Berkes, “Harbiye’nin kuruluşu, çağdaşlaşma tarihinin belki en önemli olayı oldu
diyebiliriz. Bundan sonraki dönemin belli başlı olayları, bu kurumun eğitiminin
sağladığı askeri ve düşünsel etkileri; bu müessesenin siyasal gücü elinde tutanlara karşı
tutumu; mezunlarının askeri, siyasal kültürel hayatta aldıkları yerler göz önünde
tutulmadan anlaşılamaz” demektedir (Berkes, 2004; 174).
Yeni kurulan orduda ocak sistemi kaldırılmış, yükümlülük yöntemine göre halktan
derlenen erlerden oluşan birlikler kurulmuştur. Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla kulluk
anlayışı ortadan kalkmış, bu anlayışın yerine Osmanlı Devletinin toplumla devlet
arasındaki bağını kuran, halkın çocuklarından oluşturulan Harp Okulu kurulmuştur.
Eski Mühendishane genişletilerek, Bahriye Mühendishanesi ayrılmıştır. 1827 yılında
ordunun sağlık ihtiyaçlarının karşılanması için ilk tıp okulu olan “Tıphane-i amire”
hemen arkasından da “Cerrahhane” adı altında ikinci bir okul açılmıştır. 1831 yılında
Avrupalı Profesör Sade de Galiere tarafından ıslah edilen iki okul, 1838 yılında
birleştirilerek asıl Tıbbiye kurulmuştur.
(Berkes,
2004)
Sultan II. Mahmut 1338
yılında Tıbbiye’nin açılışına katılmış ve burada bir konuşma yapmıştır. Yaptığı
konuşmasında reformların uygulanmasında önüne çıkan dil engeline değinen
II. Mahmut, bunu ilk defa dile getiren Osmanlı padişahı olmuştur. Padişahın reformlara
bakış açısını görme fırsatını bulduğumuz bu konuşma, günümüz Türkçesiyle şöyledir:
“Bu okula, insan sağlığının korunması gibi kutsal bir ödeve kendini verecek bir okul
olacağı için öncelik verdim. Tıp öğretimi Fransızca olarak yapılacaktır. Bunun neden
yabancı dille yapılacağını soracaksınız. Bunu zorunlu kılan güçlükleri bildireyim...
Geçmişte bizde de tıp bilimleri üzerine birçok kitap yazılmıştır. Hatta Avrupalılar bu
kitapları kendi dillerine çevirerek onlardan çok şey öğrenmişlerdi. Fakat bu kitaplar
Arapça yazılmıştır. Birçok yıldan beri İslam okullarında bu kitaplar ilgi konusu
olmaktan çıktıkları, bunları bilenlerin sayısı azaldığı için artık kullanılmaz olmuşlardır.
Şimdi, tıbbı kendi dilimize çevirmek için yeniden bu kitaplara dönmek, yıllar alacak
uzun bir iştir. Bu kitapları kendi dillerine çevirmekle Avrupalılar yüz yıldan fazla bir
süreden beri bunlara birçok yeni katkılarda bulunmuşlardır. Bu yüzden tıp üzerine
yazılmış Avrupa eserlerine kıyasla bu Arapça eserler artık yetersizdir. Bu eksikliklerin
yeni eserlerden alınacak bilgilerle kaldırılabileceği iddia edilse bile, bunlar çabucak
Türkçe’ye çevrilemezler. Çünkü tıp öğrenimi için gerekli olan beş altı yıldan başka
Arapça’yı iyice öğrenmek en aşağı on yıl ister. Hâlbuki bir yandan ordumuz ve halkımız
221
için iyi yetişmiş doktorlara, öte yandan tıp bilimlerinin kendi dilimize kazandırılmasına
acele ihtiyacımız vardır. Bu yüzden Fransızca öğrenmenizi istemekten maksadım. Onu
sırf bu dilin hatırı için öğrenmeniz değil, tıbbı öğrenmeniz ve bu bilimi adım adım kendi
dilimize kazandırmaktır... Ancak bu yapıldığı zaman kendi ülkemizde tıp, kendi
dilimizde okutulur hale gelecektir (Berkes, 2004:186).
Bundan yaklaşık otuz-kırk yıl kadar önce III. Selim döneminde öğrencilere Fransızca
öğretilmesine geniş bir kesim tarafından tepki gösterildiği hatırlandığında
II. Mahmut’un bu konuşmasının önemi daha iyi anlaşılacaktır. Üstelik Sultan Mahmut
bunu, bilimi daha iyi öğrenmek için zorunluluk olarak görüyor, “Bir gün gelecek şimdi
bir Avrupa dilinde ve yabancılardan öğrendiğimiz tıbbı, kendi dilimizde okutacağız ve
böyle okutan hocalarımız yetişecektir.” diyerek hedefini belirliyordu. Gerçekten de II.
Mahmut’un bu öngörüsü çok geçmeden gerçeğe dönüşmüştü. 1866 yılından itibaren tıp
okulunun öğretim dili olarak Türkçe, Fransızca’nın yerini almıştır (Berkes, 2004).
Sultan II. Mahmut dönemi, Osmanlı modernleşme tarihinde çok önemli bir dönemi
oluşturmaktadır. Zira bu devir, reformların karakteri anlamında kendisinden önceki
yenileşme çalışmalarından ayrılmakta ve batılılaşma çabalarında yeni bir çığırın
başlangıcını teşkil etmektedir. Turhan’a göre bu dönem “Mecburi veya Güdümlü kültür
değişmeleri dönemi” olarak değerlendirilmektedir. Osmanlı devlet adamları artık Garp
Medeniyetinin üstünlüğünü kabul etmiş ve ona teslim olmuştur. İlk defa olarak bu
devirde, Avrupa’nın yaşam tarzından, kılık kıyafetine, devlet kurumlarından, protokol
kurallarına kadar her şeyi taklit edilerek yenilikler yapılmıştır. Dönemin devlet adamı
Halil Paşa “Devleti Aliyyenin yaşaması için Garbı taklitten başka çaresi olmadığını”
açıkça söylemiştir (Turhan, 1988:164).
Öncelikle devlet teşkilatını değiştiren II. Mahmut Divan’ı kaldırmış, Avrupa’da ki
Bakanlar Kurulu benzeri bir kabine oluşturmuştur. Sadrazam’ı başvekil olarak
görevlendiren Sultan Mahmut, Şeyhülislamı da hükümet yönetimi ve planlama
kurullarının dışında bırakmıştır. Ayrıca idare, eğitim ve ordu alanlarında yapılacak
faaliyetleri yürütmek için sürekli devlet organı olarak çalışacak üç adet meclis
kurmuştur. Bunlar; Hükümet Şürası (Dar-ı Şüra’yı Bab-ı Ali), Adliye İşleri Yüksek
Kurulu (Meclis-i Ahkâm-ı Adliye) ve Askeri Şüra Dairesi (Dar-ı Şüra-yı Askeri) ‘dir.
Ayrıca bir tercüme bürosu kurarak bu konuyu gayrimüslimlerin tekelinden kurtarmıştır.
222
Böylece Berkes tarafından “Mutlakiyetçi aydın monarşi” olarak nitelendirilen,
hükümdarın mutlak egemenliği altında merkezi bir bürokrasi monarşisi kurulmuştur
(Berkes, 2004:171).
İlköğretimin zorunlu hale getirildiği II. Mahmut döneminde çok sayıda Rüştüye
(İlkokul) ve Mekteb-i Ulum-u Edebiye gibi orta dereceli okullar açılmıştır. Yine ilk kez
posta ve karantina servisleri kurulmuş ve nüfus sayımı yapılmıştır. Kılık kıyafet
alanında değişiklikler yapılmış ve memurların fes giymeleri zorunlu hale getirilmiştir.
Padişah II. Mahmut, Topkapı Sarayını ve haremini bırakarak kendi özel yaşamında da
geleneksellikten uzaklaşmıştır. Uzun sakallarını kesen padişahın resimleri devlet
dairelerine asılarak, bundan sonrası için yeni bir gelenek başlatılmıştır. İlk kez yurt
gezisine çıkan padişah, Rumeli’de Tekirdağ ve bazı illeri teftiş etmiştir. Yine bu
dönemde 1831 yılında Takvim-i Vekayi’nin yanı sıra Fransızca olarak Le Moniteur
Ottoman adlı bir gazete çıkmaya başlamıştır. Avrupaya eğitim maksadı ile gönderilen
150 kadar öğrenci sadece dönemin değil sonraki devirlerdeki yenilik hareketlerinin de
itici gücünü oluşturmuştur (Haksun, 2004:216 ; Yıldız ,1999:15).
Bu dönemde, askeri alanda Asakir-i Mansure ordusunun kurulması, Hassa birliklerinin
teşkil edilmesi ve Harp okulunun kurulmasının yanında donanmaya da büyük önem
verildiği görülmektedir. Sultan II. Mahmut, bu dönemde Amerika ve Avrupa’da
üretilmeye başlanan buharlı gemilerle yakından ilgilenmiş ve İngiltere’ye bir adet
buharlı gemi siparişi vermiştir. Mürettebatı ile birlikte İngiltere’den getirilen gemi ile
Marmara denizinde bir geziye çıkan II. Mahmut, gemiyi çok beğenmiş ve Osmanlı
donanmasına buharlı gemiler temin etmek için arayışa girmiştir. ABD ile bir anlaşma
imzalayan II. Mahmut iki buharlı gemi ile birlikte gemi mühendisleri ve ustaları da
getirtmiştir. Bu sayede 1835’te Nusretiye Kalyonu, 1837’de “Eser-i Hayır” adı verilen
ilk yerli yapım buharlı gemi inşa edilerek denize indirilmiştir. Arkasından 1839 yılında
inşa edilen ikinci buharlı gemi “Mesir-i Bahri” denize indirilmiş, böylece Türkiye’ye
getirilen Amerikalı uzmanlardan büyük fayda sağlanmıştır (Gülen, 2001:65).
Sultan II. Mahmut kara ordusunda yapmayı düşündüğü reformlar için Mısır Valisi
Mehmet Ali Paşa’dan Müslüman uzmanlar istemiş, ancak bu talebi kabul edilmeyerek
çeşitli bahanelerle geri çevrilmişti. Bunun üzerine, yabancı uzmanlar getirtmeye karar
veren II. Mahmut, Yunan isyanındaki tutumları nedeniyle Fransa ve İngiltere’den
223
Dostları ilə paylaş: |