Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə23/51
tarix25.06.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#51703
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   51

Kitâbu'l-Ğarîbeyn:

Garîbu'l-hadîs maddesinde görüldüğü gibi hadislerin herkes tarafından anlaşılamayan garib lafızlarını izah eden kitaplar vardır. Bu kitaplardan bir kısmı, hadislerin garib lafızlarını Kur'ân-ı Kerim'in garib lafızları ile birlikte alırlar. Böyle hen Kur'ân-ı Kerim'in hem de bazı hadislerin garibini izah etmek üzere te'lif edilmiş kitaplarda bu isim verilmiştir.


Kitabu'l-garibeyn isminde te'lif edilmiş kitapların en meşhuru Ebu Ubeyd Ahmed b. Muhammed b. Ebî Ubeyd el Abdı el-Mu'eddeb el-Herevî'nin kitabıdır. Bunun gibi Ebu'l-Feth Suleym b. Eyyub er-Râzî'nin Takrîbu'l Ğarîbeyni, Ebu Musa Muhammed b. Ebî Bekri'1-İsbehânî'nin Kitabu'l-Muğis fi Garibeyi'1-Kur'ân'i ve'1-hadîsi meşhurdur.

Kizb:

Hadis usulünde kizbu'r-ravi şeklinde de geçer. Hz. Peygamber üzerine yalan söylemektir. Bir diğer ifadeyle Allah Resulünün söylemediği bir sözü kasden ona nisbet ederek rivayet etmektir. Kısacası Hz. Peygamberin ağzından yalan uydurmaktır.


Kizb ya da Türkçe karşılığı ile yalan, metâ'in-i aşere denilen ravinin tenkide tabi tutulduğu esaslardan adaletle ilgili beş cerh sebebinden birincisi ve en ağırıdır.
el-Hatîbu'1-Bağdadî'ye göre Hz. Peygamber üzerine yalan söylemek, hadis uydurmak ve semâ' iddiasında bulunmakla olur. Muhaddislerin hepsi her ne şekilde olursa olsun Hz. Peygamberin ağzından yalan söyleyen ravinin hadisinin, tevbe etmiş bile olsa, reddedileceği görüşündedirler. Bu demektir ki ravi, tek hadisde daha yalan söylediği açığa çıksa adalet vasfını yitirir. Yalanından tevbe etse rivayet tarîklan sağlam olsa bile kendisi terk, hadisleri reddedilir. Nitekim Ahmed b. Hanbel'e yalnız bir hadisde yalan söyleyip tevbe ve rücu eden ravinin durumu sorulmuş, o büyük âlim “Tevbesi kendisi ile Allah arasındadır. Hadisi ebediyyen yazılmaz” demiştir. 568Ebu Muzaffer Mansûr b. Muhammed, es-Sem'ânî ise şunları söylemiştir: “Yalnız bir haberde yalan söyleyen ravinin geçmişte rivayet ettiği hadislerinin de terk edilmesi gerekir.” 569
Buhârî Şeyhi Ebu Bekr Abdullah İbni'z-Zubeyri'l-Humeydî ile Şâfi'î âlimlerden Ebu Bekr Muhammed b. Abdillah es-Sayrafî bu görüştedirler. Hatta es-Sayrafî “yalan yüzünden hadisini terk ettiğimiz raviyi tevbesi dolayısıyla kabul etmeyiz. Bir ravinin naklini zayıf bulduk mu ona daha sonra kuvvetli demeyiz” demiştir.570
Muhaddislerin yalancı ravilerin üzerinde bu derece titizlikle durmaları hadisleri yalandan korumak içindir; zira hadisler arasına yalancı ravilerin yalan rivayetlerinin karışması ile din fesada uğrar. Aslı şeklini kaybeder. Yerini batıl ve hurafeler alır. Bu sebeple yalnız bir hadisde dahi yalan söylediği açığa çıkan raviden artık hadis rivayet edilmez.
Bununla birlikte hadis dışında yalan söylediği bilinen ravinin durumu farklıdır. Böyle biri, yalandan tevbe ettiği bilinirse mutlak olarak terk edilmez. Hadisi belli şartlarla alınabilir; çünkü hadis dışında yalan söylemenin fesadı umumî değildir. Nitekim yalan şahitlikte bulunduktan sonra tevbekâr olanın şehadeti kabul edilir.
İbnu's-Salâh, fısk sebeplerinden biri olan insanlarla konuşmasında yalan söyleyip de tevbe edenin rivayetlerinin kabul edilebileceği görüşündedir.571 en-Nevevî de es-Sem'ânî'nin yukarıda zikredilen sözüne katılmadığını söyledikten sonra rivayetle şehadet arasında kuvvetli bir fark olmadığını söyler. 572Müslim Şerhinde de şöyle der: “Muhtar olan hadis dışında yalan söyleyip tevbe edenin tevbesinin kesinlikle sahih olduğu ve şahitliği gibi rivayetinin de kabul edilmesi gerektiğidir. Bu, kâfir olan bir kimsenin İslâm olduğu zaman rivayetinin kabul edilmesi gibidir.” 573
“Bununla beraber, kâfirin müslüman olması halinde rivayetinin kabul olunduğu yolunda ileri sürülen görüşün bu konuya uygun bir misal olmadığı anlaşılmaktadır; zira İslâm vasfı, hadis rivayet edenlerde aranan ilk ve umumi bir şarttır; fakat bu şart, her İslâm vasfını taşıyan kimsenin hadislerinin kabul edilmesini gerektirmemektedir. Nitekim hadis uydurup bunları Hz. Peygambere isnad eden kimseler de bu vasfa sahip olan kimselerdir.” 574
Ravinin hadis rivayetinde yalan söylemesi el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin yukarıda nakledilen görüşünde de söz konusu edildiği gibi ya Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait olmayan hadisleri onun sözleriymiş gibi rivayet etmesiyle; ya da isnadında meşhur muhaddislerden birinden işittiği zannmı uyandıracak ifadeler kullanmasıyla olur.
Hz. Peygamberin söylemediği bir özü ona isnad ederek rivayet, hadis uydurma şekillerinden biridir. Meşhur muhaddislerden birinden işitme intibaı verecek tarzda isnad serdetmek ise sema iddiasında yalan söylemektir. Hadis ravileri arasında isnadında gerçekte rivayette bulunmadığı şeyhten sema intibaı verecek şekilde ifadeler kullanarak tedlis yapanlardan hiç görmediği kimseden hadis işittiğini ileri sürenlere kadar yalanın bu çeşidine başvuranlar olmuştur. Bunun içindir ki, ravinin semâ' iddiasında yalan söyleyip söylemediğini anlamak üzere tarihten istifade yolu tutulmuştur. Sufyan es-Sevri bu konuda “Raviler ne zaman yalan kullanmaya başladılar, biz de onlara karşı tarih kullandık” demiştir. Hafs b. Giyâs ise şunları söylemiştir. “Bir şeyhi yalan söylemekle itham ettiğiniz vakit onu yıllarla hesaba çekin.” Bu demektir ki yaşını ve hadis yazdığı şeyhinin yaşını hesaplayın. Eğer ravi kendisiyle ilgili imkânsız bir şey söylerse rivayeti terkedilir. 575
Ömer b. Musa el-Vecîhî isimli bir ravinin isnadında yalan söylediği tarih bilgisiyle açığa çıkarılmıştır. Ufeyr b. Ma'dan olayı şöyle anlatır: “Ömer b. Musa şehrimize, Humus'a geldi. Hemen etrafını aldık. “Haddesenâ Şeyhukumu's-Sâlih
“Bize salih şeyhiniz tahdis etti” demeye başladı.
“O da kim?” diye sorduk.
“Hâlid b. Ma'dan” cevabını verdi. Bunun üzerine ben
“Onunla hangi yıl karşılaştın?” diye sordum.
“108 senesinde Erminiyye Gazasında” diye cevap verdi.
“Ya şeyh dedim; Allah'tan kork ve yalan söyleme. Halid 104 yılında öldü. Sense onunla ölümünden dört sene sonra karşılaştığını söylüyorsun, dahası, Halid, Ermîniyye Gazasına asla katılmamıştır.” 576

Kizb Ale'r-Resûl:

Bk. Kizb.



Kizbu'r-Râvî:

Bk. Kizb.



