T. C. Ankara üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ antropoloji (SOSYAL antropoloji) anabiLİm dali



Yüklə 1,25 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə43/80
tarix22.07.2018
ölçüsü1,25 Mb.
#58208
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   80

139 
 
Sultan’ı, değil  17.  Asır  başlarına,  hatta  16.  Asrın  son  çeyreğine,  1578–1590 
arasındaki  Osmanlı-İran  harpleri  devresine  bile  getiremeyiz.  Çünkü  bu  son 
harpler  sırasında  İran  tahtında  oturan  şahlardan  ilk  ikisi,  1.  İsmail  (1576–
1578)  ve  Muhammed  Hudabende  (1578–1587)  Şah  İsmail  ve  Şah 
Tahmasb’la  kıyas  edilemeyecek  kadar  zayıf  şahsiyetlerdi.  I.  Şah  Abbas 
(1587–1628) ise bu uzun harp devresinin ancak son üç yılında İran tahtında 
bulunmuş ve Anadolu’daki dini nüfuzu bakımından, yine Safevi hanedanının 
ilk  iki  şahı  kadar  kuvvetli  olmamıştır.  Öte  yandan,  bu  son  harplerde  taarruz 
teşebbüsünü  Osmanlılar  ellerinde  bulundurmuşlar,  İran  müdafaada 
kalmıştır.
104
 
Bu önemli tarihi  bilgilerden sonra Metinler adıyla başlayan  ikinci  bölüm Pir 
Sultan’ın şiirlerini içermektedir. Sonuç olarak kitap iki bölümdür. Birinci bölüm Pir 
Sultan’ın  kişiliği,  yaşadığı  dönem  ve  çevresi  hakkında  detaylı  bilgi  verirken  bu 
bilgileri çeşitli şiirler ile açıklamaktadır. İkinci bölüm ise sadece şiirlerden oluşmakta 
ve bölümde zamana, mekâna veya olaylara ilişkin bilgiler bulunmamaktadır. Boratav 
birinci bölümde bahsettiği Pir Sultan “menkıbelerini” bu bölümde göstermektedir. 
 
ii.  Başgöz’ün Yunus Emre’si 
Boratav’ın Pir Sultan’ından sonra, Başgöz’ün Yunus Emre’sini de incelemek 
yerinde olacaktır. Bu eserde Boratav’ın Pir Sultan’ı gibi iki bölümden oluşmaktadır. 
İlk  bölüm  Yunus  Emre’nin  kimliği  hakkında  okuyuculara  derinlemesine  bilgiler 
vermekte, ikinci bölümde ise Yunus’un şiirleri yer almaktadır. 
                                                             
104
 A. g. e. s. 94 


140 
 
Giriş  bölümünde  Başgöz  Yunus  Emre  hakkında  bilgilerimizin  geldiği 
kaynakları  detaylarıyla  açıklamaktadır.  Yunus  Emre  hakkında  bildiklerimiz  üç 
kaynaktan  gelir:  bunlardan  biri  yazılı  kaynaklardır.  Vakıf  ve  zaviye  kayıt 
defterleri,  menkıbe  kitapları,  çeşitli  mecmualar,  şiir  tomarları,  cönkler  ve 
başka  el  yazması  eserler  bu  kümeye  girer.  Bize  yazılı  ulaşmış  olsalar  da 
bunların  çoğunun  kaynağı  sözlüdür;  bu  nedenle  doğruluklarına  güvenilmez. 
İkincisi  sözlü  tarih  yahut  sözlü  kültür  geleneğidir.  Yunus  Emre  adı  yedi  yüz 
yıldır  halkın  dilinde,  telinde  ve  gönlünde  yaşamıştır.  Orada  Yunus  bazen 
gaipten  gelen  bir  derviş,  bazen  çiçeklerin  dilinden  anlayan  bir  ermiş,  bazen 
şiirlerini  balıklara  ve  meleklere  okutan  bir  büyük  sanat  ustası,  bazen  de 
çiftinde  çubuğunda,  gün  bulup  gün  yiyen,  yoksul  bir  ekincidir.  Böylece  bir 
efsaneler  nakşına  bezenerek,  Yunus  bir  kuşağın  dilinden  ötekine  aktarıla 
gelmiştir; daha bir zaman da böyle gideceğe benzer. Üçüncü kaynak Yunus 
Emre’nin  şiirleridir.  Bunlar  bize  hem  sözlü,  hem  yazılı  kaynaklardan 
ulaşmıştır.  Ama  Yunus’un  öz  elinden  yahut  öz  dilinden  yazıya  aktarılmış 
şiirleri  bize  kadar  gelmemiştir.  Elimize  geçen  en  eski  Yunus  Divanı  (Fatih 
kitaplığı yazması) şairimizin ölümünden yüz yıl kadar sonra yazılmıştır; daha 
eski bir divandan kopya edilmiş olmalıdır. 
Bu  temel  bilgilerden  sonra  Başgöz,  Yunus  Emre  araştırmacılarının  hangi 
tarihi  metinleri kullanarak Yunus’un hayatını  ve  eserlerini kaleme aldıklarını kısaca 
açıklamaya  çalışmıştır.  Bu  araştırmacıların  eserlerinde  Yunus’un  şiirlerini  nasıl  bir 
değişime  uğradığını  da  şu  şekilde  belirtmiştir:  Bu  büyük  değişme  ve  çeşitlenme 
gösteriyor  ki,  tıpkı  Pir  Sultan  Abdal  geleneği gibi,  Karacaoğlan  geleneği  gibi 
bir  Yunus  Emre  geleneği  ile  karşı  karşıyayız.  Ama  Pir  Sultan’dan  ve 


141 
 
Karacaoğlan’dan  bize  kalan  divanlar  yok;  Yunus  Emre’den  var.  Yunus’un 
Fatih  kitaplığındaki  divanı  şiirlerinin  bir  kısmını  bozulmadan  saklamış,  bize 
yazılı olarak aktarmış. Hele bini aşkın çift dizeden oluşan Risalet Al-Nushiyye 
sözlü  gelenekte  yaşamış  olamaz.  Bu  mesnevi  Yunus’un  kaleminden  çıkıp, 
başka  kalemlere  geçerek, bize  yazılı  olarak, yani  pek  bozulmadan  gelmiştir. 
Bunun  için  Yunus’un  şiirlerinde,  söz  gelimi  Karacaoğlan’ınkilere  göre,  daha 
sağlam  kişisel  bir  damga  var.  Ama,  bu  demek  değildir  ki,  Yunus’un 
ölümünden  yüz  sene  sonra  yazılan  Fatih  kitaplığı  divanına  katılmalar, 
karışmalar  olmamıştır.  Elbet  olmuştur;  hele  divan  dışındaki  kaynaklarda 
bulunan şiirler çok bozulmuş olmalıdır. 
Bu  makalede  Başgöz,  tıpkı  Boratav’ın  Pir  Sultan  geleneği  gibi  Yunus 
Emre’nin  de  bir  “gelenek”  haline  geldiğini  belirtmiştir.  Ancak  bu  gelenek  Pir 
Sultan’dan farklıdır. Zira Pir Sultan’dan geriye yazılı, kendi elinden çıkmış herhangi 
bir eser kalmamasına rağmen Yunus Emre’den yazılı eserler kalmıştır. Devam eden 
paragraflarda  Başgöz  yine  önemli  tasavvuf  edebiyatı  araştırmacılarından  Abdülbaki 
Gölpınarlı’nın Yunus Emre araştırmaları hakkında bilgiler vermektedir: 
Böyle durumlarda edebiyat tarihçisi karşılaştırmalı çalışmalar yaparak, 
doğruyu  yanlıştan  ayırmaya  ve  en  güvenilir  metinleri  bulmaya  çalışır.  Ama 
yunus,  kendinden  sonra  gelenleri  o  kadar  etkilemiş  ki,  onun  dilinden 
konuşanlar,  bazen  onun  kadar  güzel  şiirler  yaratmışlar.  Bunların  çoğunun 
gerçek  yaratıcılarının  adı  sanı  belli  değil.  Gene  de  tutulması  gereken  yol 
budur.  Yunus  üzerinde  böyle  bir  çalışmayı  Abdülbaki  Gölpınarlı  yaptı.  Gerçi 
onun  çalışması  da  Yunus  Emre’nin  bütün  şiirlerini  kapsamıyor;  o,  sadece, 
Fatih  Kitaplığı’ndaki  yazmayı  Ritter,  Nuruosmaniye,  Raif  Yelkenci  ve  Yahya 


Yüklə 1,25 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə