tarihimizin tehlikelerini anlamaya
başlıyoruz... ve yıkıcı yollarımızı. Kutsal dişiyi yeniden canlandırmamız gerektiğinin farkına
varıyoruz," Durdu. "Kutsal dişi sembolleri hakkında bir araştırma yazdığınızı söylemiştiniz,
öyle değil mi?"
"Evet."
Gülümsedi. "Onu bitirin Bay Langdon. Onun şarkısını söyleyin, Dünyanın modern
ozanlara ihtiyacı var."
Verdiği mesajın üzerinde yarattığı ağırlığı hisseden Langdon sustu. İlerideki açık arazide
ay, ağaçların üstünde yükseliyordu. Gözlerini Rosslyn'e çeviren Langdon, onun sırrını
öğrenmek için çocuksu bir heves duydu. Sorma, dedi kendi kendine. Zamanı uygun değil.
Marie'nin elindeki papirüse, sonra da Rosslyn'e baktı.
Neşeli görünen Marie, "Soruyu sorun Bay Langdon," dedi. "Doğruyu duymayı hak
ettiniz."
Langdon yüzünün kızardığını hissetti.
"Kâse'nin burada, Rosslyn'de olup olmadığını bilmek istiyorsunuz."
"Bana söyleyebilir misiniz?"
Marie öfkelenmiş gibi içini çekti. "Şu insanlar neden Kâse'nin huzur içinde yatmasına izin
vermiyorlar?" Sonra güldü, eğlendiği belli oluyordu. "Neden burada olduğunu
düşünüyorsunuz?"
Langdon, onun elindeki papirüsü işaret etti, "Eşinizin şiiri açıkça Rosslyn'den bahsediyor
ama bir de Kâse'ye bekçilik eden bıçak ile kadeh var. Orada bıçak ve kadeh sembollerini
göremedim."
Marie, "Bıçak ve kadeh mi?" diye sordu. "Tam olarak neye benziyorlar?"
Langdon, onun kendisiyle dalga geçtiğini anlamıştı ama oyuna katılarak, sembolleri
çabucak tasvir etti.
Marie'nin yüzünden belli belirsiz bir hatırlama ifadesi geçti. "Ah, evet, elbette. Bıçak,
erkek olan her şeyi temsil eder. Şu şekilde çiziliyor, öyle değil mi?" İşaret parmağını
kullanarak, avuç içine bir şekil çizdi.
"Evet," dedi Langdon. Marie, şeklin daha az kullanılan kapalı biçimini çizmişti ama
Langdon sembolün her iki kullanılışını da önceden görmüştü.
Yine avuç içine çizerek, "Ve tersi ise," dedi. "Dişiyi temsil eden kadeh."
"Doğru," dedi Langdon.
"Ve siz bana burada, Rossilyn Şapeli'nde var olan yüzlerce sembol arasında bu iki şeklin
yer almadığını söylüyorsunuz, öyle mi?"
"Onları görmedim."
"Peki ben size gösterirsem, uyuyabilecek misiniz?"
Langdon cevap vermeye fırsat bulamadan, Marie Chauvel verandadan indi ve şapele
doğru yürümeye başladı. Langdon, onun arkasından koşturdu. Eski binaya girdiklerinde,
Marie ışıkları açtı ve mabedin ortasında, yerde duran sembolü gösterdi. "İşte burada Bay
Langdon. Bıçak ve kadeh."
Langdon aşınmış zemine baktı. Boştu. "Burada hiçbir şey..."
İçini çeken Marie, şapelin o ünlü aşınmış yolu üzerinde adım atmaya başladı. Langdon’ın
akşamüstü gördüğü ziyaretçilerin yürüdüğü aynı yolda. Gözleri dev sembolün farkına
vardığında, hâlâ bir şey anlamıyordu. "Ama bu Davut'un..."
Langdon sonunda hayrete düşerek anladığında, konuşmayı kesti.
Bıçak ve kadeh.
Birbirinin içine geçmiş.
Davut'un yıldızı... erkek ile dişinin mükemmel birleşimi... Süleyman'ın Mührü... erkek ile
dişi ilahların Yahweh ile Shekinah oturduğuna inanılan Kudsülakdas'ın işareti.
Langdon söyleyeceklerini toparlayabilmek için bir dakikaya ihtiyacı vardı. "Şiir burayı,
Rosslyn’i gösteriyor. Kesinlikle. Mükemmel bir biçimde."
Sophie gülümsedi. "Öyle görünüyor."
Aklına gelenler tüylerini ürpertmişti. "Demek ki Kutsal Kâse altımızdaki mahzende, öyle
mi?"
Marie güldü. "Sadece ruhu. Tarikatın en eski vazifelerinden biri de Kâse'yi, sonsuza dek
huzur içinde yatacağı anavatanı Fransa'ya geri götürmekti. Onun güvenliğini korumak için
yüzyıllar boyunca bir ülkeden diğerine taşıdılar. Bu şerefini zedeliyordu. Büyük Üstat
olduğunda Jacques'ın görevi, onu Fransa'ya geri getirip, kraliçeye uygun bir dinlenme yeri
inşa ederek şerefini onarmaktı."
"Peki bunu başardı mı?"
Şimdi yüzü ciddileşmişti. "Bay Langdon, bu gece benim için yaptıklarınızı göz önünde
bulundurarak, Rosslyn Vakfı'nın başkanı olarak, size Kâse'nin artık burada olmadığını
söyleyebilirim."
Langdon ısrar etmeye kararlıydı. "Ama kilit taşı, Kutsal Kâse'nin şimdi saklı olduğu
yerden bahsetmeli. Neden Rosslyn’i işaret etsin?"
"Belki de okuduğunuzdan yanlış anlam çıkartıyorsunuzdur. Unutmayın, Kâse yanıltıcı
olabilir. Merhum eşimin olduğu gibi."
"Ama daha ne kadar açık olabilir ki?" diye sordu. "Bıçak ve kadehle işaretlenmiş bir
yeraltı mahzeninin üstünde duruyoruz, Usta Masonların sanatıyla süslenmiş, yıldızlı bir
tavanın altındayız. Her şey Rosslyn’i anlatıyor."
"Pekâlâ, şu gizemli şiire bir bakayım." Papirüsü açarak, şiiri yüksek sesle okudu.
Kutsal Kâse Roslin'in altında
Bıçak ve kadeh bekçidir ona
Şaheserler süsler yatağını
Seyrederken yıldızlı semayı
Okumayı bitirdikten sonra, yüzüne bilmiş bir tebessüm oturması biraz zamanını almıştı.
"Aah, Jacques."
Langdon ümitle onu seyrediyordu. "Bunu anlıyor musunuz?"
"Şapelin yerinde de şahit olduğunuz gibi Bay Langdon, basit şeyleri görmenin pek çok
yolu vardır."
Langdon anlamak için kendini zorladı. Jacques Sauniére ile ilgili her şeyin çift anlamı var
gibiydi ve Langdon daha ötesini göremiyordu.
Marie yorgunlukla esnedi. "Bay Langdon, size bir itirafta bulunacağım. Kâse'nin şu an
bulunduğu yeri hiç görmedim. Ama elbette, son derece nüfuzlu bir erkekle evliydim... ve
kadınlık içgüdülerim kuvvetlidir." Langdon konuşmak üzereyken Marie devam etti. "Bunca
emeğin ardından, Rosslyn'den gerçek cevaplarla ayrılamayacak olmanıza gerçekten üzgünüm.
Ama bir şey bana, sonunda aradığınızı bulacağınızı söylüyor. Bir gün anlayacaksınız."
Gülümsedi. "Bu gerçekleştiğinde, sırrı saklayabileceğiniz konusunda size, herkesten daha
fazla güveniyorum."
Kapıya gelen birinin sesi duyuldu. "Her ikiniz de yok oldunuz," dedi Sophie.
Kapıda duran Sophie'ye doğru yürüyen büyükannesi, "Gitmek üzereydim," dedi. "İyi
geceler, prenses." Sophie'nin alnını öptü. "Bay Langdon'ı geç vakitlere kadar ayakta tutma."
Langdon ile Sophie, büyükannesinin taş eve doğru yürümesini seyrettiler. Sophie,
Langdon'a döndüğünde, gözleri duyguluydu. "Tam olarak beklediğim son bu değildi."
İki kişi olduk, diye düşündü Langdon. Sophie'nin duygularına yenik düştüğünü
görebiliyordu. Bu akşam aldığı haberler, tüm hayatını değiştirmişti. "İyi misin? Kabullenmesi
zor bir durum."
Sophie sessizce gülümsedi. "Bir ailem var. İşe buradan başlayacağım. Kim olduğumuz ve
nereden geldiğimiz biraz vakit alacak."
Langdon sessizliğini bozmadı.
Sophie, "Bu geceden sonra da bizimle kalacak mısın?" diye sordu. "En azından birkaç gün
için."
Bundan daha fazlasını istemeyen Langdon içini çekti. "Burada ailenle biraz baş başa
kalman gerek Sophie. Sabah Paris'e geri dönüyorum."
Hayal kırıklığına uğramış, fakat yapılması gerekenin bu olduğunu biliyormuş gibi
görünüyordu. Bir süre her ikisi de konuşmadı. Sonunda Sophie uzanarak onun elini tuttu ve
şapelden dışarı çıkardı. Kayalıklardaki küçük bir çıkıntıya doğru yürüdüler. Önlerinde uzanan
İskoçya kır manzarası, aralanan bulutların arasından sızan ay ışığıyla kaplanmıştı. Elele
tutuşarak, üzerlerine çöken yorgunluğun verdiği sessizlik içinde durdular.
Şimdi yıldızlar parlamaya başlamıştı ama doğu tarafındaki bir nokta hepsinden daha
parlaktı. Onu görünce Langdon gülümsedi. Bu Venüs'tü. Eski tanrıça, sabit ve sabırlı ışığıyla
gökyüzünde parlıyordu.
Akşam serinlemeye başlamıştı, aşağıdaki ovalardan soğuk bir rüzgâr esiyordu. Bir süre
sonra Langdon, Sophie'ye baktı. Gözlerini kapatmıştı, dudaklarında halinden memnun bir
gülümseme vardı. Langdon kendi gözlerinin ağırlaşmaya başladığını hissedebiliyordu.
İstemeden onun elini sıktı. "Sophie?"
Sophie gözlerini yavaşça açarak ona döndü. Yüzü ay ışığında çok güzel görünüyordu.
Uykulu bir ifadeyle ona gülümsedi. "Merhaba."
Langdon, Paris'e onsuz döneceği için beklenmedik bir üzüntü duyduğunu fark etti. "Sen
uyanmadan gitmiş olabilirim." Durdu, boğazında bir yumru düğümlenmişti. "Üzgünüm, bu
şeyde pek iyi değilim..."
Sophie uzanarak, yumuşak elini onun yüzüne götürdü. Sonra öne doğru eğilerek,
yanağından hafifçe öptü. "Seni bir daha ne zaman görebilirim?"
Onun gözlerinde kaybolan Langdon'ın bir an için başı döndü. "Ne zaman mı?" Durdu,
aynı şeyi kendisinin de ne kadar istediğini acaba biliyor mu, diye düşündü. "Şey, aslında
gelecek hafta Floransa'da bir konferans vereceğim. Bir hafta kadar orada olacağım ve yapacak
fazla işim olmayacak."
"Bu bir davet mi?"
"Lüks içinde yaşayacağız. Bana Brunelleschi'de bir oda ayırdılar."
Sophie muzip bir edayla gülümsedi. "Çok şey bekliyorsunuz Bay Langdon."
Kulağa nasıl geldiğini anladığında lafı çevirmeye çalıştı. "Ben aslında şey demek..."
"Sizinle Floransa'da buluşmak kadar çok istediğim bir şey olamaz Bay Langdon. Ama bir
şartım var." Ciddi bir tonla konuşmaya başladı. "Müze yok, kilise yok, mezar yok, sanat yok,
kutsal emanet yok."
"Floransa'da mı? Bir hafta boyunca mı? Yapacak başka bir şey yok."
Sophie uzanarak onu bir kez daha öptü, bu kez dudaklarından. Vücutları bir araya geldi,
önce nazikçe, sonra tamamen. Sophie kendini geri çektiğinde, gözleri umut doluydu.
"Evet," diyebildi Langdon. "Bu bir randevu."
Sonuç
Robert Langdon sıçrayarak uyandı. Rüya görüyordu. Yatağının yanında duran bornozun
üstünde HOTEL RITZ PARİS arması işliydi. Stor perdelerin arasından süzülen loş ışığı
gördü. Akşam karanlığı mı seher vakti mi, diye düşündü.
Langdon'ın vücudu sıcak ve halinden oldukça memnundu. Son iki gündür uykusuzluğun
acısını çıkartıyordu. Yatakta yavaşça doğrulduğunda, onu neyin uyandırdığını fark etti... şu
garip düşünce. Günlerdir bir bilgi yağmurunu çözümlemeye çalışıyordu ama şimdi daha önce
hiç düşünmediği bir şeyin üzerine yoğunlaşmıştı.
Olabilir mi?
Uzun süre kıpırdamadan durdu.
Yataktan çıkarak, mermer duşa ilerledi. İçine girdiğinde, güçlü fıskiyelerden fışkıran su
omuzlarına masaj yaptı. Ama aklındaki düşünce onu hâlâ büyülüyordu.
İmkânsız.
Langdon yirmi dakika sonra Ritz Otel'den Vendôme Meydanı'na çıkmıştı. Akşam olmak
üzereydi. Günlerce uyumak, geceyle gündüzü birbirine karıştırmasına neden olmuştu...
bununla birlikte aklı tuhaf bir şekilde başındaydı. Düşüncelerinden arınmak için otel lobisinde
durup bir sütlü kahve içmeye kendi kendine söz vermişti ama bacakları onu doğruca ön
kapıya, canlanmaya başlayan Paris akşamına taşımışlardı.
Rue des Petits Champs'dan doğuya yürüyen Langdon giderek heyecanlanıyordu. Rue
Richelieu'den, Palais Royal bahçelerinden gelen yasemin kokularının havayı yumuşattığı
güneye döndü.
Aradığını görünceye kadar güneye doğru yürümeye devam etti. Cilalı siyah mermerden
yapılmış,.pırıl pırıl parlayan ünlü sırakemer. Üzerine giderek, ayaklarının altındaki yüzeyi
gözleriyle taradı. Birkaç saniye sonra, orada olduğunu bildiği şeyi bulmuştu... mükemmel bir
düz çizgi oluşturacak şekilde yere gömülmüş bronz madalyonlar. Her bir yuvarlağın çapı bir
santimdi ve üzerlerine N ile S harfleri işlenmişti.
Nord. Sud.
-
Madalyonların oluşturduğu düz çizgiyi gözleriyle takip ederek güneye döndü. İzleri takip
ederek yeniden hareketlendi, yürürken kaldırıma bakıyordu. Comedie-Française'nin köşesine
geldiğinde, ayağının altında başka bir bronz madalyon belirdi. Evet!
Langdon yıllar önce Paris sokaklarının bu bronz işaretlerden 135'iyle donatıldığını
öğrenmişti. Şehrin kuzey-güney ekseni üzerinde kaldırımlara, avlulara ve sokaklara
gömülerek yerleştirilmişlerdi. Bir keresinde çizgiyi SacreCoeur'dan başlayarak, Seine
üzerinden kuzeye doğru takip etmiş ve sonunda Paris Rasathanesi'ne varmıştı. İşte orada
izlediği kutsal yolun önemini keşfetmişti.
Dünyanın orijinal başlangıç meridyeni.
Dünyanın ilk sıfır boylamı.
Paris'in eski Gül Çizgisi
Şimdi Langdon Rue de Rivol'de koşuştururken, varış noktasının uzanabileceği kadar
yakında olduğunu hissediyordu. Bir bloktan az kalmıştı.
Kutsal Kâse Roslin'in altında
Şimdi dalgalar halinde algılamaya başlıyordu. Sauniére'in Roslin kelimesinin eski
okunuşunu yazması... bıçak ve kadeh... ustaların eserleriyle süslü mezar.
-
Kuzey-Güney.
Sauniére bu yüzden mi benimle konuşması gerektiğini düşünüyordu? Farkında olmadan
gerçeği tahmin mi etmiştim?
Ayaklarının altındaki Gül Çizgisi'ni hissederek, onun rehberliğini izleyerek, götürdüğü
yere doğru koşuyordu. Uzun Richelieu Geçidi'ne girdiğinde, aklına gelenler yüzünden
ensesindeki tüyler ürperdi. Bu tünelin sonunda, en gizemli Paris anıtlarından birinin
durduğunu biliyordu... 1980'lerde Sfenks'in kendisi, gizli çevrelere dahil olduğu fısıldanan bir
adam, Francois Mitterand tarafından ısmarlanan ve masrafları ödenen anıt. Paris'e bıraktığı
son mirası Langdon birkaç gün önce ziyaret etmişti.
Başka bir ömür.
Langdon son kalan enerjisiyle geçitten fırlayarak o tanıdık avluya çıktı ve durdu. Nefes
nefese kalmış bir halde yavaşça gözlerini kaldırdı ve hayretler içinde önünde duran parıltılı
yapıya baktı.
Louvre Piramidi.
Karanlıkta parlıyordu.
Hayranlıkla izleyişi kısa sürdü. Sağ tarafında olan şeyle daha çok ilgileniyordu.
Döndüğünde, ayaklarıma.yeniden eski Gül Çizgisi'nin görünmez patikasını takip ettiğini
hissetti. Ayakları onu avludan çıkararak Carrousel de Louvre'a götürdü... düzgün çitlerle
çevrili devasa dairesel çimenlik. Tarih öncesi çağlarda Paris'teki doğaya tapma festivalleri
burada kutlanırdı... verimliliği ve tanrıçayı kutlamak için düzenlenen neşeli ayinler.
Langdon taflanları aşarak, çimenlikli alana girerken, bir başka dünyaya adımını attığını
hissediyordu. Bu kutsal toprak şimdi şehrin en alışılmadık anıtlarından biriyle işaretlenmişti.
Tam ortada, toprağa kristal bir yarık gibi dalan camdan yapılmış dev ters piramidi birkaç gece
önce Louvre'un bodrum katındaki antresinde görmüştü.
La Pyramide Inversée.
Langdon ürkek adımlarla kenara kadar yürüdü ve Louvre'un kehribar rengi ışıkla
aydınlatılmış yeraltı tesisine baktı. Gözleriyle sadece devasa ters piramide değil, aynı
zamanda onun tam altında yatan şeye bakıyordu. Aşağıdaki odanın zemininde, en minik
yapılardan biri duruyordu... Langdon’ın çalışmasında bahsettiği.yapı.
Langdon akla hayale gelmeyecek ihtimalin verdiği dehşetle ürpermişti. Bakışlarını
kaldırıp yeniden Louvre'a bakarken, müzenin dev kanatlarının kendisini kucakladığını
hissetti... dünyanın en güzel sanat eserleriyle süslü koridorlar.
Da Vinci... Botticelli...
Şaheserler süsler yatağını
Bir kez daha merakla bakışlarını cama indirerek, aşağıdaki minik yapıya baktı.
Oraya inmeliyim!
Adacıktan çıkarak, avludan Louvre'un yüksek piramit girişine doğru koşturmaya başladı.
Günün son ziyaretçileri müzeden azar azar çıkıyorlardı.
Döner kapıyı iterek içeri giren Langdon, merdivenden piramidin aşağısına doğru inmeye
başladı. Havanın giderek serinlediğini hissedebiliyordu. En alta ulaştığında, Louvre'un
avlusunun altından La Pyramide Inversée'ye doğru uzanan uzun tünele girdi.
Tünelin sonunda geniş bir odaya ulaşmıştı. Tavandan sarkan ters piramit tam Önünde
duruyordu... nefes kesici bir V şeklindeki cam.
Kadeh.
Langdon gözleriyle aşağı doğru daralan formunu takip ederek, yerden iki metre yukarıda
duran ucuna baktı. İşte onun tam altında, o minik yapı duruyordu.
Minyatür bir piramit. Sadece doksan santim boyundaydı. Bu devasa tesiste, küçük
boyutlarda inşa edilmiş tek yapı oydu.
Langdon'ın çalışması, Louvre'daki tanrıça sanatı koleksiyonunu anlatmakla beraber, bu
mütevazı piramitten de bahsetmişti. "Minyatür yapı, sanki bir buzdağının tepesiymiş gibi,
yerden yukarı doğru çıkıntı yapar... aşağıya gizli bir oda gibi saklanmış, piramit seklindeki
devasa bir mahzenin zirvesi."
Boş antrenin yumuşak ışıklarıyla aydınlatılmış iki piramidin uçları birbirlerine bakıyordu.
Gövdeleri mükemmelce yerleştirilmişti, uçları neredeyse birbirine değiyordu.
Kadeh yukarıda. Bıçak aşağıda.
Bıçak ve kadeh kapısı üstünde bekçilik eder.
Langdon, Marie Chauvel'in sözlerini duyuyordu. Bir gün her şeyi anlayacaksın.
Ustaların eserleriyle çevrili eski Gül Çizgisi'nin altında duruyordu. Sauniére'in
gözetleyebileceği daha iyi bir yer olabilir miydi? Şimdi artık en sonunda, Büyük Üstat'ın
dizelerinin gerçek manasını anlayabiliyordu. Gözlerini gökyüzüne çevirerek, camın üstündeki
yıldızlarla dolu geceye baktı.
Altında uyur yıldızlı semanın
Unutulmuş sözler, karanlıkta hayalet mırıltıları gibi yankılanıyordu. Kutsal Kâse arayışı,
Magdalalı Meryem'in kemikleri önünde diz çökme arayışıdır. Dışlanan kadının ayaklan
dibinde dua etmek için çıkılan bir yolculuktur.
Robert Langdon içinde uyanan ani bir saygı dürtüsüyle dizlerinin üstüne çöktü.
Bir an için bir kadın sesi duyduğunu sandı... yüzyılların getirdiği bilgelik... toprağın
derinliklerinden yukarı doğru fısıldıyordu.
Dostları ilə paylaş: |