Yazı işleri: Rüzgarlı Sokak Ovehan Kat daire Tel : 18992 P. K. 582 Ankara • İdare



Yüklə 0,97 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/23
tarix19.07.2018
ölçüsü0,97 Mb.
#56882
növüYazı
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23

TİYATRO 

Ankara 


Değişen afişler 

nkara tiyatroları bu mevsim ta-

lihli çıktılar, yahut talihli eserle­

ri sahnelerine koydular. Büyük Ti­

yatrodaki "Kral Oidipus" mevsim 

başındanberi oynanıyor. Şaka değil, 

dört ay, on yedi hafta. Ama buna 

rağmen henüz 100. temsilini idrak 

edemedi. Sebebi malûm. Büyük Ti­

yatroda sahneye konulan eserler 

haftada ancak dört defa oynanabi­

liyor, üç defa da yerini opera temsil­

lerine bırakıyor. 

Bu hesaba göre "Kral Oidipus" 

Büyük Tiyatroda üstüste 70 defa ka­

dar oynanmış olacaktır. Devlet Ti­

yatrosu, geçenlerde basına verdiği 

resim altı yazılarında, "Kral Oidi-

pus"un 250.000 lira hasılat yaparak 

rekor kırdığını da haber vermişti. 

Bu rakam gerçekten bir rekordur, 

ama, galiba, İstanbulda Gazeteciler 

Cemiyeti menfaatına, yüksek fiyat­

larla verilmiş olan temsillerin ha­

sılatı da hesaba katılmış olacak. 

Yoksa Ankaradaki bilet fiyatlarıyla 

bu rakamı bulmak kolay değildir. 

Piyesler 

Büyükte "İhtiras Tramvayı" 

u yeni eser, Tenesse Williams'ın 

"İhtiras Tramvayı" isimli meşhur 

piyesidir. Daha doğrusu ilk meşhur 

piyeslerinden biri... Hemen her yerde 

oynandı; son hatıra gelen, on sene 

kadar evvel, İstanbul Şehir Tiyatro­

sundaki temsilleridir. Bu arada ese-

rin filmi de çevrilmiş ve Vivian Le-

igh'nin unutulmaz muvaffakiyeti sa­

yesinde bütün dünyayı dolaşmıştı. 

İstanbuldaki Karaca Tiyatro da, 

aynı müellifin daha sonra yazdığı 

piyeslerden üçünü, "Kızgın Dam 

Üstünde Kedi", "Gençliğin Tatlı Ku­

şu" ve "Orpheus" unu, "bu mevsim 

oynanacak eserler" listesinde ilân 

ediyor. Ama bu 16 piyeslik listeden 

daha bir tanesini, "Tahta Çanaklar"ı, 

oynayabildi... İkincisini de bugünler­

de çıkarmaya hazırlanıyor. 

Devlet Tiyatrosunun "İhtiras 

Tramvayı"nı sahneye koymaktan 

maksadı, olsa olsa, şu sırada serbest 

bulunan sanatkârlardan bu piyese 

çok uygun düşecek bir tevziat yap­

mak imkânlarını bulmuş olmasın­

dandır. Nitekim baş rollerin Yıldırım 

Önal, Mediha Gökçer ve Nedret Gü­

venç gibi kuvvetli sanatkarlara ve­

rilmiş olması da bunu gösteriyor. 

Öyle zannediyoruz ki Sophokles'in 

antik trajedisinden sonra Tenesse 

Williams'ın modern trajedisi de An-



Tenesse Williams 

Unutulmaz müellif. 

karalılara güzel akşamlar geçirte­

cektir. Mediha Gökçerin Blanche ro­

lünde büyük bir başarı göstermesi 

beklenir. Çünkü bu rol değerli sa­

natkarımızın mizacına uygun bir 

roldür.. Aynı şeyi Kovalski'yi oynıya-

cak Yıldırım Önal için de söylenebi­

lir. İki kız kardeşten Stella'yı oynı-

yacak Nedret Güvençe gelince, ilk 

defa Devlet Tiyatrosu ansamblı için­

de, Ankaralıların karşısına, çok na­

zik bir rolde çıkacak. Ama Nedret 

Güvençi İstanbul Ş. Tiyatrosu sah­

nelerinden tanıyanlar, onun da kuv­

vetli iki partnerinden geri kalmıya-

cağına ve bu rolde ilk Ankara mu­

vaffakiyetini kazanacağını kuvvetle 

ümidediyorlar. 

Odada "Pervaneler" 

ünden Geceye"den boşalan Oda 

Tiyatrosuna da, bu Cep Tiyatro­

su kurulduğundan bu yana, ilk defa 

olarak bir telif eser geliyor. Bu te­

lif, Cahit Atay adında genç bir kale­

min "Pervaneler" ismini taşıyan ilk 

tiyatro eseridir ve konusu bir yaban­

cı muharririn hikayesinden alınmış­

tır. Edebi Heyetin kabul ettiği piyes 

önce İzmirde sahneye konulmuş ve 

ilk temsilleri orada verilmiştir. 

Devlet Tiyatrosu Oda Tiyatrosu 

sahnesine, ilk defa olarak, bir telif 

eser koymakla, bu sahneyi genç ka­

lemlerin eserlerine ayırmak yolunda 

ötedenberi temenni edilen bir teşeb­

büsün ilk tecrübesini yapmış olacak-

tır.. Bu tecrübenin müsbet neticeler 

vereceğinden şüphe etmiyoruz. Çün­

kü 65 kişilik bir tiyatro salonu nasıl 

olsa daima dolar. Büyük sahnelere 

çıkarılmasında tereddüt duyulan 

gençlerin yazdıkları ve yazacakları 

ilk tiyatro denemelerine de hayat 

hakkı tanımak imkânı hasıl olur. Di­

ğer taraftan dünyaca tanınmış büyük 

müelliflerin meşhur eserleri de, An­

karalıların haftalarca, bazen aylar­

ca beklemeden seyredebilecekleri bü­

yük salonlara kavuşmuş olur. 

Küçükde "Son Yağmur" 

üçük Tiyatrodaki ikinci telif e-

ser, Orhan Asenanın "Yalan"ı 

da 50. temsilini aştıktan sonra, bu 

hafta sonunda, yerini yeni bir telif 

esere, Perihan Zorlunun "Son Yağ-

mur"una bırakıyor. 

Perihan Zorlunun aynı sahnede 

birkaç sene evvel bir piyesini daha 

görmüştük. "Günah Gecesi" adını 

taşıyan bu piyes ümit verici bir zabı­

ta piyesiydi. Agatha Christie'nin en 

güzel örneklerini verdiği bu tarz ti­

yatro eserlerinin yerlilerini bizde Pe­

rihan Zorlu vermiş oluyor. 

Bir kadın müellifimizin yazdığı 

"Son Yağmur"u bir kadın rejisörü­

müz, ilk tecrübesini "Sevmek" piye-

siyle ve muvaffakiyetle vermiş olan 

Muazzez Kurdoğlu, sahneye koymak­

tadır. Dekorlarını da gene Seza Al­

tındağ çizmiştir. Bu piyeste Beyhan 

Gönenç, Elçin Saracoğlu gibi istidatlı-

gençlere mühim vazifeler verilmiş­

tir. 

Üçüncüde Aşk resmigeçidi 

evlet Tiyatrosu ilânlarına göre 

"Dört Albayın Aşkı" temsilleri­

ne şubatın ilk günlerinde nihayet ve­

rilecek ve Üçüncü Tiyatroda bu pi­

yesin yerini tanınmış Fransız müelli­

fi Jean Anouilh'un "Toreadorlar Val-

si" isimli bir komedisi alacaktır. 

"Toreadorlar Valsi" Anouilh'un 

"Fars" adı altında oynattığı en kuv­

vetli piyeslerinden biridir Anouilh 

bu piyesinde yaşlı ve çapkın bir ge­

neralin hususi hayatını, daha doğ­

rusu hissi hayatını ele alır. Hasta ve 

manyak karısı ile yirmi sonedir se­

viştiği romantik sevgilisi arasında 

ne yapacağını bilemeyen, sevgilisini 

de sonunda genç katibine kaptıran bu 

kocamış, fakat gönlü taze kalmış ge­

neralin traji komedisine "Bir Gene­

ralin Aşkı" da denebilir. 

"Dört Albayın Aşkı"ndan son­

ra şimdi de "Bir Generalin Aşkı"... 

Anlaşılan Üçüncü Tiyatroda bu se­

ne askeri bir aşk resmigeçidi seyre-

deceğiz. 

"Toreadorlar Valsi"ni Ahmet 

Evintan sahneye koymaktadır, de­

korlarını Tarık Levendoğlu çizmiş­

tir. Piyesin başrolü olan Generali de 

Devlet Tiyatrosu kadrosuna bu sene 

32 

AKİS, 27 OCAK 1960 









pecya



RADYO 

katılmış olan ve Ankarada ilk defa 

sahneye çıkmaya hazırlanan Münir 

Özkul oynıyacaktır. Münir Özkulu 

Küçük Sahneden tanıyanlar, sonra-

dan girdiği İ. Şehir Tiyatrosunda 

kendisine uygun düşecek ne bir piyes, 

ne de bir rol bulunamadığı için ora­

da boşuna vakit kaybettiğini üzüle­

rek görmüşlerdir. Fakat Devlet Ti­

yatrosu "Toreadorlar Valsi" ile Mü­

nir Özkulu, bütün sanat kabiliyeti-

ni göstermek imkânını bulacağı, bir 

eserde ve rolde sahneye çıkartmış 

oluyor. Onun için bu eserin Üçüncü 

Tiyatroda büyük bir ilgi ile seyredi­

leceğini tahmin ediyoruz. 

İstanbul 

Şehir Tiyatrosunda 

stanbul Şehir Tiyatrosunun iki 

sahnesinde program değiştirilmiş-

tir. Bunlardan biri Lâle Tiyatrosu-

dur. Bu tiyatroda sahneye konulan 

Namık Kemalin "Akif Bey"i de bek­

lenen ilgiyi göremeyince, yerine iki 

hafta için Refik Erduranın "Deli" 

isimli komedisi tekrar edilmiştir. 

"Deli"nin tekrarından sonra bu 

tiyatroda Jack Popplewell'in yaz-

dığı, Genco Erkalın da türkçeye çe-

virdiği "Yaramaz Çocuk" isimli pi-

yes sahneye konulmuştur. "Yara-

maz Çocuk"u Devlet Operasından 

ayrılan Aydın Gün sahneye koymuş, 

aynı piyeste eşi Azra Gün de mühim 

bir rol almıştır. Böylece iki opera 

sanatkârımız şimdilik operayı bıra­

kıp tiyatro sahasına geçmişler, de­

mektir. Fakat bu muvakkat bir ge­

çiştir. Aydın Gün yeni kurulmakta 

olan İstanbul Operasının hazırlık -

larıyla meşgul olmaktadır, bu hazır­

lıklar biter bitmez de ilk opera faa­

liyetine, bu kısmın müdürü olarak 

başlıyacaktır. 

ŞehirTiyatrosunda program de­

ğiştiren ikinci sahne Komedi bölü­

müdür. Burada oynanmakta olan Çe­

tin Altanın "Tahtaravalli" piyesi 

ümidin üstünde bir rağbet görmüş 

ve nihayet geçen hafta yerini Cevat 

Fehmi Başkutun yeni komedisi "Ö-

bür Gelişte" ye bırakarak Eminönü 

Bölümüne geçmiştir. 

Cevat Fehminin yeni piyesini 

Vasfi Rıza Zobu sahneye koymuş, 

başrölünü de kendisi almıştır. İlk 

temsiller İstanbul seyircisinin ilgi ve 

rağbeti ile karşılanmıştır. "Paydos" 

müellifinin yeni piyesiyle Komedi bö­

lümünde yeni bir muvaffakiyet kaza­

nacağı tahmin edilmektedir. Çünkü e-

serin mevzuu caziptir ve kurdukları 

birçok hayalleri dünyaya bu gelişle­

rinde gerçekleştiremeyen insanların 

"Öbür Gelişte" ne hal aldıklarını ve 

neler yapabildiklerini göstermekte-

dir. 


A. B. D. 

Payola 

ayola, amme hizmetlerinde suis­

timalin ve ahlâksızlığın pek kü­

çük ölçüler içinde vuku bulduğu A-

merikada, bugünlerde çoğunluğun 

zihnini ve dilini çalıştıran bir mevzu­

dur. Günün hâdisesi haline gelişine 

bakılırsa "payola" büyük bir skan­

dal sayılabilir. Fakat hâdise, hoş gö­

ren bir gözle bakıldığında incir çe­

kirdeğini ancak dolduracak kadar 

küçüktür ve önemsizdir. "Payola" 

nedir. "Payola, plâk imalâtçılarının, 

radyo istasyonlarındaki "disc joc-

key"lere, bazı plâkları tanıtmaları 

için para veya mal olarak ödedik­

leri bir çeşit rüşvettir. "Disc Joc-

key" Amerikancada, radyo ve tele­

vizyon istasyonlarında, popüler mu­

siki plâklarını "izahlı" olarak dinle­

ten konuşmacılara verilen isimdir. 

Bir popüler musiki plâğının üzerin­

de ancak o plâğı yerin dibine batır­

mak için ciddî ve akla yakın lâf edile­

bileceğinden, disc Jockey'lerin ise bu 

yolda konuşmaları maksada aykırı 

düşeceğinden, bu çeşit plâklarla ilgi­

li sözler çoğu kere birtakım soğuk 

esprilerden ibaret kalmaktadır. Oysa 

Amerikada disc Jockey'ler, hele yir­

mi yaşına varmamış gençler nezdin-

de, dediklerine kutsal kitabınkiler 

kadar önem verilen şahıslardır. Bu 

sebeple, vazifesi yeni çıkan plâkları 

birkaç övücü sözle ve sözde birkaç 

nükteyle, dinleyicilerine sunmak o-

lan bir disc Jockey, herhangi bir plâ­

ğı ötekilerden daha fazla överek ça­

lıyorsa, yahut bir plâğı haftada onbeş 

kere, ötekileriyse daha az dinletiyor-

sa, disc Jockey'in lûtfuna mazhar ol­

muş o plâğın satışı derhal artar; bin­

leri, yüzbinleri, bazen de milyonları 

bulur. Disc Jockey'in bir plâğa gös­

tereceği lûtfu ise plâk kumpanyala­

rının hediyeleri ayarlar. Disc Joc­

key, plâk kumpanyalarından para 

veya mal olarak aldığı hediyelerin 

çokluğu ve değeri nisbetinde, en zi­

yade cömert olan kumpanyaların 

plâklarına en büyük lûtfu gösterir. 

Tesirleri Avrupa memleketlerine, hat­

tâ Türkiyeye kadar bile uzanan 

"Haftanın en iyi plağı" listeleri, 

işte bu şartlar dahilinde meydana ge­

lir. Plâk kumpanyası payola'yı öder; 

disc Jockey, payola ödiyen kumpan­

yanın plâğını ötekilerden daha çok 

çalar ve daha çok över; disc Jockey 

çaldı ve övdü diye halk o plâğı beğe­

nir ve satın alır. Satış arttığı için o 

plâğın en iyi plak olduğu kararına 

varılır ve listenin bir numaralı plağı 

böylece tâyin edilir. 

Bütün bu olup bitenleri kanunla-

ra ve ticaret ahlâkına aykırı gören 

Federal Ticaret Komisyonu şimdi 

hadiseye el koymuştur. Komisyon 

irili ufaklı 15 plâk firmasını, disc 

Jockey'lere ve plâk bayilerine "gay­

rı kanuni hediyeler" vermekle ve "ak­

si halde satılmayacak olan plâkların 

bu yolla satışını sağlamakla" itham 

etmektedir. Federal Ticaret Komis­

yonunun disc jockey'lere ve plâk ba-

yilerine lâyık gördüğü bu itham 

aslında halka, plâk alıcılarına tev­

cih edilmiş sayılabilir. Plâk imalât­

çılarının, satışlara tesir edecek şa­

hıslara "hediye" vermeleri, eninde 

sonunda pek basit bir ticarî metod-

dan ibarettir ve ahlâkî değeri, rek-

lamcılıktan, ilâncılıktan daha düşük 

veya daha yüksek değildir. Fakat 

Federal Ticaret Komisyonu, "aksi 

halde satılmıyacak plâkların bu yol­

da satışını sağlamak" iddiasıyla or-

taya çıkınca, bir yandan bütün popü­

ler musiki plâkları "aksi halde 

satılamaz" damgasını yemekte­

dir: Öte yandan da popüler mu­

siki plâklarının alıcıları, kendi 

başlarına iyiyle kötüyü ayırt etmek­

ten aciz zavallılar durumuna düş­

mektedirler. Federal Ticaret Komis­

yonunun iddiasından çıkartılabilecek 

bu neticeler nitekim birer gerçeği 

işaret etmektedirler. Gerçekten, po­

püler musiki plâklarının -çok az sa­

yıda istisnalar dışında- hepsi, musi­

ki sanatının daha soylu ölçülerine 

göre, tek bir nüsha bile satmaması 

gereken çöplerdir. Bunları, disc joc-

key radyoda çalıyor diye, yahut her­

kes alıyor diye satın alan ve dinli­

yenler ise kendi başlarına bir mu­

siki parçasının iyi veya kötü olduğu­

na karar veremiyen, zaten zevkleri 

ve bilgileri böyle şahsî bir davranı­

şı uyguluyacak kadar gelişmemiş ki-

şilerdir ve bunların sayısı milyonları 

bulmaktadır. Kusur, yalnız Ameri­

kan halkında değildir. Payola her 

memlekette sökebilir. Nitekim, A-

merikan popüler musikisinin ve "haf­

tanın en iyi on plâğı" listelerinin, 

Amerikanın Elvis Presley, Ricky 

Nelson, Connie Francis vs. gibi "yıl­

dız" halk şarkıcılarının Avrupa mem­

leketlerinde gördüğü rağbet, Ame­

rikan payola sisteminin Avrupadaki 

tesirlerinin sonuçlarıdır. 



Mostrada hile 

ayoladan sonra Federal Ticaret 

Komisyonu geçen hafta, bu kere 

doğrudan doğruya televizyona mün­

hasır olmak üzere, yeni ithamını a-

AKİS, 27 OCAK 1960 

33 

İ 



pecya



S P 0 R 

çıkladı. Komisyonun bu seferki iddi-

ası şudur: televizyona ilân veren ba-

zı imalatçılar mallarını güzel, cazip 

göstermek için göz aldatıcı hilelere 

başvurmaktadırlar. Reklamı yapılan 

bir nebati yağın piyasadaki başka 

yağlardan daha mı kaliteli, daha mı 

lezzetli olduğu iddia ediliyor? Rek-

lamı veren firma yağının televizyon 

ekranında daha cazip görünmesi için 

malını, televizyonun ışık ve görünüş 

şartlarına uyacak şekilde ıslatmakta 

veya boyamakta, sonra da yağı ek­

randa, adı verilmiyen herhangi baş-

ka bir yağla kıyaslıyarak göster-

mekte, fakat tabii ki öteki yağ, görü­

nüşünü güzelleştirecek herhangi bir 

muameleye tabi tutulmadan ekrana 

çıkarılmaktadır. Yahut, gıda madde­

lerini buz dolabında bozulmadan mu-

hafaza eden kalay kağıdı imalâtçı­

larından biri kendi malının öteki kalay 

kâğıtlarından daha mı iyi olduğunu 

isbat etmek istiyor? Yapılacak şey 

basittir: malı gene, başka bir kalay 

kağıdıyla kıyaslamak, fakat öteki 

kalay kâğıdını buruşturmayı ihmâl 

etmemek... Buna, reklâmı yapılan 

kâğıdın içinde muhafaza edilen bir 

maddenin tazeliğini göstermek için, 

taptaze bir et parçasını ekranda gös­

termek, öteki kalay kâğıtlarının işe 

yaramadığını anlatmak için de ku­

rumuş, bozulmuş bir parça eti onun 

yanına koymak yeter. 

İşte, halkın alelade bir reklâm 

programında bile aldatılmasına göz 

yummayan Komisyon meseleye el 

koymuş ve hadiseyi, soruşturma için, 

Amerikan Temsilciler Meclisinin Ta­

li Komisyonlarından birine havale 

etmiştir. "Bilgi Yarışı" ve "Payola" 

skandallarından sonra, Amerikan 

radyo ve televizyon idarecilerinin ba­

şını yeni bir derde sokan bu reklâm 

hilesi meselesi şimdi Temsilciler 

Meclisindedir. Soruşturmalarda Baş­

kan Eisenhower"in radyo ve televiz­

yon müşaviri, tanınmış aktör Robert 

Montgomery de şahitlik etmiştir. 

Bilgi yarışı hilelerinin olsun, 

"payola" ve reklâm programı skan-

dallarının olsun, önemsizliğine bakı­

lırsa, büyük başın derdinin ille de 

büyük olması gerekmemektedir. Rad­

yo ve televizyonları hususi teşebbü­

sün elinde bulunan bir memlekette, 

bir eğlence programına veya reklâm 

yayınına basit ve zararsız bir hile 

karıştırılması hadisesinin, o memle-

leketin resmi makamlarınca ele alın­

m a n ve milli bir mesele haline geti­

rilmesi, Devletçe işletilen radyolar­

da bir milletin ana davalarıyla ilgili 

mevzulara yalan hile ve tahrifçilik 

karıştırılmasına omuz silkilmesine, 

hattâ bunların teşvik edilmesine a-

lışmış bir şarklının kolay kolay akıl 

erdiremiyeceği bir iştir. 



Klüpler 

F.B. nin V.C. ocağı mı? 

eçen haftanın sonunda cumarte­

si günü Başbakanlığın kapısı ö-

nünde neşeli bir grup görenler, Bey-

fendinin gene vilayetlik isteyen bir 

heyeti kabul ettiğini, üstelik vaadde 

bulunduğunu sandılar. 

Hele zayıf, kır saçlı, hareketlerin­

den Karadenizli olduğu açıkça anla­

şılan biri diğerlerinden çok daha faz­

la keyifliydi. Belli ki Beyfendi ken­

disine pek fazla iltifat etmişti. Esa-

sen son günlerde işleri iyi giden bu 

adam Karadenizlilere has esprileriy­

le her toplulukta, ortalığı kırıp geçi­

riyordu. Bu adam D. P. nin transfer 

kıymetlerinden Ordu milletvekili 

Atıf Topaloğluydu. Yanındakilere 

gelince, onlar da Fenerbahçe kulübü-

nün muhalefet cephesini teşkil eden 

Fenerbahçeliler.. 

Fenerbahçe heyeti, Başbakana 

ziyaretlerinin bir "V. C ye iltihak" 

ziyareti halinde teşhir olunduğunu 

görünce pek şaşırdılar. Zira aslında 

V. C. bahis mevzuu bile değildi. Fe­

nerbahçeli muhalifler arasında, her 

yerde olduğu gibi bol miktarda C. H. 

P.li vardı. Üstelik Fenerbahçedeki 

cereyan, Galatasaray gibi Fenerbah-

çeyi de politikacı idarecilerden kur­

tarmak gayretiydi. Halbuki şimdi, 

bir emrivaki ve bir politikacı ortaya 

çıkıyordu. 

Bu parlak ziyareti müteakip Rüş­

tü Dağlaroğlunun Ankara Palasta 

yaptığı basın toplantısına iştirak e-

den gazeteciler, Dağlaroğlunu müs-

tehzi tebessümlerle dinlediler. Gün­

lerden beri "Fenerbahçeli Muhalif­

ler" diye bir grubun olmadığını söy­

lüyorlar ve bu kelimenin ağızlara bi­

le alınmaması lüzumunu ileri sürü­

yorlardı. Anlaşılan Dağlaroğluna 

Beyfendinin de bu kelimeden pek 

fazla hoşlanmadığını söylemişlerdi. 

Anlaşılan kongrede iki Karade­

nizli karşı karşıya kalacaktır: Os-

man Kavrakoğlu ve Atıf Topaloğlu... 

İki Karadenizli Galatasaray - Fe­

nerbahçe maçı münasebetiyle Kong­

reden evvel 19 Mayıs Stadyumunda 

karşı karşıya geldiler. Kavrakoğlu, 

Topaloğlunun  F B . heyetini V. C. li 

diye Başbakana götürmesinden hiç 

memnun kalmamıştı. Bunun klüp için 

zararlı olacağı kanaatindeydi. Atıf 

Topaloğlu 1946 dan beri D. P. li 

Kavrakoğluna fütursuzca "ben Kulü-

bü değil, Partimi düşünürüm" dedi. 

Kavrakoğlunun gözleri faltaşı 

gibi açıldı. İnsanlar amma da kolay 



34 

"Partim" diyorlardı... 



pecya


pecya


pecya

Yüklə 0,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə