113
buraların hepsinden, hayal kırıklıkları ve sancılar içinde çıkmış. Ama aynı
ülkeler Nasreddin Hoca’ya “sen kal” demişler. “sen Osmanlı’nın dilini
konuşuyorsun, Türk kültürünün bir parçasısın, ama sadece Türk değilsin,
sende, bizden bir şeyler var, senin kurduğun saltanatta kan, kılıç ve baskı
yok. Sen gitme. Başımızın üstünde yerin var senin.” Hoca’yı bırakmamışlar.
Güler yüzü ile hocamız, onların da eksik gediklerini yüzlerine vurup
durmaktadır. Nasreddin Hoca fıkraları Amerika’ya da gelmiş. Ortadoğu’dan
göçen işçiler hoca’yı da beraberlerinde getirmişler. Nasreddin Hoca adı
Amerikalı için kolay söylenir bir ad değil. Onun için hocamıza yeni bir ad
takmışlar: Mozardino Joe. Nedir bu sevginin ve saygının sırrı? Hoca
hikâyeleri bizi ve başka insanları neremizden yakalıyor da, ondan bir türlü
vazgeçemiyoruz?
87
Başgöz bu soruya çeşitli araştırmacıların verdikleri cevapları anlatmıştır. Sarı
Saltuk- Nasreddin Hoca arasındaki ilişkileri kısaca açıkladıktan sonra, Hoca’nın bu
kadar sevilip sayılması hakkında yapılan yorumlarda bizim neyi göz önünde
tutmamız gerektiğini şu şekilde anlatmaktadır: Aklımızda tutmamız gereken
nokta şu ki, böyle yorumlar bazı kişi ve grupların Hoca’ya bakışını yansıtır;
nihayet yorumdur. Tarafsız bir incelemede ancak böyle değerlendirilir.
88
Yorum farklılıklarını bu şekilde açıklayan Başgöz; Nasreddin Hoca’nın
Gerçek Hayatı Sorunu, başlıklı bölümde şu görüşleri belirtmektedir: Siyasi tarihçi,
olayları büyük kahramanların yaratıp yönlendirdiğine inanır. Bunun için halk
kahramanlarına değer vermez. Bilmem hangi padişahın sakalına inciler dizip,
87
İlhan Başgöz, Nasreddin Hoca, İstanbul, 1999, s. 8–12
88
A. g. e. s. 13–14
114
havuzda balıklara altın attığını yazar da, Nasreddin Hoca’dan iki satırla söz
etmez. Bunun için Hoca’nın gerçek hayatı hakkında çok şey bilmiyoruz.
Hoca’nın yaşadığı yüzyılda tekkelerin durumuna, onun yukarda adlarını
verdiğim Bâtıni (heterodoks) dervişleri* ile ilişkisine ve ilk hikâyelerindeki
dine karşıt olan konulara bakılırsa, bu alıntı Hoca’nın Anadolu’daki Bâtıni
hareketlerle ilgisini düşündürüyor. Devrin Bâtıni erenlerinden biri olan
Nasreddin Hoca, acaba Babai isyanlarına karışmış bir insan mı idi?
Nasreddin Hoca’ya yakışmıyor değil. Ama, bunun gerçek olup olmadığını
şimdilik söyleyecek durumda değiliz. Bize göre 13. Yüzyılda yaşamış
Nasreddin Hoca adında bir insan vardır. Fıkra kahramanımızın bu yüzyılda
yaşadığından kuşku duymak için bir neden göremiyoruz.
89
Nasreddin Hoca’nın Fıkralara Yansıyan Hayatı başlıklı bölümde ise şu
görüşler tartışılmaktadır: Nasreddin Hoca’nın asıl hayatı bir yerde o kadar
önemli değil. Önemli olan hoca’nın bize fıkralarda anlatılan hayatıdır. Çünkü
bu edebiyat hayatı, Türk halkının sorunlarını, beklentilerini ve düşlerini,
nelere gülüp, neleri eleştirdiğini yansıtıyor; bize 500 yıllık kültür hayatımızdan
bazen açıkça, bazen de sembollerle, bazen de folklor anlatımının özel diliyle
önemli bilgiler veriyor.
Fıkralarda Hoca bir köyün veya sosyal ve ekonomik hayatı köyden pek
farklı olmayan, küçük bir kasabanın imamı olarak tanıtılır. Selçuklu ve
Osmanlı toplumunda imam, birbirine bağlı üç işlev görürdü. İmam din
89
A. g. e. s. 15–18
*Başgöz’ün makalede adlarını saydıkları dervişler; Seyyid Mahmut Hayrani, Hacı Bektaşi Veli,
Yunus Emre ve Taptuk Baba dır.
115
görevlisidir; halka namaz kıldırır, başka dini törenlerde önderlik eder. İmam
öğretmendir, çocuklara ve büyüklere okuma yazma ve din bilgileri öğretir;
nihayet imam yargı görevi de yapar. Devlet kanunlarının bir bölümü şeriat
olduğu için, kadıların bulunmadığı yerlerde imam, yargıcın görevini yüklenir.
Bu yanları ile imam merkez kültürün (center) adamıdır.
Ama hikâyelerde hoca aynı zamanda bir köylü olarak da sunulur bize.
Evinde bir ahırı ve samanlığı vardır; inek ve eşek besler; eşeğine binip
dağdan odun kesmeye gider, köylerde üzüm ve turşu satar; tarlası vardır,
ekin eker, çift sürer, ekin biçer. Bu yanı ile Nasreddin hoca kenar kültürün
(periphery) adamıdır. Eğer Ziya Gökalp’ın terimlerini kullanırsak, Hoca bir
yanı ile “resmi kültüre”, bir yanı ile “halk kültürüne” bağlıdır. Başında büyük
bir kavukla hocayı eşek üstünde gösteren geleneksel resim, bu çift kültürlü
olmayı çok güzel anlatır. Kavuk din adamlığını, eşek köylülüğü simgeler.
Osmanlı toplumunda imam devletten maaş almazdı. Özellikle küçük yerleşim
yerlerinde, ki oralarda vakıflar yoktu, imam köylünün yardımı ile geçinirdi;
köylü imamın yiyeceğini verir, barınağını sağlar, imamın tarlasında ve
işyerlerinde karşılıksız çalışırdı. Fıkralarda Nasreddin hoca’nın böyle bir
imam olarak görünmesi, onu sosyal bilimcilerin iki kültür arasında kalmış
adam yahut kenarda kalmış adam (marginal man) dedikleri kişi yapar.”
Nasreddin Hoca’nın fıkralarına tarih içinde ilkin 15. Yüzyılın
eserlerinde rastlarız. Saltukname, Sarı Saltuk Baba ile Nasreddin Hoca’nın
karşılaşmasını bir bölümünde anlatır.
Dostları ilə paylaş: |