108
İnsan ve Toplum
vurgulayan bazı katılımcılar olsa da bu tespitlerin bir
temenniden öteye geçemediği,
farklı bir dilin, yeni anlamların üretilemediğini söylenebilir. Bunun nedeni olarak hâkim
bilgi anlayışının hem teorik/kuramsal hem de uygulamalı olarak kuşatıcı bir şekilde
varlığını sürdürmesi ve kendini dayatması görülebilir. Bununla birlikte bu eksikliğin
nedenlerini, bu kültüre/anlam dünyasına/düşünce geleneğine ait bilgilerin üretilme-
si gerektiğini vurgulayan akademisyenlerin, bilim adamlarının, mensubu oldukları
düşünce sisteminin/paradigmanın bilgi anlayışına, insan tasavvuruna vâkıf olup, bunu
psikoloji bilimi içerisinde yeni bir dille üretecek yetkinliğe sahip olamayışlarında da
aramak mümkündür. Zira, bir kişiyi veya onun mensubu
olduğu kültürü anlayabilmek
için o kültürün geçmiş/tarihî birikimine, bugününe, geleceğe yönelik beklentilerine
dair bilgilerine bütüncül bir şekilde vâkıf olmak gerekmektedir (Kim ve Park 2006, s.
36). Ancak, Ratner’in (2003) da belirttiği gibi psikologlar/terapistler eğitimleri süre-
since-psikolojinin ideolojik olarak bireysel süreçlere yönelmesinden dolayı- mensubu
bulundukları kültürün tarihî, felsefi geleneği ve sosyolojisi hakkında yeterli düzeyde
bilgi sahibi olamadıkları için, her halükârda mensup olunan kültüre ait bilgi üretme
noktasındaki çabalar da yetersiz kalmaktadır.
Katılımcıların aile problemleri çerçevesindeki değerlendirmelerinde ergenliğin ken-
disinin bile aileler tarafından bir problem kaynağı olarak algılandığına dair tespitleri
oldukça manidardır. Çünkü ailelerin bu durumu, bu döneme
dair üretilen bilgilerin
toplumsal olarak ne tür yansımalarının olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Zira
önceki kısımlarda da belirtildiği gibi, ergenliğe dair literatür büyük oranda bu yaştaki
insanları birçok noktada sorunlu, patolojiye yatkın olarak tarif etmektedir. Ergenliği
tanımlamak için ortaya konulan bu özellikler, bugün toplumumuzdaki ergenlerin
çoğunda gözlemlendiği ve bu durumun ergenliğe dair üretilen
bilgileri desteklediği
iddia edilebilir. Ancak üretilen bu bilgilerin, gençlerin doğal/fıtrî özellikleri olmaktan
ziyade, hâkim Batılı psikoloji bilgisinin Batı dışı toplumlara aktarılması ile bireysel ve
toplumsal olarak içselleştirilmesi neticesinde ortaya çıktığı söylenebilir. Zira ergenlik
tarihsel kökenleri itibarıyla 19. yüzyılın sonlarında, Batı’da aile ve toplumdaki deği-
şimler neticesinde ortaya çıkan toplumsal kategoriyi tarif etmek üzere kullanılmaya
başlanan bir kavramdır (Demos & Demos, 1969). G. Stanley Hall’ın 1904’te yayınla-
dığı Adolescence kitabıyla da ilk defa bilimsel olarak ele alınmış ve insanın hayatının
evrensel bir gelişim aşaması olarak görülmeye başlanmıştır (Steinberg
ve Lerner, 2004,
Arnett, 2006). Tarihsel olarak ortaya çıkışından günümüze kadar, insan hayatının doğal
ve evrensel bir parçası olarak anlamlandırılan ergenliği, Lesko (2001) Batı kültürü
tarafından inşa edilen, sosyal etkileşimleri görmezden gelip biyolojik özelliklere indir-
generek Batı dışı toplumlara aktarılan bir kavram ve anlama
biçimi olarak değerlendir-
mektedir. Benzer şekilde Lüküslü (2009) de bu dönemi modernite tarafından üretilen
bir sosyal kategori olarak telakki etmektedir. Dolayısıyla ergenliğe dair üretilen/inşa
edilen ve özellikle medya, popüler kültür vb aygıtlar vasıtasıyla topluma aktarılan bu
bilgiler, küresel olarak ortak bir “ergen kültürü”nün (Schlegel, 2000, s. 74) ortaya çıkma-
sına neden olmuştur. Dolayısıyla aileler, bu yaş grubundaki gençler ve toplumun diğer
109
Karagöz / Teori ya da Realite: Hâkim Terapi Kuram ve Uygulamaları Karşısında Konumlanış ve Arayışlar
mensupları da kaçınılmaz olarak bu “kültürün”/anlam dünyasının içinde, ona uygun
davranış örüntüleri sergilemektedirler.
Buna mukabil Robert Epstein, eğer bu yaş grubundaki gençler “ergen” olarak tanım-
lanmamış olsaydı, durumun şu an olduğundan daha farklı
olabileceğini belirtmektedir
(akt., Moshman, 2009). Bu tespitler, bu yaş grubuna dair farklı bir kavramsallaştırma ve
anlam üretmenin gerekliliğini de ortaya koymaktadır. Ancak, yapılan görüşmelerde,
ergenliğe dair mevcut bilgileri üreten psikoloji bilimi içerisinde mesleklerini icra eden
terapistlerin çoğunun, uygulamalarının temelini oluşturan bu bilgi anlayışının mahiye-
tini sorgulamayışları oldukça manidar bir durumdur.
Katılımcıların, kendilerine gelen aile problemlerini ve bu problemlerin nedenlerini
değerlendirirken bazı noktalarda daha geleneksel/kültürel referanslarla
hareket ettik-
leri görülmektedir. Özellikle aile-çocuk ilişkilerindeki problemleri değerlendirirken,
anne baba otoritesinin zayıflaması, çocuklar üzerinde kontrol sağlayamama, kuşaklar
arası farkın çok hızlı bir şekilde artması, medyanın aile içi ilişkiler üzerinde menfi
etkisi olduğu yönündeki tespitler, ortaya çıkan bu toplumsal değişimden memnun
olunmadığını gösteren geleneksel/kültürel reflekslerdir. Ancak,
burada dikkat çekici
olan husus, katılımcıların kendilerine gelen ailevi problemleri, bunları ortaya çıkaran
sebepleri değerlendirirken sahip oldukları bu muhafazakâr/geleneksel bakış açısının,
bu problemlere çözüm üretirken, yerini alandaki hâkim Batılı kuram ve tekniklere
bırakmasıdır. Bu durum, geleneksel referanslarla değerlendirilen problemlere çözüm
üretirken, “Batılı bilgiye bağımlılığın” (Tuna, 2011) devam etiğini, bu bilgi anlayışının
hâkimiyetini sürdürdüğünü göstermektedir.
Sonuç olarak psikolojide bu bağımlığı ortadan kaldırmak ve daha özgün bilgi ürete-
bilmek için, meseleleri farklı bir paradigmanın/anlam dünyasının bilgi anlayışı/varlık
tasavvuru
çerçevesinde ele alan, daha sistematik ve bütüncül çalışmaların yapılması
zaruri bir durum olarak karşımızda durmaktadır.