Kudsi Hadis:

Kudsî, mukaddes bir yüce varlığa (Allah'a) nisbet edilen anlamına gelir. Kudsî hadîs ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Rabbine izafe ettiği veya Hz. Peygamberden Rabbine izafe edilerek rivayet edilmiş olan hadîslerdir. Kudsi hadîse rabbani, ilâhî hadis de denir. Kudsî hadis söz olarak Hz. Peygambere aittir. Ne var ki manası Cenâb-ı Hak'tandır. Yüce Allah Hz. Peygamber (s.a.s)'in kalbine bir fikir ilham etmiş, o da kalbine ilham edilen fikri dile getirmiştir. Şu hale göre kudsî hadis manası Allah'tan, sözleri Hz. Peygamberden olan hadislerdir.


Manaları itibariyle nebevi hadisler de denilen diğer hadislerden farklı olan kudsî hadisler hadis kitaplarında umumiyetle Allah'a nisbet edilen lafızlarla rivayet edilirler. Bu lafızların en çok kullanılanları şunlardır:
Bir misal verelim:
Ebu Hureyre (r.a)'in Hz. Peygamber (s. a.s)'den rivayetine göre Yüce Allah “iki ortakdan biri arkadaşına ihanet etmedikçe onların üçüncü ortağı benim. Biri diğerine hiyanet edince ben hemen aralarından çıkarım” buyurmuştur. 577
Kudsî hadis bir taraftan Cenâb-ı Hak'ka nisbet edilir; öte yandan Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadisleri gibi kabul edilir. Öyle olunca Hz. Peygamberin kalbine ilka edilmiş olma yönünden Kur'ân-ı Kerim'e benzerse de ondan farklıdır. Bu fark ilk defa Kuranın lafzı ve manasıyle vahye dayanmasında görülür. Hatta tertibinin bile vahy eseri olduğu söylenir. Kudsî hadis ise yalnızca manasıyla kalbe ilham şeklindeki vahy kabul edilir. Lafzı ise tabiî konuşmasından farksız olarak, Hz. Peygamberin kendisine aittir. Bir de Kur'ân lafızları mucizdir. İnsanın en küçük bir suresinin benzerini bile meydana getirmesine imkân yoktur. Halbuki kudsi hadiste Kur'ân-ı Kerim icazına benzer icaz yoktur. Diğer taraftan Kur'ân-ı Kerim gerek lafzı, gerek manasıyla mütevâtirdir. Herhangi bir ayetini bile manasıyla rivayet caiz olmaz. Oysa kudsî hadisin gerek lafzı gerekse manası nıütevatir değildir. Öyle olunca manasıyla rivayeti caizdir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim ibadet maksadıyla okunur. Namazda okunması namazın rükünlerinden birini teşkil eder. Abdestsiz ele alınamaz. Oysa kudsî hadis için böyle bir şey söz konusu değildir.
Şu da var ki, kudsî hadisler içinde sahih olarak rivayet edilenleri olduğu gibi zayıf olanları da vardır. Gayet tabiî olarak Kuran için zayıflık gibi bir şey düşünülemez.
Yalnızca kudsî hadislere tahsis edilen bazı kitaplar vardır. Anılmaya değer olan birkaçı şunlardır:
1. el-İthâfâtu's-Seniyye bi'1-Ahadisi'l-kudsıyye; Abdurraûf Munâvî. (272 kudsi hadis ihtiva eder.)
2. Mişkâtu'l-Envâr fîmâ nıviye ani'llahi Subhânehu ve Teâlâ Mine'l-Ahbâr: Muhyiddin Arabî.
3. el-Ahâdisu'1-Kudsiyye: Aliyyu'l-Kaarî.
4. el-Erba'ûn fî'r-Rivâyeti an Rabbi'l-Âlemin: İbn Dakîki'1-İyd.
5. et-Tuhfetu'1-Merdiyye fi'1-Ahbâri'l-Kudsiyye: Şeyh Abdulmecîd Mısri.

Kuna:

Bk. Esma ve Kunâ.



Kunâ Mufrede:

Tek künyeler anlamıyla bir tek kişinin künyesi olup başkalarında bulunmayan künyelere denilmiştir.



Kunna Nef'alu Ala Ahdi'n-Nebî (s.a.s):

Bk. Hükmen Merfû'.



Kurıe Ala Fulan Ve Ene Esme'u:

“Falancaya okundu ben de dinledim” demektir. Hadis tahammül yollarından arz veya kıraat denilen metodla rivayet edilen hadislerin edasında kullanıllan bir tabirdir.


Arz maddesinde etraflı bir şekilde açıklandığı gibi hadis meclisinde şeyhe okunan hadisleri okuyan kimsenin (kari) dışında mecliste bulunanlar da işitmiş ve rivayet etmiş olurlar. Herhangi bir şeyhin hadislerini yazılı metinden kendisine okunması sırasında mecliste olup dinleyenler dinledikleri hadisleri başkasına rivayet ederken isnadlarında kurie aleyhi ve ene esme'u tabirini kullanırlar.

Kurie Aleyhi Ve Huve Yesme'u:

“Dinlerken ona okundu” manasına arz yoluyla alman hadislerin rivayetinde kullanılan eda lafızlarındandır.


Arzın çeşitli tatbik şekilleri vardır. Birisi de hadisler şeyhe başkası tarafından okunur. Şeyh dinler. Bu şekildeki rivayet şeyhten işitmek yoluyla rivayetle birdir.
Bazı âlimler şeyhin okunan hadisleri tasdik etmesinin yart olduğu görüşündedirler. Bunlara göre şeyhin, başkası tarafından okunan hadisleri tasdik etmesiyle rivayet edilen hadisle amel edilebilir. Ancak rivayetinde haddesenî veya ahberanî demek doğru olmaz, onların yerine râvi kara'tu aleyhi veya Kuri'e aleyhi ve huve yesme'u diyebilir. 578

Kussâs:

Anlatmak, haber vermek, bir haberi birine ulaştırmak, bir haber veya sözü bildirmek manalarında kassa kök fiilinden alınma bir tabirdir. Va'iz manasına kas ile aynı manada mübalağa sîgası ile gelen kassâs'ın çoğuludur.


Hadis ilminde kussâs, halkın gözüne görmek için va'zlarında uydurma kıssalar anlatan kıssacılarla hadis uyduran veya va'zlarınmda uydurma hadisler işleyen va'izlere denir.
Bilindiği gibi İslâm Tarihinde ilk ihtilaflar Hz. Osman devrinde başlamıştır. Üçüncü Halife'nin şehit edilmesi üzerine İslam toplumu parçalanmıştır. Devam eden olay lar üzerine siyasî ve itikadı fırkalar zuhur etmiştir. Bu fırkaların her biri kendi görüşlerine uygun hadisler uydurmaktan çekinmemişlerdir.
Kıssacı va'izlerin cami ve mescidlerde heyecanlı va'zlar vererek halkı coşturup meşhur olmak ve dünyalık elde etmek arzulan daha doğrusu hırslan hadis uydurmanın önemli sebepleri arasındadır. Denilebilir ki, hadis uydurmacılığı siyasî ihtilaflar üzerine başlamış, kussas vasıtasiyle yayılmıştır. Umumiyetle ilimden nasibi olmayan, cerbezeli konuşmaktan başka elinde sermayesi bulunmayan kussâs taifesi ezberledikleri bir iki isnada akıllarına esen sözleri ekleyerek kürsülerden halka ulaştırmışlardır. Böylece kussâs, uydurma hadislerin en önemli yayılma vasıtası haline gelmiştir.
Kussasın halk üzerinde büyük tesiri olmuştur. Aslında cahil halk her kürsüye çıkanı İslâmiyeti iyi bilen âlim biri sanmıştır. Hele güzel konuşan biri ise halka göre gerçek âlim odur. Şu iki hadise bunu gösterir:
Bağdad mescidlerinden birinde Zur'a isminde bir kas (kıssacı va'iz) vardı. İmam-ı A'zam'ın anası bir gün oğlundan bir mesele hakkında fetva ister. Ebu Hanîfe fetvayı verirse de anası kabul etmez ve:
“ben vaiz Zur'anın sözünden başkasını kabul etmem” der. Bunun üzerine İmam-ı A'zam anasını Zur'aya götürür ve:
“Bu der; benim anamdır. Şu mesele hakkında fetva istiyor. Zur'a:
“Sen benden daha âlimsin; fıkhı çok daha iyi bilirsin. İstediği fetvayı sen ver” deyince İmam-ı Azam:
“Ben şöyle şöyle fetva verdim” diyerek mesele hakkındaki görüşünü söyler. Zur'a:
“Mesele Ebu Hanîfe'nin dediği gibidir” demesi üzerine kadın razı olur ve oradan uzaklaşır.” 579
Meşhur âlimlerden eş-Şa'bi bir gün namaz kılmak için bir mescide gider. Yanında etrafını halkın çevirdiği uzun sakallı birisi vardır. “Haddesenâ fulân, an fulan” diyerek Hz. peygambere ulaşan bir isnadla şöyle bir hadis rivayet etmektedir: “Allah Teâlâ iki tane sûr yaratmıştır. Her ikisi de helak olma ve kıyam nefhası olmak üzere ikişer kere üflenecektir.” Namazı hafif kılmakta olduğundan eş-Şa'bî ihtiyarın bu rivayeti üzerine kendini tutamayıp:
“Ya Şeyh der; Allah'tan kork. Yalan yanlış şeyler rivayet etme. Allah iki değil bir sûr yaratmıştır. O sur iki kere üflenecektir. Birisinde mevcudat bayılacak, ikincisinde ayağa kalkacaktır.” Bunun üzerine ihtiyar:
“Utanmaz adam! Bu hadisi bana fulanca rivayet etti. Sen de kalkmış bana itiraz ediyorsun” diyerek pabucunu kaptığı gibi eş-Şa'bî'nin üzerine yürür. Halk da ihtiyarla birlik olup onu döğmeye başlarlar. eş-Şa'bî, Allah'ın otuz tane sur yattığına yemin ederek halkın elinden kendisini zor kurtarır! 580
Kussâs halkın gözüne girmek için pek cok yollar denemişlerdir. Belki de kendi uydurmaları olan mevzu hadisleri, meşhur imamlardan rivayet etmiş gibi göstermeleri bu cümledendir. Buna dair pek çok misal vardır, ikisini kaydedelim. Meşhur muhaddislerden Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Ma'în bir gün Bağdat'ta Rusâfe mescidine giderler. Namazdan sonra kürsüye çıkan kussâs'dan biri “Haddesenâ Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Maîn, kala, haddesenâ Abdurrezzak, an Ma’mer, an Katâde, an Enes kale, kale Resûlullah (s.a.s) diye Hz. Peygamber (s.a.s)'e kadar ulaşan bir isnadla onun “Kim lâilâhe illallah derse Allah, her kelimesinden gagası altından, tüyü mercandan bir kuş yaratır...” dediğini söyleyerek yirmi sayfa kadar tutan uzun bir hadis uydurur. Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Ma'în, hayretler içinde kalarak adlarının karıştığı böyle bir hadisi rivayet etmediklerini birbirlerine söylemek lüzumunu duyarlar. Şaşkınlıkları geçtikten sonra Yahya b. Ma'în cemaatın verdiği bahşişleri toplamakta olan kıssacıyı yanlarına çağırır. Yeni bir dünyalık ümidi ile onların yanına gelen sözde vaize
“Bu hadisi sana kim rivayet etti?” diye sorar. O da
“Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Ma'în rivayet etti” cevabını verir. Yahya sözüne devamla:
“Yahya b. Ma'în benim; Ahmed b. Hanbel de budur. Ömrümüzde Hz. Peygamber'in hadisi olarak böyle bir söz işitmiş değiliz. Eğer sana muhakkak yalan uydurmak lazımsa bizden başkasının adına uydur” diyerek azarlayınca kıssacı şu karşılığı verir:
“Çoktan beri Yahya b. Ma'în'in ahmağın biri olduğunu işitirdim. Doğru olduğunu Şimdi anladım. Yahu, dünyada sizden başka Yahya b. Ma'în ve Ahmed b. Hanbel yok mu? Ben adları Yahya b. Ma'în ve Ahmed b. Hanbel olan onyedi kişiden hadis yazmışımıdır!” Ahmed b. Hanbel adamdaki utanmazlığa şaşırır kalır. Ellerle yüzünü kapamak zorunda kalarak
“Bırak şunu gitsin” der. Kıssacı da onlarla alay eder bir eda ile uzaklaşır. 581
Ebu Hatim İbn Hibbân el-Bustî anlatır: Rakka ile Harran arasında (küçük bir kasaba olan) Bacûrvan'a girdim. Namaz vakti mescide gittim. Namaz bitince önümüzde bir genç kalktı ve “Haddesenâ Ebû Hanîfe, haddesena'l-Velîd, haddesenâ Şu'be, an Katâde, an Enes kale, kale Resûlullah (s.a.s)” isnadıyla Hz. Peygamberin “Müslümanın bir hacetini görene Allah şunu şunu verir” dediğini rivayet etti. Rivayetini bitirince yanıma çağırdım ve
“Sen Ebu Hanîfeyi hiç gördün mü?” diye sordum
“Hayır görmedim” cevabını verdi.
“Görmediğin halde ondan nasıl rivayette bulunabiliyorsun?” dedim. Bana şunları söyledi:
“Bizimle münakaşa etmek mürüvvetin azlığındandır. Bir tek bu isnadı biliyorum. Ne zaman bir hadis duysam onu bu isnada ekliyorum.”582
Kussâs hadis İlmine telafisi imkânsız büyük zararlar vermişlerdir. Hadis alimlerinin ittifakla belirttiklerine göre hadise fesad kussâs yoluyla girmiştir. Gerçekten bu taife taraftar toplamak, bazı fikirleri yaymak, kimsenin bilmediği hadisleri bilir görünmek gibi sebeplerle hadis uydurmuşlardır. Bunun yanısıra anlatmak istediklerini yerine göre hadis olarak anlatmışlardır. İşleyecekleri konuyu en iyi şekilde anlatan nakilleri sahih olup olmadığına bakmadan yerine göre rivayet ettikleri, yerine göre anlattıklarından yüzlerce hadis olmayan sözün müslümanlar arasında yayılmasına sebep olmuşlardır.
Hadis uyduran, uydurma hadisleri kürsülerde büyük bir şevk ve heyecanla anlatan kussâs, hadisleri birbirine karıştırmak, hadis metinlerine ilaveler yapmak suretiyle de Hadis İlmine büyük zararlar vermişlerdir, nitekim meşhur muhaddis Şu'be, kussasm, bir kanş hadisi bir arşın yaptıklarını söylemiştir: Ebu'l-Velid et-Tayâlisi anlatır: Şu'be'nin yanında idim. Derken yanıma bir genç geldi, bir hadis sordu. Şube:
“Sen Kasımsın?” diye sordu. Genç,
“Evet” diye cevap verince
“Defol git; çünkü biz kussâsa hadis rivayet etmeyiz” diyerek onu koğdu. Genç adam gidince ben neden böyle yaptığını sordum.
“Hadisi bizden bir karış alıyorlar; bir arşın haline getiriyorlar” cevabını verdi. 583
Kussasın Hadis ilmine verdikleri zararlardan birisi de gaflet yüzünden bir takım saçma sözleri ve felsefî fikir kırıntılarını halka hadis olarak takdim etmeleridir. Bu yolla nice eski hakimlerin sözleri, halk arasında hadis olarak kabul edilmiş; Hz. Peygamberin sözü sayılmıştır.
Bununla birlikte kussas, va'zlarında asılsız hikâyeler anlatmak, mevzu hadisleri işleyerek İslâm'ın aslında olmayan hurafeleri gerçek gibi vermek suretiyle islamî değer ölçülerini saptırmışlardır. Böylece İslamiyet'e büyük zarar vermişlerdir. İçlerinden öyleleri çıkmıştır ki “salâtul husemâ (hasım namazı) gibi bir namazdan söz etmiş; bu namazı kılanların kendilerine yapılacak haksızlıklardan ve zulümden emin olacaklarını, düşmanlarının şerrinden zarar görmeyeceklerini söylemişlerdir. Bunun gibi halkı teşvik etmek için basit bir nafile ibadete büyük sevaplar va'd eden, aksine menhiyyattan korkutmak üzere önemsiz bir günahdan dolayı büyük azap görüleceğini bildiren hadisler uydurmuşlardır. Haliyle uzun yıllar ibadetle elde edilecek sevabı iki rekatlık nafile namazla alacağına inanları yanlış yöne sevk etmişlerdir. Şüphesiz nafile ibadetlerin fazileti inkâr edilemez. Ne var ki, kussâsın bol keseden sevap dağıtarak Islamî değer ölçülerini çarpıttıkları kuşkusuzdur.
Hadis İlmine ve dolayısıyla İslamiyete önemli ölçüde zararları dokunmuş olan kussas, cerh ve ta'dil âlimleri tarafından umumiyetle münkerât rivayetiyle cerh edilmişlerdir. Rivayetleri merdud itibar edilmiştir. Söz gelişi meşhur vaiz Yezîd er-Rakâşî hakkında Ahmed b. Hanbel “hadisleri münkerdir” demiştir. Yahya b. Ma'în'e göre Yezid'in hadisleri zayıftır. Şube “zina etmeyi Yezîd'in hadislerini yazmaktan ehven” sayar. 584İbn Hibbân'a göre Yezid “el-Hasenu'l-Basrî'nin sözlerini Enes-Hz. Peygamber isnadıyla rivayet edilmiş hadisler haline getirir. Rivayetleri arasında Enes ve başkalarının hadisi olmayan sözler çoğalınca hadisleriyle ihticâc batıl sayılmıştır. Taaccüp için olmadıkça ondan rivayet helâl değildir.” 585
Yine meşhur vaizlerden Salih el-Murrî hakkında da Ahmed b. Hanbel, “kıssacıdır. Hadis ehli değildir. Esasen hadisi hiç bilmez” demiştir. 586Muhammed İbnu'l-Hasen isimli vaiz için söylenenler de aynı mahiyettedir: “Daha çok kıssacı idi. Hadisde yalan söylerdi” 587
Kussas hakkında müstakil kitaplar yazılmıştır. Belli başlıları şunlardır:
1. Ahbâru'l-Kussas; en-Nakkaş 588
2. Kitabu'l-Kussâs ve'1-Müzekkirîn: İbnu'l-Cevzî.
3. el-Bâ'is ale'l-Halâs min Havâdisi'l-Kussâs: el-Irâki.
4. Tahziru'l-Havâs min Ekâzîbi'l-Kussâs: es-Suyûtî.

