Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a


Kale Lenâ Fulân Bi-Kırâ'atî



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə22/51
tarix25.06.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#51703
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   51

Kale Lenâ Fulân Bi-Kırâ'atî:

Arz ya da kırâ'at ale'ş-şeyh denilen metotla rivayet edilen hadislerin eda edilmesi sırasında kullanılan lafızlardandır. Kale lafzının semâ'a delâlet ettiği görüşünde olanlar tarafından kullanıldığı kabul edilmiştir. Aynı manada kale lenâ fulânun kırâ'aten aleyhi tabiri de kullanılmıştır. (Bk. Arz.)



Kale Lenâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi:

Bk. Kale lenâ Fulânun bi-Kırâ'atî.



Kale Lî Fulân:

Bk. Kale lenâ fulân.



Kale Resûlullah:

“Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu” manasına gelen bu tabir. Hz. Peygamber'in sözlerini sevkederken kullanılan eda lafızlarının başında gelir.


İbnu's-Salâh'a göre cezm sigalanndandır ve sadece sıhhati açığa çıkarılmış hadisleri isnadsız olarak rivayet ederken kullanılır. Şöyle ki, zayıf bir hadisi isnadsız olarak rivayet ederken kesinlikle Kale Resûlullah dememek gerekir; zira bu lafız, hadisi Hz. Peygamber'in söylediğine delâlet eden cezm lafızlarındandır. Hatta sahih mi zayıf mı olduğunda şüphe edilen hadislerde de bu lafzı kullanmamalıdır. “Kale Resûlullah” (s.a.s) lafzı ancak sıhhati açığa çıkmış bulunan hadisleri sevketmek için kullanılır. 543
Şu da var ki sahabîler, Hz. Peygamber (s.a.s)'den bizzat kendileri işitmedikleri hadisleri de Kale Resûlullah diyerek rivayet etmişlerdir. Bu takdirde lafzın manası “Hz. Peygamber şunları söylemiş” demek olur. Ancak sahabenin, kendileri işitmedikleri halde bizzat işiten veya işitenden öğrenen başka sahabilerden öğrendikleri hadisleri bu lafızla rivayet etmeleri, kendileri işitmişcesine rivayet gibidir.

Kale Resûlullah (s.a.s) Fîmâ Yervîhi An Rabbihi:

Bk. kudsî Hadis.



Kâle'llâhu Te'âlâ:

Bk. Kudsî Hadis.



Kalîlu'l-Hadîs:

“Hadisi az” anlamını veren bir tabir olup az hadis rivayet eden raviler hakkında kullanılmıştır.


Bir muhaddisin kalîlu'l-hadîs oluşu, onun az hadis bildiği manasına değil, rivayet ettiği hadislerin sayıca az olması manasına alınır. Söz gelişi Hz. Ebubekr kalîlu'l-hadîstir. Bunca yıl Hz. Peygamber (s.a.s)'le birlikte olduğu halde ondan 142 hadis rivayet edilmiştir. Hiç de küçümsenemiyecek bir rakama ulaşan rivayetleri diğer çok sayıda hadis nakleden sahâbilere nisbetle az itibar edildiğinden o da bu gruba dahil edilmiştir.

Kalîlu't-Tahdîs:

Az tahdîs eden, yani hadis rivayeti üzerinde az duran demektir. Kendisine müracaat edenlere hadis rivayet etmekten çekinen, çekindiği için de her işittiğin italebeye rivayet etmeyen bazı hadiscilere denilmiştir.


Hadis alimleri ve ravileri arasında işittiği her hadisi bir emanet sayarak talebeye aktarmayı görev bilenler olduğu gibi, aksine hareket ederek tahdisten kaçınanlar da olmuştur. İkinci gruptakilere kalîlu't-tahdîs tabir edilmiştir.

Kara'tu Alâ Fulân:

Bk. Arz.


Kara'tu Alâ Fulân An Fulân:

“Falandan rivayet olarak fülana okudum” demektir. Bir şeyhin, şeyhinden icazetle almış olduğu bir hadisi değişik sebeplerle bir diğer geyhe arzederek ondan da rivayet ettiğini ifâde etmek üzere isnadında kullandığı eda lafzıdır.



Kara’tu Bi-Hatti Fulân:

“Falancanın el yazısı ile (yazılmış) metinde okuduğuma göre” manasına gelen ve hadis tahammül metotlarından vicâde yoluyla elde edilen hadislerin rivayetinde kullanılan eda lafızlarındandır. (Bk. Vicâde).



Kara'tu Bi-Kitâbi Fulân:

“Falanın kitabında okudum” manasına bir terkib olup vicâde yoluyla elde edilmiş bir hadisin edası sırasında kullanılan lafızlardandır. Elde edilen metnin adı anılan kişinin el yazısıyla yazılmış olmadığına delâlet eder.



Kari’:

“Kara'e (okudu)” kök fiilinden alınma ismi fail olan kari, hadis rivayet yollarından arz veya kırâ'a ale'ş-şeyh denilen metotla rivayette hadisleri şeyhe okuyan kimseye denir.


Kâri, aynı zamanda şeyhden hadis rivayet eden talibdir. Şeyhin rivayet hakkım elde ettiği hadislerini ya bir kitap veya yazılı metinden, ya da ezberinden okur. Haliyle şeyh dinler. Okuma işi tamamlanınca okunan kitap veya metindeki hadisler rivayet edilmiş olur. (Bk. Arz).

Karin:

Akranın tekilidir. Yaş ve sened bakımından birbirlerine akran hadiscilerin herbirine denir. Yaş itibariyle aralarında fark olsa bile hadis rivayet ettikleri devre bakımından birbirlerine yakın olanlara da diğerlerinin karini delmiştir. (Bk. Akrân).



Kas:

Bk. Kussâs.



Kassâs:

Bk. Kussâs.



Kat’ Tedlisi:

Bk. Tedlîs.



Kavî:

Sözlükte “sağlam ve kuvvetli” manalarına gelen kavi, bazı muhaddisler tarafından sahih yerinde kullanılmış bir terimdir.



Kaviyyu'l-Hadîs:

Hadisi sağlam manasına gelen bir tamlama olup bazı hadis alimlerine göre sika karşılığı olarak kullanılmıştır.



Kavlî Sünnet:

Bk. Sünnet



Kavlu Abâdile:

Bk. Abâdile.



Ke'ennehû Mushafun:

“Sanki Mushaf gibidir” manasına gelen bu tabir bazı alimlerce ta'dilin üçüncü mertebesine delâlet eden lafızlardandır. Bu lafızla adaletli olduğuna hükmedilen râvinin hadisleri hüccet olmaya elverişli addedilir.



Kesîru’l-Galat:

Bk. Kesret-i Galat.



Kesîru'l-Rıhle:

Hadis elde edebilmek uğruna pek çok seyahat etmiş olan kimse manasına gelen bir tabir olup, hadis rivayeti için ülke ülke dolaşanlara denir. Hicri üçüncü asır sonlarında Nişâbur ve çevresinde büyük ün yapmış muhaddislerden Ebu Abdillah Muhammed b. İbrahim el-Bûşencî Kesîru'r-rıhle yani hadis talebi uğruna uzun ve meşakkatli pek çok yolculuklar yapmış hadis talibi olarak tanınır. 544



Kesret-i Galat:

Bk. Kesretu'l-Galat.



Kesretu'l-Galat:

Aynı manada fuhşu galat da kullanılır. Her ikisi de, çok hata yapmak, hatası çok olmak demektir. Kesretu’l galat ya da fuhşu galat, ravinin cerhedilmesine yol açan ve meta'in-i aşere denilen on tenkit esasından zabtla ilgili olanlarındandır. Ravinin çokça yanılması, rivayet ettiği hadislerde hatasının fazla olmasını ifade eder.


İnsan hiçbir zaman hatadan, yanılmaktan kurtulamaz. “İlk yanılıp hata eden ilk insan olan Âdem'dir” denilmiştir. Buna göre ravi hadis rivayetinde hata edebilir ve bu, tabiî bir şeydir. En meşhur âlimlerin bile hata ettikleri, hadis ilminde şöhret yapmış güçlü hafıza sahibi ravilerin az da olsa yanıldıkları vakidir. Öyle iken ravinin cerhine sebep olan hatasının çok olması, tabirin manasından da anlaşılacağı üzer hatalı rivayetlerinin doğru olarak rivayet ettiklerinden fazla olmasıdır. Hatalı rivayetleri, doğru rivayetlerine eşit olanlar da kesretu'1-galat yüzünden cerhedilirler.
Rivayetlerinde çok hata yapan ravinin hadislerine itibar edilmez. Yerine göre bunlara munker, mu'allel gibi isimler verilir.
Hadis rivayetinde fazla hatası görülen bir diğer ifadeyle hatalı rivayetleri doğrularından fazla olan râviye kesîru'l-galat denir.

Keşt:

“Keşeta” sülâsî fiilinin masdarı olup asıl itibariyle açmak, bir nesnenin yüzünü örtüp bürüyen şeyi kaldırmak manasınadır. 545Ayeti kerimesinde 546 “gökyüzü sıyrılıp açıldığı zaman” buyurularak bu manada kullanılmıştır.


Hadis ıstılahı olarak keşt, hadislerin yazılması esnasında yanlış yazılan yerlerin bıçak veya benzeri aletle kazınarak silinmesine denir. Bununla birlikte daha çok fazla yazılan yerlerin kazınmasına keşt tabir edilmiştir. 547
Hadisleri yazarken hadisden olmayan fazladan veya yanlış yazılan yerler darb, hakk veya mahv şekillerinden biri ile yok edilir. İbnu's-Salah’a göre bunların en iyisi darb'dir. 548Şu da var ki yanlış yazılan kısım tek bir harf, kelime veya kısa bir cümle ise bunu keşt yoluyla kazıyarak silmek daha uygun olur; çünkü darbedilen bir yazı silinmez, üzerine belli olacak şekilde bir çizgi çekilerek işaretlenmek suretiyle iptal edilir. (Bk. Darb). Böylece yazılmaması gereken harf, kelime veya kısa ibare metinde kalmış olur; Bu ise onun asıl ibare olduğu zannım uyandırabilir veya çizgi ile darbedildiğinin farkına varılmayıp karışıklığa yol açabilir, bu bakımdan keşt usulü silme daha pratik görünürse de uzun ibarelerin keşt yoluyla silinmesini bir yandan vakit alacağı, bilhassa yazı yazılan kağıdı zedeleyeceği için hoş görmeyenler vardır. Nitekim İbnu's-Salâh, bazı şeyhlerin hadis meclisine yanlış yazılan yerleri kazımak için bıçak getirilmesini hoş görmediklerini nakleder. Sebep olarak da kazınan kısmın başka rivayette belki de sahih olabileceğini gösterir. Aynı şekilde hadisi yazan kâtip, bir başka sefer hadisi başka şeyhe arz eder. Sildiği kısım onun rivayetinde sahih olabilir. Bu sefer silinen kısmın tekrar metne alınması gerekebilir. 549Şu hale göre, bu gibi sebeplerle darbın tercih edilmesi uygun olur.

Ketebe Ileyye Fulân:

“Falan kimes bana yazdı” manasına gelen bir tabir olup, hadis tahammül yollarından mukatebe metoduyla alınan hadislerin edasında kullanılır. Şeyh rivayet hakkına sahip olduğu hadislerden bir kısmını talebeye kendi el yazısıyla yazar gönderir. Bir başkasına talebe adına yazdırması da mümkündür. Mukatebe yoluyla hadis rivayet edenler isnadında veya musannef eserlerinde “ketebe ileyye fulan” dediklerinde “haddesenâ fulân” demiş gibi olurlar. Bazen de Ahberanî bihi fulânun nıukâtebeten (kitâbeten) dedikleri de olur.


İbnu's-Salâh'a göre ketebe ileyye fulân ibaresi icazeti kuvvetle iş'ar eder. Eğer icazeti ifade eden bir ibare ile birliket kullanılmamışsa manen icazet manası verir. 550Ayrıca aynı tabirin ravi ile şeyhi arasında mülakata delalet ettiği de söylenmiştir. Nitekim Buhâri'nin Sahihinde, uyguladığı mülakat şartına aykırı olarak şeyhi Muhammed b. Beşşâr'dan mukatebe yoluyla aldığı bir hadisi “Ketebe ileyye Muhammed b. Beşşar” diyerek 551 nakletmesi buna delil sayılmıştır. Kullandığı ifadenin mülakata delalet ettiğine” kani olmasaydı kullanmazdı.

Keza:

Böyle, böylece manasınadır, hadis yazılırken, manasında yanlışlık olan ibarenin üzerine aslına uygun olarak yanlış yazıldığını işaretlemek için kullanılan işarettir.


Hadisi yazan böyle bir işaret kullanmakla ibarenin aslında yanlış yazıldığını, kendisinin farkına vardığı halde asla sadık kalmak maksadıyla değiştirmediğini açıklamış gibi olur.

Kezzâbun:

Fazlaca yalan söyleyen, aşırı yalancı anlamında mübalağa ile ism-i fail olup cerh lafızlarından biridir. Cerhin altıncı ve en ağır mertebesine delâlet eder.


Bu ve benzeri lafızlarla cerhedilen ravi adalet vasfını kaybetmiş demektir. Hadisleri yazılmaz. 552Rivayetlerine hiçbir şekilde itibar edilmez. Hatta başka ivayeti kuvvetlendirmesi için bile kullanılmaz.

Kezzâbun Yekzibu:

Yalan söyleyen aşırı yalancının biridir manasında kezzâbun gibi cerh lafızlarındandır. Cerhin altıncı mertebesinde ve ağırına delâlet eden lafızlar arasındadır.


Hakkında kezzâbun yekzibu denilen ravi adaletten düşmüş demektir. Rivayetlerine itibar edilmez. Hadisleri yazılmaz. Başka rivayetleri desteklemek için bile olsa kullanılmaz.

Kırâ'a Ale'ş-Şeyh:

Bk. Arz.


Kıssa:

Türkçedeki kıssa manasını veren bu kelime hadisin söylenmesine veya bir fiili naklediyorsa işlenmesine sebep olan olay karşılığı kullanılmıştır. Bilhassa bir hadisin değişik isnadları verildikten sonra ve zekera'l-hadîs gibi ve zekera'l-kıssa denir ki bununla hadisin vurûd sebebi olan hadise tekrar edilmemiş olur.



Kibâr-ı Tâbi'în:

Tâbiî'lerin büyükleri, önde gelen tabiîler manasına gelen bir tabir olup, sahabe devrinde yaşayan ve rivayetleri umumiyetle sahâbilerden olan tabiiler için kullanılır.


Sa'îd İbnu'l-Museyyeb, Ubeydullah b. Adî, Kays b. Ebî Hâzim, Ebu Osman en-Nehdî gibi isimler kibarı tâbiî'nin en meşhurlarıdır.
Kibâr-ı tâiî'n, irsal, dolayısıyla mürsel bahsinde söz konusudur. Nitekim umumiyetle kabul edilen irsal, kibâr-ı tâbiî'inden birinin isnadında sahabiyi atlayıp “Hz.Peygamber şöyle buyurdu; Hz. Peygamber (s.a.s) şunu yaptı, şunu emretti, şundan nehyetti” diyerek isnadını Hz. Peygamber'e ulaştırmak suretiyle rivayette bulunmasıdır. Tarifinde söz konusu edildiği gibi kibâr-ı tabiînin rivayetleri umumiyetle sahâbilerden olduğu için irsalleri inkıta' sayılmaz. Diğer tâbi'îler sahabeden olduğu gibi birbirlerinden de rivayette bulunmuşlardır. Bu itibarla Kibâr-ı tâbi'înden olmayan birinin irsali, inkıta' sayılır.

Kitâb:

“Yazmak” manasına gelen “ketebe” kök fiilinden alınma bir kelime olan kitab, hadis ilminde önce yazılı hadis metinlerinden meydana gelen bilinen kitap veya defter şeklindeki kitaba denir. Bu aynı zamanda talib tarafından şeyhten çeşitli usullerle yazılarak rivayet edilen hadisleri bir arada muhafaza eden kitaptır.


İkinci olarak kitâb kelimesi hadisleri konularına göre ayırarak bir araya toplayan hadis musannefâtında ana bölümleri ayırırken kullanılmıştır. Söz gelimi Kitâbu'1-îmân, imanla ilgili, kitâbu'l-eymân ve'n-nuzûr yemin ve nezir konusundaki hadisleri ihtiva eden bölüm başlıklarıdır. Daha çok cami, sünen ve musannef adı verilen ve ale'l-ebvâb yani fıkıh bölümlerine göre tertip edilmiş hadis kitaplarında ana konulan işaretlemek ve birbirlerinden ayırmak üzere konulmuştur.

Kitâbet:

Yazmak, yazı ile tesbit etmek anlamında “ketebe” kök fiilinin mufâale babından ikinci masdan olan kitabet, kısaca yazışmak demektir. Terim olarak hadis tahammül metodlanndan birisidir. Şeyhin mesmû'âünı yahut bir veya birkaç hadis yanında hazır olan talibe yazarak ya da yazdırarak vermesi; yahutta uzakta bulunana göndermesinden ibarettir. İbnu's-Salâh kitabete Mukâtebe adını vermiştir.


Kitabet yoluyla hadis rivayet edenler is-nadlannda Ketebe ileyye fulân veya Ahberanâ fulânun mukâtebeten (veya kitâbeten) eda lafızlarını kullanırlar. Bu metodla rivayette sadece haddesenâ veya ahberanâ demek caiz görülmemiştir.
Kitabet (ya da mukâtebe), yazılıp verilen veya gönderilen hadislerin rivayet edilmesine icazet verilip verilmeme durumuna göre iki kısımdır. Bunlardan birincisi icazetten mücerred kitabet, (Kitabe (veya mukâtebe) mücerrede ani'l-icâze); ikincisi ise icazete delâlet eden bir lafızla olan kitabet (kitabe (mukâtebe) makrûne bil-Icâze)dir.
İcazeten mücerred kitabede şeyhin, hadislerini yazılı olarak verirken onların rivayetine icazet verdiğine delâlet edecek herhangi bir söz söylememesiyle hasıl olur. İcazete delâlet eden bir lafızla olan kitabet ise hadislerin yazılı metin halinde verilirken eceztuke mâ ketebtu leke, eceztuke mâ ketebtu ileyke yahut eceztuke mâ ketebtu bihi ileyke gibi bir söz söylenerek verilmesine denir. Bu lafızların hepsi “Sana yazdığımı hadisleri rivayet etmene icazet verdim” manasına gelir ve şeyhin talibe yazdığı hadislerin rivayetine izin verdiğine delâlet eder.
Şeyhin hadislerini yazılı olarak verirken onların rivayetine icazet verdiğini belirtmesi, sıhhat ve kuvvet bakımından icazete makrun munavele gibidir. Hadisleri sadece yazıp vermek veya göndermek şeklinde olan icazetten mücerret kitabetin ise sıhhatine ihtilaf edilmiştir. Hadisciler arasında meşhur sahih görüşe göre icazetsiz kitabet sahihdir. Böyle alınan hadis mevsul ve müsned sayılır. Bu yolla rivayeti Eyyubu's-Sahtiyâni ile Şeyhi Mansur İbni'l-Mu'temir, el-Leys b. Sa'd, Ebu Bekr b. Ebî Sebre gibi âlimler caiz görmüşlerdir. Nitekim el-Beyhakî Medhalinde bu isimleri zikrettikten sonra şöyle demiştir.
“Bu konuda tâbi'în ile tebe-i tâbi'înden bir çok eser olduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.s)'in dinî hükümlere dair amillere yazdıkları mektuplar da bu görüşün sahih olduğuna delâlet eder.”553
Ebu'l-Muzaffer es-Sem'ânî de bu görüştedir. Ona göre hadisleri yazarak vermek, verirken de icazete delâlet eden sözler söylemek, sadece icazetten daha kuvvetlidir. Usul âlimlerinden er-Râzi de el-Mahsûl isimli eserinde buna kail olmuştur. Aynı görüşe katılanlardan biri de es-Suyûti'dir. Ona göre icazete makrun kitabet yoluyla rivayetin caiz oluşu muhtar olan görüştür. Hatta munavelenin birçok şekillerinden daha kuvvetlidir. Kaldı ki Buhârî'de “ve ketebe ileyye Muhammed b. Beşşâr” lafzı ile rivayet varid olmuştur. 554Sahihde bu lafızla başka hadis nakledilmemiş olmakla birlikte bir tek rivayet kitabet yoluyladır.555 Sahih-i Müslim'de ise mukâtebe yoluyla alınmış hadisler hayli fazladır.
Diğer taraftan Ebu'I-Haseni'l-Mâverdi, Amidî ve İbnu'l-Kattân gibi âlimler icazetten mücerret kitabetle rivayeti caiz görmezler. 556Ne var ki sahih hadislere tahsis edilmiş kitaplarda “Ketebe ileyye fulân” eda lafzı ile varid olan pek çok hadis vardır. Bunların hepsi hadis imamlarınca mevsul addedilmiş olduğundan, bunların men'ine itibar edilmemiştir.
Hadis âlimlerinin bir kısmına göre, hadisleri şeyhin yazılı olarak verdiği veya yolladığı metinlerden rivayet edebilmek için yazan şeyhin yazısını -ona ait olduğuna dair herhangi bir delil olmasa dahi- tanımak kafidir. Bazıları “yazı yazıya benzer” diyerek yazının şeyhe ait olduğuna delil bulunmadıkça yazıya itimat etmenin caiz olamıyacağım ileri sürmüşlerdir. İbnu's-Salâh “Bu söz makbul değildir; zira yazının yazıya benzemesi çok nâdir vaki olur. Zahiri şudur ki bir insanın yazısı başkasına benzemez, dolayısıyla yazının yazıya benzemesinden herhangi bir karışıklık meydana gelmez.” diyerek 557 bu görüşe itiraz etmiştir.
Şeyhin hadisini kendisi değil de bir başkası yazmış ise kitabet yoluyla rivayetin sahih olması için yazanın sıka olduğunun sabit olması da şart koşulmuştur.

Kitâbetu’l-Hadîs:

Hadislerin yazılması manasına gelen bir tabirdir. Hadis İlminde Hz. Peygamber (s.a.s) ve sahabe devrinde hadislerin yazılması ve hadis yazarken dikkat edilecek kaideler olmak üzere iki önemli konuya delalet eder.


Hz. Peygamber'in sağlığında -bir iki olay hariç-hadisler umumiyetle yazılmıyordu. Bir kere sahabe arasında yazı bilen çok azdı. Bu yüzden, Hz. Peygamberden öğrenilen hadisler hıfzediliyor, şifahî nakil ve müzakere yoluyla sahabe arasında yayılıyordu. Ebu Sa'îdi'l-Hudri'den rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber önceleri
“...Benden (Kur'ân-ı Kerim'den başka bir şey) yazmayınız. Kim benden Kur’ân-ı Kerim'den başka bir şey yazmışsa onu imha etsin. Benden (yazmaksızın) rivayette bulunun. Bunda bir mahzur yoktur. Her kim bile bile benim adıma yalan söylerse Cehennemdeki yerine hazırlansın” 558buyurarak hadislerin yazılmasına izin vermemişti. Yine aynı sahabî Allah Resulünden hadis yazmak için izin istemişse de verilmemiştir. 559
Şüphesiz Allah Resulünün, kendisinden Kur'ân-ı Kerim'den başka bir şey yazılmasına müsaade etmeyişinin önemli sebepleri vardır. Önce yukarıda işaret edildiği gibi yazı yazmasını bilen sahabîler yok denecek kadar azdı. Yazı tekniği de gelişmiş değildi. Her şeyden evvel yazılan hadislerin Kur'ân-ı Kerim ayetleri ile karışma ihtimali vardı. İşte bu mühim sebepler yüzünden sahabe Hz. Peygamber (s.a.s)'in yasağına uyarak hadisleri yazmıyor; ezberden naklediyorlardı.
Aslında Kur'ân-ı Kerim bir yandan ezberlendiği, öte yandan yazıldığı, bazı sa-habîler tarafından hem yazılıp hem ezberlendiğinden yanlış yazılma tehlikesi olmadığı gibi Kur'ân'dan olmayan sözlerle karışma korkusu da yoktu. Fakat hadisler öyle değildi. Onları hem bütün sahabîler bilmiyor, hem de ezberlemiyordu. Bu yüzden Kur'ân'la ve birbiriyle karışma ihtimali vardı.
Aradan zaman geçip Kur'ân-ı Kerim bütünüyle belli olup pek çok sahabî tarafından ezberlenince artık hadislerin Kur'ân ayetleriyle karışma tehlikesi kalmamıştı. Hz. Peygamber (s.a.s) böyle bir durumda bazı sahabîlere kendisinden işittikleri hadisleri yazmaları için izin verdi. Ne var ki, Allah Resulünün hadislerin yazılmasına ne zaman müsaade ettiği kesinlikle belli değildir. Bu itibarla hadislerin yazılmasını meneden yasağın bütün Sahabeye mi yoksa yazı yazmasını iyi bilmediğinden dolayı doğru yazmayacağından korktuklanna mı konulduğu kestirilememektedir. Hadislerin yazılmasına müsaade edildiğini gösteren rivayetler bazı sahabîlerin Hz. Peygamberden işittiklerini yazmak hususunda izin istediklerine, onun da istenen izni verdiğine dairdir. Misal verelim:
“... Abdullah b. Amr'dan rivayete göre demiştir ki:
“Hz. Peygamber (s.a.s) den ne işitirsem bellemek ister; yazardım. Kureyşliler
“Hz. Peygamber (s.a.s)'den işittiğin her şeyi yazıyorsun. Oysa Hz. Peygamber (s.a.s)'de insandır. Rıza halinde de öfkeli iken de söz söyleyebilir” diyerek beni bundan men ettiler. Bunun üzerine (bir sene) hadis yazmaya ara verdim. Nihayet işi Hz. Peygamber (s.a.s)'e söyledim. Mübarek parmağıyla ağzını işaret ederek
“Yaz dedi; canım kudreti altmda olan (Allah)'a yemin ederim ki buradan hak sözden başkası çıkmaz” 560
Şu haber de Hz. Peygamberin, unutmak ihtimali olduğundan hadisi yazarak muhafaza etmeyi tavsiye ettiğini göstermektedir.
“Ebu Hureyre'den rivayete göre demiştir ki:
“Ensardan biri Hz. Peygamber (s.a.s)'den hadis işitir, işittikleri hoşuna gider ancak belleyemezdi. Bu durumunu Hz. Peygamber (s.a.s)'e şikayet etti:
“Ya Resulallah dedi; senden hadis işitiyorum, hoşuma gidiyor. Ancak bir türlü öğrenemiyorum. (Ne yapayım?)” Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.s) eliyle yazı işareti yaparak:
“Sağ elinden faydaları” buyurdu.” 561
Râfi b. Hadic'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s)'e, işittiği hadisleri yazayım mı diye sormuş, Allah Resulü yazmasını, yazmakta bir mahzur olmadığını söylemiştir. 562
Bu hadislerden anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber (s.a.s) önceleri Kur'ân-ı Kerimle karışması gibi ciddî bir tehlike söz konusu olduğu için hadislerin yazılmasına müsaade etmemiştir. Ancak, zamanla bu mahzurun ortadan kalktığına kani olunca yazı bilgisine güvendiği, hadisleri yanlış yazmayacağından, bilhassa Kur'ân-ı Kerim ayetleriyle karıştırmayacağından emin olduğu sahabîlere yazma müsaadesi vermiştir. Nitekim Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Amr, Hz. Ali hadisleri yazan sahabîlerdendir.
Hadislerin yazılmasını men eden hadislerle yazılmasına izin verildiğini gösteren hadislerin arası böyle bulunmuştur. Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a.s)'in kendisinden işitilen hadislerin yazılmasını men edişi ile yazma izni verişini neshe hamledenler de vardır.
Öte yandan Allah Resulünün sağlığında dişlerin yazıldığını, hatta bizzat kendisi tiafından yazdınldığını gösteren belgeler vardır. Söz gelişi hicreti takip eden ilk günlerde Medineli Yahudilerle yazılı bir andlaşma yapılmıştır. Hudeybiye Sulh andlaşması esasları da yazılmıştır. Komşu ülkeler devlet başkanlarına yazdığı mektuplar da ilk yazılı metinler arasındadır. Yemenli Ebu Şâh isimli bir sahabî Mekke fethinden sonra yaptığı konuşmanın yazılmasını istemiş, bizzat Hz. Peygamber (s.a.s) “Ebu Şâh için söylediklerimi yazın” diyerek yazdırmıştır. Ölümüne yakın “bana yazı yazacak şeyler getiriniz. Size bir vasiyetname yazdırayım. Sonunda doğru yolu kaybetmiyesiniz” demiştir.563 Bu rivayetler henüz Hz. Peygamberin sağlığında bazı hadislerin yazıldığını belgelemektedir.
Bazı sahabilerin Hz. Peygamber hayatta iken yazdıkları hadis metinlerinden biri Abdullah b. Amr'ın es-Sahifetu's-Sâdikasıdır. Ebu Hureyre'nin “Abdullah b. Amr hariç kimsede bende olduğu kadar hadis yoktur. O hadisleri yazardı. Bense yazmadım” diyerek 564 hadislerini yazdığını belirttiği Abdullah b. Amr'ın sahifesi vefatından sonra torunlarına geçmiş ve rivayet edilmiştir.
Daha sonra tâbiiler'in bir kısmı da hadisleri yazmıştır. Söz gelişi meşhur tâbi'i Said b. Cubeyr'in hadisleri yazdığı kaydedilir. İbn-i Şihâb'ın da hadisleri tedvin edip yazdığı meşhurdur. Bu nesilden Hemmâm b. Münebbih'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği 138 hadisi ihtiva eden es-Sahifetu's-Sahîha halen elimizde mevcuttur.565
Şu hale göre az da olsa bir kısım sahabîler ta Hz. Peygamber (s.a.s)'İn sağlığında hadisleri yazmışlardır. Sahabiler tarafından yazılan hadislerin meydana getirdiği küçük çaptaki hadis çetinlerine sahife denilmiştir. Sahifeler içinde en meşhuru Abdullah b. Amr'ın es-Sahîfetu's-Sâdıkasıdır. Bundan başka abır b. Abdillâh, Ali b. Ebî Tâlib, Semure b. Cundeb, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer İbnu'l-Hattâb, Enes b. Mâlik ve Sa'd b. Ubâde'nin de birer hadis sahifeleri vardır. Daha sonra tâbi'îler arasında da hadis yazanlar olmuş; hatta hadis yazmanın caiz olduğuna kail olanlarla olmadığı görüşünde olanlar arasında ihtilaf meydana gelmiştir.566
Hadislerin tedvin edilmesinden sonra hadis kitabeti, tamamen rivayet edilen hadisleri yazmak, yazılı metinler haline getirmek şekline girmiştir.
Kitâbetu'l-Hadisin ikinci anlamı olan hadis yazılırken dikkat edilecek kaide ve esaslar manasına gelince, İbnu's-Salâh bu manayı ilk manasından ayırmak üzere yerine göre dabtu'l-kitâb tabirini kullanır. Arkasından kaidelerini şöyle sıralar:
1. Hadis yazan kimsenin bilhassa iltibasa yol açacak şahıs isimlerinin zabtına itina etmesi gerekir; zira bu isimler manasından çıkarılamıyacağı gibi önündeki ya da sonundaki kelimelerden de anlaşılamaz.
2. Müşkil lafızların zabtını önce yazılı metinde sonra haşiyede tam karşısına harekeli ve müstakil olarak yazması iyi olur.
3. Mecburiyet olmadıkça yazıyı ince yazması doğru olmaz. Hanbel b. İshak'ın dediğine göre Ahmed b. Hanbel bir gün kendisini ince yazı ile metin yazarken görmüş, “öyle yapma; sonra en çok muhtaç olduğun şey sana ihanet eder” demiştir.
İnce yazı ile yazmak ancak kağıtta yeteri kadar boş yer olmamak veya kâtibin çok gezen biri olması halinde kitab yükünün hafif olması için ince yazıya ihtiyaç duyması gibi durumlarda mazur görülebilir.
4. Hadis yazanın yazısını hızlı ve harfleri birbirine karıştırarak okunmaz halde yazmaktan çok okunaklı yazması tercih edilir. Nitekim Hz. Ömer “en kötü yazı okunaksız yazılanı (meşk), en kötü kıraat hızlıca belli belirsiz okumaktır. En güzel yazı okunaklı olanıdır” demiştir.
5. Mu'cem (noktalı) harflerin noktalarla zabtedilmesi gibi mühmel (noktasız) harfler de ihmâl alâmeti ile zabtedilmelidir.
6. Muhaddisin kitabında sadece kendinin anlıyacağı başkalarının anlamayacağı ve şaşıracağı terimler kullanması doğru olmaz. Rumuz kullanmaktan kaçınması her rivayetin yanına ravisini yazması uygun olur. Yalnız kitabının başında veya sonunda bu işaretlerden neyi kasdet-tiğini açıklarsa mahzuru yoktur.
7. Yazdığı hadislerin arasını ayırdedecek küçük bir daire çizmesi gerekir. Nitekim Ebu'z-Zinâd, Ahmed b. Hanbel, İbrahim b. İshak el-Harbî, Muhammed b. Cerîri't-Taberi gibi imamlar bu şekilde uygulama yapmışlardır. (Bk. Daire).
8. Abdullah b. Fulân gibi isimlerde “Abd” kelimesini satır sonuna, kalan kısmı ise diğer satır başına yazması da doğru değildir. Abdurrahman gibi Allaha kulluk ifade eden diğer isimler de öyledir. Aynı şekilde “Kale Resulü” lafızlarının satır sonuna, “Allah sallallahu aleyhi ve sellem” lafızlarının öteki satıra yazılması da doğru olmaz.
9. Hadis yazanın Hz. Peygamberin isminin her geçtiği yerde salat ve selamı yazmaya itina etmesi ismin tekrarlandığı yerlerde salat ve selamı da tekrar etmekten usanmaması gerekir. Bu hadis talebesinin ve katiplerinin dikkat etmeleri gerekli faydalı bir husustur. Bundan gaflet eden büyük bir ecir fırsatından mahrum kalır. Hatta el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin dediğine göre selef âlimleri “hadisleri yazan Hz, Peygamber (s.a.s)'e yazı ile değil dille salat ve selam okumalıdır.”
10. Hadis kâtibi yazdıklarını semâ'a asıl olan nüsha ve şeyhinin kitabı ile mukabele etmelidir. Nitekim Urve İbnu'z-Zubeyr oğlu Hişâm'a bir gün
“Hadisleri yazdın mı?” diye sormuş o da:
“Evet” cevabını vermiştir.
“Yazdığını asıl metinle vuruşturdun mu?” diye sorduğunda:
“Hayır” demesi üzerine:
“Öyleyse yazmamışsın” demiştir.
11. Metinde düşen kısmı -ki lahak denir- hâşiyede gösterirken tercih edilen metot, metnin neresinden düşmüşe oradan yukarı doğru bir çizgi çekerek göstermektir.
12. Hadis yazan kâtibin tashih, tazbîb ve temrîze dikkat etmesi gerekir.
13. Hadis yazılırken kitaba yazılmaması gereken bir ibarenin yanlışlıkla yazılmassı halinde fazlalık ya darbedilir; ya da keşt, hak veya mahv suretlerinden biriyle silinir.
14. İhtilaflı rivayetleri birbirine karışmaması için ayırmalıdır.
15. el-Hatibu'1-Bağdadî'ye göre hadis yazan talibin işittiği hadisleri besmeleden ve hadis işittiği şeyhin adını, künyesini nesebini kaydettikten sonra yazması icap eder. 567
Dikkat edilirse bu kaidelerin hepsi hadislerin isnad ve bilhassa metinlerini doğru bir şekilde yazıya geçirmek için konulmuş esaslardır. Bu da muhaddislerin hadislere ne derece itina gösterdiklerini; yazılışında bile belirli kaideler dahilinde hareket ettiklerini gösterir.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə