120 D.
Ali Arslan
hareket etmeyi gerektirir. Bu konsensusa dayalı birliktelik elitleri karar verme sü-
recinde daha da güçlü kılar.
Elitist yaklaşım, plüralistlerin tersine iktidarın, karar verme sürecinde en etkili
konumda bulunan az sayıdaki elit gruplarının elinde yoğunlaştığını savunur
(Presthus, 1964: 10). Bu dominant grup, ötekilerin bilmediğini bilir, ötekilerin ya-
pamadıklarını yapabilirler (Thoenes, 1966: 42). Elitistler, göreceli olarak birleşik
ve konsensusa dayalı işbirliği içindeki yönetici bir gruptan (ruling group) bahset-
mekle birlikte, bu grubu adlandıracak ortak bir kavramda uzlaşamamışlardır. Bazı-
ları bu grubu, sosyal sınıf olarak kabul ederken (Domhoff’un yaptığı gibi), bazıları
ekonomik sınıf (Aaronowitch ve Miliband’da olduğu gibi), bazıları ise örgütsel elit
(Hunter ve Mills örneğinde görüldüğü gibi) olarak adlandırır.
4. Demokratik Elit Teorisi
Demokratik elit teorisinin öncüleri arasında başta Gaetano Mosca olmak üzere, Max
Weber, Joseph Schumpeter ve Raymond Aron’un isimleri sayılabilir. Eva Etzioni
(1993) de, ortaya koyduğu “demo-elit yaklaşımı” ile demokratik elit teorisine önemli
açılımlar sağlamıştır. Bu yaklaşım, elitlerin hükümetten ve öteki elit gruplarından
bağımsızlığı konusunu özellikle vurgular. Fakat bu bağımsızlık katı ve kesin olmak-
tan öte, rölatif-göreceli bir bağımsızlıktır. Elit bağımsızlığı ifade ve örgütlenme öz-
gürlüğü, özgür seçimler gibi temel demokratik prensiplerle de yakından ilişkilidir.
Özgür seçim ortamı, örgütlenme ve ifade özgürlüğü, yalnızca demokrasinin en vaz-
geçilmez unsurları değil, aynı zamanda elit bağımsızlığının yaratılmasında ve yaşa-
tılmasında hayati roller oynayan en temel etkenlerdendir (Oyen, 1990: 114).
Göreli elit özgürlüğünü, demokrasinin vazgeçilmez prensiplerinden biri olarak
gören Demokratik elit teorisine göre, gücün elit grupları arasında dağılması ve bu
elitlerin bağımsız olmaları yalnızca demokrasiyi koruyup yaşatmak için değil,
despotik rejimlerin ortaya çıkmasını önlemek için de zorunludur. Bu düşünce kö-
kenini liberal düşüncenin, “bireysel hak ve özgürlükler için devlet gücünün sınır-
landırılması” ilkesinden alır.
Köken olarak demokratik elit teorisi, liberal düşünceyle özdeştir. Liberal düşün-
cenin önde gelen düşünürleri John Locke, David Hume ve James Madison’dur. Fa-
kat bu anlayışın gerçek temelleri, 18. yüzyılda Charles Montesquieu tarafından a-
tılmıştır. Montesquieu özellikle yargı, yasama ve yürütme güçlerinin birbirlerinden
bağımsızlaştırılması düşüncesine büyük önem vermiştir. O’na göre belli ve az sa-
yıda odak elinde toplanmış güç, baskı, zorbalık, despotizm ve tiranlık gibi büyük
tehlikelere açık bir davetiyedir. Bu tür tehlikeler, ancak ve ancak, iktidarın gücün
başka güçler tarafından kontrol edilmesi ile bertaraf edilebilir.
Eşitsizliğin Teorik Temelleri: Elit Teorisi 121
Bunlara ek olarak James Mill ve Jeremy Bentham, seçime dayalı temsili demok-
rasi, özgür seçimler, konuşma-basın ve örgütlenme özgürlüğü gibi ilkeleri önemle
vurgular. Fakat, demokratik elit teorisi, liberal düşüncenin eksik bıraktığı devletin
gücünün kontrol edilebilmesi için hükümet elitleri dışındaki elitlerin bağımsızlığı,
sivil hakların geliştirilmesi gibi konuları da vurgulayarak konuya bir bütünlük ka-
zandırır (Etzioni, 1993: 54).
Demokratik elit teorisi “eşitlik” olgusu üzerinde de durur. Fakat bu eşitlik anla-
yışı, demokrasi teorisinin “gücün toplum kesimleri arasında eşit dağılımı” ilke-
sinden daha farklı ve gerçekçidir. Bu teoriye göre, önemli olan gücün eşit dağılımı
değil, “güçlü bir konuma ulaşabilmede fırsat eşitliğidir” (Bachrrach, 1967: 97-
98). Demokrasinin sağlığı ve devamı bakımından elitler için, öteki elit grupları ve
geniş halk büyük önem taşır. Halk desteği olmadan hak ve özgürlükler ile demok-
rasiyi, totaliter tehlikelere karşı korumak olanaksızdır. Daha demokratik bir sistem
yaratmak ancak etkin halk desteği ve sosyal güçlerin, öteki güçlü elit gruplarınca
dengede tutulması ile gerçekleştirilebilir.
Demokrasinin sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürebilmesi için, elitler hem bir-
birlerinden, hem de devletten özerk olmalıdırlar. Bunun yanı sıra, iktidardaki siyasi
elitler, güç pastasından pay almış öteki elit grupları tarafından denetlenmeli ve karşı
dengelemede tutulmalıdır. Ancak iktidarın gücünün diğer elitlerce dengelenmesi de
tek başına yeterli değildir. Parti temeline dayalı veya bireysel kaynaklı siyasi kirlen-
meyi önlemek veya ortadan kaldırmak, baskıcı ve zorbacı tutumların önüne geçmek,
seçimle işbaşına gelmiş olası dikta heveslilerinin diktatörlüklerinden korunabilmek
için ve daha demokratik bir demokrasi ortamı yaratabilmek için karar verme sürecine
halk katılımı da gereklidir. Bu ise sivil toplum bilincinin toplumda yaygınlaşması ve
kitlelerin böylesi yapılanmalara etkin katılımı sayesinde sivil toplum örgütlerinin, ka-
rar verme sürecini etkileyebilecek güce ulaşması ile büyük ölçüde başarılabilir.
1996-97 yıllarının Türkiye’si bu konularda çarpıcı örnekler sergiler. Demokratik
elit teorisi ve özellikle de demo elit perspektif, Türkiye gerçeğini açıklayabilme
bakımından, oldukça etkin araçlar sunar. Bireysel kaynaklı ya da parti temeline da-
yalı siyasi kirlenme, seçilmiş liderlerin diktası, azınlıktaki düşüncenin çoğunluğu
ipotek altına alması, parlamenter demokrasinin parlamenter sistemde, parlamento
çatısı altında, parlamenterler tarafından komaya sokulması gibi birçok konularda
canlı bir laboratuar gibidir, bu yılların Türkiyesi’nde yaşananlar. Aynı yıların Tür-
kiye’si elitlerin göreli bağımsızlığı, elit dayanışması ve işbirliği, halkın toplumsal
ve siyasi hayata aktif katılımı gibi konularda da zengin bir hazine sunar sosyal bi-
limcilere. Bütün bunlar, gücün bir elit grubunun elinde yoğunlaşmasının, ne gibi
tehlikeler doğurabileceğini de açıkça göstermiştir.