Kutub-i Mevdu’at:

Bk. Mevzu.



Kutub-i Sitte:

Altı kitap manasına gelen bir tabir olup, hadis kaynaklan arasında şöhret kazanmış altı esere denir. Aynı manada sihah-ı sitte tabiri de kullanılır.


Bu altı eser Kur'ân-ı Kerim'den sonra en sahih kitaplar olarak kabul edilen Buhârî ile Müslim'in el-Câmi'us-Sahihleri (es-Sahîhân) ile Ebu Davud, Tirmizî, Nese'î ve İbn Mâce'nin sünenlerinden (Sünen-i erbaa) ibarettir.
Bazıları İbn Mâce'nin süneni yerine ed-Dârimî'nin Sünenini, bazıları ise İmam-Mâlik'in el-Muvatta isimli eserini kutub-i sitteye dahil etmişlerdir. Hadisler konusunda ana kaynaklar mesabesindeki bu altı kitaba sıhah-ı sitte diyenler de vardır.
“Kutub-i Sitte'den her birinin kendine hâs bir takım hususiyetleri vardır. Meselâ fıkıh bâbları yönünden el-Buhârî'nin, tertibinin güzelliği ve talikatının azlığı yönünden Müslim'in, rivayet sanatı yönünden Tirmizî'nin, ahkâm hadislerini toplaması yönünden Ebu Davud'un, fıkıh bablarına ayırması yönünden İbn Mâce'nin ve nihayet bu meziyetlerin çoğunu kendisinde toplaması yönünden Neseî'nin kitabı ayrı bir değer taşır.” 589

el-Kutubu'l-Erba'a:

es-Sahîhân ile Sunen-i Erba'adan ikisine bazı hadis alimlerince verilen isimdir.



El-Kutubu’s-Seb’a:

Yedi kitap demek olup el-Kutubu's-Sitte ile Dârimî'nin Sünenine (bazılarına göre İmam Mâlik'in el-Muvatta’ına) denilmiştir.



el-Kutubu's-Selâse:

Üç kitap demek olan bu tamlama bazı alimlere göre es-sahîhân ile İmâm Mâlik'in el-Muvatta'ına; bazılarına göre ise Sunen-i Erba'anın İbn Mâce'nin kitabı hariç diğer üçüne denilmiştir.



el-Kutubu's-Sitte:

Bk. Kutub-i Sitte.

L

Lâ Ahade Esbetu Minhu:

“Ondan daha sağlamı yoktur” manasında ravilerin ta'dilinde kullanılan lafızlarındandır. Tadilde mübalağaya delâlet eden lafızlardan sonra gelir ve ta'dilin birinci derecesine delâlet eder.


Bu ve benzeri lafızlarla adaletli olduğuna hükmedilen ravi, her bakımdan güvenilir bir kimsedir.

Lâ A'rifu Lehu Aslen:

Bk. Lâ A'rifuhu.



Lâ A'rifu Lehu Nazîrun Fid-Dünyâ:

“Dünyada bir benzeri olduğunu bilmiyorum” manasına gelen bu tabir bazı âlimlerce ta'dil lafzı olarak kullanılmıştır. En çok kullanılan lafızlardan olmadığından mertebesi hakkında bir şey söyleme imkânı yoktur.



Lâ A'rifuhu:

Bu hadisi bilmiyorum demektir. Mevzu hadisleri değerlendirme şekillerinden biridir. Hadis İlminde yüksek dereceleri almış, hadisleri iyi bilen bir alimin bir hadis hakkında “bu hadisi bilmiyorum” demesi kendisine başka katılan olmasa bile o hadisin mevzu olduğuna hükmetmeye kâfidir. Bu konuda İbn Haceri'l-Askalânî şöyle demiştir: “Hadislere vakıf tenkitçi bir hafız muhaddis herhangi bir hadis hakkında “Bu hadisi bilmiyorum” derse bu, o hadisin hadis olmadığına hamledilir.” 590


Bununla birlikte bir âlimin bütün hadisleri bilmesi mümkün değildir. Nitekim rivayete göre Ebu Hâzim, meşhur hadis imamı ez-Zuhrî'nin yanında bir hadis rivayet eder. O,
“bu hadisi bilmiyorum” der. Bunun üzerine
“Hz. Peygamber (s.a.s)'in bütün hadislerini ezberledin mi? diye sorulur. Ez-Zuhrî bu soruya “hayır” cevabını verir. Soruyu soran
“Yarısını biliyormusun?” diye sorunca da
“Umarım biliyorum” der. Soru sahibi
“Öyleyse der; bunu da bilmediğin o yandan say.” ez-Zuhrî çapında bir âlimin bilmediği hadis olunca diğerlerinin bilmedikleri de olabilir düşüncesi ile İbn Hacer'in bu görüşüne itiraz edilmiştir. es-Suyütî güzel bir izahla İbn Hacer'n görüşünü savunarak şunları söylemiştir:
“Bu, hadislerin kitaplarda toplanmasından önce idi; zira o zamanlar hafız derecesindeki muhaddislerin bilmedikleri hadisler bazı ravilerin mahfuzu bulunuyordu. Ancak hadislerin tedvin ve kitaplara dercedilmesinden sonra hadis âlimlerinin başkaları tarafından irad edilen hadisleri bilmemesine imkân kalmamıştır.” 591
Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manaya gelen, lem a'rif (bilmiyorum), la a'rifuhû bi-hâze’l-lafz (Bu lafızla bilmiyorum), lem ekıf aleyhi (vakıf olmadım), Lâ A'rifu lehu aslen (aslını bilmiyorum), lem ecid lehu aslen (aslını bulamadım), Lem ekıf lehu alâ aslin (aslına vakıf olamadım), lem erahu bi-haze'1-lafzi (bu lafızla görmedim, bilmiyorum) , lem ecidhu (hadisler arasında aslını bulamadım), lem yerid fîhi şey'un (bu konuda hiçbir şey varid olmadı), la men ahrecehe ve lâ isnaduhu (ne rivayet edeni biliniyor; ne de isnadı) tabirleri de kullanılır.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə