78
Resim 16: Auguste Rodin,
Kale Burjuvaları, Londra -
İngiltere, 1889.
Resim 17: Alberto
Giacometti, Yürüyen Adam,
İsviçre, 1960.
Resim 18: Carl Andre, Boş
Meydan, New York, Amerika,
2008.
79
SANAT YAZILARI
22
Resim 19: Eduardo Chillida, Heterodoks
Mimari.
Resim 21: Diener & Diener, Amsterdam Konutları, Amsterdam - Hollanda.
Resim 20: Eduardo Chillida, Chillida ya
Saygı.
80
Resim 22: Herzog & de Meuron, Sinyal Kutusu,
Basel - İsviçre, 1999.
Resim 23: Steven Holl, Melez Mimari, Beijing – Çin, 2003-08.
Chillida’nın heykellerindeki boşluk, doluluk ve uzay ilişkisinin mimarideki benzer etkileri
Diener & Diener (Resim 21), Herzog & de Meuron (Resim 22) ya da Steven Holl’un
eserlerinde (Resim 23) görülmektedir. Bu mimarlar bir taraftan dışavurumcu etkileri
ortaya çıkarırken, öte yandan uzayın yeniden keşfinde heykelin biçim oluşturma
81
SANAT YAZILARI
22
yöntemlerinden daha fazla etkilenip yararlanmaya çalışmışlardır. Katlama, eğme,
bükme gibi daha çok heykel morfolojisine özgü olan etkileri fazlaca benimsemişlerdir.
Minimalist kutularıyla üne kavuşan Herzog & de Meuron 90’larda, doğal tarihe ilgi
duyarak biyomorfik çalışmalara yönelmişlerdir. Modern heykel ve modern mimarinin
çok büyük benzerlikler gösterdiği, yapıtların çevrelerinden soyutlanıp görsellerinin
boyutlarının eşitlendiği zaman benzerliklerin daha da etkili bir şekilde ortaya çıktığı
görülmektedir. (Resim 24, 25, 26, 27, 28) Hatta, bazı sanat tarihçileri iki alan arasındaki
bu büyük paralellik nedeniyle, mimarinin heykeli kendi yapısı içinde erittiğini ya da
yuttuğunu dahi ileri sürmektedirler.
Resim 24: C. Brancusi, Beyaz Zenci Kadın, 1923.
Resim 25: Jean Nouvel Agbar Kulesi, Barselona,
2005.
Bu durumda mimarinin gerçekten içinde yaşanabilen bir heykel olduğu söylenebilir mi?
Bu sorunun cevabı mimarın, heykelsi kabuğa benzeyen büyük bedenin içine işlevsel
düzenlemeler ve zihinsel gereksinimler açısından neleri koyup koyamadığına bağlıdır.
Bu süreçte matematiksel denklemlerin çözümündeki zorluklara karşın, usta bir mimar,
çok etkili heykelsi nitelikleri olan mimari bir yapının içine bu günün insanının ihtiyaç
duyduğu fonksiyonların tümünü koyabilmektedir. Öte yandan günümüzde mimari
tasarlama ortamları (ileri düzeyde üç boyutlu bilgisayar programları gibi), söz konusu
matematiksel denklemlerin çözümünü büyük oranda kolaylaştırmıştır.
Bir heykelin mimariyle koşut olma durumu ancak kütleyi inşa etme sürecinde mimari
teknikleri kullanması ve boyut olarak mimariye yaklaşması ile mümkün olabilir. “1960
lı yıllarda, Amerika’da, genel olarak artan bir sanatsal bilinç olarak, heykel yapma
olanakları anıtsal heykeli de kapsayan bir biçimde çoğaldı. Özerk denemeler olarak
82
Resim 26: C.Brancusi, Sonsuzluk Sütunu,
Tirgu Jiu, 1937-38.
Resim 28: Nakagin Kapsul Kulesi, Kisho Kurokawa,
Tokyo - Japonya, 1972.
Resim 27: Jose Marti Anıtı, Çeşitli
Mimarlar, Havana - Küba, 1959.
83
SANAT YAZILARI
22
Resim 29: Tony Smith, Yılan Çıktı, Kaliforniya, Amerika, 1962.
görsel ve fiziksel açılardan mimariyle yarışabilecek büyük boyutlu eserler yaratmak
için endüstriyel üretim teknikleri kullanılmıştır. Kenneth Snelson,Willy Insley ve David
von Schlegell gibi sanatçılar, dış alanlar için oldukça büyük ve sonuçta fabrikalarda
üretilen heykel maketleri yapmışlardır. (Le Normand-Romain:1996: 257) Tony Smith
de mimari boyutlarda dış mekân heykelleri yapan sanatçılardan birisidir. Çalışmaları
basit geometrik yapılarından dolayı minimalizmle ilişkilendirilmiş olmakla birlikte, Smith
büyük ve mimari ölçekli dış mekân heykelleri yaratmakla ilgilenmiştir. Bu heykeller
izleyicinin içten ya da dıştan bakışına göre farklı görünüm ve ilişkiler kurmaktadır
(Resim 29).
Sanatın iç mekândan dış mekâna dönüklüğü yaygınlaştıkça, ev, müze ve galeriden
dışarı taştıkça, şehir içindeki boyutları da değişmektedir. Çok ilginç bir eğilim,
1960’lardan beri boyutların mimariye eş büyümesidir. ABD’de Davit Smith’in kübik
metal konstrüksiyonları, Alexander Liberman’ın ancak buldozer ile itilip yerleştirilebilen
derlenmiş metalden heykelleri (eski tarım makinaları ve kazanlardan toplanmış),
1968’de Christo’nun Almanya’da Kassel’daki Documenta sergisi için “paketlediği”
yaklaşık 300m yükseklikteki kulesi ve yaptığı benzer paketlemeler bu eğilimin
kanıtlarındandır. (Ögel1977:6) Bu biçimlerle sanatçıların çevre ve mimari ile yeni ilişkiler
kurarak, yeni mekân olanakları araştırdıkları bilinmektedir. Meksika’da yaşamış Alman
84
sanatçı Mathias Goeritz’in 1957’de Mexico City’de gerçekleştirdiği “uydu kuleleri”
mimariyle boy ölçüşen heykellerin en ünlülerindendir (Resim 30).
Resim 30: Mathias Goeritz, Uydu Kuleleri, DF Con Şehri - Meksika, 1957.
37 ile 57 m arasında değişen yükseklikleri ile beş tane üç köşeli prizmadan oluşan
bu kuleler ile ilgili olarak Goeritz “Mimarların çoğu kulelerin sadece heykel olduğunu
söylemişler. Doğru. Ama benim için resim, plastik duygusal mimaridir” demiştir. (Ögel
1977: 8) Michel Ragon’un Eiffel’den sonra “yararsız” mimari olarak saydığı bu işlevsiz
kuleler, Goeritz için mimariyi yeniden sanat yapmaya yönelik yaklaşımdır.
Günümüzde heykel sanatını mimari bir perspektif içinde ele alan çok fazla sanatçı
vardır. Bunlardan İsrailli Danı Karavan ile Alman sanatçı Pit Kroke günümüzün ilginç
örneklerinden sayılabilir (Resim 31, 32).
İki sanatçının çalışmaları hemen hemen fonksiyonsuz mimari oyun objeleri gibidirler.
Mimari elemanlarla kompoze edilen ancak heykel olarak oluşturulan bu eserler
bağımsız bir ruhun ürünleridirler.
Mimar tarafından ortaya koyulan heykelsi mimarlığın aksine, heykel sanatçısı
tarafından meydana getirilen bir eserin yaşanabilir olma durumu var mıdır? Bunu test
etmek için Portekizli Mimar Miguel Arruda 60’ların başında yaptığı bir heykelini 56
kat büyüterek iç yüzeyi bilgisayar ortamında yeniden düzenlemiş ve Lizbondaki Olives
Gardenda izleyiciyle birlikte yaşanabilir heykel kavramını deneyimlemiştir. Ortaya çıkan
iç boşluk mimara yaşanabilir bir ölçek sunmuştur. (Resim 33, 34).
Dostları ilə paylaş: |